HABER — Akşam Postası Abdülhamit Gözdeleri Yazan: Tarihi tefrika: 30 Yaver Kâzım Beyin yeğeni! doktor Şinasi Bey on senedir Par| riste idi. Kâzım Bey el altından; yeğeniyle mütemadiyen muhabere! eder dururdu. Doktor Şinasi Beyin yeğeni ol- duğunu ne Abdülhamit ne de sa- raya mensup biri biliyordu. Kâzım Bey kendi kendine vazi yeti düşünürken: — Şinasinin akrabam olduğunu bilseler, beni havaya uçururlar... Diyerek söylenirdi. Döktor Şinasi Bey çok muzip bir'adamdı. Kâzım Beyin birkaç defa Acı mektuplar yazmasma rağmen Şinasi Bey Paristen Padi- şaha mütemadiyen tehditkâr mek! tuplar gönderirdi. Gerçi son za- manlarda ecnebi (omemleketlerin- den gelen mektupların hepsini Pa ““dişaha vermiyorlardı. Fakat, Pa- dişah Şinasi Beyin Pariste rahat durmadığını uzaktan uzağa işitti- ği için kendisiyle yakmdan alâka- Jar olurdu. Hattâ bir gün yaver Kâzrn Beye: — Şen 'güzel Fransızca biliyor- “r! demişti. Paristen gelen Fran- sızca gazeteleri iyice gözden ge- çiriyor musun? Küzm Bey birdenbire Padişa- hım ne demek istediğini anlayama mış ve: — Muntazaman takip ediyo- rum... Diye cevap vermişti. Abdülhamit: — Paristeki Şinasi melünunun ““heler yaptığı ve gazetelere ver- diği beyânnamelerin hulâsalarmı senden öğrenmek isterim. Bana bu hususta sık sik malümat ver- melisin! Demişti, Kâzm Bey yeğeni hakkında Padişaha ne yazsındı! Şinasi Bey Pariste işi azıtmış- t.. Yevmi bir gazeteye sık sik Os- manlir devleti aleyhinde yazılar yazıyor, Padişahın memleketi fe- lâkete sürüklediğini açıktan açığa söylüyordu. Kâzım Bey kendi vaziyetini kurtarmak için, birkaç defa Ab- dülhamide (Şinasi) hakkında ra- por vermemiş değildi. Fakat, ya» ver Kâzım Bey bu raporları daha ziyade Fransızların Türkler- aley hinde fazla tahrikât yaptığı şeklin de yazıyor ve Şinasi Beyin #özle- efrika numarası : 43 Ishak Ferdi rini ve yazılarını ikinci plânda br- rakıyordu. Abdülhamit bu yüzden Fransızlara karşı husumet besle- meğe başlamıştı. Zaten: “Bu haşa ratı himaye eden Fransız > hükü- metine çoktan beri göceniğini!, | Diyerek, gerek Fransız elçisine, gerekse diğer Sefirler izharı tees- sür etmekten geri durmazdı. Döktor Şinasi Bey Fransız ga” zetelerinde son yâzdığı bir maka- leye şöyle başlıyordu: “..Abdülhamidin sarayı baykuş! yuvasına dönmüştür. Kızıl Sultan, etrafındaki hafiyeler kâfi gelmi- yormuş gibi. şimdi de kadınlara gizli vazifeler vermeğe başlamış- tir. İstanbulda yeniden kimbilir! kaç masumun canı yanacak, « Kaç! zavallı vatanperverin kanına giri- lecektir?,; Yaver Kâzım Bey bu fıkrayı Abdülhamide arz etmediği halde, başka bir taraftan bu yazının ter- cümesinin Padişaha verilmiş olma sı Kâzım Beyi hayrete düşürmüş- tü. Kızıl Sultan bü fıkrayı okudu- ğu günden beri kuşku ve endişesi- ni arttırmış bir halde, önüne gele- ni başlıyor, gece sabahlara kadar saray mensuplarını kasıp kavuru- yordu. Doktor Şinasi Beyin kastettiği bu kadın kimdi? Abdülhamit vazifeten saray- dan uzaklaştırdığı ve içyüzünü hiç kimsenin bilmediğini (zannettiği (Saadet) ten şüphesi yoktu, Saa- det Fehim Paşanm ve avnesinin sıkı tarassutları altında bulunuyor du, Onun böyle bir vazife ile ça- lıştığını Şinasi Bey Paristen nasıl öğrenebilirdi Zaten Doktor Şinasinin bu iş hakkında kâfi derecede malümat sahibi olmadığı anlaşılıyordu. Şi- nasi Bey eğer Saadetin ismini öğ- renmiş olsaydı, şüphesiz ki bunu yazısınm en başında zikredecekti. Abdülhamit Saadetten ziyade Necmiseherden — şüpheleniyordu. Necmiseher