İptidaıVınsanlar niçin hayvanâ ibadet ederlerdi? Medenî İnsan ceraiyetlerinin bugün Bazı istısnalardan sarfınazar hayvanlara karşı gösterdikleri muhabbetin kökünü vaktile iptidaî kavimlerin Dİr kısım hayvanları mabud tanımak ve onlara ibadet etmek hususunda gösternıiş oldukları temayülde arayacak oiursak hiç de hata etmiş sayılmayız. Bir çoklarınm malumu olduğu üzere !lk insanlar, onlardan korkmak veya lstifade etmek noktasından, kendi cinsleri haricindeki bazı mahlukları İlâh tanımışlardır. İçtimaiyatçılar bu dine «Totemizm» ismini vermişlerdir. Tarih sahifelerinj akrışüracak oiursak, Mısırdan itibaren bir çok mernleketlerde .mukaddes hayvanlar» a tesadüf ederiz, Firavunlar diyarmda. ır.ukaddes öküz Apis, Hindistanda mukaddes fü Ganesa, Japonyadaki mukaddes geyik Tote mizm dininin muhtelıf mmtakalardaki ayn ayrı suretlerde tecellilerinden başka bir şey midir? İlfc insan topluluklan taştan, topraktsn, yıldızlardan, güneşten, rüzgârdan, yağmurdan ve sair semavî hâdiselerden evvel hayvanlan Allah olarak seçmişlerdir. Bunun sebebi hayvanlann kendilerine diğerlerinden daha yakın olması ve gündelik hayatlanna karışmış bulunması olsa gerekrir. Çünkü, bugün hâlâ ayni zihniyeti taçımakta olan iptidaî kavimlerde şahid olduğumuz bazı telâkkıyat bu düşüncemize hak verdirmektedir. Şarkî Afrikanın tanınmış kabilelerinden biri olan Wam Pamu kabilesinin dilinde ekseri hayvanlarm ayrı birer adları yoktur. Onlar bilhassa vahşi hayvanları «or manda yaşayan kardeşimiz» ismile a narlar ve kendi ruh ve mevcudiyetlerinin yarısının her hangi bir hayvanda temerküz etmiş olduğuna inanırlar. Hssta oldukları zaman bu rahatsızlığın bizzat kendilerinde mi, yoksa kardeşleri olan hayvanda mı başlayarak vücudlerini İstilâ ettiğini anlamak için hemen sihirbaza müracaat etmekten geri kalmr.zlar. Semavî dinlerin lnsanlar arasında yayı'.ması sade totemizmin değil, onu takib eden animizm, fetişizm, putperestlik ve saire gibi dinlerin kısmen ortatan, cadı ruhu taşıdıklarına inanılmakilk medeniyet rehberi addetüğımiz Yunanhların ve Romahlann da Satyre ve buna benzer yarı insan yarı hayvan İlâhları mukaddes saymaktan geri kalmamaları insanların ruhunda hayvenlara tapmak hususunda, meknuz kalmış h'ssiyatm bir tür'ü silinemediğini göstermektedir. Bugün hâlâ Japonyada tilkilerin şeytaıı, vadı ruhu taşıdıklarına İnanılmaktaaır. Bir çok büyük şehirlerde Amerikayı taküden vücude getirilmiş yüksek binaların damlarında tilki kümesleri var dır. Bu hayvanlar şerlerinden sakınılabilmek için oralarda binbir türlü İzzet ve ikram içerisinde beslenraektedirler. Keza Japonyada bundan bir kaç asır evveline gelinciye kadar geyikler Budar.ın en hoşlandığı hayvanlar telâkki edilmekte ve mabedlerin bahçelerinde bırçok geyik beslenmekte idi. İranlüann cedleri olan Midyalılarda her ölü bir meydana yatırılıp ağzma bir lokma ekmek konur, sonra mukaddes köpek o meydana salıverilerek ölünün ağzındaki ekmeği o köpeğin alması beklenirdi. Köpek ekmeği nekadar tez alırsa o kadar uğurlu sayılır, almadığı takdirde zavallı cehennemlik addedilirdi. Hindistanda da başta öküz olmak üeere blr çok hayvanlar bütün «kast 6inıf» k r tarafuıdan mukaddes addedilmekte bazan Hindistanm en büyük şehirlerinden birinin en modern binası 6nünde meselâ bir beyaz öküzün sere serpe yattığı görülmektedir. Hind âdetlerinl ve itıkadlannı pek iyi bilmiyen ecnebilere bu manzara şüphesiz çok garib gelnıektedir. Gene Hindistanda ihtizar halinde bulunan hastalar son arzu ularak mabede gidip mukaddes ineğin kuyruğuna yapışabilmeği dinî bir vazife addetmekte ve bu vazifeyi yaparken inek kendilerine tatlı bir nazar atfederse dünyada diğer gelişlerinde mukaddes inek şeklinde vücud bulacaklarma inanmaktadırlar. Bundan başka Hindistanda majîmunIara da dinî noktadan kudsilik atfedilmektedir. Çünkü. mavmunların Hindin en yüksek mabudu Vişu ile skıfıkı dost olduklarma ve fenalık il.'