6 Mayıs 1939 Tarıhi notlar Güzel Sanatlar akademisi Unutmayalım ki, bu memlekette kafes arkasında ahlarla, uflarla uykularını kâçıran zavallı insanlar, yaşadıklan zamanla birlikte tarihe karışmıştır Yazan: SEDAD ÇETİNTAŞ Serbes ressamlar sergisinin îzmitte uğradığı akıbetin içimdeki sızısı bana eski günlere aid bazı hatıralar canlandırdı ki bunlar arasmda san'at tarihimizin ve bugünkü kültür seviyemizin şu birkaç yıla sığabilmiş farklannı ifade edebilecek kuvvetli parçalar da vardır. yareti» olmuş ve iki sene sonra Gedikpaşada kuytu bir evde «İnas Sa] nayu Nefise mektebi» ad' c, kızlara bir atölye açılmış, daha sonra Cağaloğlundaki, şimdiki Kız Orta okulunun arka tarafında bir yere alınmış; nihayet, bu iptidaî ve gülünc müsaadekârlık şekli, Cumhuriyet devrinde tamamen ortadan kaldınlarak, kız ve erkek talebe ayni atölye içine, ayni hoca ve ayni model karşısına çıkarılmıştır. *** Gene Mesrutiyet yıllarında, Çallı ve arkadaşlan Parise henüz gitmemişler, ressam talebe ötedenberi sakallı, karpuzcu, hamal gibi modellerden bikmışlar; günün birinde bir kadm model kandırmışlar, mektebe getirmişler, derhal ona çingene kıyafetile dans eder bir poz verip, şövalelerinin başına geçmişlerdi. Bu hâdise gizli tutulmuş olmakla beraber, derhal yıldırım sür'atile etrafa dağılmış, o vakitki mekteb müdürü merhum Hamdi Beye kadar akseder etmez, Hamdi Bey soluğu atölyede alarak, kadını dışan çıkarmış, Çallı ve arkadaşlarını da epeyce azarlamıştı. Hamdi Bey gibi dünyanm realist bir ilim ve san'at adamı, zamanın taassübünden korktuğu için bu işi yapmıştı. ŞEHRİN İÇİNDEN İÜMKÖSESİ İHTİRALAR KESİFLER Said Halim Paşa Sadrıazamdı, Sanayii Nefise mektebinin imtihanları bitmiş ve senenin mesai etüdlerile konkur etüdleri mektebin salonlarında teşhir edilmişti. Ben bu sergide, imtihandan muzaffer çıkmış bir talebe ruhile gönüllü teşrifatçılık vazifesi yapıyordum. Ziyaretçiler arasında o vakitki Darülmuallimatm resim muallimi Madam Rafael'e rastladım. Talebesinin bu sergiyi görmesi faydalı olacağını düşündü ve iki gün sonra öğleden sonra Darülmuallimatın son iki sınıfmı getireceğini söyledi ve o gün benim de bulunmamı istedi. İki gün scnra misafirlerimi karşılamak üzere mektebe gittiğim vakit, fevkalâde bir faaliyet ve harekete sahid oldum: Meğerse o gün zamanın Sadrıazamı sergiye gelecekmiş!.. Birkaç dakıka sonra Darülmuallimat talebesi sökün etti. Başta müdür ve muallimleri oldüğu halde o vakitki mekteb forması olan babayani lâciverd çarşaflar içinde ve yarıbellerine kadar sarkmış sık ve kara peçeleri altında soluyarak yürüGeçen senc Akademinin seneük sergiyen bir genc kız sürüsü salonlan doldur sinde, zairler arasında sessizce dolaşıyordu. Bu zavalh yavrular salonlarda bile dum. Akademi talebesinden, çok güzel peçelerini açmağa cesaret edemeden do bir kız, yüksek vekarile, çıplak ve giy'mlaşıyorlar, en şayanı dikkat gördükleri lı birçok tablolar arasında, zairlere iza l at bazı resimler önünde arasıra peçelerini veriyor, sembolizm, empresyoni/m e^o'ctomatik bir sür'atle açıp gene kapatı lerinin