Tarihi tefrika: 5 Geçen kısımların hulasası ı Abdülhamit, Hürriyet istihsaline galışan gençleri şiddetle takip ettiri- yordu. Bir gece Yıldız Sarayında Kızıl- “aultan Mahmut Bey isminde bir muta-| sarrıfı revolverle öldürmüştü. Sarayda bu kabil cinayetler tevali ederken, Ab- bülhamit gözdelerile gülbahçesinde eğ- - leniyor. Bu sırada "Twbbiyeli Necdet Sarayda —mahpustur.. Paristen gelen rakkaseyi kımkanan (Necmiseher) Ha- nım Sarayda faaliyete geçiyor. Celâl Bey Necmiseherin yüzü- ne baktı: — — Nedemek istiyorsun? Bir /— şeymi sezdin yoksa? Necmiseher telâşla baş mabeyn €inin yanma sokuldu: — Gözümle gördüm ve kulağım la işittim, Beyefendi! Parisli rak- kase dudaklarını kapının anahtar deliğine yapıştırdı ve: “Her şey yolunda gidiyor, Necdet Bey! İki gün daha sabrediniz.. Kurtulacak- sınız !,, Diyerek tekrar döndü, oda sına gitti. Celâl Bey bu sözleri işitince oturduğu yerden fırlayarak: — Ben şimdi o çapkının pesti- — Tini sermiştim. Hâlâ uslamamış- mı? — Dedi.. Ve hiddetle odasından — çıkıp gitmek istedi. Necmiseher, - Celâl Beyi göğüsledi: —Hayır, Beyefendi! Şimdi aşa- — ğiya inmeyiniz... Ben Matmazelin arkasına bir adam koydum. Bir sa at sonra bana neticeyi bildirecek, Celâl Beyin gözleri dönmüştü: — — Yavrucuğum, artık netice fi- lân kalmamış.. İki güne kadar Necdete kurtulacağını tepşir eden bu kadın kim bilir neler biliyor?! — Evet.. Onun için Necdetten ziyade onu sıkıştırmalı, —— — O halde evvelâ Zatışahaneye meseleyi arzedeyim... — Fena olmaz. Bu kadından her şey beklenir. Maazallah bir bomba falan... Celâl Bey elile genç kadının ağzını kapadı: — Allah göstermesin.. Efendi- mize ben böyle bir ihtimalden kat'iyyen bahsedemem. Maama- fih Parisli rakkasenin son günler- e tehlikeli bir vaziyet — aldığmı ve Necdete halâsını müjdelediği- ni söyliyeceğim. Bomba falan... Geçen kısımların hülAsası İlhami Bey, servetini kaybetmiş bir Paşazadadir. Fakat, eski debdebeli hayatr terketmek istemiyor. Onun için, kizı Türkân Hanımı Cemal Bey ismin- de bir zengine vermek emelindedir. / Halbuki, Türkânla Fikret sevişiyorlar. İlhami Bey, Fikreti, oğlu gibi büyü mektedir. Ona, kızdan vazgeçmesi için rica ediyor. Banka memuru olan Fik- — Tgetin önüne, tesadüf, Şadiye Hanım isminde zengin bir kadın çıkarıyor. Bu — hanznım, da delikanlı ile alâkadar oluyor. Kadın, üç gün sonra, memurların hayreti arasında bir kere daha gelip ç yüz lira bırak9ı, Şekip, alaylı alaylıt H — Bu serer de kumarda kazanmış olacak! - Dedi. t Fakat, Şadiye, çantasından çıkar - dığı bir resmi, bu sırada, Fikrete gös- U, ğ Abdülhamit Gözd;leri — Aşk mı, Servet mi? Nâkili: (Vâ - Nü) HABER — A Postası Fıkra müsabakaısı En iyi, en güzel fıkraları bize gön- dereceklerin yazıları; burada neşredi- lecektir. Yalnız bu fıkraların uzun ol- maması, seçme olması ve okunaklı yazılması lâzımdır. Hasisin ikramı Zarif bir adam bir hasisin evine misafir oldu. Hasis hizmetçisine helva pişir dedi. Hizmetçi yağ, şe- ker, un yok dedi. Hasis bunun üzerine: — Eh öyleyse, dedi, ipekli ku- maşlardan bir yatak hazırla da mi safirimiz içinde yatıp rahat rahat uyusun ! Bu söz üzerine zarif adam şöyle hitap etti: — Ey nazik dostum! Helva ile ipekli kumaşlı döşeğin — ortasını bulsak olmaz mı acaba? Bir parça kuru ekmekle bu tekellüf bertaraf olur, ne helvâyi şirine ve ne de i- pekli döşeğe hacet kalır, dedi. Topçular: Kemal Niyazi