ıhı Ravanaya karşı mücadele etmekte bulun duklarına dair garib bir itikad mevcuddur. Maymunlara eski Mısır d'ninde de büyük bir teveccüh gösteriiiyordu. Orada bugün tesadüf olunan :nsan heykelleri arasında maymun bacaklı o'.anlar vardır ki bunlar milâddan evvel on üçüncü asırda yapılmış bulunan lsrdır. Afrika yerlilerinin en büvük sehirlerinden biri olan İbadanda hali hazırda üç yüz yasmdaki timsah o lıavalinin en büyük allahı sayılmaktadır. Otuz kırk sene evveline gelinciye Sadar her ikiz ttveBU CUMHURİYET 14 Eylul 1941 Feci bir tren kazası oldu haberleri Fikirler 10 eylulde bu sütunlarda çıkan «Rüya ve rrustik dünya» adlı makalemde psikanalizm,' asırlardan beri inanılmış ve hâ lâ da bir çokları tarafmdan inanılan akla mızı dinlerken bu arzuların tazyıkile ve fizik tecrübelere sığmaz vakılardan haberimiz olmadan falcınm söyledikletelepati hakkındaki düşünce ve müta rine kendimizden birşey katıyor ve bu leaları muhakeme ettikten sonra neti kaüığımız şey şuurun bilmek istemediceye varmak için meseleyi bir ikinci ya ği ve bunun içm de unutulmuş gibi kazı ile tamamlamak lâzım geidiğini söy lan bir takım hayati ve insiyaki istekler oluyor. Fallaruı mühim bir kısmında bu iemiştim. Vaki olduğuna inanılan mistik hâdi hal varid olmakla beraber psikanalızciselerden biri de telepatıye pek yakın o lerin bu kabil vakıalar hakkında toplalan «düşüncelerin bir kafadan diğerine dıkları müşahedelere bakılırsa falcılar, jnükali> nden ibaret olan vakıadır. Bu fallarına baktıkları kimselerin düşüncena frenkçe «inducüon de la pensee» ya lerini ve bilhassa gizli arzularını ifade hud «transmission de la pensee» denili eımektedirier. O halde bu vakıa dahi yor. Bu hâdiseye göre, bir insanın ru akla ve budiğimiz flzik tecrübelere sığhunda geçen fikirlerle heyecan ve di mıyor diye mutlak surette reddolunacak lekler söz ve işaret vasıtaları olmaksızın gibi değıldir. Yalnız psikanalizcilerden başka bir İnsanın ruhuna geçebilirler. bu meseleler hakkında gösterdikleri geKafalar arasında telsiz telgral muha niş müsamaha ve lnce aray;ş meziyetleberesini andıran bu hâdise eğer hakika rine ilâve olarak bu vakıaların objektif ten vaki olabiliyorsa bunun ne büyük realitelerine de inanmak muvafık olup pratik bir ehemmiyeti oiacağıru söyle clmadığı hakkında bir cevab istenebimeğe hacet yoktur. Eski mucize menkı lir. Şüphe yok ki bu nokta hepimiz için beıeri gözden geçirilirse bu hâdıseden en en meraklı taraftır. Psikanalizciler bu soruya doğrudan az bahsedildiği görülür. Fakat fal melaklılarınm konuşmalarında bir çok doğruya cevab veremıyorlar; bununla falcıların tutulan niyetlerin tam üstune beraber bu hususta elde ettikleri müşadüşerek muhatablarınm fikir, heyecan hedeler ve bunların ince ve etraflı tetve dileklerini bilmeğe muvaffak olduk kikleri onları daha ziyade «Evet, bu valarından hararet ve sitajnşle bahsedildi kıaların objektif bir realitesi vardır» deği görülür. Acaba bunlar ne dereceye meğe sevketmektedir. Yalnız bunun fikadar hakikaten vaki olmuş bir hâdi zik tecrübeleri gibi ispat edilmek derecesine varıldığı iddıasında değildirler. senin tercümanıdırlar? Mistik vakıaların reel mevcudiyetleriBüiyoruz ki falcılar hemen umumiyetle alelâde ve çok kere manasız kimseler ne inanmak temayülü yeni Avrupa ilmidir. Kimisi bakla veya fincan falı, kimisi nin inkişafındanberi bilhassa ruhiyat İskambil falı açar, kimisi ele veya yazıya ve hayatiyat vadisinde çalışan pek nadir bakar, kimisi de «ilmi nücum» denilen âlimler arasmda revac buldugundan niyıldız falı açar, bir çok hesablar yapar, hayet psikanaliz dahi bu meseleye kendi ve nihayet müşterilerinin geçmişteki