Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
LEz ei din Haai Tn HABER — Akşam Postası Hakiki vesikaları tasnif eden ve birbirine bağlıyan Kadri CEMiL 7-7-934 HBHer Hakkı kahfuzdur. Tefrika: 97 /Siz önden ben arkadan gittikçe el- - ğin bir $şey var mı? Geçen kısımların hulasası Mütarekeden sonra İstanbul'da Anado- lu lehinde çalışanlar arasına katılan İlha- mi, İngilizler lehinde çalışan Fatma Nliz- het'le tanışıyor ve onunla beraber yaşıyor. Diğer taraftan Pantikyan — yazıhanesinAe mill! kuvvetlere çalışan Feridun Bey Pan- tikyan tarafımndan takip ettirilecektir. Mecır Tomun bu cavabı, Recep beyi şaşırtmıştı. Maamafih kendi- sini toplıyarak sordu: — Ben nereye gidiyorum? Mecır Tom güldü: — Ben ne bileyim Recep bey.. bette nereye gideceğinizi öğrene- ceğim.. Mecır Tom bununla Recep beyi takip ettiğini söylemek istiyordu.. Recep bey gayet sakin bir tavırla: — Yorulursunuz Mecır Tom, de di. Benim gidecek bir yerim olma-| dığı için caddeleri arşınlıyacak, on dan sonra da evime gidip yatacak- | tım.. Mecır Tomla Recep bey konuş- tukları müddetçe Mehmet bey de oldukça uzakta bir köşe başında durmuş, onları gözetliyordu. Çok konuşmadılar, az sonra Re- cep beyni ayrıldığını gördü. — Mecır Tom aksi istikamete, Re- cep bey kendisine doğru geliyor- du. Mehmet bey, tamamiyle yakla-| şınca: — Yahu ne oldu. Adamın yanı- na niçin gittin, diye sordu. — Böyle yapmayı daha doğru buldum., Çünkü bizi takipten geri|— kalmıyacaktı. Ümidini tamamiyle kestim. Şimdi artık doğru karargâ. ha gider ve zıbarır.. — Ne konuştunuz? — Açıktan açığa beni takip et- tiğini söyledi. Ben de yorulacağını bildirdim.. — Olur şey değil.. — İngilizler içinde yegâne kar- şılaştığım adam bu oldu. Bir türlü de kurtulamıyorum. Beni nerede görse takip etmekten geri kalmaz. — Bari bir muvaffakiyet kaza- nabiliyor mu? — Hayır.. Aptalın biridir. — Ben Fatma Nüzhetle bu ada- mın alâkasının fazlalığını işitmiş- tim... Bunun hakkında senin bildi- — Maalesef yok. Fakat alâkası- /nın yalnız istihbar noktasından o- Tefı'ıka numarası 10' ' Aşk mı, Servet mi? Nâkıli : (Vâ - Geçen kısımların hülâsası Fikret, Avrupadan — dönünce Türkânı almak istiyor. Lâkin, Tür- kânın fakirleşen fakat lüks hayat sürmekten bir türlü vaz geçemi- yen babası İlhami Bey, kızını Ce- mal Bey isminde zengin birine ver mek arzusundadır. salonda, sahte, sun'i bir muhavereye girişmişlerdi. Havaların birdenbire sı- caklaşrverdiğinden bir müddet bahset- tiler. Fakat, bu mevzu, uzun sürmez. Tükendi. Hani konuşulurken herkes susar da “Kız çocuk dağdu!” Yahut: “Şey- tan geçti!” Denilen bir süküt devresi olur. İşte, İlhami Bey ile Cemal Bey le, bu suretle, bir kaç saniye, yahut bir kaç dakika sustular. Bu saniyeler : dılıîhlır. oyle uzundurlır ki, öl - ha evvelki tekliflere nazaran daha yordu.Gerçi bütün bu tekliflerTürk | yeye başladı. labileceğini hiç bir şey bilmeden temin edebilirim. Benetle