Yazan: Ishak Ferdi di. Sakm bir daha bana kelimeyi tekrar etme! Celâl Bey telâşla odasından çık tı.. Padişahım buzuruna girerek sarayda Parisli rakkasenin çevir- diği entrikaları efendisine anlata- caktı. * * * Matmazel (Meyan) bahçede dolaşırken, Necmiseher fırsattan istifade ederek derhal rakkasenin odasmıma koşmuştu. Parisli rakkaseyi ölüme kadar sürükliyebilecek olan bu tuzağın esası şu idi: Necmiseher rakkase- nin odasıma girerek eşya bavulu- nun içine bir revolver sıkıştırmış- tı. Sarayda oturan insanların ya- nında çakı bile taşrmaları şiddet- le memnudu. Matmazelin eşyası arasında bir revolver çıktığı Ab- dulhamidin kulağına gidecek olur, sa, bunun mânası pek sarih olarak bir suikast hazırlığı mevcut de- mekti. Abdulhamit bir. kadınm odasında revolver bulunduğunu havsalasına sığdıramıyacaktı.. Ve işte o vakit Matmazel (Meyan) tam mânasile Padişahın gözün- don düşecekti. Odasında revolver| saklayan bir kadına Abdülhamit gibi müvesvis bir hükümdarın bir daha iltifat— etmesine, onu dizi- nin dibine alıp okşamasına imkân Cafer ağa hayretle dudaklarını şişirdi: — Sizi mi çağırtmıştı? — Evet.. Mühim bir mesele var- dı. Benden bazı şeyler sordu. — Gene kimin başını yakacak acaba Büyük Efendi ile EFendi- mizin arasını açtığı yetmiyor mu? Necmiseher gülerek yoluna de- vam etti.. Cafer ağa da yavaş yavaş yü- rüyerek koridordan ayrılmıştı. Abdülhamit çok kıskanç bir hükümdardı. Necmiseheri — diğer gözdelerinden fazla seviyordu. Bü yük oğlu Şehzade Selim Efendi, mı vardı. babasının bu temayülünü bildiği Necmiseher revolveri bavulun| halde nasılsa bir gün sarayda Nec içine yerleştirdikten sonra çıktı. | mişeherle karşılaşmıştı. Necmise- One?! herin de Selim Efendiye temayülü Necmiseherin geçeceği - kori-| vardı. Bu karşılaşma; “aralarımda dordan baş müsahip Cafer ağa gizli bir münasebet tesisine vesile olmuştu. Bu münasebet üçay ka- dar fakat çok mahirane ve gizli bir surette temadi etmişti. Günün birinde Baş Mabeynci Celâl Bey, Abdülhamide Şehzade Selim Efendinin Necmiseherde gözü olduğunu söylemek cesareti- ni göstermiş ve işte o günden beri Kızıl Sultanla oğlu arasında müt- bhiş bir gerginlik başlamıştı. Necmiseher saraydan bir yerr çıkarılmıyor, hiç bir kimse ile gö- rüştürülmüyordu. Cafer ağanın geliyordu.. Aksi şeytan! Sarayda karşıla- şacak adam mr yoktu? Bu herif- de şimdi nereden çıktı? Necmiseher, Cafer ağayı gör- memiş gibi davranarak koridor- dan yavaş yavaş yürüdü. Fakat, Cafer ağa, koridorda dolaşmasın- dan çok şüphelendiği Necmisehe- rin yolunu keserek: — Bu telâş ne, küçük hanım? Nereden geliyorsunuz. bakalım? Demiş ve genç kadımın önünde durmuştu. koridorda Necmiseherle karşılaş- Necmiseher derhal — itidalini| ması hoş bir tesadüf değildi. Nec- topladı: “miseher odasıma gelir gelmez Baş — Celâl Beyefendiye gittim, a-| Mabeynciye şu puslayı yazıp gön- ğacığım! dedi, beni çağırtmıştı| derdi: yumurtlryacağımı keşfetmişti. Netekim, tahmini boşa çıkmadı. Şe- kip, sormadan söyliyen cinstendi: — Beyefendi... Şadiye Hanım, altı senedir müşterimiz olduğu halde, her ay, ancak muayyen günlerde bankaya gelir, faizleri hesabından muayyen bir para alırdı... Böyle iki günde bir vğ- radığı yoktu... Acaba kendisine ne ol- du? Manalı manalı gülümsedi.. Fikret, yüzünü buruşturdu: — Bize ne?.. Müşterilerin hususi — Söyleyin... Size benziyor mu? benzemiyor mu. Delikanlı, fotoğrafa