yaviyesinden ve kendi metodlarile temas hallerinden ve şimdiki arzu ve niyetle ederek arzettiğim neticeye varmıştır. Bu rinden haber verirler. Gene biliyoruz ki netice ne dereceye kadar köklenecek ve fallarına baktıranlar, falları çıkmasa dahi temelleşecek, bunu ancak zaman göstefalcıdan umumiyetle memnun olarak ay recektir. Fikir müsamahaları zayıf olanrılmaktadırlar. O halde denebilir ki fala lar veya bu temayiilü müspet ilim zihnibaktırmak ihtiyacı falcmm kerametine yeti bakımmdan tehlikeli görenler bu ka İnanmakta olduğu kadar gayrişuura bil araştı^ma meraklarını hoş görmek, itilmiş arzuların tatminini istihdaf et fakat pek ehemmiyet vermemek tavsiyemektedir. Belki de bu arzular falcının sile geçiştirmek isterler; çünkü bunlara kerametine inanmak vasıtasile gayri göre mistik vakıalara inanmak temayüşuurdan şuura çıkmakta ve falcıdan isi lü, tabiiyat ilimlerile uzun seneler uğtilmiş gibi olmaktidırlar. Çünkü falı raşıp yorulduktan sonra ihtiyarlıklannda kafalarınm zayıflaması yüzünden dindar ve inangac olmağa başlamış âhmlerde görülmektedir. Evet, bir çok büyük âlimler bu hale düşmüşlerdir. Fakat bunu umumî bir kanun gibi kabul etmek, ihtiyarlamış ve bu İşlerle uğraşmış her büyük âlimi bunamış olarak düşünmeğe sevkeder; halbuki bunun bir hnkıkat olduğu sabit olmuş değildir. Fazla olarak mistik vakıalann mevcud olduğunun sabit olması müspet İlim zihniyeti için muhakkak surette bir tehlike midir? İlk nazarda böyle gibi görünür, ve bir çok âlimler bundan korkmaktaHâdiseden mahcub olan kadm bir ta dırlar. Halbuki bu korku, müspet ilimraftan kimse farkına varmasın diye eh lerin aleyhine de olabilir; çünkü bu vale balığı mümkün olduğu kadar gizle kıalar filhakika mevcud ise müspet meğe ve adeta ezip yok etmeğe çalı ılimler hakikî sahalarını daha geniş ve şırken. kim bilir kaç yüz lira kıyme daha doğru bir surette tayin etmek imtindeki elbisenin berbad olmasından kânını bulmuş olurlar. Aksi takdirde korkan kocssı yuvarlak gözlüklerinin müspet ilimlerin mukavemetine karşı oardından miyop gözlerini açarak: lan itimadın pek zayıf olduğu anlaşılır. Bırak da balığı çıkarayım.. Bırak Madde âleminde radyo ve telsiz telgraf da balığı çıkarayım. diye elinde çatal. gibi hayret verici intikal hâdiseleri yabayanın gerdanının altına doğru cephe nında ruhî âlemde de bu kabil intikaltaarruzu yaparmış.. Rivayete nazaran lerin buiunması ilmî düşüncenin daralbu hücumda muvaffak olamamış ve bamasına değil, genişlemesine yardım eder. lık fistandan çıkmamış.. Telepati hâdisesile ne oluyor? Bir Allah cümleyi ve hele süse meraklı, kimsede vaki olan ruhî blr fiil diğer bir titiz hanımlarımın böyle felâketlerden kimsede kendine benzer bir fiilin tahakmuhafaza buyursun.. Amin. kukunu davet ediyor. Bu hâdisenin B. FELEK başlaneıcda fîzikî olup sonunda ruhili NALINA İç âlemi tetkik Profesör M. Şekib Tunc Denizlerin serbestisi için I 60 yaşmda bir kadın vagonlar altında parçalandı Yenikapıda, dün sabah bir tren kazası olmuştur. Bakırköyden saat sekizi yedi geçe hareket eden tren; Yenikapı istasyonuna gelirken, Demiryollan telefon memuru Abdülkadirin anası olan 60 yaşında Zehraya çarpmıştır. İstasyon civarında, könür vagonları yanında duran Zehra, trenin geldiğini görünca, acele kenara çekilmeğe çalışmışsa da muvaffak olamamış., raylar üzerine yuvarlanmıştır. Bu sjretle, var hızile gelen 19 numaralı katarın altında kalarak parçalanmıştır. Adliye hekimi Hikmet Tümer; cesedin gömülmesine ruhsat vermiştir. Hâdiseye müddeiumumi Fethi Sezai el koymuştur. Kaza yerinde keşif yapılmıştır. Tahkikat yürütülmektedir. Cezalandırılan soförler Benzin tahdidini ilerl süren şoförlerin büyük bir kısmı müşterilere müşkülât çıkarmakta ve işlerıne gelen yere gitmekte ve işlerine gelmiyen yerlere gitmemekte oldukları hakkındaki şikâyetler üzerine zabıta tahkikata başlamıştır. Bilhassa taşradan gelen yolcular müşkülâta uğramaktadır. Dün, müşterilerin istedikleri yere gitmekten istinkâf eden 2615 ve 2140 numaralı otomobillerin şoförleri AIi Billur ile İsmail Zühtü vaki müracaat üzerine cezalandınlmışlardır. Hindlilerin mukaddes bildiği beyaz öküzlerden biri Delhide Borsa binası önünde doğan çocuklardan biri mutlaka yemesi için ona verilir.