10 tirincikânun 1939 San'ata dair Tesadüf ve ilhamın san'attaki büyiik rolü San'atkâr Leonardo idam mahkumlarının yanına gider, onların yüzündeki ıztırab çizgilerini tespit ederdi Leonardo san'at hayatının en takdire Iâyık simalanndan biridir. O hem büyük bir san'atkâr, hem takdire Iâyık bir âlim, hem de hoşmeşrebliğile kendisini herkese sevdiren bir adamdı. lyi ata bindiği ve giizel silâh kullandığı için krallar, prensler le dostluk elde edebilmişti. Ona zamanırida «Allahm sevgili kulu, tabiatin seçilmiş evlâdı» diye hitab ederlerdi. Resim san'atini çok severdi. Çünkü onun gayesi prespektiv zorluklannı yenmek, ışık ve gölgelerin teorisini meydana çıkarmak idi. Bunun da resim sayesinde tahakkuk edebileceğini bilirdi. Resmin yağhboya kısmında biraz meşgul olmakla beraber ona o kadar düşkün değildi. Ekseriyetle portreler yapardı. Bu gibi eserlerinde, karşısındaki modelin manevî hayatının derinliklerine nüfuz e~ der, onun his ve ruhî hâletlerini kendi süzgecinde tahlil ederek hassas bir filozof, d« rin bir ruhiyatçı gibi eserine nakşederdi. O" nun için o daima daha mükemmeline yaklaşmak ve yapılan mevzuun ince ve samimî noktalarını meydana çıkarmak ister" di. Leonardo bu gayesine erişmek içîn çok enteresan modeller arar ve onlar üzerinde çctin faaliyetler gösterirdi. îdam mahkumlarının yanma gider, onların ıstırabla" rmı tetkik eder ve duyguların çehrede husule getirdiği incelikleri araştınr, sonra cesedleri atelyesine götürür ve onlar üzerinde inceden inceye etüdler yapardı. Ona halk arasında «şeytanlarla konu§an sihirbaz» demeleri bu devre aiddir. Kendisi Bakus'un müptelâsı olmadığı halde arasıra halk meyhanelerine gider, oradakilerle ahpablık eder, onlara içkiler ısmarlar ve sarhoşlarm psikolojisini büyük bir dikkatle tetkik eder ve oracıkta yaptığı resimlerle bu manevî haletleri kâğıd üzerinde tebarüz ettirmeğe çalışırdı. Onun için onun en büyük kıymeti ve dehâsımn en büyük muzafferiyeti burada idi. Onun eserlerinin hemen hepsi birer felsefe kitabıdır. Ruhî hayatın, insan maneviyatının bütün tezahürlerinin tecellilerini onun eserlerin" de görmek mümkündür. Anlayışh bir insan, onlarda cildlerce yazılmış psikoloji eserlerinin sayfalarmı görür ve okuyabilir. * * * O bu büyük kabiliyet ve vasfı bütün hayatınca gösterdiği yorulmaz ve çetin mesaisine medyundur. Piero de Vinci'nin oğ" lu Leonardo de Vinci çalışmanın timsali ve öğrenmenin âşığı idi. Bir hocanm yanında biraz çalıştıktan sonra hemen başka hocanın yanına giderdi. Çünkü hemen onun bilgilerini öğreniverir ve artık ondan mutmain olmazdı. Bu tarzda çalışma bir müddet devam ettikten sonra kendi başma faaliyet başlıyor. Atelyesini garib ve esrarengiz hayvanlarla dolduruyor. Yılanlar, yarasalar, akrebler, acaib kuşlar vesaire... Geceleri bunlar üzerinde etüdler yaparak fennî bilgiler de elde ediyor. Bazan onun atelyesi Orta zaman kimyagerlerinin lâboratuvarlarına benziyor. Ustad, acayib ve esrarengizliğine rağmen aaşğı yukarı bütün Avru" pa hânedanlarının saraylarında hürmet ve sevgi kazanıyor. Papadan sonra Floransa Medici'lerile, Milâno Dükile dost o" luyor. En sonunda Fransa Kralile tanışarak ona kendisini sevdiriyor ve sarayında Sıvasta kıs Bugünkü medeniyeti, beş Havalarm soğuması av bin sene sonra açmak derileri piyasasını 14 Bir adam nasıl dövülür? Yazan: Y. MAZHAR AREN üzere filme aldılar yükseltti Sivas, (Hususî) Çokdanberi vilâyetimiz ve çevresinde iyi giden havalar bir hafta evvel yağan bol kar ve fırtma dolayısile birdenbire değişmiş ve şiddetli soğuklar başlamışdır. îstasyon civarmdaki kayak sahasında Halkevi kayak sporu ile Yıldızdağ kayak sporları da faaliyete geçmiş bulunuyorlar. Mevsim dolayısile piyasaya bol mikdarda av derileri gelmeğe başlamışdır. Bilhassa sansar derileri, yüksek fiatlarla satılmaktadır. Bir müddet evvele kadar köylüden bol mikdarda buğday mübayaa eden buğday ofisine son günlerde havalann soğuması ve karlaması üzerine zürra buğday getirememekdedir. Ofisin piyasadan buğday mübayaası piyasada buğday fiatlannın normal seyrini temin eylemektedir. Sivas buğdayları îstanbul fiatlannın idaresizliği dolayısile ihracatçı tüccarlar tarafmdan sevkedilememekdedir. Şehrimiz deri tüccarları şu sıralarda deri piyasalannm düşkün ve isteksiz gitmesinden ellerindeik stokları bekletmekde ve sevketmemekdedirler. Maamafih birkaç ay evvel keçi derisi fiatlan îstanbulda çok istekli ve sıcak gittiği sıralarda keçi derisi stoklan hemen kâmilen sevekdilmiş ve satılmışdır. Yapağı piyasası şu sıralarda biraz gevşek devam ettiğinden sevkiyat olmamaktadır. Tüccar elinde çok mikdarda yapağı mevcudu vardır. Balkajı Seferim: 1912 Amerikan zekâsı "Bizim kol kumandanı ağayı bîr söyletsen de!..,, Alaylı zabit, nefere: «Ulan Sahlmış, şöyle bir polaçka vuralım da harb sonunda hacca gidelim» diyormuş! Biz, îstanbulda yaptıklanmızm mem" leketin içinde neleri yıktığmı, bizim kurmak istediğimiz hülyaların temellerini kimlerin çürüttüğünü meğer hiç bilmiyormu" şuz. Ne kadar gafil, ne kadar cahil insanlarmışız!.. Bu gafletimiz, bu cehaletimiz yüzünden en mukaddes hisleri körletmiş ve en lüzumlu heyecan kaynaklarını kurutmu" şuz, rakibe fırsat vermişiz. Şu köylülerin önünde bu milletin âtisini karanhk görüyorum. Hiç olmazsa, biz şehirlilerden çürümemiş, bozulmamış birkaç insan çıkar da bu köylülerle bir vatan kurarlar, fakat köylüsü de, şehirlisi gibi bozulmuş olur sa, bir milletin kurtulmak ümidi neresindedir ? Kahveciyi alıkoymak mümkün olmadı. Ocağını söndürdü ve ocakta yanan iki odunu da aldı, dumanmı savurarak çıktı gitti. Ben muhtarın yakasmı bırakmıyor" dum. Ona; bize verecekleri arpanın parasmı ödeyeceğimizi, zaten parasız arpa istemediğimizi anlatmak istedim. Dinledi, dinledi: Hele bakayım... Belki lercepte vardır, dedi, uzaklaşh. îkinci arabayı da neferler, ha bre, ho bre, dah, duh diyerek getiriyorlardı. Ses ler gittikçe yaklaşmaktaydı. Karanhk kesafet peyda etmişti. Kahveci, dükkânının kapısma bir de kilid asmıştı. Recebi ara" mağa giden muhtardan ses sada çıkmıyordu... Köyün evlerinden hiçbirisinde aydınlık yoktu. Köylüler köpeklerini bile i~ çeri aldıklanndan avave işitilmiyordu. Konyalı bir nefere, köyün içine girip kapı kapı muhtarı aramasını, bulmasını ve tutup buraya getirmesini söyledim. Arabada geldi. Atlar koşum altmda çöküyor gibiydiler. Yağmur hafif yağmakta idi. Ayaz çıkmıştı. Sırsıklam olan ayaklarımız üjüyordu. Muhakkaktı ki, atlar sancılanacak, biz" ler de gripten, ztürrieye kadar soğukla gelen hastalıklardan birine uğrayacaktık. Konyalı nefer, muhtarı yakalamış, getirdi. Koltuğunun altında bir gaz tenekesi taşıyan biri daha vardı. Muhtar: N a . . . Yarım kilecik arpacığı v a r mış!. Getirdik, dedi. Gaz tenekesinin ağızdan bir karış mesafesi boştu. Fakat itirazın sırası mı? Buna da eyvallah... Kaç para vereceğimizi sordum. On beş çentez istediler. Buna da razıyız. Kaputumun ve ceketimin ıslaklıktan şiş" miş iliklerini soğuktan katılmış. parmaklarımla açıp kesemi çıkarıncaya kadar, herif, arpayı nefere teslim etmedi. Niha~ yet kesemi buldum, üç çeyrek hazırladım, Receb uzattığıtn parayı aldı, sigarasmın aydınlığında muayene ettikten sonra: Allah gözünü kör etsin... Benim gibi fıkaranın hakkmı kesmeğe nasıl imanm razı oluyor?. Bu müslümanlığa yakışır mı?. dedi. Muhtar ona hitab ile: Gâvur zabitlerin kendilerine çevir dikleri askerde din mi kalır?. Onlar bizim meb'usun tırnaklarını sökmediler mi? Hasan, Hüseyin efendimiz gibi gömleğini Ne şekilde? Senin de ondan bana bahsedip etmediğini sordu. Yalan söyledim. Seninle uzun uzun konuşmadığımızı söyledim. Galiba ağzım: arıyordu. Acaba sen bana herşeyi anlattın mı diye. Onu aldattım. înandı. Gizledi. Seni gördüğünü bana söylemedi. Şimdi anlaşılıyor, sen buna kızdın. Nevzad, kuvvetsiz ve yorgun, itiraz etti: Hayır, hayır... Bunu tabiî bul dum. Sırası değildi, söyliyemezdi. Aramızdaki an'aneye göre gizlemek onun hakkıdır. Nasıl hakkı olabilir? Gizlememelidir. Gizlemez, bir gün söyler, fakat onun huyu öyledir, zamanmı bekler. Nevzad burada düşündüğünün aksini söylüyordu. Halîmi buna inandırması Iâzımd;. Israr etti: Öyledir. Başka insanlardan da öyle ayrılır. Sesinde keder vardı. Halim inanmıyordu. PeK amma, dedi, «fcyleseydi şîmdi sen bu kadar üzülmîyecektin. Hayır, bilâkis, gîzlemesıne mem Jekont bir müddet misafir kalıyor. • "I* * * P * Monna Liza'nın büyük aşkını ve sonsuz ıstırablarım unutmak mümkün değil" dir. O, Floransa Yüksek Meclisi on iki azasmdan biri»i olan (Djiokondo) Francesko del Gio~condo'nun karısı idi. Zamanmın en kibar ve güzel kadını idi. Francesko del Giocondo, Leonardo'nun Floransada bulunmasından istifade ederek güzel karısr nın portresini ısmarlıyor. Pozlar başlıyor. Monna Liza üstadı yavaş yavaş sevmeğe başlıyor. Sonunda delicesine âşık oluyor. Fakat üstad bu bü" yük sevgiye bigâne kalıyor. O hayatının en büyük fırsatmı bulmaktan memnun, derin bir faaliyete girişiyor. Çünkü karşr sında seven bir kadının feveran halindeki gönlünün bütün tezahürlerini bulmaktadır. Onun için karşısında bir sevgili, bir ka dın değil, yalnız bir mevzu vardır. O, manevî tezahürlerin en ince ve derini olan sevgi alâmetlerinin en ufak teferrüatım, sevgi ile yuğrulmuş sevinc, neş'e ve saadetle kanşık wtırablann ifadesini eserine nakşetmek istiyor. Bu duygu ve ihtirasla insan benliğinin en gizliliklerini ışık ve gölgeler vasıtasile tebarüze çalışıyor. Günler geçiyor. Monna Liza'nın sevgi" leri feveran ediyor. Üstad da bu feveran karşısında san'at hayatının en büyük nimetlerini coşan bir hâz ve artan bir iştiyakla topluyor ve san'atin zirvelerine ç r kıyor. O güzel modeline değil, onun kendisine bahşettiği büyük fırsata delicesine vuruluyor. San'at aşkınm istisnaî faaliyetini kendinden geçercesine gösteriyor ve sonunda ebcdiyetin gıpta edeceği san'at hayatının şaheserini vücude getiri" yor. 3JC iffi «JC İtalyanlar bir Fransız muharririni hudut haricine çıkardılar Paris, 9 (a.a.) Cibuti'ye gitmekfe olan Fransız akademisi âzasından muharrir Jerome Tharand'ın Gelos'daki İtalyan makamları tarafmdan memleket Haricine çıkarılması üzerine Fransa hariciye nezaretl Tharaud'un muntazam bir pasaportu hâmil olup olmadığını sormuştur. Muharririn muntazam bir pasaportla seyahat ettiği anlaşıldığı takdirde nezaret. Romada'ki Fransız sefirini Jerome Th^raud aleyhinde ittihaz edilen karan, protesto etmeğe memur edecektir. istiyor. Büyük san'atkâr henüz bitmediğini söylüyor. Buna rağmen portreyi kendisine vermesini istiyor. Leonardo veremiyeceğini söylüyor ve ilâve edyor: «Gördüğünüz resim belki Monna Liza'yı tasvir etmektedir. Fakat hakikatte onun ifade ettiği mâna, göze çarpan canlılık, benim ruhumun duyduk" larının tezahürüdür. Onun için eser daha ziyade bana aiddir.» Ser Francesko portreyi gördüğü zaman takdir ve hayretini ifadeden kendini alamıyor. Fakat eserde okunan mâna, karısmm tebessüm eden yü~ zünden derin sevgi mânaları içini titretiyor. Karısmm kendisini böyle ilâhî bir sevgi ile sevmediğini bildiği için üzülüyor. Büyük bir azab onu kıvrandınyor. Bu kadar büyük ve temiz bir aşk karşısında içini çekmekten ve ona hürmet etmekten başka bir şey yapamıyor. Ve üstadm onun yerine hediye ettiği bir tabloyu kabul ederek a y nlıyor. Leonardo son nefesini yaşamaktadır. Fransız Kralı çok sevdiği ve üıtiyarlık zamanında kendisine misafir edindiği büyük san'atkârın son dakikalarında bulunmak için koşarak Amboise'deki Cloux şatosuna gidiyor. Fakat maalesef oraya vardığı zaman koca üstadı cansız buluyor. Leonardo'nun vekilharcı Melzi Krala bir mektubla, bir tablo veriyor. Bu tablo gizli aşkınm peyi Giocondo'dur. kanlara boyamadılar mı? Ne beklersin bu Con Türklerden?. Haydi, AHaha havale et. Ahrette hakkın olsun, diyordu. Ben şaşırdım, on beş kuruş istemişlerdi. Ben de üç çil gümüş çeyrek vermiştım. Bir nefer imdada yetişti: Bunlarm hesabınca daha otuz pa~ ra vereceksin, üç çeyrek, on beş çentez etmez, dedi. Kesemden bir kuruş daha çıkarıp Recebe verdikten sonra tüfeğin dipçığıle ne" resine vurduğumu görmeden, kaç kere vurduğumu saymadan bir temiz dövdüm. Konyalı nefer de muhtarı önledi, hakkuıdan geldi. İyi mi olduğunu, fena mı yaptığımızı hâlâ bilemediğim, ve fakat o dakikada böyle yapmaktan başka türlü şey düşünetnediğim dayak partisinden sonra kahve" nin kapısını kırdık. Peykeleri yıktık, atlan kahvenin içine aldık. Arpa torbalannı da taktık. Yıktığımz peykelerin tahtalarile bir güzel ateş yaktık. Neferler birer p a r ça kurunduktan sonra uykuya daldılar. At lar kütür kütür arpa kestiriyordu. Benim için