bir göz attık - tan sonra, samimi bir hayretle: — Sahi... « Dedi. - Çok benziyor... Şaşılacak şey!.. Bir kaç cümle ile, başka mevzu ü- zerinde konuştular: — Hangi şehirde stajınızı yaptınız? | işleriyle uğraşmak banka memurları » — Pariste, Hanımefendi... na yakışmaz... — Ya.. Fakat, akşam üzeri, herkes gittik- Ve, Parise dair bir iki cümlelik ha- tırasından bahsettikten sonra, nazikâ- ne tebessüm etti. Ogün, delikanlı, düşünceliydi. Bir aralık, Şekip, gülümsiyerek, yanına yaklaştı. — Beyefendi. ten sonra, bir iş bahane ederek, ban- kada fazla kaldı. Bir hırsız gibi, bü- yük defteri açıp baktı. Hakikaten, Şadiye Hanım, — Şe- kibin söylediği gibi, — ancak aydan aya gelerek muayyen miktarda para- lar almıştı. Böyle, iki günde bir uğra- fazla konuşmamak istiyordu. Zira, kır- yışı kendi zamanına tesadüf — ediyor- Fikret, cevap vermedi. Bir kaşını | du. aşığı indirip öbür kaşını yukarı kal * Sonra o bakış?.. O tatlı konuşuş?.. dirdi ve memurunun — yüzüne baktı. | O fotoğraf?.. Si e e ÜKAE' ( LAĞAİA L 185 Temmuz 1834 : — Ingilizce dersleri e 25 — Müellifi: ömer Rıza 24. Tom and his cousin Frank. Tom — There we saw many thingte Tom — Good morning, Frank, | The garden is full of (ful ov) bovely how are you? (nasılsınız.. dolu Frank — ( am avite welli, trank | flowers, and there are bee - hivet you ((*senk yu) (bi * hayirz) and ihere is a big pond teşekkür ederim arı kovanları 'Tom — Have you ever been to (pond). The water in the pond is gulet Woodlands? (Vudlandı) havuz yer ismi elear (klir) and you can sce the fishet Frank — İ am gülte well, the | berrak there, (fişez) swimming about (svimmin Tom — Well, we went — there | balıklar etrafta yüzüyor yesterday, and | tell you it is Lovely there. We left (left) home ebort). Henry was sitting on the branch of a tree loaking at some of bıraktı the fishes and he fell from the branch (hom) very early. into the water. İt was a good ev thing that the Wwater was not deep Frank — Why did you leave (liv) (dip) or dirty (derti). 'The hot sun 16 eariy? derin kirli Tom — Because it is such a long way (vey). İt was seven o'elock when father, Henry and ? left the house, Frank — Did not your sisters go soon made him dry again. Frank — When did you get heme? Tom — Father'e friand has a | carriage and his man drove us home 100? in that Weleft at half « past Tom — No, you sce, mother is not | four, and we were home by seven. t very well, and so they stayed (steyd) | was a beautiful day, | am fond of . kaldı walking. But the best thing of all at home with her. And then, it was a | wnas to hear father'e strosis (storis) very long walk (vok). hikâyeler yürümüş about the animals. Frank — How long you were Frank — Do tell me öne of those, walking? (vekin) Tom — All right (ol rayt) Tom — We did not get to Woodlands till neariy (nirli) — öne leave birakir — Teft biraktı ©'elok, so we took över (over) - five tell söyler told söyledi fazla nakleder hours to get there. İt was a very fine anlatır day, and the sun was shinig all the drive sürer drove sürdü time, but during the İnst (last) two sevkeder son give verir gave verdi hours we were in thick wood, and take alır — touk aldı there İt was guite cool. Father told fall (fol) düşer — fell düştü (told) us all about the animals in the know (nov) bilir knew (niyv) bildi söyledi drink içer drank