CU?.1HL'K»\ET J maylS » 1939 UYDUNUZMU Asker olıırlarsa... İngilteredeki ihtiyar kızların başlıbaşına bir âlem teşkil ettikleri malumdur. Ingılız camiasında, kendilerini bir takım hususî haklara sahib farzeden bu biçareler, hayli zamandır, hükumetten tekaüd tahsisatı ister dururlar. Çirkin yaratud.klan, evde kaldıkları, dünya evine giremedikleri için bütün kabahati devlete bulurlar. I=tedıkleri tekaüd maaşı hangi vazifeden dolayıdır? Orası belli değil. Yalnız, isterler ve alamazlar. Birkaç gün evvel, cemiyetleri bir toplantı yapmış. Yılan hikâyesi gene açılmış. Hükumetin, 56 yaşına gelmiş ihtiyar kızlara tekaüd maa«ı vermeğe yanaşmadığını azaya resmen bildiren reis, hayli uzun izahattan sonra: Mücadelemize, bundan sonra, daha başka silâhlarla devam edeceğiz, demiş. İcab ederse askere gideceğiz. Hep hazır olun. /FOI? Güreşçilerimiz Helsinkide tezahüratla karşılandı Finlandiyadaki Türkler takımımıza karşı büyük bir hüsnü kabul ve samimiyet gösterdiler înden çıkarılan ayıların marifeti Gülnar kazasında garib bir hâdise oldu Gülnar, (Hususî) Kasabamıza yakm Kılıckesiği mevkiinde, inden ayı çıkarmak isteyen köylülerle ayılar arasm da çok garib bir hâdise geçmiştir. Mut ile Gülnar arasmdaki yolda çalışan mükellef amelelere, o civarda çobanlık etmekte olan birisi, bir in göstererek: Burada ayı var. Haydi çıkaralım! Teklifmde bulunmuş. Amelelerden birkaçı bu teklifi kabul etmişler ve ellerine geçirdikleri sopa, bıçak ve tüfeklerle ine doğru yaklaşmışlar. Önde çoban, arkada arkadaşlan ellerinde yanmış çıralarla ine girmişler. İn zif:rî karanlık içinde.. İnde 25 metre kadar ilerledikten sonra, kafile, gittikçe çukurlaşan yoldan başka bir ine girmişler. Burada da birkaç metre ilerleyince başka bir in ağzJe karşılaşmışlar, araftırmalarma devam ederken diğer bir in daha görmüşler ve etrafı kollayarak ilerilerlerken karşılarma sütun halinde bir kaya çıkmış, bu kayanın arkasmda da üç tane ayının gizlendiğini görmüşler. Bu lâbirenti andıran korkunc yerlere pervasızca dalan köylüler, ayılan görür görmez, bunlardan Abdullah oğlu Mustafa adındakı genc hemen tüfeğine sarılarak, gizlendikleri yerden kaçmağa yeltenen ayılann üzerine ateş etmiş, ayılardan biri vurulmuş, diğerleri kaçmış.. Fakat avcılar, yer altındaki bu zifirî inler içinde, ayılann kaçmalarına meydan vermemek maksadile derhal in kapısına doğru koşmağa başlarlar. Tam bu sırada ikinci ayıyı da vurup öldiirürler. İşin bu noktasına kadar geçen safhası bile insana ürperti vermeğe kâfi geldiği halde, hâdisenin asıl garib ve korkunc safhası bundan sonra başlar. Filhakika, daha önceden ın ağzma nöbetçi bırakılan diğer Mustafa, heyecanla neticeyi bekler ken, üçüncü ayı birdenbire inden çıkarak Mustafanın üzerine çullanır. Mustafa ile ayınm altalta üstüste uğraşmaları devam ederken ve Mustafa bacağmdan ağırca yara alarak hayatmın son ümidsiz müsaraasmı yaparken, indeki arkadaşları işlerini b.tirerek dışan çıkarlar ve Mustafanın feci halini görüp hayrette kalırlar. Ayni zamanda sahnenin elim blr şekil almasma da meydan vermemek için işe müdahale edip üçüncü ayıyı da öldürürler. Yaralı Mustafa, öldürülen üçüncü ayının postunu yüzüp b.rkaç saat sonra Gülnar çarşısında, sanki hiç de mühim bir iş görmemiş gibi, hâdiseyi gülerek etrafma anlatıyordu. Fotografla Ataturk Ebedî Şefin ekserisi hiçbir yerde intişar etmemiş yüzler> ce tarihî fotoğrafından mürekkeb büyük albüm. Memleketin her tarafında lâyık olduğu emsalsiz rağbef gören bu kıymetli eserin mevcudu tükenmek üzeredir. Güreşçilerimiz Helsinki istasyonunda kendilerini karşılıyanlarla beraber En pürüzsüz bir şekilde dinlediğimiz radyodan duyulan heyecanı ve zevki size tarif edemeyiz.» demiştir. Ben bu notları alıncaya kadar otele gelmıştik... İki gün sonra maç yapacak olan güreşçilerimiz odalarına yerleşir, yıkanıp biraz istirahat ederlerken, bize tahsis edilen otelin ancak akşam altıda boşalacağını söylediler. 1 Mayıs bayramı dolayısile Finlandiyanın muhtelif şehirlerinden akın akın halk gelmiş, bütün oteller tıklım tıklım dolu... İstanbuldanberi kedi yavrusunu taşıx g.bi, artık bize cidden yük olan bavulları ambara kor gibi bir odaya tıkadık. Yabancı bir şehirde arpacı kumrusu gibi düşünürken Finlandiya Güreş federasyonunun öğle yemeğine daveti imdada yetişti. Ziyafet sofrasının yarı yarıya boşaldığı bir ânında Finlandiya Güreş federasyonu umumî kât.bi Simsalu aşağıdaki nutku söyledi: « Güreş federasyonu tarafmdan üzerime verilen bu vazifeden dolayı bahtiyarım. Finlandiya Federasyonu namına büyük Türk misafirlerini selâmlanm. Finlandiya spor muhitmde güreşe karşı büyük bir alâka vardır. Maalesef şimdive kadar bol temas fırsatı bulamadık. Bazı âmiller bu temaslan yapmamıza imkân vermiyor. Hükumetin spora lâzım olduğu kadar malî yardım yapmaması belli başlı engellerimizdir. Halkın spora karşı olan büyük sevgisi hususî fedakârlıklardan istifade etmemize yardım etmektedir. Bu yokluktan dolayı icab eden hüsnü kabulü gösteremediğimiz için cidden mahcubuz. Türklerin Finlere karşı göstermiş olduğu bu alâkaya teşekkür ederiz ve hoş geldin.z.> demiştir. Güreş Federasyonu Reisi Vehbi Emre bu samimî nutka şu sözlerle mukabele etmiştir: « Finlandiyahlarla yapılan temaslara kıymet verdiğimizi, onlardan hoca almak suretile ispat etmiş bulunuyoruz. Buraya gelip, sizlerle temas etmek fırsatmı bundan dolayı arzu ettik. Finlandiyalılarla yapılacak temaslara bundan sonra da ehemmiyet vermek samimî arzumuzdur. Finlandiyahlar bizi, Osloda yapılan Avrupa şampiyonasmda çok tak dir ett.ler. Bu bizim daha iyi çalışmamız için çok samimî bir tebriktir. Müsabakalan samimî ve kardeşçe yapmağı ben de temenni ederim. Bize misafirperverlık gösteren Federasyona bilmukabele teşekkür eder m.» demiştir. ömer Besim Hep öyle geniş sedirler. Süsten, gösteriş' ten uzak, fakat çok rahat, çok kullanışh eşya. Hepsinin ortasmda da, mermerden işîenmiş mabudu andıran bir kadoı, o da sen, Muallâ!.. Bu yuvanm çerçevesinı ben çizdim; çörçöpünü ben taşınm. İçerisini de sen, kendi elinle süslersin. Neyi beğenirsen onlan alır getirir, nasıl istersen hepsini öyle yerleşririrsin. Gözlerimi kapıyorum: Bir köşede ben, kitabımı okurken yavaş yavaş içim geçmiş; uyukluyorum. Ötede sen, elindeki işi oyulgalıyorsun. Radyo, gürültüsüz, konuya komşuya duyurmak için değil de yalnız bizim için, için için çalıyor. Gözlerimizi açıyoruz: Böyle; kapıyoruz: Gene böyle, her gün böyle... Canımız sıkıldı, diyelim. Böyle yaşayışın içinde can sıkıntısı bile bir şiir, bir saadet sayılır. O zaman da beraber çıkıyoruz. Tenha yollan, kuytu köşeleri arayıp buluyoruz. Sararnıış çam kırıntılan, ayaklarımızın altmdan kayarken, düşmemek için birbirimize tutunuyoruz. Hep öyle yanyana yürüyoruz, yanyana yaşıyoruz. Bu yaşayışın gündüzü güzel, gecesi güzel... Geceleri ay ışığında gezmesi de güzel; karanlıklarda bütün dünyaya gözlerimizi kapamış gibi, yalnız birbirimizin sesini duy Helsinki, 2 (Gecikmiştır) Abo şehMecburî askerlik çağındaki lngiliz rine gelerek Finlandiyaya ayak bastık. gencleri, bu tepeden inme müjdeyı işitince yüzlerını buruşturmuş olsalar gerek. 9,10 da hareket eden trenimiz 12,25 geçe bizi Helsingfors'a getirdı. Finlandiya Millî takımile yapılacak maçı duyan Bulutlar yağarsa Türklerin, Finlandiya spor teşkilâtı büBulut, buğu ha yük bir tezahüratla Türk Millî takımmı linde yağmur; yağ karşıladı. mur ise su halinde Buraya ikinci defa gelmiş olan Çoban bulut olduğuna gö Mehmed, Mustafa ve Adnan ve Kenare, «bulutlar yağar nın, buranın oldukça tanınmış simaları .a» diye şartî bir olduklarmı, bizi karşılamağa gelenlerle söz sarfetmek ilk yaptıkları sohbetten anladım. Kendimi İstanbulda zannettim. Dört bakışta mantıksız ve manasız görünebilir. bir tarafımızda türkçe konuşuluyordu. Fakat ben yağmurdan bahsedecek değiBen belki bu kadar türkçe konuşanı lım. bir arada göremem diye hemen sokulaBir hey'etşinas, nereden aklına gelmiş rak birisini tanıdım. Finlandiyada yaşabilmem, bulutlan tartmağa kalkışmış. yan müslümanlar hakkında malumat top Kendi iddiasma bakılırsa, tartmış da. lamak istiyordum. Takdim ettikleri bir zat bana şu izaNasıl hesab etmiş, hangi esasa ve hangi hatı verdi: rakamlara istinadla netice çıkarmış, bil«Finlandiya Türklerin'n merkezi Helmiyoruz. Yalnız, bulutların üç yüz scksingfors'ta olmak üzere .k; cemiyeti varsen milyon kilo olduğunu söylüyor. dır. Türk Birliğinin reisi, Türk Kürk Hey'et işine aklım ermez. Bulutun ve Şirketinin müdürü İbrahim isminde bir yağmur suyunun hey'et ılmıne dahıl olup zattır. İslâm cemiyeti reisi ise Tahir o'.mad'ğı hakkmda hiçbir fıkrim yok. Beydir. Her iki cemiyet tarafmdan seçilmiş Veli Ahmed isminde bir imamıAmma, bütün dünyayı kaplıyan bulutmız vardır. lan tartmak için, yerden göke yükselen Yüz küsur senedenberi burada yaşabuğunun her zaman ayni miktarda oldu yan Türklerin hemen kısmı âzamı ticağu. gökte her dakika, hiç değişmiyen ke retle meşguldürler. Hepsı de Fin ve İssafette bulut mevcud bulunduğu gibi b\r veç dilile pek güzel konuşurlar. Ticaret idd'a sahibi olmak icab eder gibi geliyor. hayatındaki itibarları pek fazladır. BüMaamafih, bizim hey'et şinasın belki tün Finlandiyada altmıştan fazla büyük de böyle bir ıddiası yoktur ve ıçi su dolu manifatura ve kürk mağazalarma sahibdirler. bulutlan tartarken, belki de kendisi hafifFinlandiyanın birçok şeh'rlerine daçe bulutlaşmış ve sudan bir hesab yürütğılmış olan Türklerin mecmuu 725 kişinıüştür. dir. Bunların yüz yetmiş üçü Helsingfors'ta oturuyorlar. Akıllı hahklar Türkiye ile olan alâkamız çok büyük Bir lngiliz balıkçılık ve yakındır. Hemen her evde Cumhurimütehassısı, kutub devet gazetesi muntazaman okunmaktanizlerinde yaptığı tetdır. kıklerın netıcesını, ür Akşamları Ankara radyosunu dinleyüz sahifelik bir rapormıyen, memleket haberlerini almıyan hemen hiç kimse yoktur. Ankara radla, mensub olduğu ceyosunun her kesten fazla, bize iyiliği mıyete bıldırmiş, rapo==== olmuştur. Hele memleket şarkıları için ra bakılırsa, kutub su " geceleri iple çekiyoruz. ları, senenın on ayı parmak dokundurulamıyacak kadan soğuk olmasına rağmen, dünyanın hiçbir nev'ının, âlımlerce dahı meçhul olduğunu yennde görülmemiş derecede deniz hay