mukayeselerini yapıyor ve bu''ayorlardı. rın arasında son kübizm, fütürizm cereyanlan hakkmda şayanı dikkat malurrat Bir aralık, cesaretimi şahlandırarak: «Peçelerinizi açmazsanız göremezsiniz» veriyordu. Bu izahatı veren vakur genc dedim. Muallimleri de bu fikrime iştirak kızin sözlerini dinlerken, on altı sene evedince, tek tük peçeler kalkmağa başla velki, yukarıda hikâye ettiğim Darülmudı. Biraz sonra bu çocuklar, bana ve mu allimat ziyaretini ve kara gözlü, lâciverd çarşaf ve siyah peçeli kızın içime akıttığı hite alışmış gibi oldular. O vakit, mektebin Parise tah=ile gön elemleri mukayese ettim. Hazin ürperderdiği mimar talebeden Boşnakyan ve meler arasında kendi kendime: Siyah Zare'nin Paris Ecole beaux arts'ından peçeli kız neredesin? O vakit sen mahgöndermiş olduğu etüdleri önünde izahat rum kaldıysen, şimdi kızını buraya yolveriyordum. Karşımda bir halka teskil lıyabilirsin! dedim. etmiş kızlardan birisi, iki adım i'eri f:rladı. Yuvarlak, güzel çehresinde yanan iki gözden, isvankâr bir ruhun kıvılcımları fışkınyordu: «Evet, dedi, burası cidden bir meşheri nefais, her hangisine baksam, güzel, hengisini görsem, nefis bir san'at eseri, fakat bütün bu güzeüikler arasında, ruhumda mâkus bir isyan yükseliyor. Çünkü bizlere, bu mekteb kapah... Bu mahrumiyetin acısını pek derinlerde hissediyorum.» Izmitteki hâdisenin çok fena tesiri altındayım. Ahlâkla güzel san'atlar arasındaki bu kötü tesadümün ruhlarımızda açtığı yara oldukça derin oldu. Benim evimde bile, Ça'lının hediyesi «Banyodan çıkan kadın» adlı bir tablo ile, merhum Avni Lifizin «Yıkanan kadınlar» adlı kompozısyonu, salonumda asılıdır. Evime gelen misafirlerin hiçbiri' sinin, bunlara müstehcen dediğini isitmedim. Herkes bunların renklerini, çizBen, bu haklı isyan karsısında, birdenbire âciz, natüvan bir zavallı oldum. Ke gilerini hayranlıkla, takdirle seyreder. Unutmıyalım ki, bu memlekette, bir keler gibi: Evet... Şey.. den sonra: «Hak haktır. Verilmezse alınır. Siz de bu hak küflü sokaktan geçerken, bir kafes altınkınızı almağa çalışınız» dedim. Müdür da göze ilişecek bir kadın bileğinin haleri söz aldı, yakm bir istikbalde, her iki yalile, ahlar, oflarla uykusunu kaçıracak gencliğin elele vererek çalısacağinı, bir zavallı insanlar, yaşadıklan zamanla birana tavrile söyledi de, ben de rahat bir likte tarihe karışmıştır. Bugün Cumhuriyet çocukları, plâjlarda en güzel kadın nefes aldım. Tam bu s'rada dısarıda bir konuşma vücudlerile birlikte yanyana yüzerken, oldu. Acaba nedir, diye baslarımız ka insanî hislerden bir an aynlıp hayvan'aşpıya çevrilirken, Sadrıazam Said Halim mayı, akla bile getirmiyecek kadar yükPaşa, kücücük boyile içeri girdi. Bizleri sek ahlâkî terbiyeye kavuşmuş bir nesilRÖrünce, Sanayii Nefise Müdürüne: «O.. dir. Bunların içinde sufrajet de mi var?» deİşte içtimaî terbiye bakımından resim di. sergilerinin bizim memlekette bugün için Ziyaret bitti. Bu çarşaflı ve peçeli ta alâkalı olduğu mevzulardan birisi de bulebe, tabur olarak ayrıldı. O ziyaret, bu aur. günkü Akademiye «ilk