ı HRBER'I!I hikayesi | Eserlerini — BSon sayıfadaki resme bakı- 1 nız! — — Kimbilir? Şu saatte gazete- nize belki bir siyasi fıkra, bir mü- him yazı hazırlamakla meşgulsü-| nüz, beyefendi! Fakat, yarım 82- atinizi bana hasrederseniz, emi- nim ki bu kıymetli vaktinizi boşu -| na çalmadığımı Ben de, düne kadar bir arada ça- lıştığınız bir arkadaşınızın.. tanın- mış bir muharririn sevgilisi idim, beyefendi! Lütfen beni — dinleyi-| niz!... Ah.. Çok teşekkür ederim; zaten matbaanıza onun hakkında söyliyeceklerimi dinlemek nezake. tini göstereceğinizi umarak gelmiş tim. Evet.. Size tanınmış bir mu- harrir sevgilisi olduğumu söylemiş tim, Bunu izah etmek isterim: O, karileri tarafından çok sevilmiş, günün en fazla okunan bir muhar- riri idi. Fakat, onu, hiç biriniz be- nim kadar anlıyamamışsınızdır, beyefendi! O, sadece bir muharrir dc"ıî. ayni zamanda da şair, dok- (Aorw içtimaiyatçı, musikişinas, hat- tâ ressam.. Hasılı memleketimizin nadir yetiştirdiği istidatlardandı. Onun şiirlerini belki siz de okuma mışsmızdır!Çünkü onun terbiye ve tevazuu: “Ben şairim,, demeğe mânidi. Size en son —hem de bes-| telenmiş— şiirinden bir parça oku- yayım: “Aym on dördü doğarken ufuktan seni gördü, Güldü, serpildi dünyaya nurda bir çelenk ördü,| aç yüzünü, göreyim yeşil göz-| lerini !..| Söndü, karardı görünce seni ayın on dördü.,, Dedi Bunun için, ona: Sen Yahya Kemalden ilham almışsın! dedi- ler, Fakat, o bu satırları yazarken, Yahya Kemali hatırından bile ge- çirmemişti.. Sadece, güzel bir ka-| dının yeşil ve sehhar gözlerinden ilham almıştı, muharrir bey! Içte,! bir tane daha.. Bunu da maruf bir. bestekâr hüzzamdan bestelemişti.. Bir muganniye hanım plâğa oku - yacaktı., Bir gün şöylece ayakta| çırpışlırıvermişti: | “Hicranları gömdük ve unuttuktu bir akşam, Sevdamizı meh tapla uyuttuktu bir. a akşam, Göz yaşlarrmız dinsin diye baş ba- Ş şa kaldık Sevdamızı mehtapta uyuttuktu bir| anlıyacaksınız!| ğ akşam,,, Süğe. .6 Ona musikişinas demiştim, O, Garp müsikisini de çok iyi tetkik etmişti. Güzel flüt çalardı. Bach, | Bethoven, Gluk gibi musiki üstat-| larımm eserlerini çok severdi. Bıl-l hassa Gluk onun için çok müteva-| zi bir san'atkârdı. “Beni takdir e- den bir kişi de olsa,gene bir kazanç tır. Çünkü bu bir kişi, istikbalde bir kaç kişi olabilir.,, diyen Gluk gibi büyük bir san'atkârın hayatı- nr düşünür, gözü kör, kulağı sağır insanlara yumruk sıkmaktan ken- dini alamazdı. Liszt'in (Rapsdies nmı çok severdi. Mozart'ın — köylüler — arasında çok söylenen ( Don — Juan ) nmı verem olduktan sonra kompo- ze ettiği için, bu parça çalımırken hıçkıraral: ağlardı. (Rubinstein) a bayılırdı. Bu san'atkârın eserleri Brasında en ziyade (Tour de Ba Hongroise) yakan muharrir! bel) ve (Paradis perdu) sünü se- | verdi.. Ve nihayet Garp musikişi- nasları arasında, öldükten sonra: “İşte şimdi bir vatan kaybettik..,, diye arkasından ağladıkları (Cho- pin) in hazin hayatını daima gözü nün önüne getirirdi. Pariste ölen bu Varşovalı san'atkâr, onun için sadece ideal bir musikişinas — de- il, ayni zamanda da yüksek bir insandı. Vas Muharrir Bey! O, doktordur, de- miştim, Anlatayım: Salgın hasta- lıklar hakkında çok kıymetli etüt- leri vardı. Frenginin memlekette büyük tahribat yaptığını statistik- lerle tesbit etmişti. Verem, çocuk hastalıkları.Kokain ve erocin müpte lâları hakkında müşahedelere müs tenit çok kıymetli eserler yazmıştı. Frenginin seyirlerini —resimlerle çösteren bir kitabını ve (mücrim - lerin ruhiyatı) nı Almanyada bile takdir ve tercüme etmişlerdi. ŞAĞA Ç İçtimaiyatta da behresi vardı.