yorgunluktan ve sinirlenmekten uyuTorpil şeklindeki mahfazanın muhtemak mümkün değildi. Gözlerimi yummuş, viyatı arasında en şayanı dikkat olanı, ateşin karşısında uyanık kalan iki neferi 335 metre uzunluğundaki, şerid halinde dinliyordum. Ansiklopedidir. On milyondan fazla kelimeyi ve bin tane resmi ihtiva eden bu Bir Yozgadlı nizamiye neferi bütün Ansıklopedinin yazılarını okumak üzere tercümei halini anlatıyordu. Karısını ken" bir de mikroskop ilâve edilmiştir. Yet disine vermemek istemişler, kız (beni ka mişinci asır âlimleri, yirminci asır medeçır) demiş... Babası: (Ben yüzünün akı niyetini hulâsa eden bu Ansiklopediyi ile gelmiyen gelini eve koymam) demiş. okurken, o tarihte belki çoktanberi kayKöyde bir ihtiyar nine varmış, bunların bolmus bulunacak olan ingilizceyi anlı aralarmı bulmuş, bu bir uzun hikâye idi. yabilsinler diye, mahfazanın içine lugat Şimdi bir sene evvel aldığı mektubda bir kitabları da yerleştirilmiştir. oğlu olduğunu öğrenmiş, bir senedenberi Mühim ticarethanelerin kataloğları, hiçbir haber yoktnuç. Bu masmaanehas meshur romanlar, ingilizce Ansiklopedi, bihal sırasrında Yozgadlı sordu: asrımızın en meşhur tabloları, musiki no« Satılmış Ağa, sen Bolulu aşçı ola" talan, seksen kadar mecmua ve gazetc, sın da niçin nakliyeye aynlasın? Mutba şimendifer tarifeleri, tayyare tarifeleri de ğa girmiş olsan hem rahat eder, hem de unutulmamış, hepsi filme çekilerek, yeryemeğin iyisini yer, keyfine bakarsın. altına saklanan torpil mahfazaya konulmuştur. (Satılmış) dediği nefer, ihtiyatlardandı. Şu cevabı verdi: 1939 dünya sergisini ziyaret edenler, Sen bilmezsin, insan nakliye o bu mahfazayı, bir periskop vasıtasile gölursa işini düzenine kor. Bu kimdir, şura rebileceklerdir. Sergi kapandıktan sonra, da köpek gibi kıvrılmış uyuyor?.. O sızin mahfazanın bulunduğu deliğin ağzı beçavuş mudur? (beni kasdediyordu) nişa ton ve ziftle tıkanacak ve gelecek nesilnı, filân yok. Pek çalımlı bir şey. Söz söy lere bizlerden haber ulastıracak olan bu leyişinden Istanbullu olduğu anlaşılıyor. minyatür kütübhane, 6938 senesine kadar yeraltında bekliyecektir. Demin elin herifini döverken: « Dur, be kepaze îstanbul enayisi, bu fıkaranın canını sen mi verdin?» diyecek, gırtlağına sarılacaktım amma, iyi tarahna geldi. Senin atın açmış ona ne, değil mi? Yozgadlı: Emme, at onun değil ki, devletin.. O ne yapsın? Satılmış: Haydi öyle olsun. Bunların hepsi dinsizdir. Bunlar hep îttihadcı. Ah gözünü sevdiğim, Kâmil Paşası! Harb çıkmasa bunların köküne kibrit suyu koya" caktı. Benim hizmet ettiğim efendi, kurnaz bir heriftir. Memuriyet elden gitmesin diye hem öyle görünür, hem böyle görünür amma, asıl içyüzünden Kâmil Paşa taraflısıdır... Dört bin kuruş maaş alıyor. Ma" nun oldum. Işte bunu da anlamıyorum. Evet... Çünkü benim ehemmiyet vermediğim birşeye onun da ehemmiyet vermediğini gördüm. Halim, almmış gibi, yüzü hafifçe ^mbeleserek, doğruldu: Bilâkis! dedi, gizlemesi ehemmiyet vermek değil midir? Eğer gizlemekte bir hesabı varsa dediğin doğru; hesabı yoksa, ki yoktur, ehemmiyet vermediği için söylemedi. Benim de ehemmiyet vermiyeceğimi