kız mektebi ziSedad ÇETİNTAŞ Bir televizyon elektronu, ekran üzerinde yedi yüz seksen bin defa yer değiştirmiştir. Çoban yıldızı dokuz yüz altmış beş kilometre mesafe aşmıştır. Kanadada iki yüz altmış bin frank vergi toplanmıştır. İngiltere, on sene evvelkine nazaran bir misli, yani sekiz yüz otuz beş sikke zarb etmiştir. Almanya, askerî ihtiyaclan için bizim paramızla dokuz bin lira sarfetmiştir. Bütün dünyada üç yüz bin kiloyu mütecaviz şeker kamışı istihsal edilmiştir. Dünyanın en büyük demiryolu merkezi olan Şikagoda yirmi beş bin kilo tüccar eşyası transit edilmistir. Siz bu satırları okuyup bitirdiğiniz anda Lâtife, Latif olmak gerek! Uydurulan bir tünel faciasu.. Şeffaf çelik Muziblik, ancak üç beş kişinin mahremiyetine münhasır kaldıkça hoş görülebilir. Dtırub dururken halkın asabile oynamıya kimsenin hakkı yoktur I Elâzığın su derdi hallediliyor Yeni projeler sayesinde sonbahara şehre bol su geJecek ün, saat on dörde doğru arkadaşlardan biri, matbaaya, tabir caizse acı acı telefon etti: Tüneideki kazayı haber aldınız ÇYazan : Salâhaddin Galatadan hareket ettikten biraz sonra, daha yarıyola gelmeden, kayış birdenbire koparak... tersyüzüne, yokuşaşağı, bütün şiddetile... Kadınlar arasında bu vuku bulmamış felâkete acıyanlar daha çoktu. Hele Tünel yolile Beyoğluna çıkan ahpabları bulunanlar büsbütün telâş içinde idiler. Hâdiseyi gözıle gören kimse yoktu ama, rivayetler de gitgide «beyyine tevatir» i haline geliyordu. Kahvelerde, kazinolarda, halk bir müddet, kazanın hayal beşiklerinde besîenen tafsi'âtını, birbirlerine nakletmekîe meş!?ul oldu. Tahkike imkân bulamıyanlar da hic şüphe yok; geceyi teessür içinde gecirdiler. Şimdi sorsak yeri değil mi?.. Kimdir bu yalanlan ortaya çıkaran yılanlar?.. Nasıl ve hangi sebeb altında insan, aslı bu kadar korkunc olan bir haberi işaa eder?.. Lâtife lâtif olmalı, derler. Yapılan muzib'ik de ancak üc beş kiş'nın mahremiyet'ne münhasır kaldıkça hoş görülebilir. Durup durduk yerde halkın asabile oynama^a kimsenin hakkı yoktur. Bu haberi İsta/ıbul kine yayanlar, Tünelde gerçekten kanlı bir kaza olsaydı acaba sevinecekler miydi?.. Ben, bu yazıyı, valan haberlerin yayılışındaki sür'ate bir misal vermek için yazdım. Bir telsiz cihazının intisar sahası da ancak bu kadar geni* olabilirdi! Elbette boş yere söylememişler: «Yalan, bir bakımdan iftiraya benzer. İkisine de çabuk inanılır!» *** Elâzığ, (Hususî) Elâzığ şehrinin en hayatî bir ihtiyacı olan su işi halledilmiştir. Evvelce imar heyeti tarafından bir keşif yaptırılmış ve bu projeler dairesinde harekete geçilerek su tesisatı müteahhidine ihale edilmişti. Maalesef sonradan anlaşıldı ki ilk projenin ihtiva ettiği mahallerde su yoktur. Ve takriben bir hayli de ^ara harcandı ve masraf yapıldı. Ikinci defa yapılan ve Nafıa Vekâletinin tasdikna ıktiran eden projenL tatbikatına baş'anmıştır. Evvelce yapılan keşifte bedel, 99 bin lira idi. İkinci projede masraf daha çok arttırıldığı için su tesisatının ikmalı ve şehre isalesi masrafı 130 bin liraya çıkmıştır. Müteahhid faaliyete geçmiştir. Program mucibince su tesisatı sonbaharda ikmal edilecek ve Elâzığ sonbaharda mebzul ve sıhhî suya kavuşacaktır. Elâzığın su ihtiyacı, şehrin şimalindeki suların toplanarak depo yapılmasile temin edilecektir. Elâzığın elektrik tesisatı da cidden ıslaha muhtacdır. Bundan birkaç sene evvel teşekkül eden şirket tarafından elektrik tesisatı yapılmıştı. Bir tek motörden ibaret olan bu tesısat odun kömünle ıdare edıliyor ve ikide bir şehir zulmete garkolunuyordu. İkinci bir motör ilâve edilmişse de hiçbir zaman emniyetli ve şehrin kesafet ve ihtiyacına tekabül etmediği anlaşılmaktadır. Elektrik şirket ve tesisatını ıslah için Belediyenin esaslı şekilde meşgul olmağa karar verdiği haber alınmıştır. Elâzığın en mühim taraflarından biri de mahallelerin çamurlu vaziyetidir. Bakımsız olan mahalle yolları o kadar ihmal edilmiştir ki bir yağmur yağdığı zaman ummanları aşmak, nasıl güc ise bu sokaklardan geçmek de o nispette müşküldür. Şehrin kışladan Halkevine ve Belediye önünden istasyona giden iki ana yolu parke olarak yapılmış, diğer bütün mahalle yolları zaman, zaman ihmal edilmiştir. Bulaşık sularile ve kanalizasyon olmadığı için sokaklara akan bütün kirli sularla bir çamur ve mikrob deryası halini almıştır. Bu hazin vaziyeti gözönünde bulunduran Belediye, devlet mahallesinin baslangıcı ve dördüncü umumî müfettislik binasının bulunduğu Akpmar ve Nailbey mahallelerinden ise başlayarak programlı bir mesai usulile Elâzığı bu feci vaziyetten kurtarmağa çalışacaktır. mı?.. Birisi «hayır» demeğe hazırlanırken, bır başka arkadaş, söze karıştı: Ha!.. Aman müthış bır kaza! Seksen kişi ölmüş... Telefondaki sese muhatab olan arkadaşın, heyecandan az kalsın elindeki reseptör düşüyordu: Ne diyorsun?.. Seksen ölü mü var?.. O sırada birisi atıldı: Ne duruyoruz? Hep birden vak'a mahalline gıdelim!.. Derken, iktısadî mehafille meşgul arkadaşımız telâşla içeri girdi: Sorup öğrendiniz mi?.. Neyi? Tüneideki kazayı?.. Bulgarca mütercimi de onu teyid etmekte gecikmedi: Şimdi ben de yolda gelirken duydum. Tünelin kayışı kopmuş! Arası çok geçmeden, idare memurumuz Nail: Aman atlamıyalım... kaydile kapıdan başını uzatarak nefes nefese, ayni haberi yetiştirdi. Muhtelif membalardan çıkan rivayetler, böyle sağdan soldan bırbirini tutmaya baslayınca, doğrusu ya, hepimizi endişe aldı. Telefona sarıldık: Alo!.. Neresi?.. Tramvay Tünel muvakkat idaresi mi? Kadri (Musluoğlu) ile görüşmek istiyoruz. Burası Cumhuriyet gazetesi... Buyurun... Kadri Musluoğlu benim!.. Fakat biz, daha sormağa vakit bulamadan, isin «dibace» sini o, bize anlattı: Tünel hâdisesi değil mi?.. Kat'iyyen aslı yok. Hangi şomaSızh çıkanp dört tarafa yaydı bunu?.. Bir saattanberi telefon basından ayrılamıyorıım. Soran sorana... Yaralıların sayısını iki yüze çıkaranlar var! Telefonu kapattık. Resmî ağızdan verilen bu teminat, bizı tatmin etmişti Fakat şayialarin arkası kesilmiyordu. Bazıları, kazaya uğrıyan hayalî tünel arabasında kendileri de varmış gibi minelbab ilelmihrab anlatıyorlardı: , Piyasaya (şeffaf çelik) adıle