çocuklarınm ikiz olduğunu saklamak veya onları kaçırmak cüretini gösterenler ise ölüm cezasına çarptırılırlardı. Ancak gerilik ve cehaletle tavsif edebileceğimiz bu inanclann rraatteessüf bazı tesirleri hâlâ aramızda bile EÖrülmektedir. Kara kedinin rğursuzluğu. çil horoza itibar, büyücüleriıî Lencksiz siyah tavuk aramalarındaki inad ve ısrarları hep ecdadımızdan bize yadlgâr kalma irsî itikadlardandır. Demek beşerivet fikren ne kadar vükselse fitrî bazı zâflarmdan vazgeçemiyor. 1200 otomobil lâstiği geldi Basra yolile Haydarpaşa gümrüğüne 1200 otomobil lâstiği gelmiştir. Daha da 800 lâstiğin geleceği ve bunlardan bir kısmı mühimminin şehrimlze verileceği anlaşılmıştır. Cumbadan düşerek öldü Beşiktasta Valldeçeşmesinde oturan 50 yanında SüVyya, evinin üçüncü kat cumbasını silelien, kazaen a^ağı düşerek ölmüştürA Adliye hekimi Enver Karan, cesedin ıgömülmesine müsaade etmiştir. ^ Sofra felâketleri: Sultan Mahmudun ziyafetleri Yalıda öğle yemeği Peş Melba Balık kaçtı Sofra felâketleri: Sultan Mahmudun ziyafeti Hayatta küçük, büyük felâketler vardır. Büyüklerinden Allah cümlemizi korusun. Küçüklerine felâket demek değmez ama ^ bir kelime oyunu olsun diye böyle söylüyorum. Sofra felâketleri, açlık manasına alınmamalıdır. Sofrada türlü felâketler olur. Size bir kaçını sayıp dökeyim. Meselâ: Rivayet ederler ki Sultan Mahmud bir gün sadık tebaasmın cesaret gradolarını ölçmek için Şeyhülislâm Efendiyi, Rum, Ermeni, Gildani patriklerini ve hahambaşı Efendiyi bir ziyafete davet etmiş. Yemeğin tam orta yerinde bunlardan hiç birinin haberi yokken masanın altında bir kuru sıkı gülle patlatmış. Tabiî sofradakiler korkudan perişan olmuşlar. Şeyhülislâm efendinin kavuğu düşmüş, Rum patriki korkudan altın klâptanh peşkiri ağzına tıkmış, Ermeni patriği sakalını asidenin içine sokmuş.. Yalnız hahambaşı hiç istifini bozmadan otururmuş. Bu hali gören Sultan Mahmud hahambaşıya hitaben: Cesaretinden dolayı memnun oldum hahambaşı. Dile benden ne dilersin? Sağlığmız sultanım! Yok yok! Dile benden!.. Sağbğınız sultanım! Sultan Mahmud gazabla: Dile benden ne dilersin, diyorum! diye, çıkışınca riitbetlu hahambaşı efendi: Bana bir temiz don! cevabmı vermiş. Bilirsiniz ya! Söyledik işte... Yazan: BURHÂN FELEK Yalıda öğle yemeği Sofra felâketinin maruf fıkralarından biri de Emırgânda bir paşa yalısında cereyan eden bir vak'ayı nakleder. Mazul bir memur İş istemek için nazır paşayı yalısında ziyarete gider. Adamı selâmhğa alırlar. Bir müddet nazırı bekler. Canı sıkıhr. masa üzerinde duran büyük yazı takımile oynarken hokkayı devirmiş. Hemen cebinden mendilini çıkarıp yazı takımının tabağındaki mürekkebi temizlemiş. Bir müddet sonra paşa gelmiş Ona haHni arzetmiş. O vakitler Boğaza sık sık vapur işlemediği için paşa. uzaktan gelen bu misafiri öğle yemeğine alıkoymuş. Mevsim yaz. Selâmlıkta denize bakan bir odada sofraya oturmuşlar. Çorbadan sonra gelen iri kemikli düğün etini yemeğe başlamışlar. Eski usul üzere yemek yiven paşa bir kemiği eline alıp iyice yaladıktan sonra pencereden denize atmıs. Buna imrenen misflfir de f ELEK S İ N E M A S I akşamı saat 9 da Yeni sinema mevsimine nefis bir komedi ile baslıyor. 