biliyor. Halim gülmeğe mecbur oldu: Garib bir muhakeme! dedi. Nevzad, sinirleri yerinde olmadığı için bir münakaşaya doğru gitmekten kendini alamıyordu: Hiç garib değil, dedi, neden garib olsun? Seni davet etmesinde benden gizlemek istcdiği bir maksad mı var? îyi ya, mademki böyle bir maksad yok, söylemeliydi. Maksad olmayınca seni davet etmesinin hususî bir ehemmiyeti de olmaz. Bunu baaa haber vermese de olur. (Arkast vari Geçen sonbaharda, gece ile gündüzün birleştiği 23 eylul 1938 de, tam öğle vakti, Amerikalılar, bundan beş bin sene sonra gelecek nesle hitaben, torpil şeklinde bir mektub gönderdiler. Mektub, fakat yazılı değil, torpil, fakat müteharrık değil. 1939 Nevyork sergisınin üzerine kurulu olduğu arsanın bir köşesı, on beş metre derinlığinde kazıldı; iki metre otuz santim uzunluğunda, yırmi santımetre kutrunda ve 363 kilo ağırlığında, paslanmaz, hususî bir halitadan mamul, torpil şeklinde madenî bir mahfaza, bu kazılan yere gömüldü. Çan seslerı arasında toprağa gömülea bu mahfaza, zamanın hertürlü tahribatına karşı koyabilmesi için, bakır, krom ve gümüşten mürekkeb bir halitadan yapılmıştır. Gelecek nesle, yirminci asır medeniyetini tanıtmağa mahsus olan bu mahfazanın içine, bozulmak ve çürümek ihtımali olmıyan şeyler koymak icab ettiği için, her sahada ihtısasile tanınmıı kımselere müracaat edilmiş ve arkeoloji mütehassıslarının da yardımile bir tahra eşya seçilmiştir. 5000 sene sonra gelecek olan insanların açacağı mahfazada, teneke kutuları açmağa mahsus bıçaktan, 1938 sonbahar modası bir kadm şapkasına varıncıya kadar, bozulması ve çüriîmesi ihtimali olmıyan hertürlü eşya mevcuddur. Sonra, havası almmış cam tüpler içinde, arpadan tütüne kadar, muh telif yer mahsullerinin tohutnlan da bu mahfazaya yerleştirilmiş, en dayanıklı cins kâğıddan ambalâjlarla, muhtelif kumas nümuneleri de konulmuştur. i i Ribbentrop Lehistana gidiyor Varşova, 9 (a.a.) Gazeta Polska aldığı yarı resmî bir habere müsteniden 1 '\ Von Ribbentrop'un gelecek mart veya nisanda Varşova'yı ziyaret edeceğini bildirmektedir. Siyasî mahfiller, bu ziyaretin tehir edilmesinin Polonyanm Almayaya karşı ihtiyatkârane hattı hareketini teyid etmekte olduğunu beyan etmektedirler. aş elden giderse köpek bile sürüyemez. .. Sen pek cahilsin, şehir kaldmmı tepme :m mişsin. Birşey öğrenmemişsin. Dünyada i neler var, neler! Şimdi anladm mı nakliyeye niçin girdim?. Bu îttihadcı zabitle" rın hiçbirısı gusül abdesti almazlar. Bizim kol kumandanı (?) Ağayı bir söyletsen de dinlesen... Bana diyor ki: «U~ lan Satılmış, şöyle bir polaçka vuralmı da harb sonunda Hacca gidelim. Ondan sonra sen köyüne, ben de köyüme çekilelim.» Aşçılıkta polaçka nerede?.. Ben niyet ettim, helâlinden bir polaçka vurursam ev~ velâ Hacca gideceğim, sonra da sılaya gidip evleneceğim. Yozgadlı: , Sen evlenmedin mi?.. •• Satılmış: Nasıl evlenmedim?. Üç tane de çocuğum var! Lâkin bir körpe karı istemez miyim? Şimdiki kötüledi. Hizmet ettiğim evde bir kalfa hanım var. Köye gitmeğe razı olsa, onu alırım. Ah bir görsen! Ne yaman karı, tombul, tombul!.. Zavallı Satılmış, zehirlerini masum Yozgadlınm içine döküyordu. Kimbilir, ona bunu Îstanbul kaldırımlarında kimler, nasıl dökmüşlerdi. Besbelli idi ki şaşkm olmuş, içinde kaldığı gürültülerle sersemleşmiş bir za\alhdır. Beslenilmemiş vic" danların, hazırlanmamış ruhların alışmadıkları ve tanımadıklan şeyler karşısında, kendi başlarına kalınca. uğrayacaklan dalâlet başka türlü olamazdı... Bir gün Francesko arkadaşîarile bera" berken onlardan birisi kendisile alay ediyor: «Leonardo Milânoya gidiyor. Karınızm portresi hâlâ bitmedi. Yoksa Monna Liza da oraya gidecekler mi?» diyor. Bu istihza Francesko'yu çok düşündürüyor. Meçhul bir sebebin verdiği şüphe ile içi titriyor. Karısı dört senedenberi Leonardo'nun atelyesine devam ettiği halde hâlâ eser tamamlanmamıştır. Hemen üstadm atelyesine gidiyor. Portreyi ondan ZEYNEL AKKOÇ Ne oluyorsun? diye sordu, birdenbire seni çok değişmiş gördüm. Nevzad bîr sigara almak için elini uzattığı halde vaz geçerek tabakasını itti: Canım sıkıhyor, dedi. Niçin? Bilmiyorum. Selmayı görmek istemiyorum, fakat görmemeğe de razı olamıyorum. Halim ona bir sigara vererek: Gel kendini tahlil et, açılırsın, dedi, nicin onu görmek istemiyorsun? Bilmiyorum, artık bana onu görmek büyük bir keder veriyor. Çünkü... bazan onun her tarafı kasvet ve elem tütüyor. Yanında bir marsık zehiılenmesî duvar gibi oluyomm. Kaçmak istiyo rum. Şimdiye kadar hiç böyle söylediğin yoktu. Sebeb ne? Bilmiyorum. Şimdi canm sıkıhyor. İcinin ha vası kapalı. Bulanık bir hassasiyet içindesin. Kendini biraz ara bakalım. Ne oldu? Kızıyor musun ona? Zannetmiyorum. Kizmağa sebeb yok. Sana benden bahsetti mi? Evet. Bu şekilde bahsetti. L SELMA ve GÖLGES Tefrika « Yazan : Server Bedi edi J Halımi buldu. Arkadaşı ne âlâ! ye" mek de yememişti daha. Gene beraber Beyoğluna çıktılar ve ayni lokantada oturdular. Gene karşı karşıya geçinciye kadar Nevzad bu bahsi açmadı. Fakat Halim ona yakından biraz dikkatle bakmca: Senin rengin uçuk! decK. Nevzad eldivsnlerirti, tabakasını, kibritini, ağızlığını herbiri kederinden bir parçayı taşıyormuş gibi can sıkıntısile masanın üstüne atarak yiizünü buruşturdu: Neş'esizim, dedi. Sonra bir yalan söyledi: Midem bozuk. Bugün vapurda da üşüttüm galiba. Güverteye çıktım. Yağmur yağıyordu. Bir konyak iç. Öyîe yapaymn. Halim, «ne haber?» diye sormakta tereddüd ederek onun yüzüne bakıyordu. Nevzad, artık hiçbir hesaba ve oyuna tahammülü kalmadığı için birdenbire samimileşti: Bu kadın beni rahatsız ediyor, dedi. Halim, arkadaşının bu sözile yüzünün rengi arasındaki münasebete intikal ederek ona dikkatle bakh. Bir vak'a mı olmuştu? «Niçin?» diye soramadı. Nevzad devam etti: Birşey oldu zannetme. Bilâkis. Her zamankinden fazla sevgisi taşkındı. Biraz ağladı. Çok mustarfb. Benim içime birdenbire Ttasvet çöktü. Onu teselli edemedim. Müna3ebetsiz bir anda yanmdan ayrıldım. Bir tek mazeretim vardı, son vapuru kaçırmamak. Fakat o büyük sevgiden bahsediyordu. Büyük sev giye karşı son vapur. Yanyana söylenir jeyler değil. Nevzad güldü ve üşümüş gibi ürper di. önüne gelen konyağı bir yudumda içerek yüzünü buruşturdu: Velhasıl... fazla üzülüyorum. Halim Nevzada dogru eğilerek: