4 Haziran 193» CUMHURtYET Asrî hocanın meraklı davası Müref tede bu seneki şarab rekoltesi KAYSERİ tyEKTUBLARI; Dâhi çocuklar Bunların üstadı sayılan Mozart kızkardeşinden piyano dersi almıya başladığı zaman üç yaşındaydı, beş yaşında iken parçalar besteliyordu Yazan: H. BlLGtC Tedricî tekâmül, tabiatin mümeyyiz vasfıdır. Muhitimizi dolduran canlı veya cansız herşey, tabiatin bu ezelî ve ebedî kanununa bağlıdır. Tohumdan başlayıp meyvada karar kılan bu sabırlı, teennili, şaştnaz tekâmül kaidesi nebat hakkmda olduğu kadar bütün tabiat unsurlan hakkmdada caridir. lnsan da ayni kanunun esiridir. Ana karnında başlayıp mezar başında biten ömrün her safhası bu tedricî tekâmülün derecelerini teşkil eder. Bir tek hassa var ki bu kanundan haric kahr gibi görünüyor: Zekâ. Vücudü tedricî tekâmülün ilk kademelerinde iken, dimağında, hayatının son yıllarını yaşıyan en keskin zekâlı insanlar kadar derin bir kudret kaynağı taşıyan çocuklar, bu cihanşümul kaidenin bile istisnalardan kurtulamadığını gösteriyor. Uzak ve yakın tarih bize bu «dâhi çocuklar» dan, birçok nümuneler vermiştir. En eskilerinden biri, Romalı büyük hatib Çiçeron'dur. Mektebe girecek yaşa gelir gelmez, ne yaman bir belâgate sahjb oldugunu göstermiş, arkadaşları arasında derhal sivrilmişti. Onun söz söyleyiş tarzma hayran olan arkadaşları etrafma toplanırlar, saatlerce kendisini dinlerlerdi. Kâh, Çiçeron'u ortasma almış bir talebe kafilesinin sokaklardan geçtiği, kâh, bu ufacık hatibin, sokakta yüksekçe bir yere çıkarak etrafındaki çocuk kalabalığına hitabeler irad ettiği görülürdü. Fenelon on beş yaşında iken va'zederdi. Bossuet, ayni şeyin on iki yaşında iken yapmıştı. Fakat, asıl şayanı hayret olan Mirabau'nun vaziyetidir. Bu büyük Fransız hatibi, o yaşta iken nutuk söylemeye başIamıştır, denir. *** Hitabet iktisabla olur, şairlik dâdı haktır, derler. Bu itibarla, hatib çocukları, daha ziyade kapma bir bilgiyi, fazla kuvvetli hafızaları sayesinde kullanan müstesna yaradılışta mahluklar telâkki ederek «dâhi çocuk» sıfatını şiir ve san'at vadisinde kendini göstermiş olan küçüklere vermek belki daha doğru olur. Gene eski tarihten bir sahife çevirelim. îşte Romalı Ovid. Manzum süz söyleyip yazmaya başladığı zaman pek küçük yaşta olan bu şair, onu bu huyundan vaz geçirmek istiyen babasının kırbac tehdidi karşısında manzum sözlerle yalvarırdı. On yaşında iken şiir yazmaya başlıyan Dante ve Tasse, ayni dehânın canlandığı iki minimini dimağ tasımışlardı. Büyük Fransız şairi Victor Hugo'yu da bu dâhi çocuklar arasında saymak lâzım gelir. Ancak, doğrusunu söylemek icab ederse, çocuk şairlerin o yaşta yazdıkları şiirler, daha ziyade şiirin yolunu aramak kabilinden birer tecrübe mahiyetindedir. Çocuk dehâsının şaheserler verdiği asıl sahayı resimde ve musikide bulabilirız. Resim bahsinde, en güzel nümuneleri bize Italya veriyor. Büyük İtalyan ressamı Giotto, fakir bir çiftçinin çocuğu idi. Ömrü çobanlıkla geçiyordu. Fakat kendisine istikbalde tutacağı yolu, çoban yıldızı değil, alçak gönüllü ilham perisi gösteriyordu. Küçük Giotto, hayvanlarını otlatırken, etrafındaki tabiat manzaralarını, yahud hayalinde sekillenen başka manzaraları, kâh topraklara, kumlara çizer, taşlar üstüne kazır, dimağındaki dehâ enerjisini bb'ylece işler, sarfederdi. Onu keşfeden, ihtiyar üstad Cimabue olmuştu. Giotto'yu, birgün taş üstüne koyun resimleri kazırken görmüş, bu ufacık dimağda yaşıyan dehâyı derhal sezmis, çocuğu yanma almış, yetiştirmiş, dünyaya, kendi şöhretini de gölgede bırakan büyük bir üstad kazandırmıştır. Tarihin en büyük heykeltraşı Michel Ange, on altı yaşında mermer karşısma gertiği zaman, o vakte kadar hiçbir üstadın resimler çizip ölçüler almadan, çamur veya balmumu nümuneler dökmeden el sürmeye cesaret edemedikleri bu sert unsuru, hiçbir hazırlığa lüzum görmeden bir hamur gibi yuauruverdi. O zamana kadar eline bir tek defa bile heyke' fr as bıçağı almamıştı. Musiki sahasında, Mozart, çocuk dâhilerin üstadı sayılır. Kızkardeşinden piyano dersi almaya başladığı zaman üç yaşında idi. Bes yaşında iken parçalar besteliyordu. Babası, minimini harikavı elinden tutmuş, saraydan saraya gezdiriyor, kralların, kraliçelerin hayran nazarları karşısında oğlunun dehâsını teşhir ediyordu. Yedi yaşında Parise gelen Mo muhakeme enteresân Bu seneki istihsalâtın Bursada cereyan eden tamamen satılamıyacağı bir safhaya girdi zânnediliyor Bursa (Hususî) Şehrimizde ve civarda (Asrî Hoca) namile marui Ah med Hilmi isminde birinin, üfürükçü lük, büyücülük, muskacılık yapmak ve ademi iktıdara çare bulmak gibi suçlardan maznun olarak tevkif edildiğini bildirmiştim. Asrî hocanın muhakemesine asliye cezada devam edilmektedir. Son celsede, hocanın marıfetlerini haber alıp takib eden zabıta memurlan dinlenmişlerdir. Müteakıben iddianamede isimleri geçenler birer birer mahkemeye çağırılmışlardır. Bunlardan bir şoför, arkadaşı Mehmedin çocuğundaki «boncuk hastalığını> geçırmek için Asrî Hocaya beraberce gittiklerini anlatmış ve hocanın sigara paketine bir not alıp dört lira istedikten sonra (yarın gelin, ılâclan alm!) dediğini bıldirmiştir. Hoca bu ifadeye cevaben: Yalan efendim! Bu şoförle kavgalıyız. Bir gün otomobili yolda kalmıştı. Ben de hususî otomobilimle geçiyor dum. Çünkü Asrî Hocanın hususî oto mobili de vardır Ona bir şişe benzin verdım. Bunu bana iade etmedi. Şimdi bunun için iftira ediyor! demıştir. Şoför de: îstemedi ki vereyim! cevabmı vermiştir. Bilâhare Karadeniz hanı müsteciri Mustafa Pehlivan çağınlmış; Pehlivan şöyle bir ifade vermiştir: « Bu adam, büyücülük, muskacılık yapıyor, okuyup üflüyor, diye nam almıştır. Komşum olduğu için bili rim, evine giren kadmların haddi hesabı yoktur. Geçen sene hanım da misafir olan Karacabeyin Ev ciler köyünden Hasan Pehlivan oğlu mehmed, bana bir derd yandı. Evlenmiş. Fakat vazifesini yapamamış... Burada bir asrî hoca vardır. Böyle ış lere çare bulur, diye işitmiş.. Beni ona götür! dedi. Aldım götürdüm. Hoca, bahçede idi, meseleyi hallettik. Reis Mustafa Nuri Nasıl hallettiniz bakalım? Ben bu delikanlıya vazifesini yaptırınm! Yalnız on lirasını alırım, dedi. Mehmedde on lıra çıkışmadı. Çıkarıp bu parayı ben verdim. Fakat hocaya: On lirayı veririm amma, Mehmed bu işi yapamazsa, parayı geri alınm! dedim. Hoca da bunu kabul etti. Ona muşambaya sanlı bir muska ile bir k | ;ıdm içine konmuş tütsülük toz ve b'.r de amerıkanbezi verdi. Bu muska bu bezle beline sanlacakmış. Toz da ateşe atılıp koklanacakmış. Ondan sonra bi.znillâhitaalâ bu işi yapar! dedi. Mehmed köyüne gittı. On gün sonra gelince, ilâçlardan hiçbir fayda hasıl olmadığmı, bilâkis karısmdan da aynldığını söyledi. Hocaya giderek vaziyeti anlattm ve on lirayı geri istedim, vermedi. Otuz defa kapı smı aşındırdım belki.. Hâlâ o parayı alamadım. Reis Demek hoca büyücü öyle nv? Evet! Yalnız büvücü olsa bir şey değil. üstelik dolandırıcı da!. Dahası var, efendim. Karacobeyin Karakoca köyü muhtarı Süleymanm kayınbiraderi delirmişti. Onun için de ayni şekilde muhtarla birlikte bu hocaya gittik. Ondan da iki tane beş liralık koparttı. Fakat deli iyı olmadı. Reis Mademki bu defa gidip ondan fayda olmadığmı görmüşsün? Bu ikinci adama da ne diye tavassut ediyorsun? Efendim, bu zatm adı yayılmış, herkes onu istiyor, ondan şıfa umuyor, ben ne yapayım? Reis, (Asrî hocaya) Ne diyorsun? Hoca Yalan efendim. Kendisi köylülerden para alıyor. Benim üstüme atıyor. Bir sene evvel değil, beş sene ev vel bana o delikanlıyı getirmişti.'Fakat. ben böyle bir şey yapamam, dedim. Halbuki o almış on lirayı ondan... Bilâhare levazım kâtibi Ziya çağınldı Ziya dedi ki: Tirilyedeki kızım rahatsızdı. Dok tora tedavi ettirıyordum. Refikam bu asrî hocayı işitmiş! Ona baktırayım! deyip, bir gün hocaya gitmiş, hoca, refi kama: <Sizin bir çocuğunuz var. Hastadır. Onu getirin, ben iyi ederim> demiş. Yalnız on lira istemiştir. Refikam gelip bana bunu anlattı. On lira istedi. Verme dim. Bu hareketine mâni olmak isted m. Bana danldı, el'an aramız açıktır. Fa kat, o, gitmiş, ahbablardan para bula rak Asrî Hocaya 9 lira vermiş. Çocuğu ma gıyabmda okuyup üfletmiş, işte o kadar. Reis Nasıl olur böyle, yalnız bir okuyup üflemeye 10 lira almır mı? Bu ne âlâ iş? İlâç yok, muska yok, tütsü yok.. Desene hoca bal gibi kazanclı bir iş bulmuş... Ziya Kadm bunlar efendim. Böyle şeylere inanıyorlar. Gerçi orası öyle amma, bövle bir üflemeye sizin refikanız nasıl 9 lira veriyor? Hocaya, ne diyeceği sorulunca; ber mutad, (yalan efendim. Hepsi uydurma! Müretteb şevler. Polısin tertibleri) cevabmı vermiştir. Reis Bu adam bir levazım kâtibi! Seni tanımıyor, seninle hiçbir alâkası Mürefte, (Hususî) Mürefte mü hitn bir şarab memleketidir. Türkiyenin umumî şarab rekoltesini yüksek bir yekunla kabartan bu şarab merkezinde ötedenberi şarabcılıkla iştigal edilmekte ve Mürefte şarabcılığı iptidailıkten kurtularak bugünkü fennî ve sıhhî şartlanna uygun olarak Avrupa mayalarile mükemmel evsafta şarab imal edilmektedir. Memleketin yegâne meşgalesi olması münasebetile burada hızla ilerliyen bu bağcılık ve yıldan yıla inkişaf eden bir şarabcılık sanati mevcuddur. Istanbul piyasasına hâkim Mürefteli birçok firmalar İstanbulun ihtiyacma cevab vermekle berab>er bütün Anadolu ve Trakya şehirlerine mühitn mikdarda şarab sevketmektedirler. Bu yıl 3 milyon kiloya baliğ olan şarablarımızdan bir milyon kiloya yakm bir kısmı bugün elde mevcud bulunduğu gibi yeni mahsulün idrak zamanı da yaklaşmak üzere bulunuyor. Binaenaleyh bu bir milyon kilo şarabın beş ay zarfmda sarfedilmesi icab etmektedir. Çünkü mevcud kaplar boşalmadıkça yerine yenilerinin konmasına imkân yoktur. Bu sene Mürefte en yukanda izah ettiğim şekilde elde edilen şarabları toptan 13, 14, 15 kuruş hatta 12 kuruş arasında satılmaktadır. Rekoltemizde geçen seneden biraz fazla görüldüğünden maliyet fiatı üzerinden satmak mecburiyetinde kaldığımız şarablanmıza biz bu şerait dairesinde dahi müşteri bulamıyoruz. istanbulun Kabataş, ambarları hususî amillerin şarablarile doludur. 13 kuruşun 6 sı Inhisar resmi olduğuna göre nakliye ve sair masraflar da dahil olmak üzere şarabcı malını 6 7 kuruşa satıyor demektir. Bir Istanbul gazetesinin «şarab sarfiyatı arttı» başlıklı yazısında bazı mıntakalarda şarab kâfi gelmiyor denmektedir. Eğer hakikaten böyle bizim bilmediğjmiz mıntakalar varsa bu mıntakaların bize lutfen bildirilmesini istiyoruz. Ayni zamanda şarab sarfiyatı çok arttığmdan istihsalât bu rağbet karşısında az gelmektedir, deniliyor. Evet, memleketimizde şarab sarfiyatı yıldan yıla artmakta olduğu görülmek tedır. Fakat istihsalâtımız kâfi gelmedığı hakkındaki hükümler verilebilmesi için memleket şarab vaziyetini yakından bilmesi icab eder. Bir şarab ihracat merkezi olan Müreftede istıhsalât darlığı mevcud olmadığmı şarab ihtiyacı içinde kıvranan mmtakalara bu ihtiyaclarını buradan te mın edebileceklerini ılân edebıliriz. » îki yüz köye eğitmen yetiştirecek bir kurs Kayserinin Pazarviran nahiyesinde açılan eğitmen kursu fâydalı bir şekilde çalışıyor 0F Sağda: kurs binası, solda: talebeler tarlada bilfiil çalışıyorlar, altta: açık havada ders takib ediliyor 4 pılmış, bir tarafta da hamam, banyo, fınn ve dört aded de öğretmen evi yapılıyor. Yapılan binaları gezerken dıkkat ettim, yirmi, otuzluk gene ve tunc yüzlü deli kanlılar ustalık, irgadlık ederek harıl hanl çalışıyorlar. Bunlar hep eğıtmendir. Kendilerini içinde barındıracak yapılan kendıleri meydana getiriyorlar. İşte sık sık görünen yapıların yerden fışkırırcasına az zamanda meydana gelmesinin sebebi budur. Kursun ortayerinde kübik, beton bir çeşme yapmışlar, bınaların arasından geçen muntazam hatlı yollan kendileri açıp kendileri tesviye etmişlerdir. Burada bizzat çalışıp öğrenen eğitmen, kendi köyünde, köyünün yavrularına bunları ne kadar güzel öğretecektir?. Burada eğitmenlerin alın terile, bilek kuvvetlerine öğretmenlerin ve büyüklerinin tecrübe ve bilgileri de katılarak maydana gelen kuv\etli harcla köye aid ilk tedrisatın belkemiği kurulup yapılıyor!. Temel çok kuvvetlidir. Pazarviran kursunda, dört vılâyetten toplanmış (200) gene ve askerlikte ça vuşluk, onbaşlık etmiş pişkin ve olgun eğitmen vardır. Kıymetli bir müdürün başkanlığmda 16 kültür öğretmeni, iki tarım, bir ekim şefi, bir grup şefi bir tanm şefi bu 200 gencin yetişmesi için geceli gündÜ7İü çalışıyor. İş muntazam taksım edilmiş, güzel bir porgram hazırlanmıs tatbık edilmektedir. Aİ Cumartesi günü tam saat on üçte çalınan büyük bir kampana ile bütün faalıyet tatil edıldi. Ve bütün lalebe öğretmenlerile beraber meklebin geniş avlusunda saffı harb nizamında toplanarak bir ke manın rehberhğile İstiklâl marşmı söyli yerek bayrak merasımi yaptı. Aslan yaoılı 200 gencin içten gelen bir ıman'a ufuklara karşı İstiklâl marşını haykırışları tüylerimi ürpertti. Bu iki yüz gene, yarın 200 köyün mukadderatını elıne alacak, 200 köyün yükseliş meka nizmasını buradan aldığı enerjıle idare edecek genclerdir, ve kültür ordusunun cüzütam kumandanlarıdır. Bir ekimülâtörün çalıştırdığı radyoda Ankarayı dınlıyerek geniş bir salonda, gıcır gıcır muşambalı masalar üstünde, tertemiz kaplar içinde 200 gene, öğret menlerile beraber kabarmış iştihalarla yemek yiyoruz. Düşündüm, on beş, yirmi yıl sonra her eğitmen bulunduğu ve vazife aldığı köy muhitinde muhakkak ki şöyle bir hayat yaratacak, şu tabiî ve güzel konforu aşılayacakhr. Kayserinin koltuğundaki şu Pazarviran nahiyesinde bir kültür ve eğitmen kolonisi kurulmuş, dört vilâyetin köy kalkmmasının çarkları burada bileniyor ve burada çarklanıp etrafa dağıtılıyor. Eğitmen kursları muvaffak olmuş kıymetli eserlerdir. Onu yaratan ve idare edenlere köylümüz namına teşekkür etmek öyle zannediyorum ki vazifelerimizin en mühimmi ve en kıymetlisidir. Mozart zart, Fransa sarayile beraber bütün Fransızları dehâsına hayran bırakmakta gecikmedi. Buna rağmen, Mozart, musiki haric, yaşının bütün icabatile çocuktu. Piyanoda, en sevdiği, en muvaffak olduğu bir parçayı çalarken odaya bir kedi girecek olsa, küçük dâhi derhal iskemlesinden fırlar, kedi ile altalta, üstüste oynamaya başlardı. Bazan da, çaldığı bir eseri yarıda bırakır, babasının bastonunu bacakları arasına sıkıştırıp, odanın içinde at koştururdu. Dâhi çocuklar, san'at sahasında olduğu kadar ilim ve fen sahasına da isimler bırakmışlardır. Bilhassa riyaziyede, kâinatın parmağını ağzında bıraktıran küçük dâhiler yetişmiştir. Fakat, şu nokta çok şayanı dikkattir ki, bu küçük dehâlar hiçbir zaman büyük dehâlar kadar müspet eserlerle kendilerini gösterememişlerdir. Meselâ, riyaziye sahasında harikulâde hâfıza kabiliyeti göstcren nice çocuklar, basit bir hesab ameliyesi karşısında donar kalırlar. Jaques Inaudi, bir hesab makinesi sadakatile zihninde yığmlarla rakamı sıraladığı ve ezbere en uzun ameliyeleri yaptığı halde, pek sade bir hesab meselesini halletmek icab edince âciz kahrdı. Gene bu ufak dâhilerden pak coğu, daha yirmi yaşına gelmeden, hazin bir dimağ akameti icinde sönüp gitmislerdir. Weber, Rafael, Mozart, kırk yaşma varmadan hayata gözlerini yuman dehâlardır. Tedricî tekâmül kanununu hiçe sayan zekâ, bu meydan okuyuşun cezasmı, müspet eser vermekten âciz, beyhude, kısır bir dehâ yaratmakla çekiyor. Bilhassa edebiyat ve güzel san'atların hikmeti vücudü, hayatı ifade etmelerindedır. Bir çocuğun, hayat hakkındaki bilgisi ise hiçtir. Hayat hakkında birseyler söyliyebilmek, onu olduğu gibi ifade edebilmek için tecrübe lâzımdır, müsahede lâzımdır, acı cekmek, kalb ve fikir üzerinde işlemek lâzımdır. Sovyetlerin cevabı [Baştaratı 1 inci sahifede] serdedilmemekte, yalnız bu tekliflerde bazı tadilât yapılması taleb edilmektedir. Sovyet hükumeti, prensip itibari le üç taraflı bir itilâf akdini kabul etmekte, fakat Ingiliz Fransız garantisinin Baltık devletlerine de teşmilini ve bu garantinin otomatik olmasmı istemektedir. Gelecek haftanın başında, Sovyet cevabı hakkmda Fransa ile îngiltere arasında noktai nazar teatisine başlanacaktır. H. BtLGtÇ Paris sefirimiz, Bone ile görüştü Paris 3 (a.a.) Bone, Türkiye Büyük Elcisini kabul etmiştir. İstiklâl madalyası alan kahraman alay Şiikrü Saracoğlunun yapacağı seyahat Londra 3 (a.a.) Gazetelere göre, Türkiye Hariciye Vekili Şükrü Saracoğlu, Gafenko'nun yapacağı Ankara ziyaretinden sonra, haziran ortalarında, Moskovaya giderek Potemkin'in ziyaretinı iade edecektir. Siyasî mahfiller, bu münasebetle Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında siyasî görüşmelere devam edileceğini zannetmektedirler. Daily Telegraph gazetesine Ankaradan bildirildiğine göre, Saracoğlu ve Potemkin, banş cephesi paktları sisteminden tevellüd edebilecek müşterek tedbirleri müzakere edeceklerdir. Kayseri (Hususî) 105 kilometre lik Kayseri Pınarbaşı şosesinin 87 nci kilometresinde Pınarbaşına bağlı bir nalıiye merkezi vardır ki geçen seneye kadar adı (Pazarviran) idi. Fakat bu yıl halk, kendiliğinden bu adı değıştirerek köye: Kurs!. Demeğe başlamıştır. Dört vilâyete eğitmen yetiştirecek eğitmen kursunun burada açılıp faaliyete balşaması bu isim tebdıline sebeb olmuştur. (Pazarviran eğitmen kursu) Kayseriden Uzunyaylaya kadar uzanan geniş sahada ve yüzlerce kilometrehk bir mintakada kendini o kadar muhite bağlamış ve halk tarafından da o derece benimsenmiştir ki koca bir nahiye merkezinin asırlardır söylenip gelen adını bile birkaç ay içinde söküp atmış ve yerine kendi damgasını vurmuştur: Eğitmen kursu!.. Kayseriden müşterisini alıp Pınarbaşına, Pmarbaşından kalkıp Kayseriye gelen giden otomobil ve otobüslerde şu muhavereye sık sık raslanır: Şoför!. Eğitmen kursunda birkaç dakika duralım!, Oğle ajansını Kursta dinledik!. Kurs, bizım köylülere ıki pulluk verdi!.. İşte söylene söylene kulakları doldu rup insanın merakını şahlandıran ( P a zarviran) nahiye merkezinde ve (Eğıt men Kursu) ndayım. Daha iki yıl önce görüp onun için bu sütunlarda bir de yazı yazdığım o eski Pazarvıranla bugdn gördüğüm (Kurs) arasındaki fark msana hayret verir. Kursun bir yıl içinde burada meydana getırdıği eserler, köyün veçhesıni birden şehre tahvil eylemiştir. Vaktıle geniş bir çayırlık olan şu yerin üstünde şimdı oturaklı ve ağırbaşlı bembeyaz binalar yapılmış, eskıden harman'ık olan şu mahalde şımdı orman halıne gelecek derecede sık fidanlık ve ağachklar meydana getirilmiş, beride içi işlenip etrafı hendeselenmiş tarlalar, ötede hatları muayyen geniş caddeler açılmış; Pazarviran nahiyesi yirmi kilometre ilerisinde bağlı bulunduğu Pınarbaşı kazasma şımdıden meydan okumağa başlamıştır. Bunların hepsi, evet hepsini bızzat kurs ve kursta çalışan 200 gene eğitmen ellerile, alın terlerile yaratıp meydana getirmişlerdir. Otomobilimız tarlalar arasından geçerken, dıkkat ettim, sağda, solda küme küme insanlar, üç ayaklı sehpaya meyilli oturtulmuş siyah tahtalar önünde toplanarak açık havada ayrı ayrı ders görüyorlar. Yalnız ziraate müteallik değil, eğitmen lerin okudukları olgun programlı bütün dersler işte böyle açık havada okunuluyor. Bir öğretmen Anadolunun coğrafî durumu hakkında tahtaya harita çizerek ders veriyor. Burada ilkönce mevcud olan mekteb binasının etrafına birer katlı, geniş pen cereli, üstü kiremidli kurs müdürlük binası, eğitmen yatakhaneleri, mutfak, yemekhane, asrî ve fennî ahırlar, kümesler ya Sahir Uzel C Atatiirk köprüsüniin orta dubaları yerlerine konuluyor J Adapazarı (Hususî) Adapazannda bulunmakta olan 46 ncı alaya sancak verlidiğ'ni bildirmiştim. Sancak verilirken, Türkiyede ilk defa olarak alay sancağına İstiklâl madalyası talik edılmiştir. Büyük Millet Meclisi, 46 ncı alayın İstiklâl Harbinde gösterdiğı kahramanlığa mükâfat olarak İstiklâl madalyası verilmesini kararlaştırmış ve bu karar bu suretle yerine getirilmiştir. Gönderdiğim resim. Orgeneral Fah reddm Altayı alay sancağına İstiklâl madalyasını talik ederken göstermektedir. İtalyan Kralı, Arnavndluk heyetini kabul etti Roma 3 (a.a.) Resmî bir tebliğle bildırildiğme göre, Kral, bugün Başvekil Verlaci'nin riyasetinde bir Arnavudluk heyetini kabul etmiş ve heyete Arna vudluk ana yasasını tevdi eylemiştir. yok. Haydi ötekilerle aranda bir şeyler geçmiş dıyelim. Bunun söyledikleri de mi yalan?.. Atatiirk köprüsü dubalanndan biri Hoca buna cevab vermedi. Bilâhare, Belediye îstanbul Liman reisliğine bir tezkere göndererek birkaç güne şoför Mehmedle, Hasan Pehlivan oğlu kadar Atatürk köprüsünün üç orta dubasının da yerine konulacağmı büMehmedin ve muhtar Süleymanm celbi dirmiş, yapılacak tecrübelerde motör, kayık vesaire gibi merakibi bahriyenin buralardan geçerken müteyakkız bulunmalarını istemiştir. için muhakeme talik edildL