| (Güstav Löbon) dan maada —onu| Abdullah Cevdete bıraktım, der- di— Spenserden Woells' e kadar hepsini tetkik etmişti. Hattâ — bir Fransız sosyoloji âlemile insanla- rın menşei etrafında bir münaka - şaya bile tutuşmuştu. O, Antropo- lojistler arasındaki müşterek ve u- mumi kanaate inanarak insanın yüksek bir hayvan nev'inden gel - diğini iddia etmişti. İnsanım zuhu- ru, bati bir tekâmül — vetiresinden geçmiştir. diyenlerle hemfikirdi. Beşeri ırkın menşei şimdiye kadar zannedildiğinden çok daha eski olduğunu, hattâ 400,000 yıl evve - İisine kadar dayandığını çok- ilmi bir lisanla ve vesaikle ispata çalış- mıştı. O, ayni zamanda İisanların tetkiki (Filoloji), kabilelerin tet- kiki (Etnoloji) ile meşgul olur, İn- giltere ve Fransadaki Etnografya heyetlerile muhabere ederdi. Reşit Galiple (Sumer) ve (Hitit) tarihi- ne bile beraber başlamışlardı. Ta- rihi de çok severdi.. Dedim ya, meslektaşınızın bu sahada yazdığı ve Avrupalıların bazılarını tercü- me ettiği tarihi romanlarını da siz | benden iyi bilirsiniz! . “ pt O, ayni zamanda da ressamdı.. Ve ben onu, gizli gizli benim por-| tremi yaparken yakalamış ve böy- le tanımıştım. Evindeki mesai ©- dası, benim yatak odamla karşı karşıya idi., Ben, sabahları uyku- dan uyanınca odamın penceresini açar ve pencerenin önünde kahval- & yapardım. O, beni görmüş., Vü- | cudumu çok beğenmiş.. Fırçasına| | garılarak resmimi yapmağa başla- mış. Mütevazi olduğu kadar da iz- zeti nefis sahibi idi.. Ben, ilk bakı- şında suratımı astığım için, odasın da çalışırken pencereme bile bak- mazdı. Yılışık değildi.. Ben de za- ten böyle ciddi bir âşık arryordum. Ressam, musikişinas, — muharrir, doktor.. Hertelden çalar, terbiyeli, sıhhatli, otuz beş yaşlarında bir erkek, Tam aradığımı bulmuştum. O portre, sevişmemize vesile ol- du., Belki de günün birinde evlene cektik... Ah, sormayın beyefendi! O şimdi, kaybolmuştur.. Mesai o- dası bir mezar gibi örümcek ağla- rile örtüldü. Onu yalnız ben kay - betmedim.. Memleket te kaybetti. On seneden beri göz açmadan ça- ışıyordu.. Milliyetini ve ulularını çok severdi. Geceleri kitaplarının arasında uyuyup kaldığından hiç ; (Devamı 8 nci sayfada) HABER — Akşam Postası 4 Temmuz 1934 — Çocuklar, mektep tatilinin tadını çıkarıyorlar! “BuFatih-Harbiye tramvayını da geç ti. K çresteciler-E yüp otobüsünü de!,, Şehrlu dıçıudıkl meyvalı bahçelerden birinde yaz lleml Çocuklar araba ile Şehrin içindeki kahveler, lokan- talar, kalem odaları bu sıcakta kü- tura hazırlanırken... * ** Bu kır gezmelerinin akşam dö- çelerin kayısı, şeftali ve armut ko- kulu ince rüzgârlarile yeniden ta - çük vantilâtörlerle zoraki rüzgâr| nüşleri hepsinden ömürdür. Birbi -| zelendirmiş olurlar. yaratmıya uğraşırlarken kırlar, bağlar, bahçeler püfür püfür esi- yor. Geçen Pazar günkü o en inbat havada bile $şu gördüğünüz ağaç - ların altında kayısı, şeftali, ve ar - mut kokulu ince bir rüzgâr bu yarı çıplak çocukların kollarını, bacak- larını, göğüslerini bilseniz ne - tat- İr tatlr yelpazeliyordu! Bazısı kırları baharda sever; halbuki kırların, böyle ağaçlıklı yerlerin asıl keyfi yazındır. Bahar- da pardesüsüz, hattâ paltosuz ge- zilemiyen, oturulamıryan bu güze- lim yerlerde şimdi insan, tıpkı şu çocuklar gibi, yani yakapaça, göğ- sü bağrı açık sere serpe istediği gi- bi gezip tozar, istediği gibi oturur yatar, istediği