kalın cam tabakaları çıkarılmaktadır. İki buçuk santimetre kalınlığındaki cam levhayı üç metre mesafeden atılan ordu taban casınm çelik başlıklı mermisı delemiyor. Eğer cam levhanın kalınhğı 5 santimetreye çıkarılırsa tüfek mermisi duruyor. Amerıkada birçok bankaların kasadarları böyle kalın camların arkasında çalışmaktadır. Piyasaya çıkarılan camlardan diğer biri de (konturplâk) tarzlı birkaç kath camlardır. Bunlar piyasada muhtelif adlarla anılmaktadır. Üç cam tabakası birbirine selloloid gibi bir macunla yapıştırılmaktadır. Tamamile berrak ve şeffaf olan üç katlı cama Tripleks deniyor. Cam tabakaları macunla birbirine yapıştınldıktan sonra yüksek sühunet ve tazyika maruz bırakılmaktadır. Parçalanma dığından dolayı bu camlar otomobillerde, tayyarelerde, yolcu vagonlarında, tramvaylarda ve dükkânlarda kullanılıyor. Böyle camlardan birine bir çekiçle vurursanız cam parçalanmaz, kıl gibi ince çatlaklar hasıl olur. Bu camlardan ya pılmış olan bir akuvaryumun çekiçle vurulduktan sonra suyu sızdırmadığı görülmüştür. Camların mühim tatbik sahalarmdan biri de sahnedir. Sahnede pıojektör şualarını muhtelif renkteki camdan geçirerek muhtelif renkte ışıklar hasıl edilir. Üç projektörden birinin önüne parlak kırmızı, diğerinin önüne çimen yeşili ve üçüncüsüne de koyu mavi renkte camlar koyup üç projektörü bir noktaya tevcih edersek netice güneş ziyası olur. Çünkü bu üç renkteki ziyalar birleşirse güneş ziyasın» hasıl eder. Bu renklere (iptidaî renkler) denir. Fakat yeşille mavinin arka«ndaki ziyayı hafifletip kırmızıyı arttınrsak donuk güneş ziyası hasıl olur. Maviyi takviye edip kırmızı ile yeşili azaltırsak mehtab taklidi yaparız. Üçünün siddetini azaltırsak bahar akşamı olur. Üçünü kuvvetlendirmekle yaz günlerinde öğziyası hasıl olur. Bir gün belki evlerimizin duvarlan renkli camlardan yapılacaktır. Bu camann arkalarındaki ziya şiddetlerini ayar etmekle kapalı bir odada, geceyarısı, zeval güneşinden ve zevalde mehtab ışığından istıfade edeceğiz. Prf. SALİH MURAT Iğdırda feci bir cinayet oldu 50 yaşmda bir adam pa**asma tamaan kesilerek öldürüldü Iğdır (Hususî) Iğdırın Yukarıarabkir köyünden, pamuk ziraatıle meşgul elli beş yaşında Ali oğlu Allahverdı, köyünün en zengınıdir. Bu ihtiyarın altınları, köylerde, bir hikâye gibi anlatılmaktadır. İşte bu altınların hayali karsısında, Aşağıarabkir halkından Hüseyin Ali, Abdullah, Kadım Ali, Kalender ve İskender adında beş câni başbaşa vererek, ihtiyarı öldürüp paralarına konmayı kararlaştınyorlar ve 22 nisan gecesi köyde herkes uyuduktan sonra, maktulün evine gidiyorlar. Bunlardan Hüseym Ali, epey yüksek olan bahçe duvarından aşarak, arkadaşlarına bahçe kapısmı açıyor ve asıl evin kapısına geliyorlar. Kapıyı açmak için uğraşırlarken, ihtıyar, gürültüye uyanıyoj ve gece vakti gelen kımdir diye kapıyı araladığı zaman, katiller de hep birden içeri hücum ediyorlar. Zavallı ihtiyar, şerirlerin kötü taarruzundan kurtulmak için kapıyı kapamaya uğrasıyorsa da, gözleri para ve kan kokusüe kararmış olan bu beş haydud içeri dalıyorlar ve ihtiyarı yatırarak, para'ann yerini söylemesi için, bir insanın tahammıil edemiyeceği i«kencelere başlıyorlar. İhtıyar birkaç dakika sonra bayılıyor. Bıınlardan Hüseyin Ali, zavallınm öte=ine berisine batırdığı bıçağını bu sefer de >htiyarın gırtlağına dayıyor ve bir koyun keser gibi, biçarenin kafasmı kesiyor. Katiller, bundan sonra da, korkudin odasında çeneleri tutulan, maktulün karısını tazyik ediyorlar. Kadın bunlara, paraların yerini gösteriyor. Canavarlar paraları aldıktan sonra, kadmın kafas'na ağır bir cisim vuruvorlar ve öldüaüne kanaat getirerek evden uzaklaşıyorkr. Kadın, sabaha karşı kendine geliyor ve kadmın feryadı üzerine kövlüler facia yerine yetişiyorlar. Bu esnada katiller de paraları taksim ederek birer tarafa sıvışmış bulunuyorlar. Fakat, Jandarma Komutanı Yüzbaşı Tahsin Sümerin sıkı takıbı üzerine, hepsi vedi saat geçmeden kanlı elbiselerile yakalanıp, adaletin pençesine teslim ediliyorlar. Bu feci cinayet bütün Iğdırı müteessir etmiştir. Salâhaddin GÜNGÖR Yugoslavya Almanyadan silâh mübayaa ediyor Belgrad (Hususî) Almanya ve Yugoslavya hükumetleri arasında 25 mil yon îngiliz liralık ve on sene müddetli bir mukavele imzalanmıştır. Almanyanın verdiği 25 milyon lira kredinin üçte ikisile Yugoslavya, Şkoda fabrikalanndan harb levazımı silâh, cepane ve tayyare satın alacaktır. Krediler on sene zarfmda ödenmiş olacaktır. îngil'zler de böyle bir kredi açmak teklifinde bu unmuşsa da vadesi çok kısa olduğun dan Yugoslav hükumeti kabul etme mistir. " Doğancılar itfaiye binası dün merasimle açıldı ı Elâzığlıların müşterek dileği (Kırklareli mekteblerinde verilen müsamereler Nüfus dairesi, resmî devairin en kalabalığıdır. Kadro azlığı yüzünden müdür ve memurlar, geceü, gündüzlü çalıştıkları halde bir türlü halkın nüfustaki binlerce işine cevab veremiyorlar. 72 bin küsur merkez kazasının ve vilâyetin umumî nüfusu da 195 bin olup bir müdür, bir başkan ve biri asker olduğundan iki kâtible idareye çalışılmaktadır. Halkın yüzde 60 ı yabancıdır. Günde en az yüzden fazla köylüler nüfus dairesine dolarak işleri için saatlerce, bazan günlerce beklemektedirler. Müdür ve memurların asla ihmalleri yoktur. İnsan kudreti fevkinde çalışıyorlar. Fakat yetiştiremiyorlar. Bütün halkın müşterek dileği, nüfus kadrosunun tevsiidir. Yaralandı Üsküdarda Doğancılar İtf aiye Grupu binası, dün merasimle açılmuvaffakiyetli temsiller verilmiştir. Orta mektebde « Kanun adamı» ve Beyazıd meydamndan geçmekte olan « eski borc » piyesleri temsil edilmiş. diğer ilk mekteblerde de talebe velileri mıştır. Merasimde İtfaiye Kumandanı İhsanla, Kaymakam ve diğer Reşad isminde birine şoför Yılmazın i için hususî müsamereler tertıb olunmustur. bazı zevat hazır bulunmuştur. Yukarıdaki resim, Doğancılar İtfaiye daresindeki otomobıl çarpmıştır. Reşad I Gönderdığim resim, Kocahızır ilkmektebi talebelerinden bir kısmını milli Grupunu iş başında ve yeni binanm önünde göstermektedir. yaralanmıştır. | bir oyun oynarken göstermektedir. Kırklareli (Hususî) Çocuk haftası münasebetıle buradakı mekteblerde