22 Mart 1939 CUMHURIYET Hfidiseier arasında Trakyadaki casuslar grupu mahküm oldu Izmir Ağırceza mahkemesinde muhakeme edilen suçluların, askerî tahkimatımız hakkında casusluk yaptıkları anlaşıldı îzmir 21 (Telefonla) Bundan yedi ay evvel Kırklarelinde askerî vaziye timizi ve tahkimatımızı tetkik ederek tâbi oldukları hükumete haber vermek maksadile faaliyete geçen beş kişilik bir grupun Izmir Ağırceza mahkemesinde mu hakemesi bitmiştir. Casuslar, Bulgar hududunda Kazaro köyü altındaki dere den 248938 gecesinde sisli bir havada topraklarımıza girmişler, fakat hudud müfrezemiz tarafından, derhal tevkif edilmişlerdi. Suçluların Kırklareli adliyesince ilk isticvabları yapıldıktan sonra, Temyiz mahkemesi üçüncü ceza dairesince Izmir Ağırceza mahkemesinde muhakemelerine karar verilmiş ve kendileri şehrimize sev kolunmuşlardır. Muhakemenin şimdiye kadar olan safahatı gizli cereyan etmiştir. Karar bu gün alenî olarak tebliğ edilmiştir. Kararnamede, suçluların askerî memnu mmtakada nasıl fotoğraf aldıkları ve gezebildikleri yerlerdeki malumatı Bul gr hududuna ne suretle götürmek teşebbüsünde bulundukları hakkında gerek şahidler tarafından verilmiş, gerekse suçlulardan bazıları tarafından itiraf olunmuş mühim nokta'ar vardır. Şahidlerin ifadeleri çok uzundur. Mahkeme şu neticeye varmıştır: Casuslar, Trakyaya askerî tahkimat vaziyetimizi tetkik için girmişler, ancak askerî kuvvetimizin hassasiyeti sayesinde bu teşebbüs nakıs derecede kalmıştır. Bu itibarla Türk ceza kanununun 133 üncü maddesi mucıbmce tayın edilen on beşer sene hapis cezalarının üçte ikisi indiril miş, Yetin oğlu Mikas, Yani oğlu Ramyen, Yorgi oğlu Çonof beşer sene hapise ve birer sene sekizer ay müddetle hiiku metçe gösterilecek yerlerde emniyti u mumiye nezaretinde bulunmağa, üç sene âmme hizmetinden mahrumiyete mah kum edümişlerdir. Suçlulardan İstafan oğlu Atenin de ayni suçla mahkum edilmesine karar verilmiş, fakat hapisanede iken diğer suçluların itirafını temin muzaheretinden dolayı cezası üç sene dört aya indirilmiştir. Beşinci suçlu îstankef oğlu Todori, ev velce hapisanede kalb sektesinden ölmüş olduğundan hakkındaki davanm sukutuna karar verilmiştir. Mahkeme reisi, tercüman vasıtasile kararların kabili temyiz olduğunu bildir mistir. ıı Fransanın bir Napoleon'a ihtiyacı var! unu Fransızlar söylüyorlar. Henri Massis'in «Zamanımızın şefleri» adlı kitabından bahseden Pierre Dominique yazıyor: «Bütün modern şefler Bonaparte tipindedirler, halkı teşah hus ettirirler, temsilî hükumete düşmandırlar, menşeleri ne olursa olsun hepsinde şu çift karakter var Nasyonalist karakter ve sosyalist karakter.» Mubarrir Fransanın da 1914 ten beri yapılanlara benzer bir tecrübe geçireceğini kaydettikten sonra (ki Joffre, Clemençeau, Poincare bu diktatörlük denemesinin mübeşşirleri imişler) bugünkü vaziyette «kahramanlar» m rol oynıyacağmı haber vererek ilâve ediyor: <cİngiliz Leader (lider), İtalyan Duce, Alman Fiihrer, Ispanyol Caudillo (Kodillo) diyor. Rusların şefe ne dediklerini bilmiyorum. Fransızlar kendilerine belki yeni bir kelime bulurlar. Bir kelime bir şeften daha kolay bulunur.» Fransız Akademisi Chef kelimesini benimsemezse bir yenisini arayadursun, fakat herhalde Fransayı bir kelime değil, bir adam kurtaracaktır. Adam, burada, bütün Fransız milletinin iradesini tek yumruğunda biriktirmiş, en son kesafetile milli bir şahsiyet demektir. Çok fırkalı temsilî rejim bu adamı niçin çıkaramıyor? Çünkü tek baş, tek fikir, tek irade formülü ona yabancıdır ve hürriyetçi demokrasiler, kendilerini, bir başı koparsa altı başı kalan yedi başlı ejdere benzetiyorlar. Bu sembol doğrudur belki. Fakat gördüğümüz manzara bu başlardan birinin kopması değil, hepsinin birbirile fasılasız hırlaşması ve boğuşmasıdır. Yüzü Napoleon'a benzetilen Daladier, tesis etmeğe çahştığı kuvvetli hükumet an'anesile, bir başı kopunca altı başı çahşabilecek demokrasi ejderi yerine, masalların veya gerçek ormanların bütün canavarlarını parahyabilecek bir kaplan adam tipinin hasretini çekiyor: Sozisi olduğu Napoleon veya ilk ustası Clemençeau gibi. Fransada, muzaffer bir düşmana mukavemet edebilmek için onun bütün silâhlarını kullanmaktan ibaret ilk mücadele şartı lehinde büyük bir fikir hareketi başlamıştır. Bu silâhların başında milliyetçi ve enerjili bir şef yaratma kararı geliyor. PEYAMİ SAFA GENCLtK ve KÜLTÜR Ferdler için olduğu gibi cemiyetler için de bazan maddî yıkımlardan daha ehemmiyetli manevî inkırazlar mevcud bulunduğunu tarihte sık sık görüyoruz Dikkat edilince manevî inkıraz dediğimiz şeyin bir nevi ahlâk çökümü ve ruh çürümesi manasına geldiği çabukça farkediliyor. Tarihin bazı devirleri bu bakımdan hususî bir ehemmıyetı haizdir. Çünkü zekâların pek çok yeni ışık bulduğu o devirlerde ruhlar eski aydınlığından bir kısmını kaybetmiştir ve körletici bir karanhk içine düşmüştür. Onsekizinci asrı şu davaya en düşündürücü delil diye gösterırler. Zira ruhu kurutan bir felsefe, önünde sonunda kafayı da solduruyor. Ve çünkü gönlünde duygu ateşi yanmıyanın başında hangi sevdanın rüzgârı eserse essin ortaya büyük eser gelemiyor. Büyük idealse daima küçük egoistliğin düşmanıdır. Bundan şu netice çıkar. Ferdde cemiyet şuuru daraldıkça, maşerî faaliyetin verimi genişliyemez. Bunun için gencliğin ahlâkî terbiyesinde aile, millet, memleket, insanhk, iyilik, güzellik sevgileri gibi mefhumları canlandırmak çoğumuzun öğrensek bile çok defa unuttuğumuz bir takım safsata malumatla kafalarımızı doldurmamızdan çok faydalıdır ve pek fazla ehemmiyetlidir. Halbuki çocuk nasıl kendini iyi besliyecek gıdayı bırakıp çerez merez yemeği isterse, insanlarm çoğu da zihnî aburcuburluğu, ciddî bir zekâ tegaddisine üstün tutar. Biraz düşü nün; göreceksiniz ki hayli defa zihinlerimizi bile zarif bir vitrin gibi süslemeği düşünürüz. İyi bir ev döşer gibi tefriş etmeği değil. Söylediğim sözlerin gerçi pek bilinen şeyler olduğunda şüphe yoktur. Yalnız mesele memleketimizdeki tatbikat cephesinden mütalea edilince şu nevi düşünceleri birçok zaman daha tekrara lüzum olduğu açıkça anlaşılıyor. Geçenlerde hayır şuurundan ve okuma disiplininden bahsetmiştim. Bugün ayni mevzua temasım meseleyi biraz daha kurcalamak içindir. Ahlâkî teverrüm.. İşte ruhu, vicdanı, fen, felsefe, san'at yahud yurd, millet, hak ve hakikat filân gibi mefhumların havasından hiç birşey alamıyan genclerdeki en korkunc hastalık.. Zira açık söyliye lim; kendi şahsî zevk ve menfaatinden başka birşeye kalbinin sevgisini ulaştıra rmyan kimse nedir? Hele o kimse tahsil görmüş ve amelî bir fermin silâhlarını kafasma tabiye etmiş hırslı bir gencse? Hemen cevab verebiliriz: Dış düşmandan kırk kere hain bir iç sömürgecisi! Çünkü öyle bir hilkat bildiğini, bilgi sermayesinden mahrum olarak yanıbaşmda duran yurddaşa da faydalı kılacak bir gönül zengini değil, bilâkis kendi egoist iştihasını pervasızca her tarafa saldırtmak için etrafın azcini en iyi vesıle sanacak bir duygu yoksulu demektir ve bir millî şuur züğürdü! Bir noktayı daha hatırlıyalım: Bu gibilerin «müteşebbisleri koruyun; işte biz o takımdanız. Şöyleyiz, böyleyiz!» gibi sözleri insam büsbütün isyan ettirici bir haldir. Çünkü üzerine filoksera veya veba halinde çökmek istedikleri bir cemi yeti sömürmek için kendi hodkâmlıkları yetmiyormuş gibi bir de o zavallı heyeti yardıma çağırmak cür'eti göstermektedirler. Bütün bunlar nereden geliyor? Tabiî ruh fıkaralığından! Ya ruh fıkaraığı?. Onun geldiği yerler çoktur. Fakat çürütücü, söndürücü ve nihayet bitik ve yalnız fuhuş mefhumuna saplanıp batmış yazılar bu ahlâk ve seciye vereminin başıca mikroblarından biri sayılamaz mı? Bence tamamen! Evvelki makalemde söylediğim gibi hele okuyucusu ve okuyacağı az bir memlekette! Deniliyor ki muharrir herşeyden evvel muharrirliğini düsünür ve san'atkâr san'atını. Pek güzel ama bu vaziyette bakkalın, eczacının, fırıncı veya şoförün de düşüneceği odur. Ancak bir de bir şehrin, bir memleketin s'hhatıni, emniyetini, asayiş ve iktısadını korumakla mükellef olanlar var. Onlar filân veya filân muhteris zengin olacak miş diye halkın zehirlenmesine, süprüntü yemesine, soyulmasına rıza gösterebilir ler mi? Şu sebeble bir memleketin saf san'at düşünen artisti gibi, artistin şu veya bu eserinden cemiyet bünyesinde husule gelen şu veya bu tesirleri araştıran ruhi yatcıları, sosyologları da mevcuddur ve olmahdır. Oalmalıdır ki cemiyette kendi bağrından kaynıyan bir çok faaliyetin mahiyeti hakkında aydınlık bir şuur belir Manevî teverrüm FAZIL AHMED AYKAÇ «Vicdan, namus, şeref gibi mefhumlar insanların vahimesinden doğmuş birer masaldan ibarettir. Zekâ, iş becermek, ahlâk menfaatini iyi bilmekten başka nedir ki? Cemiyet, akıllı bir adam için en âlâ istismar zeminidir. Yurd, millet, fedakârlık filân gibi sö'zler gülünc birer yalanın adıdır. Tıpkı allah mallah kabilinden b'r takım manasız ve pörsümüş fikirler gibi ki ancak geri kafalıların ağzında dolaşır. V. s.» Ne acıklı gaflet; gayet ileri bir felsefe diye birçok genc zihne kılavuzluk eden bu mütalealar, daha tarihin ilk tefekkür çağlarında bile isabetsizliği belli olmuş sıracalı ve kanserli düşüncelerdi. Eski Yunanistanın Aristiji sirenayizm adı al tında tanınılan bu sığ ve batak düşüncelerin klâsik bir misalidir. Değil bugünkü ilim, ilk çağın selim akli bile bütün bu felsefelerin acınacak kadar zavallı basitliğini anlamıştı. Ve görmüştü ki bu türlü iddialar hür ve müstakil bir zekâ gürbüzlüğünden değil, bilâkis yılgın ve hamlesiz bir gönül dermansızlığından doğuyor. İnanın ki bugün de vaziyet hemen hemen öyledir. Çalışmadan, uğraşmadan yaşamak, hem de herkesten müreffeh yaşamak davası.. Evet işte o kör, ve arsız hırstır ki bugünkü dünyanın manevî asayişini ihlâl ediyor ve bundan maddî hu zur dahi zarar görüyor. Felsefenin asîl gayesi, zihinlerimizi her türlü batıl akidenin