Fatma Nüzhet arasında bir vasıtadan baş ka bir şey değildir. Korkağın bi- ridir de. Bundan biray kadar evvel bununla Kadrilerde — karşr laştık. O gün çok ileriye gitti. Ha- fif bir sert konuşmam aklımı ba- şıma getirdi. O gün bugün — tesa- düf —etmiyordum, — Mendeburu, Allah karşrma nereden çıkardı. Yürüyorlardı. Saat te ayni şe- kilde ilerilemekte devam ediyor- du. Mehmet Bey, ertesi gün erken kalkacak ve yapılacak işlerini bi - tirmiye çalışacaktı. Anadolu Yunanlılara karşı koz- larından en kuvvetlisini oynamaz- dan evvel yetişmeleri lâzımdı. Filhakika vaziyet gittikçe sa- kinliğini kaybediyor, iki tarafın çalışmaları son haddini buluyor-| du. Sakarya muharebesinden altı ay kadar sonra, İtilâf devletlerinin Yunanlılarla Anadolu arasındaki mütareke teklifleri Türk varlığının tam hâkimiyete kavuştuğunu gör- meden kabul edilemezdi. Hele İti- Fıkra müsabakası En iyi, en güzel fıkraları bize gön- dereceklerin yazıları; burada neşredi- lecektir. Yalnız bü fıkraların uzun ol- maması, seçme olması ve okunaklı yazılması lâzımdır. Şapkanı giy oğlum İhtiyar bir adam ile oğlu ve oğ- lunun oğlu yani torunu bir bahçe- ye gitmişlerdi. İhtiyarın oğlu ba - şında şapkası olduğu halde incir ağacına çıktı, incir topluyordu, Bir aralık şapkanın dallara takıldığını görünce başından şapkasını çıka- rıp yere attı, İhtiyar oğlunun başma güneş vuracağını hissettiği için: — Oğlum, başına şapkanı giy, güneş vuruyor, oğlu ihtiyar baba - sının sözlerini dinlemedi. İhtiyar bir kaç defa ayni sözü söyledi ise de oğlunun aldırış ettmediğini görünce, yanında oturan torunu- nun başındaki kasketini başından | çıkardı. Daldaki oğlu kendi oğlunun ba- şından kasketinin çıkarıldığını gö- runce* — Baba ne yaptın. Çocugun ba- şına güneş vurur dedi. İhtiyar ce - vap verdi: — Senin başına vurmıyan gü- neş onun başma da vurmaz, — giy şapkanı, ben de çocuğun kasketini giydireyim. Sarıyer: Nezihe lâf devletlerinin yeni sulh teklifi karşısında yapılacak yegâne — şey son darbeyi de indirmekti. Bu teklifte lütfetmişlerdi de da- müsait bir harekette bulunmuşlar- dı. Bununla beraber gene kabul e- dilebilecek gibi değildi. Mehmet Bey: — Recep Bey dedi. İstikbalden zerre kadar şüphem yok. Gün bi- zim olacaktır. Haydi, sen evine, ben evime., Yarın konuşuruz. — Yarın seninle buluşmazdan evvel benim yapacak bir işim ola- - Bunda Edirne ve Kırklareli Yu-| &ak mı? yuasatta ği nanlılara birakıliıyordu. Tekirdağı Türklere veriliyordu. Şarkta bol keseden Ermenilere bir yurt bağışlanıyor ve Türk as- kerinin adedi 85 bin ücretli asker diye tesbit ediliyordu. Türk varlığını senelerdenberi sarsıp kemiren kapitülâsyonların hafifletilmesi için bir komisyon teşkil edilmesine müsait görünü- haklarını tanımak hususunda atıl- mış bir adım demekti. Bununla be- raber kabul etmek — imkânsızdı. Türklerin artık esir halinde bulun- malarına imkân yoktu. Çalışma devam ediyordu ve bu