Saadete nisbetle daha az ağzında lâf saklayan bir kadın- dı. Ufak tazyikle her şeyi itiraf edebilirdi. Fakat, Necmiseher Pa-| dişahın gözü önünden ayrılmayan ve hariçten hiç kimse ile teması “Aşk mı, Servet mi? Nâkili e aki kadar neredeydin? Ay, elinde tabanca da mi var... O tehlikeli oyuncağı © ver — Sakla, baba... Evet, gene i-erim- : (Vâ- Ni) — Aman, kızım... Hani yatışmış - nim tavsiye ettiklerime razı oluyor - dun? — Oluyordum, fakat artık deği - lim... Zira, Fiktetin beni sevdiğine &- minim... Zira, ben de önu seviyorum.. Parm meselesi gibi hasis bir bahis, bi- zi, birbirimizden ayıramaz... — Fikretin seni sevdiği de nere - den malüm?.. O, başka kadmlarla meşğul... İlhami Bey, bu son cümleyi teha lükle söylerken, kızmın ağzımı arıyor. de heyheylerim vardı... Fakat, artık, her) du. şeye eminim... Hayatıma muayyen bir istikamet verdim... Kendime de, başka sına da bir şey yapmıyacağım... o Zira, Fikretle evleniyorum... — Çıldırdın mı, sen kızım?... — Hayır, bilâkis... — Ya Cemal bey? — O başım, çaresine bakesm.. Türkün: — Bizzat Fikretin ağzından işit — tm.. » dedi. - beni seviyor. Bütün kadınlara, hattâ Oen müstesnalarına beni tercih ediyor... Evet, Şadiye Ha- nım İsminde bir hanımla sıla fıkı ah- baplığı var... Fakat, ona bile, bana o- lan aşkından bahsediyor... Bumu, kon Fıkra müsabakası Eniyi, en güzel fıkraları bize gön- dereceklerin yazıları; burada neşredi- lecektir. Yalnız bu fıkraların uzun ol- seçme olması ve okunaklı yazılması lâzımdır. Şair hırsız Genç hırsız bir eve girdi. Ka- ranlıkta odaları dolaşırken birden elekirik yandı. Yatakta altmışlık, fakat 35 lik bir kadın yatıyordu. Kadın: — Ne istiyorsun?. Diye sordu. Hırsız şu cevabı verdi: — Affedersiniz efendim, ben hırsız değilim. Ben şairim ““Yatak- taki kadını öpen mehtap,, isimli bir şiir yazıyorum. Mehtabın oda- nıza girip sizi öpüp öpmediğini görmeye geldim. Hüseyin Emin Gil... sğini dile Evlenme Yüksek Orman Mektebi Pro- fesörlerinden Zingal Şirketi Umu- mi Müdiri Doktor Tevfik Âli Be- yin hemşireleri Meziyet Âli Ha- nımefendi ile Mütekait orta Elçi- lerden Mehmet Atıf Beyefendinin oğulları İstanbul Halkalı Ziraat Mektebi Muallimlerinden İbra- him Atıf Beyin nikâhları dün Be- yoğlu Kaymakamı Sedat Bey ta- rafından pek güzide davetliler huzurunda icra kılınmıştır. Evli- lere saadet dileriz. olmayan bir kadındı. Abdülhamit birkaç defa Necmiseherin ağzını yoklamış: — Kız, demişti, eğer sarayda olup bitenleri haremdeki cariye- lerden veya ağalardan birine çıt- latacak » olursan, : mahyolduğun gündür! Bu tehtit Necmisehere kâfiydi. Çünkü Necmiseher her şeyden zi- yade korkaklığıyle tanınmıştı. Bil hassa Padişahtan çok çekinir ve kendisine aykırı bir şey söylendi- ği zaman, derhal kulaklarımı tıka yarak: — Aman, rica ederim, benim yanımda böyle şeyler konuşma- yın! Der ve uzaklaşırdı. Padişah, sarayda, doktor Şina- sinin işaret ettiği bu meçhul kadı- nı meydana çıkarmağa uğraşır- ken, yatağında sik sık bulunan imzasız tehtit mektupların yazı” larınr tetkik etmekten geri durmu yordu. (Devamı var) il Tşittim, 0 sun, e Kendi kulaklarımla işit - tim... — Nerede? Ne münasebet? — Nerede ve ne münasebe olduğu-t nu sorma, fakat işittim... Fikretle be- ni para bahsinden başka hiç bir kur. vet ayırmıyor... Fakat, bu para bahsi ni de o derece haileengiziştiren sen- scin... Ben, onun maaşiyle niçin ge- çinemeyim?... Ben niçin o derece lüks kadını olayım?... Onu benden uzak - laştırmağa