17 eylul ÇARŞAMBA KARIMLA evleıtiyorum Baş rollerde : JOEL MAC CREA NANCY KELLY ROLAND YOUNG CESAR ROMERO bir başka kemik alarak iyice yaladıktan sonra o da kendi tarafındaki pencereden denize fırlatmış. Lâkin yekpare camlı olan o pencere açık değilmiş. Hızla çarpan kemik camı parça parça etmiş. Adam tabiî, pek mahcub olmuş. Aman paşa r hazretleri Gözlerim zayıf. Pencerenin açık olmadığını fark edemedim, diye itizar etmiş Paşa da kızmış ama: Zararı yok! 1 3 etıa nışanlanıyordu. Dışarıda, yukSağlık olsun! diye sek ve güzel bir ılkbahar gecesi cevab vermiş. Ye esiyordu. mek devam ederken Bütün bir körfez ay ışıklan altınadamcağız mahcubiyetin tesirile fena da kenarlarına siyah mor danteller işhalde terlemiş ve cebinden mendilini lenen parlak ve gumuşî bir havuza bençıkarıp yüzünü silmiş. O mendil ile ki ziyordu. biraz evvel hokka takımının mürekkeKüçücük dalgalar yalmın rıhtımma bini temizlemişü. tırmanmak için çabalıyor ve sanki bu Paşa, misafirin suratındaki karalığı nişan gecesinin zemininde sürünen igörünce dayanamamış ve başlamış gül pekli etekleri cipmeğe can atıyorlardı. Orkestra Viyana valslerini çalıyordu. meğe! Refia, arkadaşları ile konuşuyor ve ara Alt tarafını izaha hacet yok! sıra nişanlısına bakıyor, onu tetkik ePeş Melba diyordu Bir aralık nişanlısı geldi, ona kolunu Tanıdıklarımdan uzattı: bir hanımın dekolte Biraz hava alalım Refia. göğsüne bir baloda Nasıl isterseniz. supe edilirken peş Ve, hafifçe nişanlısının koluna girdi. melba denilen donMerdivenin geniş sahanlığında durdudurmalı ve kremli lar. Refianm iri, elâ gözlerinde harişeftalinin üstündeki kulâde şeyler, heyecan ve hayaller ukrema düşmüştü. çuşuyordu. Nişanlısı: Tam da iki göğsünün ortasma.. Kadmda Bak, dedi, sevgilim. Ay ne kadar bir feryad koptu.. büyük. Bir merdiven olsa da çıksak Benim bile içim gıcıklandı.. Düşünün! oraya. Bacaklarımızı uzatsak oradan. Refia, titrer ve sararır gibi oldu. GozUç dört saat süren sıcak ve hareketli bir suvareden sonra vücud kızgın ve lerindeki hayaüerde bir inkisar, bir dayorgun bir halde iken insanın iman ğıhp uçuşma başladı. Nişanlısı: tahtasının üzerine bir avuç dondurma Değil mi, değil mi? dedi amve krem yemesi ne feci bir şeydir. Hatırımda kaldığma göre bir diğer ma da nefis olurdu ha!. Ve, Refianm koluna girerek lekrar hanım hemen hsvluyu sokup kremayı almak İstedi. Fakat ele avuca sığmıyan onu merdivenlerden aşağı sürükledi. Bahçe, bir yarı sükunet içinde idi. krem zaten girdiği yerin hararetile büsbütün yumuşayan (madde) bulaştı. Refia salondan yükselen müziğin aheste aheste, bu parlak ve nihayetsiz basıvışü, sıvaştı ve berbad oldu idi. har gecesinin göklerine doğru uçtuğuBalık kaçtı... nu hisseder gibi oldu. Muhayyilesinde, yüzünü görmediği Bir dostum anlatır: Bir suvarede sanırım Almanyada bir Venedik canlandı. Gözleri yarı kapandı ve aralıklarından denize doğru bir sofra felâketine şahid olmuş.. Kalabalık bir baloda mı, bir lokantada baktı. İçinde kırılmış bir şey vardı. Nişanlısı, şu emsalsiz derecede güzel veya şık otelde mi? Supe olurken: gayet şık giyinmiş bir madam sofradaki ordövr olan ay hakkındaki düşüncelerini ne den bir yağlı salçalı balığı çatalın ucun^ fena anlatmıştı? Aya merdivenle çıkmak ve oradan bacakları uzatmak. takıp sallaya sallaya ağzına atmak üAllahım, şiir ve güzellik namına ne zere şavullaıken tam göğsünün ortafeci şeydi bu? smda balık, canfes esvabm içine dalNişanlısı, bir şeyler konuşuyor. fakat maz mı? Esasen bir balina yavrusu o dinlemek istemiyordu. Bunlar, bir nikadar cesametli olan ba^'anın vaziyeii şan, bir şiir ve aşk gecesinin içinde. büyük balık, küçük balığı yutar me adeta tekerlene tekerlene yuvarlanan bir selini tamamen canlardırır bir şey oi tenekenin çıkardığı sesler kadar kulak duğu İçin bu (balık kaçtı) hazırunun • ırtıcı ve berbad şeylerdi. geniş mikyasta neş'esini mucib olmuş. Gayriihtiyarî kolunu ceker gibi oldu: , Almanya, bu