oldukça uzadı. Çünkü Türk ordusunun Yunan ordusile ayni kuvveti iktisap et- mesi icap ediyordu, Nü) niyeler olamaz. Müstakbel damat ve kayınpeder, bu öldürücü sükütü bozmak için, ken- dilerinin de mahiyetini tayin edemiye- ceği bir muhavereye girişti. İlhami Bey: — Ben Paristeyken bir gün, - di - yerek ardı arkası kesilmiyen bir hikâ- Delikanlı, bunu dinliyor muydu, dinlemiyor muydu? Her halde, kulağı, her şeyden ev vel, dışardaydı. Türkân tarafından istiskal edildiği- ni anlamıştı. Fakat, bu sebeple mü - nasebeti kesecek kadar dargğınlık çı - karmak, bir türlü işine gelmiyordu. Bu kızı iyiden iyiye sevdiğini, şim- di, büsbütün anlıyordu. Onun gözüne girmek için her şeyi yapacaktı... Sa - bırlı olacaktı... Kendisinin çok iyi kalp- Hi bir erkek olduğuna kanidi... Zaten, l hi lkkEm aKdi — Her şey aşağı yukarı hâzir, bu dakikada hiç bir şey yok. güle güle.. — Allaha ısmarladık Mehmet Bey. Hi GÜ e Aradan tam dokuz ay geçti. O gün, ajanslar bütün dünyaya, İs - tanbul gazeteleri, bütün kulaklara büyük bir müjde veriyordu: Büyük harp, Türklerin tam ga- libiyetile neticelenmiş ve düşman askeri İzmir sahillerinden — tama- mile denize dökülmüştür. Diğer taraftan Türk ordusu bir taraftan ÇCanakkaleye, diğer taraf tan da İstanbul üzerine yürümeğe başlıyordu. (Devamı var) şeyi anlatacaktı. İlhami Beyin misafiri olarak bu. eve devamında hiç bir mahzur görmi- yordu. Zira, bu zat, kendisine, lâyik olduğu hürmet ve merbutiyeti göste - riyordu. Türkânı da bu vesile ile arada sı « rada görürdü. Bütün bu tesadüfler es- nasında, genç kızın kendisine alışaca- ğını, artık yadırğamıyacağını, onu hassas ve ince bulacağnı umuyordu. Cemal Bey, vaktiyle de bir kız is- temişti. Kız, edebiyat meraklısı imiş, “Yağ tüccarmı zevç olarak istemem!” Diye Cemal Beyi reddetmişti. Acaba ayni his Türkânda da mı vardı? Umu- mi harpte, değersiz ve seviyesiz bir çok adamlar zengin oluvermişler, fa - kirleşen asil ailelerin kızlarını istemiş- lerdi. Babalar, bu edamların teklifleri- ni reddedemiyecek dereceye gelmiş - lerdi. O zamanın romanlarında ve şi « fahi edebiyatında, “Yağ Tüccarı”, da- ima tezyif edilen kaba saba bir insan nümunesi olarak gösterilirdi. Cemal Bey de yağ tüccarıydı. Fakat, kendi - sinin kaba saba bir erkek olmadığını biliyordu. Tahsili ve terbiyesi vardı. Pek çok insanlara tramvayda, vapurda tesadüf ediyordu; bunlar, onun serve- 7 Temmuz 1934 —— bi ..' ELEK İBAKALO ıY;;_..İİİ Nakıl ve tercüme hakkı ıııhfıııdll' Yazan: M. Gayur g. Üzvi hamızlar Evveli dedığmız küullerin kuvvet- li muhammız vasıtalarla tamamen ta - hammuz etmesinden husule gelen mü- rekkeplere uzvi hamızlar adı verilir. Meselâ küulü etil — C* H* O H tama- men tahammuz ederse sirke hamızı — hamızı hal hasil olur. ECHOH40'—-HOL- CEECOOH UÜzvi hamızların alâmeti " farikarı C O O H cezridir. Buna Karboksil de- nir. Üzvi hamızlar da küuller gibi meş- bu ve gayrı meşbu