gibi yan gelip dört başı mamur keyif çatar! Hele şu çocukların keyiflerine, neşelerine bakın: Ooh! Dünya u- murlarında değil alimallah! Bu sı- cakta şehrin içi, hanım ninelerin eski tandırları gibi insanı boram boram terletiyor, bir bardak terkos suyuna can ve gönülden: — Şeraben tahura! Çaldırıyormuş... Kimin umurun- da? Onlar şimdi pürüzsüz, serin gölgeler içinde, kayısı, şeftali, ar- mut kokulu ince rüzgârın karşısın- da tam mânasile mektep tatilinin tadımı çıkarıyor, yazın zevkini sü- rüyorlar. Sağlarında uçsuz bucak- sız dut bahçeleri, sollarında kayı- sı, şeftali armut bağları, önlerinde gölgeli ve geniş çayır, artlarında annelerinin, teyzelerinin ablaları - nın evlerden getirdikleri çeşitli ne- vale sepetleri!.. Susadılar mı, ağaç lığın kuytu köşesinde şırıl şırıl şır- layan maslağın buz ve billür gibi suyu hazır... Biraz canları sıkılacak — olursa yaşasın bahçe sahibinin arabası.... Kız, oğlan onu, on beşi, hattâ yir - misi otuzu bu arabaya — doldular mıydı o canım gölgeli çayırın etra- fında kahkahalı, şarkılr bir turdur başlar. Fakat, bazan bu arabaya öyle bir hücum olur ki arabacı Sait E- fendi avazı çıktığı kadar bağırır: — Yahu, ne yapıyorsunuz? Bu, Harbiye — Fatih arabasını da geç ti, Keresteciler — Eyüp otobüsü - nü de... Bir beygir bu kadar ordu- yu çeker mi? | rini belki de o gün orada ilk defa tanıyan yüzlerce çocuk akşam gün batarken onar on beşer, yirmişer, otuzar birer kafile olur, her biri şarkılarla, milli bestelerle kendi semtlerinin yolunu tutar ve anne - leri, babaları da arkadan şen cıvıl- tılarla bu kafileleri takip ederler. Yazın zevkini sade deniz kenar- larında arıyanlar, biraz da kırlara, bağlara, bahçelere prnar başlarına uzanırlarsa hem biraz ağız değiş - tirmiş, hem de denizlerin tuzlu ve kumlu kenarlarında Rumelinin ko- yun pastırmasına — döndürdükleri vücutlarını kırların, bağların, bah- Osman Cemal Hamiş: Geçende Beyoğlu bahçelerin- den birinde çocuklar — tarafmdan hiç Türkçe konuşulmadığını hattâ buradaki düzünelerle çocuğun hiç Türkçe bilmediklerini, oradaki gar sonların bile bu çocuklarla dilsiz oyunu oynar gibi işaretle konuş- tuklarını yazmıştım. Bu şimdi yaz dığım şehir haricindeki bahçeler - de ise Türk çocuklarile - birlikte bütün Rum ve Ermeni çocukları öyle bol ve öyle güzel Türkçe ko» nuşuyorlar ki hayret! 0. C Yunanlı futbol;ılar dün geldiler ilk maçlarını cuma günü yapacaklar Dün gelen Yunanlı futbolcular kendilerini karşılıyanlar arasında Yunanistanın tanınmış - fulbol| varlıklarından birini yapan (Pa -| natinaikos) takımı dün Pireden! şehrimize geldi ve rıhtımda ıpor—! cularımız — tarafından — hararetle! karşılandı. Yunan takımı hazırlıklı olarak geldiğini söylediği için yapılacak müsabakaların çok hararetli ola- | cağı anlaşılır. (Panatinaikos) ta- kımı bu sene Yunanistan şampi- yonluğunu kazanamamakla bera- ber derecesi şampiyonluğu kaza-| nan takımdan aşağı değildir. Çoktanberi Yunan takımlariy- le temas etmediğimiz için futbol- daki hakikt derecelerini cuma günkü maçı görmeden tahmin et- miye imkân yoktur. Bununla beraber Yunanistan futbolü anlamış ve kavramış bir memleket olduğu için çıkardığı futbol ekipleri Balkanlarda dik - kate değer bir varlık teşkil eden ler, Bu itibarla bir Yunan takımiy le yapılacak müsabaka daima gok heyecanlı ve alâka çekici ol- maktadır. Her halde Galatasaray Panatinaikos maçmımın cuma güne kü büyük spor bayramının en gü- zel numaralarından birisi olaca - ğinı umuyoruz. - /