9 Mayıs 1939 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 8

9 Mayıs 1939 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CU1VÎHURİYET 9 Mavıs 1939 Çukurovada sıcaklarla tnfilâk eden maddeleri beraber göç de başladı nasıl naklediyorlar ? Halkın, senenîn altı ayını şehirde, altı ayını da Ölüm, bilhassa nitro gliserin yüklü kamyonlarda, yaylâlarda geçirmesi birçok mahzurlar doğuruyor içindekilerle birlikte yola çıkmıştır Cehennem arabaları ADANA MEKTUBLARl: Japon kılıcları İki yüzlii ve ustura kadar keskin olan bu silâhlar, Avrupalıların keşfetmeğe muvaffak olamadıkları bir usulle yapılmaktadır Japonyada, mabedlerin en esrarengizi olan Şinto mabedinde bir mihrab ve bu mihrabın üstünde bir ayna ile bir kılıc vardır. Ayna, kocasının gölgesinden ibaret telâkki edilen kadmm sembolüdür. Kılıc erkek timsalidir ve Samura'yı temsil eder. İki b:n seneyi mütecaviz bir zamandanberi Japon asilzadesi, bu kılıc an'anesine bağlı kalmıştır. Bugün yirminci asnn bütün terakkilerini benimsemiş, oan Japon erkeğinin evinde, mutlaka ecdad yadigân böyle bir kılıc ve üzerinde kendi markası işlenmiş, beyaz bir kimono vardır. Japon kılıclannın kendileri nasıl mukaddes ve efsanevî bir mana ve mahiyet aşırsa, yapılışları da öylece efsanevidir. Herkesin son derece hürmet ettiği, Toisi denilen birkaç silâh ustasmdan başka hiç kimse bu kılıclann yapılışmdaki sırra vâkıf değildır. İki yüzlü ve ustura kadar keskin olan Japon kılıcları, şimdiye kadar Avrupalıların keşfetmeğe muvaffak olamadıklan Japon san'atkân, kılıc bir usulle birbirine yapıştırılmış iki çelik çeliğini hazırlıyor parçasından müteşekkildir. Kılıcm çeliği, ilk suyu verildikten sonra, kokular dört duvar arasma hapsetmiş olurdu. Bu ve nebat usarelerile karışık bir kül ta hükmün hilâfına hareket, ya ölümle, ya bakasile örtülür. Sonra tekrar narıbeyza memleketten sürülmekle neticelenirdi. Avrupanm rönesans devrine tesadüf ehalinde kızdınlır, ikinci defa su verilir. Bu defaki suya, Samuray, kendi kamn den tarihlerde, Japon kılıcları altın kakmalarla ve resimlerle süslenmeğe başdan bir iki damla akıtmıştır. Kılıc sahibine, merasimle verilir. Ar lamıştır. Fakat, kılıcm kendisi ne kadar tık o andan itibaren, bu kılıcı büyük bir kıymetli ise, kmı o nispette âdi olurdu. itina ile muhafaza etmek, Samuray'ın Bunda da sembolik bir mana vardı. Bu borcudur. O mukaddes silâhı çaldırmak, gibi kılıclar, sahibinın, ruhunu kabil olyahud da düşmana kaptırmak öyle bir duğu kadar yükseltip, cismine değer verşerefsizliktir ki, ancak Harakiri ile te miyen tam bir muharib olduğunu gösteriyordu. mizlenebilir. Samuray kılıclannın bir hususiyeti de, Japon an'anelerinden olan ve Taneşiharbde olsun, hususî mübarezelerde olgiri denilen bir âdet vardır k\ 1868 senesine kadar hükmü cari idi. Kılıc teslim; sun, amber kokusuna bulanmalarıdır. merasiminin cereyan ettiği günün akşa Aynı koku Japon miğferlerinde de varmı, kılıca sahib olan muharib ıssız bir dır. Bunun sebebi, Samuray'ın, kestiği yerde pusu kurar, ilk tesadüf ettiği yol düşman kafasını miğferine koyup, sepetcunun kafasım bir vuruşta uçurmak su te götürür gibi evine taşımasıdır. Amber retile kılıcın keskinliğini tecrübe ederdi. kokusu, kılıcdaki ve miğferdeki kan kckusunu giderdiği için, Japonlar silâhlaKılıcına itina etmiyen Samuray, onun rına bu kokudan