sayılır. Üzvi hamızların en basit olanları bir zümre teşkil ederler. Bunlarda C in üssü X olursa H m üssü “2 X —- 1” olur, buna (C O O H) barboksili in- zimam eder. Bunların yüksek karbon atomlıla - rı yağlarda bulunur. Bunun için ha - mızlara şahmi hamızlar — asid gra denir. Başlıcalarını kaydedelim: H, CO O H — Hamızı nemel CH' CO OH — Hamızı hal C* H". C O O H — hamızı prop - yon C H'. CO O H — Hamızı zebit C* H", CO O H — Hamızı valer - yan CS- HU, CO OH — Asid palmitik | C* H, CO OH — Asid margarik C" H* CO Ö H — Asid stearik Yukarıki mürekkeplerden hamızı zebit ile asid margarik, Aasid stearik ve asid palmitik yağların terkibine da- hildir. Uzvi hamızları göstermek için bir usul vardır: Menşeleri olan karbonlu idrojenlerin isminin nihayetine oik ge- tirilik. Bu esas Cenevre konferansında ka- bul edilmiştir. Meselâ: Metan taham- J “Truüz ederse İsllalü Mmatil va ha da ta — hammuz-ederse, hamizi nemel husüle geldiğine göre hamızı nemel'e meta- noik denir. Ayni suretle etan “ C* H* ” nin ta- hammuzu ile küulü etil yahut etanol “C H O H” ve onun da tahammu- zu ile hamızı hal yahut etanocik — “ C H.COOH” husule gelir. Hamızı hal Molekül vezni — 60 Formülü C HCOOH Bu hamızın Fransızçası — Acide acğtigue ( asit asetik) tir. Sirkenin e- sasını teşkil eder. Saf iken renksiz, rayihası keskin, lez- zeti hamızi bir mayidir. İçinde su yok- iken 16,6 derecede tasallüp 118 dere- cede galeyan eder. Sikleti izafiyesi tak- riben “1” gramdır. Su ile her nisbet- te ihtilât eder ve su ile ihtilât eder - ken hacmi küçülür. Hamızı hal, bütün uzvi maddeler gibi hararetin tesiri ile tahallül eder. Kızgın borudan hamızı hal buharları tinden haberdar olmadıkları halde, ko- nuşuşuna, hal ve tavrına bakıyorlardı da, içtimat mevkii yerindea olan bir a- * dama yapılması icap eden muameleyi ondan esirğemiyorlardı. Demek ki, âdiliği zenginlikle örtü- len insanlardan değildi. Bunu müd - Delikanlı, İllami Beyin eskiden çok zengin olduğunu, şimdi parasını kaybettiğini de bilmiyor değildi. Onu, hesabını bilmeden yaşayan paşazade- lerden addediyordu. Bu izdivaçtan bir de mali menfaat beklediğinin farkın- daydı. Bunu, çirkin addetmiyor, bilâ - kis tabii buluyordu. Zira, garbın en yüksek ailelerine mensup insanları a- rasında Ga bu gibi izdivaç “muamele- leri” yapanların mevcut bulunduğu - nu bilirdi. Kaç asilzade, parasız kalın- ca, aşağı tabakadan ve zengin bir a - dama kızını vermiş ve ailesinin mali mevkiini bu suretle sağlamlaştırmış - tı! Üstelik, o, kendini aşağı tabakadan da addetmiyordu. Eğer İlhami Beyin babası, Sultan Hamidin paşalarından idiyse, onun da babası, devletin meş - hur .müteahhitlerinden değil miydi?.. o dı. H_u'n bunları düşünüyor, hem İlha- —K * * Vagiku ĞA Ği 5 Gllkr d S geçirirsek metan ve hamızı karbon hus — sule gelir: K CH.COOH-CHE-CO! Eğer hamızı halli bir tecrübe boru- sunda ısıtsak tabahhur eder. Buharla- rı şule temasında mavi bir şule ile ya- nar ve su buharı ile bilâma hamızı kar* bon husule gelir: p CH COOH-20 - p | z 200 -2 HO Bu hamız mavi turnusolu şiddetle kırmızıya boyar. Maiyeti sodyom'u tevlit eder ve sodyom milhini husule getirir. Madenler hamızı halli tahlil eder- — ler. Meselâ hamızı hallin demire tesi- — rinden, halliyeti hadid — asetett dö fll' husule gelir. 2CHCOOH - Fe - (CH' COO)'Fe - H? İ (C H* C O O)* Fe — Halliyeti ha- dittir. ! Kaydedelim ki, hamızı hal, asit kloridrik gibi bir esaslı ve kuvvetli bir hamızdır ve husule getirdiği milih- — lere halliyet — asetat denir. Asetatlar — sanayide pek mühim rol oynarlar. İ Sodyom asedat'ı “C H?. C O O Na" ndan saf hamızı hal elde edilir. Alüminyom asetatr boyaları ku « — maşlara tesbit için kullanılır. P Kurşun asetati üstübeç imalinde — müstameldir. J Bakır asetatları boya yıpılmnktı | kullanılırlar. ; Hamızı hal veya asit asetik nehıt- ! ların terkibinde asetat halinde bulu » — nur. Şarap veya sulu ispirtonun ihti « mar'r esnasında da husule gelir. Sanas — yide odunların taktirinden elde edi - lir. Evvelce söylediğimiz veçhile odun- — ların taktirinden küulü metil elde edil- dikten sonra bakiye olarak gayri saf soSyom”îî::gonıyetıımıTh!îreWse: su *ö t da münhal sodyom Aasetatı ve gayrî , münhal kalsiyom karboniyeti milihles- — ri elde edilir. Sodyom asetatı mahlülü — tortu alımdıktan sonra teksif ile tebel- — lür ettirilir. Muadele şudur: | (CECOO)” Ca Nat C O — ' | 2.CH'CO ONa * Ca Co? Tebellür yani billürlaşmış sodyom — asetatını hamızı kibrit ile tahlil eder - — sek sodyom kibritiyeti ve hamızı hal elde ederiz: ; 2CHCOONa-HSO— | Na? S0'-2CHECOOH '| Sirke İ Sirke, terkibinde yüzde 3 ilâ 5 asit — asetik bulunan bir mayidir. Şaraptan yapılan sirkede cüz'i miktarda kalevi klorlar, kalevi kibritiyetler ve sani — tartariyeti potasyom bulunur. Sirke ekşi bir lezzete ve bati bir rayihaya maliktir. İşteha vermek için de yemeklerde kullanlr. ğ (Bitmedi) — | mi Beyın Avrupa hıtırıtını dmhyor . Ğ — müş gibi yapıyordu. Fakat, kulağı ka- pıdaydı. Genç kızla “ağabeyisinin” ar- — tık avdetlerini bekliyordu. | Zira yemek zamanı gelmiş, hizmet- — çi, onları yemek odasına çağırmıştı. — Dört kişilik sofra, gayet mükem « mel surette hazırlanmıştı. Oturacakları sırada, İlhami Bey, Ü- şağa sordu: | — Küçük hanımla küçük bey ne - rede?... Haydi, söyleyin de gelsinler. — Sofraya oturuyoruz.  Fakat, uşak, yerinden kımıldama | — Haydi söylesenize... — Efendim, küçük hanım dedi Ü’ yemeğe gelemiyecekmiş... Kusura bak" masınlar dedi... Ü Türkânın babası, şaşırdı: — Bu nasıl iş?... Neden?. — Çünkü, Fikret Bey rahatertiam mış efendim.. Yolda çok yorulduğu i* çin başı dönmüş... İçine fenalık gel * miş.. Küçük hanım da, onun yanındâ bekliyor... İlâç falan veriyor... Lâkit merak etmesinler diye haber yolladie *Fazla bir sey söyleyip babamrı telâ * şa düşürme!” Emrini verdi... , (Devamı var)