22 tkincikânun 1939 CUMHURİYET Serbest sütün Ornek koca Mürefte sarabları Memurlar ve yarı memurlara dair Devlet «Hususî müteşebbis» olarak üzerine aldığı vazifelerde muvaffak olabilmek için nasıl hareket etmelidir Geçenlerde Meclise verilen bir lâyi hada «mahsus bir kanunla bir hak temin eden veya sermayesinin yarısından fazlası devlete aid olan banka ve müesseselerdeki memurların hizmete giriş ve terfileri» bir kanunun hükümlerine tâbi tutuluyordu. Bu gibi müesseselerde çalı şanları tnuayyen bir barem çerçevesine sokacak olan bu kanun, doğrudan doğruya devlet emrindeki memurlarla. devlet sermayesile kurulan müesseselerdeki memurların gelirleri arasında göze çarpan nispetsizliği ortadan kaldırmak ve bu suretle hem devlet sermayesile kurulan müesseselerin gitgide kabaran cıaaş ve ücretlerine bir sed çekmek, hem de devleti alâkadar eden muhtelif iş sahalannda hergün artan memur ihtiyacmm kar şılanması imkânı bakımından bir ahenk temin etmek itibarile şüphesiz çok yerindedir. Bu hususta muhtelif gazetelerde çıkan yazılar ve bilhassa Cumhuriyet gazetesinde Nadir Nadinin 9 ikincikâ nıın tarihli başmakalesi birçok doğru fikirler ihtiva etmektedir. Devletimiz iktısadî faaliyetini artınp kendi himayesi altında bir takıra sanayi müesseseleri kurmağa başladığı zaman bunlan «hususî müteşebbis» zihniyetile yürütmeyi düşünerek bu müesseselere kabul ettiği memurlara nispeten yüksek maaş verilmesini münasib görmüştü. Memleketimizde yetişmiş memurlar ve bilhassa teknisyenlerin adedi mahdud olduğuna göre bu müesseseler memur ihtiyaclarını daha kolaylıkla karşılayabil mişler, fakat tedricen devlet teşkilâtından bu müesseselere devamlı bir memur akını baş gösterdiğinden hükumet bunun önünü almak için bir takım hususî karar ve kanunlar çıkarmağı muvafık bulmuştur. 3imdi devlet sermayesile işlıyen müesseselerdeki memurların hizmete giriş ve terfileri hususî bir kanunun hükürrîerine tâbi tutulmakla bunların diğer devlet memurlarından fazla kazanması imkânı şüphesiz ortadan kalkacak ve Nadır Nadinin yazdığı gibi maaş bakımından imtiyazlı gibi görünecek bir smıf teşekkülüne meydan veriltnemiş oiunacaktır. Burada «yan memur» adı altında mevzuu bahsolanlann büyük bir kısmı devlet sermayesile kurulmuş sanayi müesseselerinde çalışanlardır. Memleket ihtiyacım karşılamak ve ayni zamanda memleketin muhtelif kısımlarımn kal kınmalanna yardım etmek düşüncesile kurulmuş bir takım modern fabrikalann işletme ve idare mes'uliyeti bu yarı memurlara tevdi edılmiştir. Devlet sermayesi yani milletin parasile kurulmuş olan bu fabrikalardan azamî randıman temin etmek ve en iyi kalitede en ucuz mal çıkarmak suretile millî ihtiyacı karşılamak ve millî refaha yardım etmek hükumeti mizin sanayi programında güttüğü başlıca gayeler olduğuna göre bu gayelerin tahakkuku işi de gene bu yarı memurlara tevdi edilmiştir. Sanayi müesseselerinde millî bakımdan azamî verimi temin etmek için kaliteyi düşürmeksizin istihsali devamlı surette haddi azamide tuta bilmek ve randımanı yükselterek mali yetleri tedricen indirmek lâzımdır. Bu işi başaracak memurlarda aranacak başlıca vasıflar bilgi, tecrübe ve işe alâkadır. Rasyonel bir isletmede bilgi esastır. Tecrübe, heves, kabiliyet ve dikkat sayesinde zamanla elde edilir. Randıman ve kaliteyi yükseltmek ve sarfiyatı azalt mak için işe karşı çok yakın ve devamlı bir alâka ister. Ferdin bu suretle istih sal ve kalite üzerinde müessir olduğu yerlerde (yani hemen hemen bütün sanayi branşlarında) bu bakımlardan mütemadî bir ilerleme temin edebilmek için ferdi istihsalle alâkadar etmekten başka çare yoktur. Nitekim ekseri fabrikalarda amele götürü çahşarak istihsal üzerinden para alır. Fabrikalarda, madenlerde, elektrik santrallerinde yani alelumum sanayi müesseselerinde çalışan ve gerek doğrudan doğruya, gerek bilvasıta istihsal ve sarfiyat üzerinde müessir olabilecek bütün memur ve işçilerin noımal istihsal ve randımanlar için asgarî ihtiyaclarıni karşılayabilecek vasat bir ücret almaları, fakat faaliyet ve gayretleri saytsmde kaliteyi düşürmeksizin normalin fevkin de bir istihsal veya dununda bir sarfiyat temin ettikleri takdirde müesseseye temin edecekleri kazancm bir kısmmı muayyen esaslara göre prim oiarak almaları her halde hem hukuk bakımından, hem de bilhassa millî bakımdan gayet doğrudur. Hükumetimizin millî mamulâtı ucuzlat mak ve halkı refaha kavuşturmak uğrunda sarfettiği gâyreti düşünürsek istihsali yükseltmek ve sarfiyatı azaltmak suretile mamulâtı ucuzlatmanın mühim bir millî vazife olduğu neticesine varırız. Burada birkaç canlı misal zikretmek doğru olacaktır: Takriben otuz bin iğ ve bin dokuma tezgâhile mücehhez büyük bir mensucat fabrikasını ele alalım. Böyle bir fabri kanın senelik pamuk ihtiyacı 20 25 bin balya kadardır. Fabrikada makinelere iyi bakmak, rasyonel bir iş tevzii yarat mak ve bilhassa isabetli harmanlar yapmak suretile randıtnanı kabul edilen vasatî randımana nazaran % 4 5 nispetinde yükseltmek imkânı vardır. Bu randıman farkı senede 60 70 bin kilo pamuğa yani asgarî 20 bin liralık bir ta sarrufa tekabül eder! Gene ayni fabrikanın kuvvei muharrike ve hararet ihtiyaclarıni temin eden kuvvet santralini ele alalım: Böyle bir santral günde takriben yüz ton yani senede 30 bin ton kömür sarfeder. Kömür cinslerine göre iyi harmanlar yapnıak, isabetli tedbirlerle kazan ve türbin randımanlarını yükseltmek ve hertürlü enerji zayiatına mâni olmak suretile vasatî kömür sarfiyatından devamlı surette % 8 10 nispetinde bir tasarruf elde etmek imkânı bulunabilir. Bu, senede 3 bin ton kömür, yani vasatî Anadolu fiatile 45 50 bin lira demektir. Bu iki misal büyük bir mensucat fabrikasında bilgi, ihtimam ve bilhassa işe bağlıhk sayesinde ufak bir randıman farkile yalnız pamuk ve kömür gibi ham maddelerden senede cem'an 65 70 bin lira tasarruf edilebileceğini göstermektedir. Fabrika senede 4 milyon kilo iplik imal ediyorsa sırf bu tasarruflar saye sinde beher kiloyu takriben 70 para nispetinde ucuzlatmak, yani fabrikada âdi kaput bezi imal ediliyorsa metro fiatını 1 5 2 0 para ucuzlatmak imkânı oluyor demektir. Böyle bir fabrikada bütün işçi İki karısı da kendisinden Bu seneki istihsal 3 milfazlasile memnun! yon kiloya baliğ oldu Finlândiyamn merkezi Helsinki'de oturan Jan Lormi isminde bir erkeğin iki karılı olduğu ve her ikisile ayni evde yaşadığı meydana çıkmış, bir taraftan iki karılı olması, diğer taraftan bu iki kadının ayni evde geçinmeleri hayret uyandırmıştır. Her iki kadmdan da birer çocuğu olan erkeğin aleyhine, evli olduğu halde evlenmekten dava açılınca, o, vaziyeti şöyle izah etmiştir: « Doğrudur, evli olduğum halde dul bir kadmı daha nikâhladım. Bu kadm, Hate Hansen'dir. kendisile 1936 yılında tanıştım. Başka bir isim takmarak bekâr olduğumu söylemek suretile, tanışmamızdan bir yıl sonra nikâhımız kıyıldı. 1937 mayısında her iki karıma da işin içyüzünü söyledim; kadınlar, birbirle rinden hoşlandılar. Benimle birlikte yaşamağa razı oldular.» Jan Lormi'nin bu ifadesine karşı, karılarına bir diyecekleri olup olmadığı sorulmuş. onlar da bu adamm iyi bir koca ve baba olduğunu, aile muhitinde örnek olacak tarzda hareket ettiğini ileri sürmüşler. «biz hem ondan. hem biTbirimizden hoşnuduz. Simdiye kadar hiç kavga etmiş değiliz. Bundan sonra da bu aile hayatmı devam ettirmek hususunda mutabıkız> demişlerdir. Kadınların bu müdafaalarına rağmen, koca. kanuna aykın hareketle iki kanlı olmaktan cezalandırılmış, ancak müdafaa, cezayı azaltıcı sebeb olmak üzere nazarı itibara alınmıştır. Fakat, kanun, aile hayatmın bu tarzda devamına cevaz vermediğinden, erkek, iki kadmdan birini terciha zorlanmış vaziyettedir. Esasen ikinci evlenişi hükümsüzdür. Resmen birinci karısile evli sayılıyor. Birlikte yaşamakta ısrar ederse, ikinci kadm «metres» diye tanınacaktır. Sonra ondan da çocuğu var! Mürefte (Hususî) Müreftenin 1938 yıh şarab rekoltesi 1937 yılına nazaran 600,000 kilo bir fazlalrkla 2 milyon 400,000 kilo olarak tespit edilmiştir. Rekoltedeki bu fazlalık bu yıl üzümlerimizbı daha verimli olmasmdan ileri geldiği gibi bir taraftan da bağcı, yemeklik olarak ihrac ettiği üzümlerden beklediği istifadeyi göremediği için mevcud malını şarablık olarak kullanmıştır. Mahsul yılmm ilk üç ayında 612,000 kilo şarab ihrac edilmiştir. Şarab ihracatı devam etmektedir. 1937 yıh sarabları, îstanbul piyasalannda, toptan satoşı 16 kuruştan başlıyarak son zamanlarda 19 kuruşa kadar yükselmişti. Halbuki 1938 mahsulü piyasaya arzedilince fiatlar kendini muhafaza edememiş, şarab piyasası birdenbire 6 7 kuruş düsmüştür. Bugün Kayataşı ambarlarında, Müreftenin, 12 dereceden aşağı olmamak şartile tabiî şarablan 12 ile 14 kuruş arasmda satılmaktadır. Şarabcı, bir kilo şarabda 6 kuruş Inhisar resmi vermektedir. Bu da, bu fiattan çıkarılmca, imal ve nakil masrafları da dahil olmak üzere şarabcuım eline 7 ilâ 8 kuruş geçmektedir. Toptan şarab satjş fiatlannm bu şekilde düşmesi sebebleri ise, rekoltede görülen ve mühim olmryan bu fazlahktan ileri geldiği gibi, saüş işindeki rüccarm alâkasızlığından husule geldiği anlaşılır. Şarab istihlâkinin artmakta olduğu şu sıralarda Müreftenin günden güne inldşaf etmekte olan bugünkü fennî ve sıhhî şartlara uygun olarak istihsal edilen 2 3 milyon kilo şarabını elden çıkarmak için kilosunu 6 ve 8 kuruş,a kadar vermek zaruretinde kaldığı düşünülür. Harbi Umumiden evvel iptidaî bir şekilde hazırlaman Çaya düşerek boguldu 15 milyon kiloya yakm şarabm nasıl sarOsmaniye (Hususî) Kasabamızdan fedildiğine hayret etmemek kabul deDuranoğlu on beş yaşlarmda Halil, kağildir. sabamız yakınından akmakta olan Hamıs çayına düşerek boğulmuştur. Za Taşla gözünü çıkarmış bıta, hâdisenm mahiyeti üzerine tahkiBursa (Hususî) Soğukpınar nahikat yapmaktadır. yesine bağlı Büyük Deliler köyünden ve memurların devamlı alâka ve gayretlerile temin edilecek fazla istihsal ve masraf tasarruflarının mamul maliyeti üzerindeki tesiri elbet daha da büyük olabilır. Umumiyetle, yeni kurulan bir sanayi müessesesi en modern makineler ve tesisatla teçhiz edilip bu makineler işletildi mi en iyi randıman ve kalitenin de temin edileceği zannedılir. Bundan yanhş düşünce olamaz! İyi ve modern makineler esas olmakla beraber kalite ve randımanı yükseltecek, istihsali haddi azamisinde tutarak maliyetleri indirecek olan müessesede rasyonel bir işletmeyi tesis ve idame ettiren tecrübeh ve işe bağlı mühendisler, teknisyenler ve memurlardır. Ufak bir tezgâhı idare eden mütevazı bir amele bile istihsal üzerinden para kazanırken fabrikanm bütün şubelerini ve fabrikayı idare edenlerin istihsalle alâkaları olmadan sabit bir ücretle kalmaları herhalde doğru birşey değildir. Gerek doğrudan doğruya istihsalde müessir olan bu memurlara, gerek müteaddid fabrikalann ve sanayi müesseselerinin grup halinde işletmesini tanzim ve en rasyonel iş tevziini yaparak umutnî randımana (yani binnetice memlekette bir mamul grupunun maliyet ve satış fiatına) mü him nispette tesir eden kimselere mensub bulunduklan müesseselere temin edecekleri fazla istihsal veya tasarruf nispetinde birer prim verilmesinden tabiî birşey olamaz. Ali Osman oğlu Mehmed ve kansile ayni köyden Kâmil kansı Gülsüm ve oğlu Ramazan kavga etmişler, bu kavgada Mehmedm karısının attığı bir taş Gülsümün gözünü çıkarmış ve ağır surette yaralanmasına sebebiyet vermiştir. Gül süm hastaneye kaldırılmıştır. Bir günde 10,000 nüshası kapışılan büyük eser Sevgili Atamızm 300 den fazla ekserisi hiçbir yerde çıkmamış kıymetli fotoğrafını havidir. Baştanbaşa bir tarih hazinesi olan Fotoğrafla Atatürk Her evin ebedî süsü ve hatırasıdır. f Şamda cereyan eden siyasî hareketler ] Ilgın kaplıcaları Ilgm (Hususî muhabirimizden) Ilgın kaplıcalarmm tamir ve ıslahı işi yirmi dört bin lira bedelle müteahhide ihale edilmiştir. Ilgın kaplıcalan Evkaf îdaresine aiddir. Haiz olduğu şifaî hassalar dolayısile muhitimizde pek büyük bir şöhreti vardır. Evkaf idaresinin bu hareketi, hem bir bataklık halinde olan o kısmı kurutacak, hem de Konya ve civarma modern bir kaplıca tesisatı kazandıracaktır. r Cihanbeylide lüle taşı madeni bulundu Konya (Hususî muhabirimizden) Vılâyetimizin Cihanbeyli kazasımn Böğrüdelik köyünde zengm alçı ve lüle taşı madeni bulunmuştur. Bu maden lerin nümuneleri, tahlil edilmek üzere Fransanın yeni Suriye komiseri G . Puaux (önde) umnmi sekreter Ankaraya gönderilmiştir. Bu madenleMirye ile beraber bir merasimde... rin işe yaradığı anlaşılacak olursa işleBeyrut (Hususî) Fransanın Suriye her hafta toplanmaktadırlar. Şamda cetilmesi için imtiyaz ahnması teşebbüs fevkalâde komiseri Gabrin Püyo, geçen reyan eden talebe ve halk nümayişleri,. lerir.de bulunulacaktır. hafta tayyare ile Şama giderek Cemil ıstiklâl istiyen partinin eseridir. Bun Mardam ve arkadaşlarile görüşmüştür. dan başka, bu tezahüratm tertibinde İnTürk havacılığı bütün kuvvetile Öğrenildiğine göre, Cemil Mardam, fev gılız istihbarat teşkilâtımn da parmağı genişlemek ihtiyacındadır. Bu ihti kalâde komiserle mutabık kalmıştır. vardır. Bağdad Amman yolile Suriyeyaca mılletçe cevab vermek için fırŞamda, (Elnadi Elârabi) isimli bü ye kaçak olarak sokulmak istenen 500 satı kaçırmıyalım. Kurbanlarımızı yük bir kulüb tesis edilmiştir. Bu kulü tüfek, Fransız emniyet teşkilâtı tara Türk Hava Kurumuna verelim. bün iki yüze yakm azası vardır. Azalar, fmdan musadere edilmiştir. kalmıştın. Belki oradasm diye düşün düm. Şimdi bunun için Çubukluya mı geliyordun ? Evet. Annenin telâşını görme. Baygınhklar geçiriyor. Ben de seni demin Boğaziçi iskelesinin önünde görünce Çubukludan geldiğine hükmetrim. Hayır... Fakat Şerifin mektebine telefon edemez mivdin? Nevzad bir yalan daha söylemeğe mecbur oldu: Telefon ettim. Hasta imiş, inmemiş. Nevzad bahsi degiştirmek için: Karın da îstanbula oeliyor, annen ona da telgraf çekmiş, dedi. Meseleyi Halime anlattı. Büyük postanenm önünden geçiyorlardı. Halim hemen otomobilden atladı, koştu ve Ankarada kansma şu telgrafı çekti: «Merak edilecek birşey yok. îyiyim. Îstanbula gelme.» Nevzadın yanma gelince, hiç birşeyden haberi yokmuş gibi, ona sordu: Yalıya gittiğin var mı? Nevzad, kuru bir: Hayır! dedi. Bir müddet sustular. Halim yalandaki cesaretini sonuna götürmeğe karar vermiş olduğu için bu mevzua lâkayd görünmeğe çalıştı: En iyisi de o galiba... Dedikten sonra bahsi degiştirmek istedi. Şerife o gece nasıl rastladığıra anlattı. Nevzad biraz evvelki neş'esind kaybetmişti. Halimi dikkatsiz dinliyor gibiydi. Halimin annesi Beyazıdda otufuyordu. Eve geldiler. Hizmetçi kapıyı açar açmaz içeride bir sevinc çığhğı koptu. Ev halkı alt kattaki yemek odasında Halimin etrafmı almıştı. Annesi ağlıyor, öfkeleniyor, oğlunu yumrukluyor ve öpüyordu. Nevzadı da öğle yemeğine alıkoydu. Halimin ikinci büyük endişesi Feriha idi. Annesine onu sordu: Acaba ne zaman trene bbecekti? Telgraf dün gece geldi. öyleyse bu akşamki trene biner. Bizim telgraf yetişecek. Çünkü Halim, öğleden sonra tekrar Çubukluya dönmek istiyordu. Fakat annesi, ©ndişe verecek deTecede solmuş yüzile, kızarmış gözlerile, titriyen ellerile ona doğru gelerek: Bak, dedi, Halim, bir daha beni böyle bırakırsan ölüriim! Sen eskiden böyle hain değildin. Ben hasta iken Polonez köylerine gitmek de nereden akIına geldi. Beni öldürmek mi kasdin? Halim o gün Çubukluya dönemiye ceğini anladı ve Selmaya verdiği sözii tutamıyacağım düsününce Nevzada rastladığı andanberi başhyan gizli teessürii arttı. Hele Nevzadın yemekte beraber olması, onu Polonez köyüne dair bir seri yalan söylemeğe mecbur edecekti. Hiç; olmazsa bundan kurtulmak için: Aman! dedi, şu Polonez köyü hikâyesini kapatınız Allah aşkma... An" nem burnumdan getirir... Benim de kendime göre birtakım hesablarım var elbet... Ömründe bu kadar büyük yalan söylememişti ve işin bu kadar kolay olduğutıu bilmiyordu. Nevzad bile ne çabu inanmıştı ve bak, ne neş'eliydi! Halimin içinde derin bir temel çöktü. Kederi ala; bildiğine artıyordu. Bir an, kendi kendine: «Ben, ben miyim?» diye sordu. îçinde bulunduğu hakikate inanmıyordu. (Arkası var) T BULEND BÜKTAS üçüncü gidişim. Başımı dinledim ve şiir yazdım. Birdenbire aklıma esti. Fakat annen meraktan ölüyor. Ben de onun için senin boş bıraktığın taksiyi durdurdum. îstersen beraber gidelim. Hay hay. Otomöbile girdikleri zaman Nevzad Halimden daha memnundu. Arkadaşının yüzüne bakarak: Beni bile meraka düşürdün. Bir haber vermek yok mu? dedi. Hakkrn var. Sana da, anneme de pek mahcubum. Bilha«sa kadmcağız hasta da. Fakat bir delilik. Esti işte. Alıp başımı gittim. Ben de seni aramağa geliyordum. Polonez köyüne mi? Hayır... Senin orada olduğunu nereden bilirim? Nevzad kısa bir tereddüdden sonra, söyliyeceği şeyin abesliğini itiraf eden bir gülüşle ilâve erti: Çubukluya geliyordum. Çubukluya mı? Şerife mi? Nevzad, Halimin farkıntla olmadan kendisine uzattığı bu yalanı kabul ederek: Evet, dedi, geçen gece de onda Yüksek Muhendis SELMA ve GOLGESİ Tefrika **«««***0***0« Yazan Peki... size pek çabuk haber yetiştiririm, olmazsa telgraf çekerim. Eksik olma, oğlum. Nevzad kadmdan aynlmca bir oto mobile atladı. Kendî kendine hep: «Mümkün mü?» diye soruyordu. Fakat bunun ikisi de birbiri kadar mümkün değildi: Halimin kaybolması da, yalıda kalması da. Biri ötekini izah edince ikisi de mümkün oluyordu. «Bu kadar çabuk?..» diye düşündü ve içinden şiddetli bir red cevabı geldi: «Hayır!.. Asla!.. Hayır!.. İkisi de bu kadar alçak değildir Asla'...» Nevzad Köprüde otomobilden indi. Scförün para bozmasını beklerken başını kaldırıma dcğru çevirdi ve hayretle yerinden sıçradı. Şu giden gri pardesülü adam Halim değil miydi? Koştu ve seslendi. Yan'lmamıştj. Arkasma dönen Halim, Nevzadı görünce şaşırdı ve bir an dona kaldı. Fakat Nevzadın şoförden parasını almak için uzaklasmasmdan istifade ederek hemen Server Bedi emJL kendini topladı ve gülümsemeğc muvaffak oldu. Nevzad onun elini sıkarken gözlerinin içine bakarak sordu: Çubukludan mı geliyorsun? Halim tereddüd etmeden yalan söyIedi: Ne münasebet! Ve elile şoföre uzaklaşmaması için emir verdi. Halimin cevabraa sevinen Nevzad, birdenbire eski dostane edasını bulan sesile: Nereden geliyorsun ya? dedi. Halim, herkese söylenmek üzere evvelce hazırlanmış olduğu için kolayca ağızdan çıkan yalanile cevab verdi: Tahmin edemiyeceğin bir yerden geliyorum: Polonez köyÜTiden! Polonez köyünde ne işin vardı? Halim en tabiî gülüşlerinden birile gülmeğe muvaffak olarak: Ömrümde ilk defa, dedi, işim olmıyan bir yere gitmeğe karar verdim. Biliyorsun ki oraya ben bayılınm. Bu