pırangalarından ha lâs etmektir. Yoksa onun ruhlarımızı cimri, soysuz ve süflî duyguların esareti altına sokmak gibi bir maksadı olamaz. Asla ve kat'a! Bunu her münevver bil melidir. Ve hele kendisine insanlığın en şerefli medeniyet ödevlerinden bir tanesi emanet edilmiş olan aziz Türk gencliği bir dakika bile unutmamalıdır. O Türk gencliği ki İstiklâl savaşına koştuğu azim ve imanla irfan cihangirliğine doğru da yükselmeğe vazifedar bulunuyor. Ancak geçen hafta söylediğimi gene tekrarlıyacağım. Biz bu coşkun ruhlu millet evlâdlarına pek değerli bir manevî gıda ermekle mükellefiz. Onu vermeliyiz ki geleceğin mukadderatını idareye namzed olan memleket çocukları, zengin olduğu cadar kuvvetli bir kültür almış bulunsunar.. Bu davada sevgili kızlarımızın erkek evlâdlarımızdan farkı yoktur. Hatta birincilerin maddî ve manevî bünyeleri akımından ayrıca bir takım hususî ihtimamlara da ihtiyacları vardır. Binaenaeyh kendilerinin zihnî tegaddileri meseesi en küçük ihmale dahi mütehammil görünmez. Nice ana baba tanırızî bunlar çocuk larına içi dolu irfan hazineleri açmak için yabancı diller öğretirler. Kendilerini ecnebi mekteblerinde okutmak gayesile büyük fedakârlıklara katlanırlar. Peki ama nihaî maksad nedir? Oralardan çıkanlarm vücudlerine, sıhhatlerine, çocuklarına, kocalarına, evlerinin idaresine, temizliğine, aydınlık manada müterakki bir insanlığın medenî icablarına göre bakmağı öğrenmesi değil mi? Temenni edelim ki öyle olsun. Lâkin gördüğümüzün ve duyduğumuzun çoğu tamamen başka türlü dür. Ve anlaşılmaktadır ki muvaffakiyet yüzdesi, ihtiyar edilen külfetle mütenasib bulunmuyor. Yabancı dilleri öğrenmek en maksad, henüz kendi lisanımızda olmıyan verimli irfan kaynaklarından bol bol istifade etmektir, diyebiliriz. Lâkin her yerde azçok mevcud süprüntü hikâyeleri okumak asla! Gazeteci ve kitabcı dükkânlarında da bol bol sallanan bir takım mecmualardaki sade dudak boyasile tırnak cilâsı ilânlarını ezberlemek ve kürklü manto biçimlerile çorab çeşidlerinin listesi içinde hayal koşturmak için öğrenilmiş bir fransızcadan Türk camiasına hangi fayda gelir? Bütün bulnar insana sıhhat bilgisie beden, zekâ ve ruh terbiyesi mi veriyor? Gönüllerimizden güzel ve necib estetik duyguları mı fışkırtmaktadır? Yoksa bizi sinirli, züppe ve kimseyi beğenmez birer sıska müstehlik kılığına mı sokacaktır? Ben en çok ikinci şıkkı görüyorum. İşte içimdeki kanaat: Neticesi yalnız adi ihlâl ve istihlâkten ibaret kalan böyle kötürüm duygulu faydasız münevverlik, dünyanın en zararlı ve mücrim karanlığıdır. Ve bundan iğrenmeliyiz. Bir gencin şerefi, muhitinden ruhunun almaktan ziyade ona vermek susuzluğunu duymasındadır. Kolile, kafasile, irfanile, vicdanile cemiyete kendinden ar mağanlar yetiştirmek zevki; işte gerçek kıymet... Yoksa ideali yalnız kürk, oto mobil, kumar ve dans gibi adi maddiyat endişeleri içinde buruşup gitmiş kimseler genc olduklarına sıkılmahdır derim. Roma împaratoru filozof Mark Orel ne güzel söylemiş: «Kovana zarar veren jeyin arıya fay IHEM A NALINA MIHINA Ganimetler I lmanyanın, ÇekoSlovakyayı tek tüfek patlatmadan işgal ve ilhak edivermesi üzerine, askerlik ve sevkulceyş bakımından ne büyük bir istifade temin ettiğini, birkaç gün evvel, «Askerlik bahisleri» sütunumuzda izah etmiştik. Almanyanın ele geçirdiği ganimetler, ÇekoSlovak ordusunun bütün silâhlarından, cepanesinden, tahkimatından, ve bütün harb sanayii, otomobil ve tayyare fabrikalarından ibaret değildir; o yazımızm şümulü dairesine girmiyen birçok diğer ganaim daha vardır ki bunların bir kısmı da Almanyanın harb kudret ve kabiliyetini artıracak şeylerdir. Bu ganimetlerin en başında ÇekoSlovakyanın alhnları geiır. Bu memlekette 2 milyar 358 milyon koronluk aitın ve 1 milyar 200 milyon koronluk ecnebi dövizi vardı. Fakat Südetlerin işgali üzerine Almanya, bu mevcudun altıda birinin, yani 390 milyon koronluk altınm kendisine verilmesini istemışti ki bu da 42 milyon mark ve 12 ton altın ediyordu. ÇekoSlovakya da bunu kabul etmişti. 3ımdi, Almanya ÇekoSIovakyanm 72 ton tutan bütün altınını kâmilen ele geçifmiştir. Bu kadar altın 252 milyon mark eder. Ayrıca bankalarda mahfuz bütün dövizleri de alacaktır ki o da takriben 100 milyon marktır. Almanyanın altın ve döviz diye titrediği düşünülürse bu 72 ton altının ne büyük bir ganimet teşkil ettiği anlaşılır. Fakat, bir rivayete göre, Al manlar, 25 milyon İngiliz lirası tutan (İngiliz bankası ihtiyatının altıda biri) bu altını ele geçirememişler. Çünkü bunlar daha evvel Londraya veya başka bir yere nakledilmiş imiş. Fransanın yaptığı taahhüd, henuz Fransrz parlamentosu tarafından tasdik edilmediği için, Fransa, bu 700 milyon frank borcu, Almanyaya devretmeğe çaşabilir. Ingiltereye gelince, vadettiği 10 milyon Iiradan 3 milyon 250 bin sterlini ÇekoSlovakyaya vermiştir; fakat 6 miîyonu vermemiştir. İki devlet, ÇekoS'ovakyaya 8 milyon sterlinlik bir borc vermeği de kararlaştırmışlardı; fakat vermemişlerdir; tabiî vermiyeceklerdir. Şimdi iktısadî vaziyete bakahm. Sü detler ayrıldıktan sonra da, Çekya aenede 9 milyon ton kömür, 1 2 milyon ton inyit, 1 milyon ton demir, 1 milyon ton çelik istihsal ediyordu. Bunlar kâmilen Almanyanın eline geçtiği gibi Pilzen, Brno ve Skoda fabrikalarından başka 25 silâh fabrikası, 9 tank ve zırhlı otomobil fabriaksı, 1500 tayyare, meşhur Bata kundura fabrikası, 2 milyon iğli vc 80,000 tezgâhh pamuk ve yün mensucat fabrikaları, cam, şişe ve zücaciye sanayii, şeker endüstrisi, bira fabrikaları hep Al ı manyanın eline geçmektedir. Yalnız Çe ^ koSlovakya, Almanyanın aradığı ham maddeleri, petrolu ve ihracat piyasaMiu temin edemiyecektir. Gerçi, Almanya Slovakyanın ziraat membalanna el atmışsa da, bu kadan kâfi değildir. O, ihtiyaclarını başka yerlerden tedarik etmek mecburiyetindedir. Almanya, 400 sene evvelki, mukaddes Roma Cermen İmparatorluğunu kurmak ister gibi görünüyor. Avrupan^n merkezinde büyük Mitteleuropa huiyasını tahakkuk ettirdikten, şarkî ve cenubu şarkî Avnıpada ham madde ve petrcl htiyaclannı temin ettikten sonra, garba, Fransa ve İngiltereye dönecektir. 1938 eylulünde, ÇekoSlovakya gibi askerlik ve sevkulceyş muvaze«esi baLmından kendileri için mühim bir memleketi, hayret edilecek bir gaflet ve hiffetle tek kurşun atmadan feda edenler, o zamanki hatalarını düzeltmek için, şimdi çırpınıp duruyorlar. Acaba muvaffak olabilecekler mi? •ifiıııınıınıllHIHIIllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllilllllııııı Fransız Cumhur Reisi Londrada M. Löbrön büyük merasimle istikbal edildi İsmet İnönü Reisicumhurumuz, dün altıncı derece memurlara bir çay verdi Ankara 21 (Telefonla) Cumhur Reisimiz Ismet tnönü ve Bayan Ismet İnönü tarafından Ankarada altıncı derece memurlarla refikalart, bu akşam saat 17 de Çankaya köşküne davet edildiler. Kabal resntini bir çay ziyafeti takib etti, Çayda Başvekil ve Vekiller de bulundular. Paris 21 (a.a.) Mösyö ve Madam Löbrön bu sabah saat 8,15 te beraber lerinde Riyaseticumhur erkânı ve Hariciye Nazın Bone olduğu halde Londraya miiteveccihen hareket etmişlerdir. Madam Löbrön'e, Madam Braconnîer ve Madam Loze refakat etmekte dir. tngiliz Kralmın üçüncü oğlu Duc de Gloucester, Kral ve Kraliçe namma, Fransa Reisicumhurunu selâmlamak üzere saat 11 de Londradan Douvres'e hareket etmiştir. Fransa sefiri Corbin de, Douvres'e gitmiştir. Fransız Reisicumhuru Löbrön ile maiyetini hâmil olan Cote d'Azure vapuru, saat 12,55 te Douvres limanına girdiği zaman Rodney zırhlısının attığı toplarla selâmlanmıştır. Düc de Gloucester, vapura giderek Löbrön'ü selâmlamıştır. Fransız Reisicumhuru, saat 13 te vapurdan çıkmış ve Marki de Willingdon ve diğer birtakım zevat tarafından selâmlanmıştır. Hususî tren, saat 13,20 de Londraya hareket etmiştir. Fransız Cumhur Reisi, Viktorya istasyonunda Kral Corc ile Kraliçe Mari, hanedan azası, Başvekille Nazırlar tarafından karşılanmıştır. Fransız Cumhur Reisile Madam Löbrün, Ingiliz hükümdarlarile beraber istasyondan araba ile Bukingham sarayına gitmiş ve sokakları dolduran halk kütlesi tarafından hararetle alkışlanmışlardır. Gece, sarayda, Fransız Cumhur Reisi şerefine bir ziyafet verilmiştir. Başvekil Çemberlayn, Hariciye Nazırı Lord Halifaks ile Londradaki îngiliz elçisi ziyafette hazır bulunmuşlardır. Ceyhan nehri gene taştı Birçok köylerin mezruatı su altında kaldı Adana 21 (Hususî muhabirimizden)Toroslara yağan şiddetli yağmurlar, eriyen karlar Ceyhan ırmağını taşırdı. Mangit, Mercimek, Hamidbey, Bucağı, Karamezar, Havraniye, Çakaldere, Küçükkapılı, Herekeli köyleri mezruatı su altmdadır. Buralara gidiş geliş kesilmiştir. Nehre yakın diğer sahalar mezruatı da tuğyandan zarar görmüştür. Hekimhandan alınan telgrafta suların daha yükseleceği bildirilmektedir. İnsanca, hayvanca telefat yoktur. Tuğyanın artacağına göre lüzumlu tedbirler alınmıştır. Şamda tevkifat Şehir, Fransızlar tarafından tahkim ediliyor Şam 21 (a.a.) «Havas» Sehir tamamile Fransız kıt'aları tarafından ışgal edilmiştir. Kıt'alar büyük bir sükunet çinde şehrin merkezindeki sevkulceyş noktalarını tahkim etmektedirler. I i Fir'avunun mezarı Mısırda zengin bir mezar daha meydana çıkarıldı Kahire21 (a.a.) Fransız arkeologları tarafından Şarkiyede yapılan haf riyat esnasında İsadan bin sene kadar evvel yaşamış olan Fir'avun Psusennesi'n kat'iyyen bozulmamış lâhdini meydana çıkarmışlardır. Bu Fir'avun Süleyma nın kayınbabası olarak telâkki edilmektedir. Mezarda bin kilo ağırlığında som altın bir tabut bulunmustur. Bunun kıymeti bir milyon sterlinden fazla tahmin ediliyor. Tabud da Fir'avunun mumyası ve diğer bırçok mücevher ve altın hey keller de çıkmıstır. Simdive kadar yapılmış olan hafrıyatta meydana cıkanl?n âsarıatika arasında Tutankamun'un mezanndan sonra bu en mühimmidir. Sokaklarda vücude getirilmiş olan barikadlar tahrib edilmiştir. Fransız ma kamları bazı tahrikçileri tevkif etmislerİzmir, 21 (Telefonla) Gediz nehri, dir. Ammanda vaziyet Foça kazası dahilinde taşarak o havalide mezru, gayrimezru arazinin dörtte üAmman 21 (a.a.) Maveraüşşeriçünü istilâ etmiştir. Son fırtına hakkında anın cenubunda yeniden bir takım şidgelen haberlere nazaran, Kemalpaşada det hareketleri yapılmıştır. İki karakola 530 evin camlarının kırıldığı, 15 evin bahhücum edilmiş ve bunlar yağma olun çe duvarlarmm yıkıldığ, gerek şehir ovasmda. gerekse köylerde 1600 ağacm muştur. devrildiği. 10,000 kiremitin uçtuğu anlaşılmaktadır. Izmir havalisinde fırtınanın yaptığı tahribat Suriyede beş kişi tevkif edildi Berlin 21 (Hususî)) Suriyedeki Fransız makamatı, Suriye nasyonalist Romanya Kralı tngiliz bloku erkânmdan 5 kişiyi tevkif etmişsefirini kabul etti tir. Nabi Azmi Bey, mevkuflar arasınBükreş, 21 (Hususî) Kral Karol bu da bulunmaktadır. gün İngiliz elçisi Sir Reginald Hoare'yi kabul etmiş ve uzun bir mülâkatta bulunmuştur. Sivasî mehafilde bu mülâkaİzmir 21 (Telefonla) Tosbalıda ta hususî bir ehemmivet atfedilmektedir. Bükreş elçimiz Hamdullah Suphi Tann seyyar satıcılık yapan 18 yaşında Mus över bu gece Romanya Hariciye Nazırı tafa adında bir genc, kasaba cıvarında Gafenko şerefine bir ziyafet vermiştır. bir kuyu içinde boğulmuş olarak bulun sın. Daha Onsekizinci asrın sonuna doğru Türkiyenin umumî nüfusu muştur. bayatladığı halde bizde pek taze ve ileri Mustafanın, parasına tamaan Denizli birer fikir gibi revac bulan bazı kaba ve Ankara 21 (Telefonla) 1927 u mumî nüfus sayımında nüfusumuz li Hasan ve Mehmed namında iki arka adi materyalist telâkkileri malumdur. 13.648,270, 1935 umumî nüfus sayı daş tarafından boğulduğu söylenmekte Bunların çoğuna şimdi küflü bir felsefe mmda :se 16.158.018 idi. Yeni doğumlar. dir. Tahkikat devam etmektedir. kırıntısı halinde olarak nerede raslıyohicret ve iltica suretile vurdumuza gelenBir cesed bulundu ruz bilir misiniz? Dünü bilmiyen; bugünü ler ve bunların dışında olarak mektum İzmir 21 (Telefonla) Çeşmenin kavramıyan ve yarının karşısına cesaret nüfustan nüfus kütüklerine kavdedilmiş olanlarla birlikte bugünkü umumî nüfu Çandarlı nahiyesindeki adacıkta otuz beş ve enerji ile çıkmak kudretinden mahrum sumuz 1935 umumî nüfus yazımına naza yaşında Rahime adında bir kadının cese bazı sakat kafalarda! ran 1.671.196 kişi artmış bulunmaktadır. di bulunmuştur. Şu fikirleri hulâsa edelimv Torbahda f eci bir cinayet dası olmaz!» Hazin bir tuhaflık da şudur: Bazan en tanınmış doktorlarımızın tavsiye ettiği bir ilâcı eczanelerimizde bulamayız. Çünkü bir takım icablarla memleketimize girmeleri menedilmiştir. Halbuki zihinlerimize, uhlarımıza hiçbir değerli unsur getirmedikleri gibi bizim iyi eserler okuyacak zamanlarımızı dahi ziyan ettiren nice süprüntü sahifesi genc kadınlarımızm, kızlarımızın ellerinde dolaşır. Acaba iktısadî, ispençiyarî sahalarda olduğu kadar psikolojik ve terbiyevî sağlık korumasında da himayeye muhtac değil miyiz? Memleketimizin en büyük şefleri bedenî kudret kadar ahlâkî kuvvete ehemmiyet verdiklerini daima söylediler ve şüphesiz ki pek haklıydılar. Şu halde yeni nesillerin ruhiyat işlerini hallederken, kendilerini yakalanmaktan en çok sakındıracağımız afet şu olmahdır: Manevî teverrüm! Fazu Ahmed AYKAÇ