HABER — Akşam Postası | Fıkra müsabakası Hakiki vesikaları tasnif eden ve birbirine bağlıyan Kadri CEMİL 7-7.934 Her Hakkı Kal Geçen kısımların hulasası | Mütarekeden sora latantu lü lekinde ber yaşıyor Diğer taraftan Pantikyan o yazhanesinie | müli kuvvetlere çalışan Feridun Bey Pan- tikyan tarafından takip ettirilecektir. Mecır Tomun bu cavabı, Recep beyi şaşırtmıştı. Maamafih kendi-| sini toplıyarak sordu: — Ben nereye gidiyorum? Mecır Tom güldü: — Ben ne bileyim Recep bey.. Siz önden ben arkadan gittikçe el bette nereye gideceğinizi öğrene- ceğim.. Mecır Tom bununla Recep beyi takip ettiğini söylemek istiyordu.. Recep bey gayet sakin bir tavırla: — Yorulursunuz Mecır Tom, de! di. Benim gidecek bir yerim olma: dığı için caddeleri arşınlıyacak, on| dan sonra da evime gidip yatacak- tım.. Mecır Tomla Recep bey konuş- tukları müddetçe Mehmet bey de oldukça uzakta bir köşe başında durmuş, onları gözetliyordu. Çok konuşmadılar, az sonra Re- cep beyni ayrıldığını gördü. Mecir Tom aksi istikamete, Re- cep bey kendisine doğru geliyor. du. Mehmet bey, tamamiyle yakla- şınca: — Yahu ne oldu. Adamın yanı- na niçin gittin, diye sordu. — Böyle yapmayı daha doğru buldum. Çünkü bizi takipten geri kalmıyacaktı. Ümidini tamamiyle kestim. Şimdi artık doğru karargâ. ha gider ve zıbarır.. — Ne konuştunuz? — Açıktan açığa beni takip et- tiğini söyledi. Ben de yorulacağını bildirdim.. — Olur şey değil. — İngilizler içinde yegâne kar- şılaştığım adam bu oldu. Bir türlü | şıma getirdi. O gün bugün hfudur Tefrika: 97 labileceğini hiç bir şey bilmeden temin edebilirim. Benetle Fatma Nüzhet arasında bir vasıtadan baş ka bir şey değildir. Korkağın bi- ridir de.. Bundan bir ay okadar evvel bununla Kadrilerde (karşı laştık. O gün çok ileriye gitti. Ha- fif bir sert konuşmam aklımı ba- tosa- düf o etmiyordum. oMendeburu, Allah karşıma nereden çıkardı. Yürüyorlardı. Saat te ayni şe- kilde ilerilemekte devam ediyor- | du, Mehmet Bey, ertesi gün erke kalkacak ve yapılacak işlerini bi - tirmiye çalışacaktı. Anadolu Yunanlılara karşı koz- larından en kuvvetlisini oynamaz- dan evvel yetişmeleri lâzımdı. Filhakika vaziyet gittikçe ini kaybediyor, iki tarafın çalışmaları son haddini bulüyor- du. Sakarya muharebesinden altı ay kadar sonra, Itilâf devletlerinin Yunanlılarla Anadolu arasındaki mütareke teklifleri Türk varlığınm tam hâkimiyete kavuştuğunu gör- meden kabul edilemezdi, Hele İti- lâf devletlerinin yeni sulh teklifi karşısında yapılacak yegâne şey son darbeyi de indirmekti, Bu teklifte lâtfetmişlerdi de da- ha evvelki tekliflere nazaran daha müsait bir harekette bulunmuşlar- dı. Bununla beraber gene kabul e- dilebilecek gibi değildi. Bunda Edirne ve Kırklareli Yu- nanlılara birakılıyordu. Tekirdağı Türklere veriliyordu. Şarkta bol keseden Ermenilere bir yurt bağışlanıyor ve Türk as- kerinin adedi 85 bin ücretli asker diye tesbit ediliyordu. Türk varlığını (o senelerdenberi sarsıp kemiren kapitülâsyonların hafifletilmesi için bir komisyon teşkil edilmesine müsait görünü- de kurtulamıyorum. Beni nerede |yordu.Gerçi bütün bu teklifler Türk görse takip etmekten geri kalmaz. — Bari bir muvaffakiyet kaza- yor mu? — Hayır.. Aptalın biridir. l — Ben Fatma Nüzhetle bu ada-! mm alâkasının fazlalığını işitmiş tim... Bunun hakkında senin bildi. Zin bir sey var mı? — Maalesef yok. Fakat alâkası» na Tefrika numarası 10: haklarını tanımak hususunda atıl- mış bir adım demekti. Bununla be- raber kabul etmek (imkânsızdı. Türklerin artık esir halinde