içti wood: About Ffoxes (foksez) —and go gider went gitti tilkiler hunger açlık hüngry aç rabbitse (rabist) and baars (berz). thirst susuzluk thirsty susuz üi — yyçor AYA oanadke — V —a Okuyunuz: — Frank — Unâe has ti söme Thank, this, thing, tbosa, #hin, ” © thirsty; home, some, cariy, neariy, elear, boar, loarn; six, fox, egge; snow, go, know, throw; finger, gunger, longer, younger; book, İook; - ice, sauce (sos); sentence (sentens); one, storles (storiz), | liki hearing (hirin) dilemek them very muck. Tom — Has he ever told yon a störy about Mr Rabbit and Mi Fox. Frank — No, | donot know (nov) | done (dan, known (novn); - first, the story. thirst. Tom — Ask him to tell you. İt is Cevap veriniz: A good story. (1) Where hâd Tom been? (2) Was it necar his home? (3) To whom did he speak about? (4) Did he like his walk? (5) Albout what this father tell stories? (6) Whao lived at woodlands? (7) What did he give the boys? (8) What did they do when they Father has a friend at Woodlandı; and we to his house: He was - very glind (glad) to see us, He saw we were memnun (hangri) hungry and — thirsty aç (Ü'seristi) so he gave us plenty (plenti) to eat and drink, and then we | were no longer hungry. mebzul (9) How did Henry get wet? Tooked (lukd) at the things in his (10) What made him dry again? baktı (11) Did they walk home? garden. (12) How long did they take to — Aman Yarabbi! Tüylerim ürper-| da.. (Devamı var) Frank — What was there te see? | get home? $ y Bu kadm, kendisine karşı lâkayit de- | değiştirmek, hem de süsle cevap ver- Tefrika numarası : 18 mizı saçlı memurun — bazı yumurtalar | gildi... miş olmak çaresini buldu: Hayatında böyle bir şah#yetin be- Kirişine memnun oluyordu. Zira, Tür- kân, zihnini kemiriyor, onu harap edi- yordu. Hiç olmazsa, Şadiye Hanımın gidip gelmesiyle oyalanırdı... Netekim, işte, dört gün geçmemiş- ti ki, genç kadın tekrar belirdi. Hesa- bına iki yüz lira bıraktıktan sonra: — Size gösterdiğim — fotoğrafın kaç arkadaşımın fevkalâde — merakını mucip oldu. Cuma günü saat beşte bir çayım var.. Eğer evime gelirseniz memnun olurum... Arkadaşlarıma si- zinle bir sürpriz yapacağım... Bu sözleri söylerken sesi belli be- lirsiz titriyordu. Heyecanını gizlemek için güzel, muntazam dişlerini göste - rerek tebessüm ediyordu. Fikret, umulmadık davet üzerinec- mne; — Hesabımın kartonunda — yazılı- dır... Değil mi efendim?.. — Dalgınlığımı affedersiniz, nımefendi... Bu, aralarında taati edilen ilk gizli ve samimi cümleler olmuştu. Hâdisenin verdiği neşe içinde, evi- ne döndüğü zaman, salonun büyük a- vizelerini yanmış gördü. Balkondan sesler yükseliyordu. Gü“ lüşmeler, konuşmalar, hattâ, kahkahar lar.. Kulak kabarttı: Türkânın ve Cemal Beyin neşeli sesleri birbirine karışıyordu. Nasıl?.. Yoksa anlaşıyorlar mıydı?: Yoksa, genç kız, Fikretten soğuk mu* amele görünce, zengin tüccarla ania$” mağı en muvafık yol mu ıuıtıııiçli' Belki de, konuşa konuşa onu ruhunt uyğun bile bulmağa başlıyacaktı. Yüreğinde bir şeyin cız ettiğini duydu. Fakat, kendi saffetinden kendi d? irkildi: —Ama sen de... - Dedi.. - Bunt — #mkân yok... Olsa bile, bana ne?.. hei YA ha- — Maalmemnuniye Hanrmefendi. Cevabını verdi.. Fakat, adresinizi bil- miyorum.. Nereye geleyim?.. Kırmızı saçlı memurün - fare gibi masalar arasında dolaştığını, kendile- rine yaklaşarak söz kapmak istediği-