ihtar karşısında ricat ettiği takdirde, Amerikanın kendisi için •hayarî ehemmiyeti haiz telâkki ettiği sulan. tâ Ingiliz kıyılanna kadar göM. Sekıt TUNC türmesini beklemek lâzımdır. Almanlar, muhariblik haklarmı kullanmakta devam ettikleri takdirde ise, Amerika ile Vekâlet emrine alınan Almanya arasmda •ilânı harbsiz» bir memurlar harb başlayacaktır. Zaten bu harbde, o tstanbul Mmtaka Liman reisliğinde eski usul ve adet ortadan kalkmış değil Münakalât Vekâleti tarafından yapılan midir? Bu acayib harbin garibeleıindcn tahkikat genişlemektedir. Yeniden biri de Amerika Almanya harbi olaMıntaka Liman reisliği idare şubesi caktır. müdürü Şevketle diğer bir memur ve liman kontrol memurlarından ikisi Vekâlet emrine alınmıştır. sahibi devam etti: Şimdi düğümü çözüyor gibiyim. Zavallı Hüsnü Bey!. Son günlerini bir idam mahkumu gibi geçirdi. Adeta dakikalanru sayıyordu. Geceleri uyumuyor, buhran içinde geziniyor, dolaşıyor, bir şeyler, bir isim sayıklıyordu. Nasıl bir isimdi o? Zannediyorum; Refia, diyordu. Dün sabah çok acmacak bir halde idi. İhtiyarlamış, yıkılmış gibi idi. Beni çağırdı. Hesabını gördü ve: Bitti. bitti! Diye, diye çıktı gitti. Refia Hüsnünün odasına girince sendeledi ve kapıya yaslandı. Tam karşısında onun bir fotografı vardı Gözleri, sabit nazarlarla kendisine bakıvor ve: Refi, Refi, sevgilim, sen, bunu yapamazsm. inanamıyorum. Beni terkediyorsun ha! Gidiyorsun öyle mi? Gidiyorsun ha! Çıldırırım. Anlıyor musun? Sensiz yaşayamam!. Diyor gibi idi. Refia dayanamadı ve bavıldı, Kendine çeldiği vakit, annesini başucunda buldu: Refia, kızım. neyin var, ne oluyorsun? Çok fena bir rüya görüyordun galiba!. Mütemadiyen onu sayıklıyordun. Peki, a kızım, madem ki onu seviyordun. Niçin açmadın, niçin söylemedin bize? Bunu bize ihsas etseydin, seni istettiği zaman red cevabı vermezdik. Refia, yaşlı şözlerini yeni ağaran ufuklara çevirdi. Aman Allahım. ne kâbuslar. ne kâbuslar geçirmişti! Acaba artık büsbütün kırıldı mı? Geç mi kaldım? Diye düşündü ve rüyasmm bir hakikat olmadığma tekrar inanmak için parmaklarında bir nişan halkası aradı. Hele şükür yoktu. O gün çoktanberi dargm bulunduğu Hüsnüyü aradı, buldu. Gene, bir zamanlar yaptığı gibi başını onun göğsüne koydu: Seni kavbederim, diye, ne kadar korkmuştum Hüsnü! Hüsnü, tatlı ve saadetle dolu olarak şüldü Hayır Refi. hayır! Beni ancak. öldüğüm zaman kaybedeceksin. O vakte kadar seve seve seni beklemeğe karar vermiş tim. ğe müncer olması pekâlâ mümkündür. Telsiz telgrafla bu hâdise arasında muadeletin sabit olması ne büyük bir kazanc olur.! Toplu bir halde yaşıyan hayvanlarda, meselâ arılarla karıncalarda koilektıf irade denilen ma'şerî ıradenin nasıi hükümran olduğunu henüz bilmiyoruz. Burada belki de telepati gibi ruhî intikaller vardır. Arzettiğim haşerattaki ma'şeri iradenin bütün efradda hükümran olmamasmdan istidlâlen canlı varlıklar arasındaki kadim ilk anlaşmalarm hep bu tarzda olmuş bulunması, işaretlerle anlaşnıanın bundan sonra teşekkül etmiş olması muhtemeldir. Hatta bu eski anlaşma usulünün arka plânda kalarak bütün canh varhklarda ve hatta insanlarda hâlâ mevcud olması ihtimali de vardır. Nitekim büyük halk yığınlarım kabartıp taşırtan ma'şeri heyecan ve ihtirasların asıl kaynakları bu arkaik (kadim) anlaşma olabilir. Her halde bütün bu noktalar henüz pek karanlık ve hallolunmamış muammalarla dolu olduğu için meseleden korkmağa lüzum yoktur Freud'ün dediği gibi eğer telepati filhakika mevcud ise, mevcudiyetini ispata mecbur olacak delillerin bulunmasındaki zorluklara rağmen, bir çok <,ahalarda ve geniş mikyasta cari olan bir hâdise olmak lâzımgelir. Hatta bu hali çocuğun ruhî hayatında bile görmek kabildir: Çocuklar ekseriya kendi düşüncelerinin anne ve babalarma ayan olduğu