bulun- malarına imkân yoktu. Çalışma devam ediyordu ve bu oldukça uzadı. Çünkü Türk ordusunun Yunan ordusile ayni kuvveti iktisap et- i icap ediyordu, Aşk mı, Servet mi? Nâkıli: (Vâ - Nü) Geçen kısımların hülâsası Fikret, Avrupadan dönünce Türkânı almak istiyor. Lâkin, Tür- kânın fakirleşen fakat lüks hayat sürmekten birtürlü vaz geçemi- yen babası İlhami Bey, kızmı Ce- mal Bey isminde zengin birine ver mek arzusundadır. salonda, sahte, sun'i bir muhavereye girişmişlerdi. Havaların birdenbire sr- caklaşrverdiğinden bir müddet bahset- tiler, Fakat, bu mevzu, uzun sürmez. Tükendi. Hani konuşulurken herkes susar da “Kız çocuk doğdu!” Yahut: “Şey- tan geçti!” Denilen bir süküt devresi olur. İşte, İlhami Bey ile Cemal Bey de, bu suretle, bir kaç saniye, yahut bir kaç dakika sustular. Bu saniyeler | ve dakikalar, öyle uzundurlar ki, öl - ! Şüleri bizim bildiğimiz dakika ve sa - | Mİ... niyeler olamaz. Müstakbel damat ve kayınpeder, bu öldürücü sükütü bozmak için, ken- dilerinin de mahiyetini tayin edemiye- ceği bir muhavereye girişti. İlhami Bey: — Ben Paristeyken bir gün, - di - yerek ardı arkası kesilmiyen bir hikâ- yeye başladı. Delikanlı, bunu dinliyor muydu, dinlemiyor muydu? Her halde, kulağı, her şeyden ev vel, dışardaydı. Türkân tarafından istiskal edildiği- ni anlamıştı. Fakat, bu sebeple mü - nasebeti kesecek kadar darğınlık çı - karmak, bir türlü işine gelmiyordu. Bu kızı iyiden iyiye sevdiği i di, büsbütün anlıyordu. Onun gözüne girmek için her şeyi yapacaktı... Sa - bırlı olacaktı... Kendisinin çok iyi kalp- Wi bir erkek olduğuna kanidi... Zaten, iyi kalpliydi de... Zaman, Türküna her En iyi, en güzel fıkraları bize gön- | dereceklerin yazıları; burada neşredi- lecektir. Yalnız bu fıkraların uzun ol- maması, seçme olması ve okunaklı yazılması lâzımdır. Şapkanı giy oğlum İhtiyar bir adam ile oğlu ve oğ- lunun oğlu yani torunu bir bahçe- İ ye gitmişlerdi. İhtiyarın oğlu ba - | sında şapkası olduğu halde ağacına çıktı, incir topluyordu, Bir aralık şapkanın dallara takıldığını görünce başından şapkasmı çıka- incir | rıp yere attı, İ : İhtiyar oğlunun başıma güneş İ vuracağını hissettiği için: — Oğlum, başına şapkanı giy, güneş vuruyor, oğlu ihtiyar baba - sının sözlerini dinlemedi. İhtiyar bir kaç defa ayni sözü söyledi ise de ettmediğini görünce, yanında oturan torunu- nun başındaki kasketini başından oğlunun aldırış çıkardı. Daldaki oğlu kendi oğlunun ba- şından kasketinin çıkarıldığını gö- rünce: — Baba ne yaptın. Çocuğun ba- şma güneş vurur dedi. İhtiyar ce - vap verdi: — Senin başıma vurmıyan gü- neş onun başma da vurmaz, giy şapkanı, ben de çocuğun kasketini giydireyim. Mehmet Bey: — Recep Bey dedi. İstikbalden zerre kadar şüpbem yok. Gün bi- zim olacaktır, Haydi, sen evine, ben evime.. Yarın konuşuruz. — Yarın seninle buluşmazdan evvel benim yapacak bir işim ola- ieak mı? — Her şey aşâğı Yukarı hâzir,| | bu dakikada hiç bir şey yok. güle| güle.. — Allaha ısmarladık Mehmet Aradan tam dokuz ay geçti. O gün, ajanslar bütün dünyaya, İs - tanbul gazeteleri, bütün kulaklara büyük bir müjde veriyordu: Büyük harp, Türklerin tam ga libiyetile neticelenmiş ve düşman askeri İzmir sahillerinden Otama- mile denize dökülmüştür. i (o Diğer taraftan Türk ordusu bir | taraftan Çanakkaleye, diğer taraf İ tan da İstanbul üzerine yürümeğe İ başlıyordu. (Devamı var) , şeyi anlatacaktı. İlhami Beyin misafiri olarak bu eve devamında hiç bir mahzur görmi- yordu. Zira, bu zat, kendisine, lâyik olduğu hürmet ve merbutiyeti göste - riyordu. Türkân: da bu vesile ile arada sı - İ rada görürdü. Bütün bu tesadüfler es- nasmda, genç kzn kendisine alışaca- ğını, artık yadırğamıyacağını, onu hassas ve ince bulacağnı umuyordu. Cemal Bey, vaktiyle de bir kız is- temişti. Kız, edebiyat meraklısı imiş. “Yağ tüccarmı zevç olarak istemem!" Diye Cemal Beyi reddetmişti. Acaba ayni his Türkânda da mı vardı? Umu- mi harpte, değersiz ve seviyesiz bir dok adamlar zengin olavermişler, fa - kirleşen asil ailelerin kızlarını istemiş- lerdi. Babalar, bu sdamların teklifleri- ni reddedemiyecek dereceye gelmiş » lerdi, O zamanın romanlarında ve gi » fahi edebiyatında, “Yağ Tüccarı", da- ima tezyif edilen kaba saba bir insan nümünesi olarak gösterilirdi. e Cemal Bey de yağ tüccarıydı. Fakat, kendi - sinin kaba saba bir erkek olmadığını tinden haberdar olmadıkları halde, ko- biliyordu. Tahsili ve terbiyesi vardı. Pek çok insanlara tramvayda, vapurda tesadüf ediyordu; bunlar, onun serve- | Nakıl 7 Temmuz 1934 . ve tercüme hakkı mahfuzdur Yazan: M. Gayur — 59 — Üzvi hamızlar Evveli dediğimiz küullerin kuvvet- li muhammız vasıtalarla tamamen ta - hammuz etmesinden husule gelen mü- | rekkeplere uzvi hamızlar adı verilir. | Meselâ küulü etil — C* H* O H tama men tahammuz ederse sirke hamızı * hamızı hal hasıl olur. EW OH © SH0O CW COOH Üzvi hamızların alâmeti” farikarı COOH cezridir. Buna Karboksil de- nir, l Uzvi hamızlar da küuller gibi meş- | bu ve gayrı meşbu sayılır, Üzvi hamızlarm en basit olanları bir zümre teşkil ederler. Bunlarda C | in üssü X olursa Hmüssü “2X 1” olur, buna (C O O H) barboksili in- zimam eder. Bunlarm yüksek karbon atomlıla - rı yağlarda bulunur. Bunun için ha - mızlara şahmi hamızlar — asid gra denir. Başlıcalarını kaydedelim: H.COOH — Hamızı CIVCOOH — Hamızıhal GH.COOH — hamızı prop - yon CE H'.COOMH — Hamızı zebit CEH.COOH yan CS COOH > Asid palmitik | C*H*COOH Asid margarik | GC“ H*,COOH Asid stearik Yukarıki mürekkeplerden hamizi | zebit ile asid margarik, asid stearik ve asid palmitik yağların terkibine da- hildir. Üzvi hamızları göstermek için bir | usul vardır: Menşeleri olan karbonlu idrojenlerin isminin nihayetine oik ge- tirilile. Bu esas Cenevre konferansında ka- bul edilmiştir. Meselâ: Metan taham- Üretme ederse İnlü metil va hız dn m — hammuz“ederse, hamizı nemel husule geldiğine göre hamızı nemel'e meta- noik denir, Ayni suretle etan “* C* H* “ nin ta- hammuzu ile küulü etil yahut etanol “CH OH” ve onun da tahammu- zu ile hamızı hal yahut etanoik W.COOH” husule gelir. Hamızı hal Molekül vezni — 60 Formülü C HCOOH Bu hamızın Fransızçası OAcide açötügue ( asit asetik) tir. Sirkenin e- sasını teşkil eder. Saf iken renksiz, rayihası keskin, İez- zeli hamızi bir mayidir. İçinde su yok- iken 16,6 derecede tasallüp 118 dere- cede galeyan eder. Sikleti izafiyesi tak- riben “1” gramdır. Su ile her nisbet- te ihtilât eder ve su ile ihtilât eder - ken hacmi küçülür, Hamızı hal, bütün wzvi maddeler gibi hararetin tesiri ile tahallül eder. Kızgın borudan hamızı hal buharları mel Hamızı valer - nuşuşuna, hal ve tavrma bakıyotlardı da, içtimai mevkii yerinde olan bir a- dama yapılması icap eden muameleyi ondan esirğemiyorlardı. Demek ki, âdiliği zenginlikle örtü. | len insanlardan değildi. Bunu müd - rikti, Delikanlı, İlhami Beyin eskiden çok zengin olduğunu, şimdi parasını | kaybettiğini de bilmiyor değildi. Onu, hesabını bilmeden yaşayan paşazade- lerden addediyordu. Bu izdivaçtan bir de mali menfaat beklediğinin