sevkediyorsun... Fikret, Şadiye Hanıma, bunları da anlattı. Fakat, artık, aramiza hiç bir kuvvet giremiyecektir.... — Kızım... Evlâdım... — Hayır, bayır, fazla söz dinle - mem.. Saadetimize mani olma.. Se nin Fikret üzerinde nasıl nafiz olarak onu benden ayırmağa çalıştığından haberim var... Bundan sonra, hiç, hiç bir kuvvet, bizi birbirimizden ayırma- ğa kâfi gelemiyecektir... Hattâ, bu u- Zurda, kendimi öldürürüm, (baba... Anlıyor musun... — Aman, kizim... Aman, kızım. — Bu, böyle. İşte bu kadar. Türkün, hızla Iâpıyı kapadı, git « ti. Odasına çekildi... — — $ Agustos 1034 2 a İkiyüz yıl evel hayvanla himaye nasıldı? Yedek beygirlerine, sürücüler binmesin diye, semerlere yarım okka mıh çaktırırlardı! Sokakta başıboş kedi ve köpeklerin dolaştığı rivayetleri üzerine “Hayvanla- rı Himaye,, cemiyetinin ismi (o sık sık mevzuu bahsolmağa başlamıştır. Türki- yede hayvanları himaye cemiyetinin te- şekkülü pek yenidir. İlk defa Balkan harbinden bir kaç ay evvel İngiliz sefi- resi Ledi Luthue tarafından tesis edil miş ve Balkan harbini müteakip dağıl- mıştır. Bundan sonra işgal zamanın- da Madam Mening İstanbulda bir c&- miyet teşkil etti. Ancak bu (cemiyet 1340 senesinde bugünkü şeklini aldı. Fakat Türklerin çocuklarma “hay- vanlara eziyet vermel,, nasihati ile “ba- na dokunmiyan yılan bin yaşasın, “yu- vasmı bozma, yuvan bozulur, oOdarbı meselleri hayvanları himaye ( tarihinin çok eski olduğunu © anlatıyor. Fakat hayvanları himaye etmenin filen ne va- tesadüf etmedim.O devirde bir vesileyle Fransız muharririnin Süleyman Kanu- ninin (hiçri 926 — 974, mülâdi 1520 — 1566) hizmetlerinden O bahsederken: “Gramont kanunundan üç yüz yıl evvel hayvanatı himaye için bir kanun neş- retti,, dediği kaydedilmektedir. Ben tarihlerde Süleyman Kanuni devrinde neşredilmiş böyle bir kanuna vazettipirp binmesin ve âvamdan beru hayvanların himayesi için bir emirname neşredilmiş olması lâzım gelmektedir. Hayvanları himaye yolunda ilik atı» Yan adım 1725 yılında kaydedilmektedir. Bu tarihte İstanbul kadılığını © yapan Kethüda zade Mehmet efendi için mü- derrih Küçük Çelebi zade İsmail Astm efendi tarihinde şu satırları yozmakta. dır: “Mumaileyh İstanbul kazasında ha- lef taarruf vadisinde hareket ve at ha- malları yüklerini mahalline isalden son- ra iskeleye avdetlerinde, rüküp ve şitap ile beygirleri ilap etmemeleri için #€- merlerinin ortasma üçer adet mıhısertiz. vazettirip binmesin ve âvamdan birü eslâfın taarruz etmedikleri hiref ve sa- nayiden kavukçular ve merkepçiler gibi nice ehli hirefin tanzimi ahval saatler rma tasaddi ilâh... Bu satırlardan anladığımıza göre, Kethüda Mehmet efendi yük © taşıyan hayvanların yüklerini götürdükten son- ra geri dönerken sahiplerinin binerek bir kat daha onları yormamaları — için, semerlerin ortasına üçer adet sivri muh! çakılmasını usul koymuş. İki yüz kü- sür sene evvel hayvanları himaye için Mehmet efendinin koyduğu 'Bu usul © vakit bir çok kimseler tarafından fena görülmüş, aleyhinde bulunulmuştu. Fa- kat bu tarihten bir müddet sonta ve Mehmet efendinin filri musip olduğu gep hükümet tarafından kabul Pencereden bakarak, Fikretin köşkü- | ne gelip gelmediğini anlamak istedi. Hayır, zifiri karanlık hükmüran « dı. Saat ikiye doğru ayaklarının ucu- na basarak odasından dışarı çıktı. Merdivenlerden indi. Bahçeye çıktı, gürültü etmemeğe çalışarak, köşke gitti. Kendisinde kapıyı açan bir a - nahtar vardı. Bununla, içeri girdi, Ha- yır.. Köşk, boştu. Fikret bermutat avdet etmemişti. Genç kız, bu muayeneleri evvelce de bir kaç kere yapmıştı. Her sefe - rinde kalbi sızlamıştı: “« — Kimbilir, nerelerde, hangi kadınlarla beraber!...” Diye düşün - müştü, Fakat, bu sefer, hiç te ayni hissin zebunu değildi. “ — Nerede olursan ol... Seni bili- yorum... Bütün hissiyatından habe - rim var..” Diyerek tesellisini buldu. Odasıma çekildi. Asabının gerzin- liği yatıştı. Rahat bir uykuya daldı. Sabahleyin uyandığı vakit, saate baktı: edilmiş, sadaret, icap eden emirler vermiştir. Bu, meşrutiyet dar bir kanun halinde devam etti Kethüda Mehmet efendinin ğu usul kırk sene kadar unutuldu. raları hayvanlara yapılan fena lelerin nazarı dikkati celbedecek gelmesi neticesi tekrar (o canladı kadılara sadaretten emirler verildi ei 1747 — 1776 yıllarına ait baz! kalar, verilen emirlerin © mahi göstermektedir. Bunlardan bir İstanbul kadısı faziletlü efendi “Asitansialiye ve havalilerinde leden odun ve kömür ve kireç ve ve hububat vesair eşya naklinde nılan hamal beygirleri ve taşçı re leri her gün güneş doğduktan kararıncıya kadar çalıştırılıyor. — rada bazılarının paraya tamah geco:ve tatil günlerinde de hayran nı insafsızca çalıştırdıkları, onları tillerini kale almadıklarını — işitiy# İmdi bilcümle iskelelerin beygir hai ları ve taşçı merkepleri hetiüdal getürdüp bundan sonra mbs yesili at hilâfına hareket etmemelerini defa tenbih etmeniz ve “erarisliyin Mi ret etmeniz lâzımdır. Şöyle ki bun sonra hilâfı emriâli ve mugayiri wi kadim beygirlerini ve merkeplerini male ictisar eder ire bilâ tevakkuf * # gü ikizar ve haklarından gölinmceği Sl bakkak olduğu ve maznunu emriğli”, zere aleddevam Wereket ve hilâfi tehaşi ve mübâüdet eylemelerini gibi ifham eyliyesiz.” “A Gene, hamallarin bag meleri ve semere demir kakm 1765 yılı şubatında İstanbul yazılan bir fermanda şunlar yazıl” LE w e iy “ “vu Semerler üzerine yarım demirden mismarlar vaz?ı ötedenbefi | zamlarında iken biraz müddetten bazıları terk ve bazıları sağir eye vaz'ı ve üzerlerine ağaçlaf koyup “ gir sahipleri sürücülerine iğmaz esi lerinden beygirlerine binip şiddetle * ve önlerine gelen sübyan ve sa âmâ ve aceze makulelerine dokunuf (i rardan hali olmayıp bundan akdem def'at tenbih olunmuş iken mü! olmamalariyle tahtı zabıtaya itraği bit ölmakla imdi hamallar kethüda yeğit başlarını getirüp ee rım kıyye demirden mismar yi üzerlerine ağaç koymayıp avdette 4 memek üzere beygir sahiplerine Va rücülerine dahi yederek götürüp “4 ei sinden şiddet ile sürmemek üzere ai ve nizamı kaviyeye rapt ile a zamı ilâm eyliyesin., N, Ahmet (1) İfade kısmen değiştirilmişti da geç Halbuki, bankaya öğleden evvel seydim daha iyi ederdim...” Giyininceye, yemek yeyinceyf dar iki buçuğu geçti, Peykere: — Ben sokağa gidiyorum... * di. » Fakat, babam sorarsa gö pm w “ de, — Babanız sizden evvel çıktı —İ Ne zaman?... p Ri4 — Sabahleyin. © “TMM — Allah Allah... , Genç kız hayret etti. Zira, 1», mi Bey, geç vakte kadar klüpte ”, lr; vidolu bezik, yahut briç aye Ancak sabahleyin güneş deki bir müddet sonra eve döner, kadar yatardı. ön çıktığını, sabahleyin ise, Pek ir ken eve döndüğünü arlctmiş leyse, böyle alelacele nereye şi” olabilirdi. Gayet kuşkulu olduğu "ğe kendisiyle alâkadar bir me: İsyı sitmiş bulunabileceğini dü Maamafih, sokağa çıkınc”* unuttu. Bir taksiye atlıyarak Vey” da caddesine gitti, : ZE EE? Pp: / e E-7 . “r ri > Fi j PAEIF ri ie) össr wer 28 SILE SEE # wv