tasavvurundadırlar. Hatta biz büyüklerin Genabıhakkın her şeyi bildiğine inanması dahi çocukluğumuzdaki bu tasavvurun bir muadili olabilir. Elhasıl görülüyor ki mesele hem çok mühim, hem de şu veya bu herhangi makul sebeblerle bir tarafa atılıp merak ile tetkike değmiyecek bir mahiyette olmaktan uzaktır. Psikanaliz sayesinde keşfolunan ruhî gayrişuuri' yanında bir de ruhî intikallerin ilmî bir salâhiyet ve usulle lturcalanması henüz pek karanlık muammalarla dolu olan ruh hayatında daha geniş ufuklar açabilir. Bunun için bugünkü mantık ve tecrübelerimize aykın gelen araştııma tasavvurlarına ve bundan doğan ve pek garib gibi gelen temayüllere karşı eski itiyadlarla ürkmek mukabelesi göstermektense bunların mesaüerini dikkatle takib ederek anlamağa çalışmak, eksiklerini tamamlamak çok daha verimli ve hayırlı olur, yalnız henüz tezşâhta olan mesainin tam neticelerine varmannş verimlerine bakarak bunu mistik âlem hakkında şarlatanca fikirler savurmağa vesile yapmak isteyenler daima bulunacağı için bunlara karşı korunmak lâzımgelir. Bunun da en emin çaresi bu husustaki en büyük saiâhiyetlerin elde ettikleri neticeleri bilmektir. Benim burada yapmak istediğim de budur. Bu neticelere nasıl varıldığım gösteren tafsilâtı vermeğe bu sütunlann müsaadesi olmadığı için yalnız ana fikirlerle palib temayüllere işaret etmekle iktifa olundu Öyle ümid ediyomm ki mistik âlem alâkasının ilk beşiği olan şark kültürü bu yeni araştırmaları lâvık oldnğu ehemmiyet ve ciddiyetle karşılayacaktır. merika, 1917 de, Birinci Dünya Harbine, denizlerin serbestisini müdafaa edeceğim; diye girmişti. O zamanki Amerika Cumhur Reisi Vilson"un meşhur 14 maddelik beyannamesinin bir maddesi «Denizlerin serbestisİM idi. Amerikanıa bu defa da İkinci Dünya Harbine, gene denizlerin serbestisi için gireceği anlaşılıyor. Çünkü Ruzvelt Çörçil beyannamesinin bir maddesi de gene denizlerin serbestisini mukaddes bir prensip olarak ileri sürdüğü gibi, Amerikamn bugünkü Cumhur Reisi de son nutkunda bu scrbestiyi filen müdafaa için, Ameıikan deniz ve hava kuvvetlerine •Vur!» emrini verdiğini ilân etmiştir. Geçen harbde, Vilson'un denizlerin serbestisini temin etmek yolundaki gayretleri önceleri iki cepheli idi. Amerika Cumhur Reisi, bidayette hem İngiltereden, hem Ahnanyadan denizlerin hürrije tine riayet istiyordu; fakat yavaş yavaş Amerikan siyaseti, İngiltere tarafına kaydığı için, Vilson, münhasıran Almanyayı sıkıştırmağa başladı. Bu tazyik, 18 şubat 1915 te Alman Anıirallığının bütün İngiltere sularını harb mıntakası ilân etmesi ve bu sularda görülecek muharib ve bitaraf bütün ticaret gemilerini batırmağa kavar vermesi üzerine başlamıştır. 20 şubatta, Amerika, bir taraftan Ingiliz ablukasını, diğer taraftan Alman denizaltı harbini lıafifleştirmek için tavassut teklü etmiş; fakat bu tavassut muvaffak olamamıştr. 1 mart 1916 da Fransa ile İngiltere, Alman denizaltı harbine mukabele olarak diisman limanlanna bitaraf ticaret vapurlannın gelmesini menetmişlerdir. Bu, filî bir abluka sahası tayin etmeden umumî abluka ilânı demekti. 5 martta Amerika, devletler hukukuna uyımyan bu abluka şeklini, lâf olsun diye protesto etmiştir. 7 mayıs 1915 te Lüzitanya vapurn, bir Alman denizaltısı tarafmdan batınlıp da içindeki Amerikan vatandaşlan boğulunca, Vilson, Almanyayı, azamî şiddetle tazvika başlamıştır. Bu tazyik neiicesinde Alnıanya. 6 haziran 1915 te, düşman bayrağını taşısalar dahi, hiç bir yolcu vapurunu batırmamalannı kendi denizaltılanna emretmiştir. Fakat 19 ağustosta Arabik adındaki İngiliz yolcu vapurn torpillenerek batınldığı için, Amerika tekrar diplomatik taarruza geçmiş ve Almanya. 27 ağustosta Şimal denizinde ticaret gemilerine karşı denizaltı harbinden vazgeçmek mecburiyetinde kalmıstır. 26 şubat 191G da Almanya, ticaret gemilerine önceden ihbar ederek batırmak suretile denizaltı harbine tekrar başlamıştır; 24 martta Fransız bandırah Siiseks yolcu vapuru torpillendiğinden Amerika da tekrar tazyiklerine başlamıştır. Almanya, 25 nisanda gene mutavoat etmek mecburiyetinde kalnıışrır; fakat, Almanlann 1 şubat 1917 den îflbaren şiddetli denizaltı harbine başiamalan üzerine Amerika 3 şubatta Almanya ile diplomatik münasebetlerîni kesmiş ve 2 nisanda da Amerika âyanı Almanyaya harb ilânını kabul etmiştir. ^ Bir nişan gecesi Yazan: Orhan Kahmi Gökçe Ne yapmıştı, ah ne yapmıjtı? 0nun kendısine açtığı ruh âlemi ve ufuklar nerede kalmış, nerelerde yıkılıp gitmişti?. Salona girdikleri zaman, mütecessis bazı gözlerin hafif ve manalı gülüşlerle kendisine ve nişaniısına baktıklarmı gördü ve titredi. Annesi ile bakıştı ve annesi, kızının gözlerinde yıkılmış bir dünya görerek başını eğdi Babası, köşede bir peynir tüccarı ile konuşuyor, hararetü hararetli bir şeyier anlatıyordu. Babası, zavallı Hüsnüyü (kafa adamı ha? Hiç böyle şey olur mu? Ben boylesine kız verecek akılsızlardan değilim!) diyip reddetmişti. Kimseye hıssettirmeden çekildi ve odasma çıktı. Yapamıyacaktı. Hayır, tahammü] edemiyecekti. Hıçkırıklarla sarsılıyor, robunu değiştiriyordu Mantosunu sür'atle sırtına geçirdi ve karanlık sokağa fırIadı. Doğruca Hüsnünün pansiyonuna koştu. Pansiyon sahibi, bu geceyarısı sonrasının gene ve garib ziyaretçisine hayretle baktı. Refia, ağlar gibi bir sesle: Hüsnü nerede, dedi, nerede.'. Odasmda mı? Pansiyon sahibi: Bu sabah gitti, dedi, fakat nereye gittiğini bilmiyoruz Temelli mi gittı? Bütün eşyasmı aldı mı? Zaten iki valizi ile bir sandığı vardı Hüsnü Beyin Bazı kitabları da bııradaydı. Yalnız valizlerini götürdü. «Diğerlerini sonra aldırırım. Aldırmazsam kitablanmı satarsınız. Diğer eşya da sizin olsun» dedi. Pansiyon sahibi biraz düşündü ve misafiri içeriye alırken: Onunla çok mu yakındınız?. Dedi. Bu sualde bir ima gizli gibi idi. Evet, çok. çok yakın. O. babamdan. anamdan. herkesten daha vakındı bana. Fakat anlıyamadım. hata ettim. Merdivenleri çıkıyorlardı Pansiyon KUçük hikâye Yeter, dedi, başka şeyler yok mu konuşacak? Nişanlısı onu, kollarını inciten bir hareketle yakaladı ve dudaklarına sert bir öpüş bıraktı: Başka şeyler mi? dedi, işte, al bakalım. Refia birdenbire sendeledi ve geri çekildi. Müthiş bir hayal sukutu içinde: Yapmayın! dedi, rica ederim. Ve birdenbire onu, o sevdiği mavi gözlü adamı hatırladı. O olsaydı!. Kimbilir neler söyliyecekti?. Neler anlatacaktı ona!. Ruhunun uçmak, heyecanlar içinde gasyolmak ihtiyacı ile kıvrandığı bu dakikada, belki sadece başım başına dayayacak ve o da kendisi gibi denizlere, uzaklara baka baka kimbilir neler fısıldıyacaktı? Keskin bir nedamet sızısı, krir camı yırtan elmas gibi icini ikiye parçaiar gibi oldu ve her şeyi hatırladı: Hüsnü ile ne kadar sevişmijlerdi?. Sinemada ilk buluştuklan günü, şimdi şu dakikada hafızasının içindeki beyaz perdede bütün teferrüatile yaşıyordu. Allahım, diye mırıldandı, dönelim, dönelim. Nişanlısı ona yaklaştı: Ne oldu, dedi. karnm mı ağrıyor yoksa!. Refia. bagırmamak için kendini zorlukla tutabildi. Yüriidüler Hafızası, ruhu ve vicdanile beraber ayağa kalkmıştı. Ne güzel bir gündü o gün!. Yemin etmişlerdi. Birbirlerinden ayrılmıyacaklardı. Sinemanın karanlık holünde. gizli ve temiz bir öpüşme ile. ruhları haleler içinde savrula savrula and içmislerdi Sonra... Daha sonra.. Hüsnüyü, sahanlığm cammda bir put gibi durmuş, gözlerini gözlerine dikmiş olarak gördüğünü zannetti ve durdu. Bir vakitler Hüsnüye darılmış ve ondan kaçarak bir Anadolu kasabasına gitmişti. Fakat bir aksam karaniığında ansızın onu karşısında. işte böyle şimdiki kadar hareketsiz olarak bulmuştu. ı Orhan Rahmi GÖKÇE