farkm- | daydı. Bunu, çirkin addetmiyor, bilâ - kis tabii buluyordu. Zira, garbın en İ yüksek ailelerine mensup insanları 2- | rasında Ön bu gibi izdivaç “muamele- leri” yapanların mevcut bulunduğu » nu bilirdi. Kaç asilzade, parasız kalın- ca, aşağı tebukadan ve zengin bir dama kızını vermiş ve ailesinin mali bu suretle sağlamlaştırmış - Üstelik, o, kendini aşağı tabakadan | da addetmiyordu. Eğer İlhami Beyin babası, Sultan Hamidin paşalarından idiyse, onun da babası, devletin meş - hur müteahhitlerinden değil miydi?.. Hem bunları düşünüyor, hem İlha- | dı. İ mış efendim. Yolda çok yorulduğu İr geçirirsek metan ve hamızı karbon hu» sule gelir; i CHLCOOH—CH'4Cc0* Eğer hamızı halli bir tecrübe boru sunda ısıtsak tabahhur eder. Buharla rı şule temasında mavi bir şule ile yas nar ve su buharı ile bilima hamızı kar bon husule gelir: CMCOOH*-20 2C0 *2H'O Bu hamız mavi turnusolu şiddetle kırmızıya boyar. Maiyeti | sodyom'u tevlit eder ve sodyon milhini husule © getiri İ Madenler hamızı halli tahlil eder ler. Meselâ hamızı hallin demire tesi” rinden, halliyeti hadid — asetett dö fer © husule gelir. 2CWCOOH- (CH C00Y Fe --W (CH'C00)' Fe — Halliyeti ha- dittir, Kaydedelim ki, hamızı kloridrik gibi bir esaslı ve kuvvetli bir hamızdır ve husule getirdiği milih- lere halliyet - asetat denir. Asctatlar Fe hal, asit | sanayide pek mühim rol oynarlar. Sodyom asedat'ı “CH”, CO O Na” ndan saf hamızı hal elde edilir. Alüüminyom asetatı boyaları ku » maşlara tesbit için kullanılır. Kurşun asetati üstübeç müstameldir. Bakır nsetatları kullanılırlar, Hamızı hal veya asit asetik nebat- ların terkibinde asetat halinde bulu » nur. Şarap veya sulu ispirtonun ibti » mar”: esnasında da husule gelir. Sana" yide odunların taktirinden elde edi « lir, Evvelce söylediğimiz veçhile odun ların taktirinden küulü metil elde edil- dikten sonra bakiye olarak gayri saf kalisyorm asetat: kalır. Bu üle, sodyom Tarböniyeki iLe #d6Ftek vu da münhal sodyom aietatı ve gayri 1 imalinde boya yapılmakta ; ; i İ münhal kalsiyom karboniyeti milihles ri elde edilir. Sodyom asetatı mahlülü tortu almdıktan sonra teksif ile tebel- lâr ettirilir. Muadele şudur: (CW C0O0)*Ca *NatCcO— 2CWÇCOONa-CaCo Tebellür yani billürlaşmış sodyom asetatmı hamızı kibrit ile tahlil eder - sek sodyom kibritiyeti ve hamızı hal elde ederiz: 2CWCOONa*H'S0* Na*$SO'*2CH.COOH Sirke ; Sirke, terkibinde yüzde 3 ilâ 5 asit İ asetik bulunan bir mayidir. Şaraptan | yapılan sirkede cüz'i miktarda kalevi © klorlar, kalevi kibritiyetler | tartariyeti potasyom bulunur, Sirke ekşi bir lezzete ve bati bir rayihaya maliktir. İşteha vermek için de yemeklerde kullanir. ve sani © (Bitmedi) mi Beyin Avrupa hatıratını dinliyor » muş gibi yapıyordu. Fakat, kulağı ka" pıdaydı. Genç kızla “ağabeyisinin” ar- tık avdetlerini bekliyordu. Zira yemek zamanı gelmiş, hizmet- çi, onları yemek odasına çağırmıştı. Dört kişilik sofra, gayet mükem * mel suretis hazırlanmıştı. Oturacakları sırada, İlhami Bey, &- sağa sordu: ” — Küçük hanımla küçük bey ne * rede?.... Haydi, söyleyin de gelsinler« Sofraya oturuyoruz. Fakat, uşak, yerinden kımıldama * — Haydi söylesenize... — Efendim, küçük hanım dedi kiş yemeğe gelemiyecekmiş... Kusura bak” | masınlar dedi... Türkünen babası, şaşırdı — Bu nasıl iş?.. Neden?. — Çünkü, Fikret Bey rahatsızism | çin başı dönmüş... İçine fenalık gel * miş... Küçük hanım da, onun yanında j bekliyor... İlâç falan veriyor... Lâkis “Fazla bir sey söyleyip babamı telâ şa düşürme!" Emrini verdi. (Devamı var)