söylüyor. Kutbun en şayanı dıkkat balığı da, en vanile dolu imiş, hem de ne garib rnahaklı başında balıktır. Bu hayvancık, scluklar. Meselâ bir nevi kurbağa varmış ki bü nenin altı ayını tuzlu suda geçirir; sonra tün hayatını buzlann altında gecirir, göllere, ırmaklara nakli mekân eder, altı suyun yüzüne kırk yılda bir çıkarmış. ay da böylece tatlı suda yaşarmış. Kutubda yaşamakla, ağzının tadını Bahk nevilerini tam 1600 diye söyliyen bilmemek icab etmez ya! bu balıkçılık mütehassısı, bunlardan 60 Büyük satış merkezleri ANKARADA Akba KitabevL İZMİRDE Esad,KüçükSalepçihamnda SAMSUNDA Halk Kütübhanesi KONYADA Mustafa Naci, Yeni KitabevL ve İSTANBULDA Bütün büyük kütübhaneler Matbuat takımı pazar günü maç yapıyor Matbuat takımı, önümüzdeki pazar günü Bakırköy sahasmda Bakırköy tekaüdlerinden teşkil edilecek bir takımla maç yapacaktır. Matbuat takımı azaları, pazar günü saat 11 de Sirkeci istasvonunda birleşecekler ve hep birlikte Eakırköye gideceklerdır. Yaz mevsiminin ilk müsabakası olacak bu karşılaşmanın, Bakırköy muhitinde büyük bir alâka uyanduracaği muhakkaktır. Matbuat takımı 19 mayıs spor şenliklerinde de Beşiktaş tekaüdlerile Şeref stadmda bir maç yapacaktır. Fotografla Atatürk Birçok vilâyetlerde kalmamıştır. Buralardan vaki olacak talebler doğrudan doğruya matbaamıza yapılmalıdır. CUMHURİYET TABI MÜESSESELERİNDE titiz bir itina ile basılmış olan Takım kaptanlığının tebliği Matbuat takımı kaptanlığmdan: Takımımız 14/5/1939 pazar günü saat üçte Bakırköy sahasmda Bakırköy mütekaidlerile müsabaka yapacaktır. Arkadaşlann o gün saat 11 de Sirkecıden kalkacak trene gelmeleri rica olunur. Matbuat takımı azası futbol levazımlarını da yanlannda getirmelidirler. FOTOGRAFLA ATATÜRK'ün Fiatı 125 kuruştur. Güzel ambalâj içinde ve başka hiçbir zam istenmeksizin derhal irsal olunur. Yugoslavya galib Zağreb. 8 (a.a.) Davis kupası: Yugoslavya, İrlandaya 30 galib gelmiştir. mamız, yalnız birbirimiz için yaşamamız da güzel, hepsi güzel!.. İlkbahar, sonbahar Adada...Yazın Doğaziçi, kışın daha ılık memleketler... Fena mı olur, Muallâ?.. Böyle herkesten uzak, baş; dinc yaşamayı istemez misin?.. Genc kız, dalgın dalgın başını salladı: Bunlar, dedi, hemen hemen iyilerin de, kötülerin de kendi rüyaları için çizdikleri süslü dekorlar... İçine girinciye kadar belki pek parlak görünür. Sonra, bir gün gelir ki, bütün bunları kendi hayallerine göre işliyenler, kendi ellerile süsliyenler bile, birdenbire beğenmez olurlar. însanlar, böyledir. Bugün bize saadet diye görünen uzak ufuklara yaklaştığımız, onun içine sokulup orada yaşamaya başladığımız zaman, hem de hemen ertesi günü bıkıverir: «Bu mu imiş?..» diye dudak bükeriz. Hele ona ulaşırken yolumuza, ufak tefek güclükler de çıkmışsa: «Bu kadar sıkmtiyı bunun için mi çekmişim?..» diye üstelik pişman oluruz; eskiden nasıl sayıkladıklarımızı unutuveririz. Bu yeşilliğin ortasmdaki beyaz köşk, genis bahçe, bir yanda çamlar, bir yanda deniz, kitablar, Tadyolar, hepsi uzaktan bakınca insanı böyle yaşamak, doğrusunu isterseniz, beşimdiye kadar aklımdan bile geçkendine çeken renkler... Görünüşte, pek nim fena bir levha değil. Fakat insanlar, o medi. Oyleyken, haydi ben de bunlara" kadar gel geç yaradilışh, o kadar nankör kapıldım, bu rüyayı görmek için gözleki, hepsinden bıkar, hepsinden usanır; rimi kapadım, diyelim. Ya sonra?.. Sono dekordan da, onun içinde başbaşa ya rası ne olacak?.. Bütün bunlar yaşamaK şıyacağı kadından da... İlkönce siz bık için, mes'ud olmak için elverir mi sanırmadınız diyelim; günün birinde mutla smız?.. Hele sizin gibi çalışmak, çarpışka o kadın usanır. Birinizden biriniz, o mak için yaratılmış, buna alışmış bir inkendi ellerinizle kurduğunuz, yarattığmız, san?.. Benim gibi, büsbütün yokluk içinsüslediğiniz yuvayı kendi elinizle bozma de değilse de dar bir çerçeve içinde yaya kalkarsınız. Yuvalarım kendi ellerile şamış bir kız?.. Biz nasıl bir arada yayapıp kendi ellerile bozan, insanlardan şıyabiliriz?.. Çizdiğiniz levha, dediğim başka hiçbir mahluk görülmüş mü?.. gibi, pek fena değil... Hep tatlı, yumuBöyle olmakla beraber, ne yalan söyli şak renklerle işîenmiş. Fakat bu renkler, yeyim, şu bir araya topladığınız renkler, ancak soluk ufuklarm, yahud da karanbir sıraya dizdiğiniz çizgiler, herkes gi lıkların içinde güzel görünür. Göz alabilbi, bütün genc kızlar gibi benim gözü diğine uzar giderse bir boya yığını gibi mü de almıyor değil... Ben de, kendi cansız kalır. Nasıl ki hiçbir üzüntüsü olrüyalanmı kendi kendime süsliyecek cl mıyanlar, hiç acı çekmiyenler saadetm sam, belki sizin saydığınız kadar zengin. ne olduğunu bilmezler, işte onun gibi... îyi dedin ya, Muallâ!.. Biz de parlak renkler bulamam. Bu kadan aklıma gelmez. Bugün Adada, yarın Bo gürültüden, üzüntüden kaçacağız. O sesğaziçinde, kışin ılık memleketlerde, canı sizliğe kavuşacağız. Onun değerini, olsıkılmca yepyeni bir vapurun güvertesin sa olsa, bizim gibi çok acı duymuş, kade, kalabahk bir şehrin süslü lokantala labahk arasında didinmekten yorulmu» rında, bir başkasının muhteşem operaîin insanlar bilir. da, ötekinin cyun salonlarında dolaşmak, (Arkasi var) Tefrifa No. 47 DÜNYA BÖYLEDİR İŞTE... * * * * * * ^ K E M A L Diye kapah geçmek istedi. Ne iş yapıyor?. Ha, sahi, annen söyledi: Komisyonculuk yapıyormuş. Biı malı bir elden alıp ötekine satmak, öyle ya, buna komisyonculuk derler. Muhtar ac acı güldü. Muallâ, büsbütün sim'rlendi: Ne demek istiyorsunuz?. Açıkça söylesenize. Haniya, beni bunun için, bunu söylemek icin çağırmıştınız. Konuşuyoruz, işte... Buradan Adaya gidinceye kadar, sonra dönüşte köpriiye kadar bol bol vaktimiz var. Adada vapur saatine kadar bekliyeceğiz. Vakit nasıl gececek?. Hepsini konuşuruz. Adada uzun uzun oturacak kadar vaktimiz olmaz, sanırım. Bu vapurla gideriz, öteki vapurla döneriz. Hele gidelim de... Ne olacak?.. Gittiğimiz yerde, bütün gün aç duracak değiîiz ya. Elbet bir yere girip iki lokma yemek yeriz. Adaya yemek yemeye gitmiyo R A GIB »•••••• ••••••• ruz, sanınm. Vapurda, gidip gelirken konuşacaktık. , Muallâ, bunu söylerken ayağa kalkıverecekmiş gibi kımıldandı. Muhtar: Peki, sen nasıl istersen. Dedi. Bindikleri vapur, daha kalkmamiştı. Biraz da onu bekliyordu. Sözü dolaştırdı. Uzattı: Ben Adayı pek severim, dedi. Yıllardanberi, gördüğüm bütün rüya budur: Orada, şöyle geniş bir bahçe içinde, bahçesinin bir ucu denizle kucaklaşan, yeşilliklerin ortasmda bembeyaz parhyan, iki katlı bir kösk. Geniş taraçalar, yetişmiş çamlar. İskeleden, kalabalıktan uzak; sessiz, gürültüsüz. Büyük odalar, büyük pencereler. O kadar büyük ki, sanki bahçe içinde oturuyor, bahçe içinde yatıyor, uyuyormuşsunuz gibi gelsin. Geniş, hemen hemen evin bir katını kaplıyacak kadar geniş bir salon. Salonun bir yanında, duvara gömülmüş kitab raflan.