sürerlerdi. en ufak bir pas lekesile kırlenmesine Samuray'lann son ahfadmdan olan meydan verdiği takdirde kendi kendini, Port Arthur kahramanı General Nogi, heimon denilen cezaya çarpardı. Bu ceza, evinin kapısı önüne iki tane bambu on yaşında bir çocukken, mürebbisinin, ağacı dikmek ve beş ay evden dışarı çık kendisini gece karanlığmda siyasetgâha mamak, dünya kelâmı etmemek şeklmde yolladığmı ve korkaklığım gidermek itatbik olunurdu. Kendi hakkında böyle çin, oradan idam edilmiş adamların kabir ceza ısdar eden Japon, yalnız kendi falannı alıp getirmeğe mecbur ettiğini sini değil, bütün ev halkmı da birlikte hâtıratmda anlatır. Toroslardaki yaylâlardan biri Adana (Hususî) Artık Çukurova nm meşhur yazı gelmiş çatmış sayılabilir. Filhakika mayıs başmdanberi her tarafta yayla ve bağlara göç tedarikine başlanmıştır. Bir kısım aıleler daha şimdiden, şehrimizin şimal ve şarkını kuşatan bağlara taşınmıştır. Her gün birkaç ailenin şehri bırakıp bağlara çıkmala rına şahid olmaktayız. Sıcaklar biraz daha fazlalaşınca göç harketinin bilhassa Toroslara teveccüh edeceği de tabiidir. Çünkü bu takdirde bağlar, tahammülü güç sıcaklar karşısında serinleme ihtiyacma kâfi gelmez. Bu münasebetle, Çukurovanın, Adana, Mersin, Tarsus ve Ceyhan gibi ehemmiyetli merkezlerinde oturan halkımızın köklü bir itiyad halinı alan yayla ve kışlak an'anesine te mas etmek faydasız olmıyacaktır. Filhakika. ötedenberi sürüp gelen bu itiyad. ciddî bir zaruretin ifadesi midir, yoksa biraz da görenek saikasıle yapılan bir hareket midir? Bu nokta hakkında kat'î bir fikir beyan edilememekle be raber, muhakkak olan bir şey varsa, o da, Çukurovada kökleşen bu yaylak ve kışlak âdetinin iktısadî ve içtimaî ha yat bakımmdan çok mahzurlu oluşudur. Vâkıa, Çukurova şehir ve kasabaları halkı, yazın gölgede bazan kırk dereceyi aşan sıcaklardan sıkmtı çekerler. Bil hassa çok küçük yaştaki çocuklar bu yaman sıcaklar karşısında ekseriya çıban dökme ve isilik çıkarma gibi cild ârazmdan kurtulamazlar, vücudce inkişaflan güçleşir, hele bünyece esasen zayıf olanlan bu ezici sıcaklarda büsbütün b tab kalırlar.. Binaenaleyh böyle, gö rünür kazalar (?!) dan kurtulmak için yazın, çocuklu ailelerin bağa, yaylaya çıkarılmalan lâzım gelir, tarzında, zâhiren çok mukni sebebler ileri sürülebi lir. Fakat hakikatte bu sebebler tama men yerinde değildir. Çünkü küçük çocukları olduğu halde bütün yazı şehir ve kasabalarda geçirip de sıhhî vaziyetîeri bozulmıyan birçok aileler vardır. Çukurovada doğup büyüyen her insan, mutlaka yazm yaylalara çıkmış aile çocukları değild'.rler. Hele, zamanımızda, biraz hali vakti yerinde olanlar için ki zaten bağ ve yayla göçlerini itiyad edinenler de bunlardır yazın çeşidli medenî vasıtalardan istifade etmek suretile, şikâyete mevzu ve sebeb gösterilen, yaz sıcaklannı önlemek pekâlâ mümkündür. Malî kudreti müsaid olmıyanlar ki bunlar bütün yaz şehirlerde kalmağa mecbur bulunanlardır bu tarzda vesaitten de istifade edemedikleri halde, gül gibi yaşadıklarını gözönüne getirirsek, bu yayla göçleri itiyadının kat'î bir zaruretten doğma olmadığmı teslim etmekte zoruk çekmeyiz. Maamafih biliyoruz ki, herkes yorganına göre ayağmı uzatır. Hali vakti yerinde olanların huzur ve zevkleri için döndüremez! Gideceğim Ferid Bey; muhakkak gideceğim! Tahammülüm kalmadı artık bu azabı çekmeğe!.. Galiba ağlıyor... Çünkü, içeriden gelen küçük, ince hıçkırık sesleri işitiyoruz. Annem sizi deli gibi seviyor Ferid Bey; ona acıyın, ona müşfik davranmaya, iyi olmaya çalışm! Sevgisine, aşkına hürmet edin zavallınm! Böyle bir aşka hürmeL etmek, içinde bir parça merhamet hissi taşıyan insan için bir vazifedir. Hafif hafif öksürüyor. Bana gelince; beni hiç düşünmeyin artık! Size söyledim: Ben, gidiyorum, bir daha gelmemek, geri dönmemek üzere gidıyorum. Yalnız, şimdi, gözleri yaşlar, kalbi sönmiyen ateşlerle dolu olarak yanınızdan ayrılan bu genc bedbaht kız, iyi bilin ki, ıssız karlı dağaîrın eteklerinde geçen karanlık kış gecelerini hiç unutmıyacaktır. Bu karanlik kış gecelerini, ömrümün son dakikasma kadar, gözlerım kapanmcıya kadar sevecek ve Jıat'.ramda yaşatmaya çalışacağım! Allaha ısmarladık Ferid Bey! masraf ve külfete katlanmalarına ka nşmak bize düşmez ve böyle bir hareket manasız da olur. Lâkin bizim asıl do kunmak istediğimiz nokta, bu, an'ane halinde yaşatılan yaz göçlerile kış dö nüşlerinin umumî hayat üzerinde yap makta olduğu derin tesirdir. Filhakika her yıl iki kere yapılan bu göçler ve dönüşler, bir kere, iktısadî bakımdan her aile bütçesine ciddî bir yük olmaktadır. Sonra, bu her yıl tekerrür eden göçlere, ruhlarda temekkün ve is tikrar duygusunu baltalamakta, adeta göçebe bir aşiret hayatı çeşnisini yaşatmaktadır. Daha sonra da, mühim bir kısım halkınm, yılda altı ay dağlarda, bağlarda dolaşıp, diğer altı ayı şehir ve kasabalarda, şöylece iğreti bir şekilde geçirmesi, müstakar ve medenî bir millet vasfınm icab ettirdiği faaliyet ve hareketlere engel olmaktadır. Hele, ailelerini yaylalara çıkaran iş adamı, aile reislerinin hemen her pa zar, bir akşam için şehirden dağlara taşınmağa mecbur kalışlan, bu mevzuun en karakteristik safhasını teşkil etmektedir. Bütün bu şöylece işaret ettiğimiz noktalar yüzündendir ki, Çukurovada içti maî, küîtürel ve hulâsa medenî faaliyet, senenin altı ayında cidden mafluç bir hal alıyor. Şimdi, bu itiyad mı, görenek mi, zaruret mi; ne dersek diyelim, yaylak ve kışlak göçlerine makul bir veçhe vermek için ne yapmalı? diyeceksiniz. Biz de bu mukadder sual karşısında kalacağımızı bilerek, vâkıayı izaha kalkıştık. Ne mi yapmalı? Her halde, yaylaya çıkmayı yasak etmeli demiyeceğimizi tahmin edersiniz. Bizce yapılacak iş, şu esaslarda toplanabüir: Şehir ve kasabalarımızda, yaz sıcaklarınm üzücü ve ezici tazyikini hafifletici belediye hizmetlerinin çerçevesini ge nişletmeli. Cadde ve sokakların temız lik ve sık sık sulanması, umumî bahçe lerin, mesire yerlerinin ihtiyac nisbe tinde artırılması, vantilâtör ve 9oğuk hava dolablarmın elektrik, ücretlerinin indirilmesi gibi umumî hizmetler bu meyanda zikredilebilir. Yaylak ve kışlak göçlerinin mahzur ları hakkında devamlı ve kuvvetli propagandalar yapılmak suretile, kendile rini bu cereyana kaptıranları tenvir etmek de faydasız olmaz kanaatindeyiz. Hulâsa. geniş bir salgın halinde devam eden bu bid'ati; bir taraftan, yayla arzusunu unutturacak medenî vasıtalan ço ğaltmak ve kolaylaştırmak suretile, diğer taraftan da bu mevzuda propagandayı ihmal etmemek yolile bertaraf etmek mümkün olabilir sanırız. Çünkü bu mevzu. bugün hakikaten üzerinde durulacak esaslı ve ehemmiyetli bir mevzu olmuştur artık... Nitro gliserin yüklü bir kamyon, gece sefer halinde Otomobil kelimesile beraber kaza kelimesi de hatıra gelir. Her zaman, her yerde gerek içerisindekilerin, gerek dışarısındakilerin yaralanmalannı ve ölmelerin: mucib olan otomobil kazalarından en dehşetlileri, infilâk edici mad deler getirip götüren otomobillerin seyrüseferinde vukua gelen kazalardır ve bu kazalara en çok Amerikanın petrol mıntakalannda raslanılmaktadır. Oto mobil. kamyon. kamyonet, motörlü na kıl vasıtaları, bilhassa nitro gliserinle yüklü olarak seyrüseferde gayetle yavaş gıttikleri halde, gene azamî tehlikeye maruzdurlar. Meselâ üç ton ağırlı ğındaki bir araba, «katil infilâk edici madde» denilen ve ayni zamanda kısaca «soup» denilen n:tro gliserin yüklü olarak hareket halinde iken, içerisinde kiler en ufak bir sadmeye uğramak endi=esile ürpertiler geçirirler. yol üstünde ve civarındakiler de. bu arabalar görününce her ıhtımale karşı bucak bucak kaçışırlar. Bu arabalar, buradaki itfaiye otomobilleri gıbi kırmızı renktedir. Üzerlerinde iştial ediciliğe işaret olan yazılar bulunmakla beraber, renklerınden de tanınır. Geceleri ise, iri fenerlerinin saçtığı kuvvetli ışıkla seçilen bu hu sustaki yazıdan başka, üst kısımda elektrıkle ayrıca bir yazı da göze çarpar. Bu nakil vasıtalarının tekerlekleri, elâstikivetı fazla ve mutaddan ziyade yumuşak bir yapılışla diğer nakil vasıtalan nm tekerleklerinden farklıdır; üstelik, lâstik, diğer kısımlarda da etraflıca yer tutar. Lâkin, bütün bu tertibata rağ men, bu nakil vasıtalarına binmek zo runda olanlar, ölümü göze almışlardır. Her saniye feci bir akıbetle karşılaşmak muhtemeldir. çarçabuk zengin olarak, bu tehlikeli işin içinden sağlıkla, selâmetle sıynlmak tır. îçindekileri korkudan kıvrandıran, hareket halinde iken kendilerine adeta nefes aldırmıyan bu nakil vasıtalanndan bahsedilirken, <ölüm, bu cehennem arabalarında içindekilerle beraber yola çıkmıştır» denılir. Hele petrol mmta kaları civarında bulunanlann gayetle iyi belledikleri bu motörlü kızıl arabalann görünmesi, onlan paniğe uğratır. Yol üstünde ufacık bir taş parçası, küçücük bir çukur, arabayı havaya uçurmağa yeter. Bir Alman gazetesinin muhabiri olan Kurt Severin, oralarda gördüklerıni anlatırken «geldiğimden bir gün evvel, orada böyle bir araba infilâk etmişti. Gittim, gördüm. İnfılâkın şiddetinden yakın ormandaki ağaclar sökülmüş, devnlmişti. Kaza yerinden yüzlerce metre uzakta nakil vasıtasının madenî parçalarından bir kısmı, iğri büğrü halde bulunuyordu. Lâkin, otomobili süren adamdan ortada eser yoktu» dıyor. Ka za yerinde açılan çukurun derinliği ve genişliği de, daima infilâkın şiddetile mütenasibdir ve geçen macerayı gözönüne getirmeğe kâfidir. Yüklemede, iştial edici mayiin kap lara doldurulması, son derecede dikkatle yapılır. Yere dökülen b.r damlanın, ölüme sebeb olması kabildir. Boşaltıp dolduran eller, eldivenlidir. Kaplar, yere konmadan itina ile silinir, kurutulur. Her hareket, ölüm korkusunun ağırlaş tırdığı bir hava ile muhat olarak, tek rarlanır. Bu mayie mukabil, nitro jelâtin, daha az tehlikelidir. Fakat, ne türlü olursa olsun, infilâk edici .iştial edici her türlü madde nakliyatı, hele motörlü Bu nakil vasıtalanna binenler, daha nakil vasıtalarile olunca nakledenlerin yola çıkmadan bariz surette heyecana canlarını tehlikeye atmak fedakârlığım kapılırlar. Tevekkülle, soğukkanlılıkla ister. harekete hazır vaziyete geçmeleri, sakin davranmalan se'yrek görülmüştür. Şo Romadaki Belçika förün. yol ortasında korkudan otomo Akademisi açıldı bili durdurması ve daha ileriye sürmekten imtna etmesi, çok görülmüştür. Roma 8 (a.a.) Belçika akademisi, Bir kaza vukua geleceği fikri, şoföre bu sabah Prens de Piemont, İtalya Mao derecede hâkimdir ki, bu tesir altmda arif Nazırı Bottai, Belçika Maarif Na hareketten kaldığı çok defa vakidir. Bu zırı Carton de Wiart, Belçika büyük el gibi nakil vasıtalarmda çalışanlar, he çisi ve Roma valisi hazır olduğu ha'de yecanlı seyrüsefer fasılalarında, domino mutantan merasimle küşad edilmiştir. oynamak temayül ve ıtiyadını gösterirBelçika Maarif Nazırile İtalyan Maler. Tehlike nisbetinde bol para alırlarsa arif Nazırı Belçika akademisi reisi, birer da, hiçbir zaman dominoya kumar havasını vermez, oyuna para koymazlar. A nutuk irad ederek iki memleket arasında şağı yukarı hemen hepsinin gayesi. mevcud olup bu akademinin ihdası sayemümkün olduğu kadar kısa bir zaman sinde kuvvet bulacak olan kültür rabıtaiçerisinde külliyetlice para kazanmak ve larını medhü sena etmislerdir. • Trakya aşıcılık kursu talebelerinin seyahati . J Edirne (Hususî) Trakya ziraat ve aşıcılık kursu talebeleri Geliboluya yaptıklan tatbikat gezisinden dönmüşlerdir. 12 nisanda 20 kişilik bir kafila halinde muallimlerile birlkte yola çıkan talebeler, Havsa, Kırcasalik, Pehlivanköy, Bayramlı, Uzunköprü ve Keşana da uğnyarak aşılar yapmışlar ve Gelibolu Birlik fidanhğile Bürhanlı köyünde 10,000 e yakm ze^tin budadıktan maada geçen sene aşılanan zeytinlerin filizlerini de temizlemişlerdir. Gönderdğim fotograf, kurs talebelernin bu gezilerinflen bir intibadır. la, içimle sevdim seni senelerce, Nevin! Kızın, o sırada, hıçkıra hıçkıra ağlad:ğmı işitiyoruz: Susun Ferid Bey; susun! Allahaşkınıza susun! Bu, çok müthiş birşey. Annem! Ya annem? Annemi unutuyor musunuz? Hayır, Nevin; anneni unutmuyorum; anneni unutmıyacağım! Ömrümün sonuna kadar unutmıyacağım anneni! O dünyanın en temiz, en dürüst, en vefakâr kadınıdır! Ben de, buna mukabil, en zalim, en insafsız, en kalbsiz bir muhatab! Onun aşkını, mukaddes bir hatıra gibi, ta mezara kadar götürecek, ta ebedıyete kadar içimde yaşatacağım! Hatıra gibi mi? Evet; hatıra gibi! Çünkü artık, annen benim için bir hatıradan başka birşey değildir... Muazzez, mukaddes bir hatıra! Ferid Bey; çok zalimane konuşuyorsunuz! Zalimane lconuşmuyorum Nevin, hakikati söylemeye çalışıyorum. Fakat, eğer sen konuşmamı zalimane bulmaıcta ısrar edıyorsan, o zaman itiraf etmek lâzım gelir ki, bu zulmü yapan, bu zulme sebeb olan ben değil, sadece sensinl Ben mi? Evet, Sen! Çünkü bütün bu felâketlere, bu facialara sen sebeb oldun! Çünkü beynimin, benliğimin, irademia içinde hüküm süren yalnız sendin! Annen birdenbire karşıma çıkmca, hasta şu» urum, ne yaptığını bilmiyen budala ha« fızam, onun yeşile kaçan elâ gözlerinda senin gözlerinin ışığını, onun frıiçkırıklarında senin ıstırabını, onun dudaklarında senin hararetini buldu. Seni onda gördü. Seni onun içinde yaşattı. Seni onun ha* vasında hissetti ve bunun için gitti ona!, Çünkü onu değil, seni seviyordum. Çünkü kalbimde yaşıyan o değil, sendin! Annen, senin sadece bir gölgen olarak kalıyordu. îhtimal, gene böyle birdenbire karşıma çıkmamış olsaydın, arkasından gidecek, ve manasını, mahiyetini bilmediğim bir aşkla sevmeye devam edecektim anneni! Fakat, ne çare! Tabiatin ezelî kanunları nihayet hükmünü göstermeye başladı. Bulutların arkas'.ndan kurtulan bir bahar güneşi gibi, birdenbire karşıma çıktın! Genc, taze ışıklarını, bir radyum şuaı kuvvetile, hasta hafızamın derinliklerine boşaltınca, fhakikat, duvarîarı yıkılan bir sel gibi, önü< müze dökülüverdi... O zaman anlaşıldı ki... iArKast vari KADIN SEVERSE... 62Bir kitab almak içîn tam ayaklarınm ucuna basarak kendini yukarı doğru kaldıracağı sırada, tanıdık bir sesin kulaklarına çarpar gibi olduğunu duyuyor... Hayır Ferid Bey, hayır!... Ben bunu yapmağa muktedir değilim artık... Leylâ bir an olduğu yerde dona kalmıştır. Bu ses, bu sesi çıkaran insanı tanıyor Leylâ!... Şakaklarının yandığını, içine sıcak sıcak birşeyin aktığını duyuyor şimdi!... Garib bir hissi kablelvuku, müthiş bir korku halinde, bütün vücudüfıü, benliğini sarmış!... Sarsıldığmı, zanğır zangır titrediğini görüyoruz... Ferid Bey; beni memnun etmek îstiyorsanız eğer, annemi mes'ud etmeğe çalışın bundan sonra!... Onun saadetini kendi saadetim telâkki edeceğim!.. Leylâ, olduğu yere yıkılıp kalmamak kin sırtını duvara dayıyor... Gün geçtikçe bıraz daha solan, zaman yürüdükçe biraz daha ihtiyarlıyan dudaklarını, dişlerinin arasına alarak ısırıyor. | * • • Yazan: ESAD MAHMUD KARAKURD ••»^•w4 ••* Nevin, diyor. Bu ses, Nevinin sesi: kızım!.. Sonra, hemen dizlerinin üzerinde doğrulmağa çalışarak, cam bölmenin bulunduğu yere doğru yürümeğe başlıyor. Yürüyor, yürüyor ve gelip tam bölmenin önünde duruyor. Sonra kulaklarını bir kapak gibi buzlu camların üzerine yapıştırarak dinlemeğe başlıyor. Çıt çıkarmıyor şimdi... Duyulacak diye sanki nefes almaktan bile korkuyor. Kıpırdamadan, kirpiklerini oynatmadan öyle duruyor ve dinliyor. İşte, Nevinin sesini, kelime kelime, cümle cümle, noktasını bile kaçırmadan, olduğu gibi işitiyoruz: Gideceğim Ferid Bey, diyor; bir daha gelmemek, bir daha bu korkunc, bu zehirli havayı teneffüs etmemek, dönmemek üzere gideceğim.. Yarın, îstanbulda son günüm olacak benim! Azmettim, ertesi akşam trene bineceğim! Kararımdan beni, değil siz, Allah gelse Gideceğim Ferid Bey. Gitmiyeceksin diyorum sana! Bırakmıyacağım seni... Kâfi artık bu ıstırab. Beni bir defa daha bedbaht etmeye hakkm yok! Bir defa daha bedbaht etmeye mi dediniz? Evet, bir defa daha bedbaht etmeye! Issız karlı bir dağm eteğinde, dinmek bilmiyen bir yara gibi içime çöküp yerleştikten sonra, tek bir iz bırakmadan eÜmden kaçtm, kayboldun gittin! Hafızamın en derin köşelerine, şuuru bozulan beynimin en mahrem noktalarına kadar nüfuz ederek, senelerce sinsi sinsi bir maraz, bir ıstırab, azab halinde tahteşşurumda yaşadın! Beni deliye, çılgına çevirdin! Budala hafızam, bunak beynim mütemadiyen benimle alay ediyordu. Seni unuttuğumu zannediyordum. Halbuki sen, sönmiyen bir ateş, dinmiyen bir acı, dokundukça kanayan bir yara gibi, durmadan içimde nefes alıyordun! Sade şeklini, rengini, sesini kaybediyor; fakat ruhunu, hayalini, hahranı yaşıyordum! Bilmiyerek, anlamıyarak yaşıyor; seni sevdiğimin bile farkına Tam bu sırada kulaklanmıza boğuk varamıyarak deli gibi seviyordum seni! bir ses çarpiyor: Hayır, Nevin, gitmiyeceksin sen! Gözlerimle, dudaklarımla değil, şuurum

Bu sayıdan diğer sayfalar: