Ankara ve istanbuldan bayram intibaları 30 Birmciteşrin 193S CUMHURİYET Dahiliye Vekili ve Parti Genel Sekreteri Sıikrü Kayanın gencliğe hitabından bir baska görünüş Ankaradaki merasim esnasUıda Ulus meydanının bir görünüşü Taksimdeki resmigeçid esnasında konsoloslar Bahriye Gedikli Erbaş okul talebesi dünkü geçid1 resminde Ankarada Zafer abidesine izciler çelenk koyuyorlar Resmigeçidden sonra dağılırken Beyoğlu caddesini dolduran mahşerî kalabalık Bir kız izci Ankaradaki merasimde nutuk söylüyor Şehidlikteki merasimde havaya silâh atılıyor gularla çarpmıyan bir yüreğin, doğruyu ayırd edemiyen bir kafanın, kör bir vicdanm sahibi nekadar üstün bır güzellık taşırsa taşısın değeri yoktu onun için. Sırası geldıkçe yüz güzelhğinin nekadar fani birşey olduğunu, şekıl güzelliğinin er veya geç bir gün mutlak yıkılmağa mahkum olduğunu babasından dınlemişti. Öyle yüzü güzel insanlar \ardi ki, ortalığı birbirine katmak, duyan ve çarpan yüreklere ıstırab çektirmek için yaratıl mışlardı. Öyle güzel ağızlar vardı ki, yalan söylemekten, ba|kalarının felâketini hazırlamaktan, iftiralar savurmaktan başka bir işe yaramamışlardı. Serabm çocukluğu, babasınm hayattan aldığı hikâyeleri, iyi seçilmiş masalları dınlemekle geçmişti. Hisleri küçük yaştan iyi bir terbiye görmüş sayılabılirdi. Genc kızhğı da memleketin en kudretli hocalarınm, müdürü idarecilerin en üstünü bulunan bir mektebin vakur duvarları arasında, kendini bilgiye vererek çalış makla geçmişti. Bunun için Serab güzelhğıle öğünmeği ve saadetini yalnız bu kabıliyetine bağlamağı akhna bile getirmezdı. Yakmmda olanlar çok geçmeden onun ic ateşine, temizliğine, isabetli düşüncelerine hayranhk duyar, ona çabueak bağlanıverirlerdi. Serab yekdiğerine çok düşkün anne ile oğlun gönüllerine belirsiz adımlarla sokulmuş, iyi duygularla çarpan bu iki kalbde kendisine sa^ğlam bir yer yapmıştı. Neşesile evin içi aydmlanıyor, daldığı, durulduğu zaman da bulutlanıyordu. İyi yemesi, çabuk toplanması, zafiyetinin önüne geçılmesi için Mürşide Hanım da oğlu ile beraber çahşıyordu. Seraba babasından sık sık mektublar geliyordu. Bu mektublar ya bir kaya dibinde, ya at üstünde, yahud da bir köy evinde acele karalanmış birkaç satırdan ibaret oluyordu. Büyük işler başarmağa çahşanlarm idealleri dışında uğraşacakları birşey yoktu. Olsa bile hükümsüzdür. Genc kız bazan bir cümle, bazan iki satır, bazan da bir tek selâm taşıyan bu kâğıdlara kavuşunca tath bir rahatlık duyuyordu. Doktorla aralarındaki yakmlık gün geçtıkçe artıyordu. Nafiz, Soma cephesine geçmek için hazırlanmağa başlamıştı. Gitmeden önce Serabla konuşmak, kalbinin büyük hissini ona da duyurmak ve ondan geleceğe aid bir umud alarak ayrılmak istiyordu. Bir akşam annesile genc kız gene her zamanki gibi karşı karşıya Kuvayı milliye Kumandanlar ve Vali askeri teftiş ederken cilere çorab, fanilâ örüyorlardı. încecik şişleri beyaz yün yumağı üzerinde işhyor, yer deği|tıriyor, çok geçmeden örülen şey meydana çıkıyordu. Saatler geçiyor, onlar az konuşarak işlerine devam ediyor lardı. Mürşide Hanım yokluk, varhk demeyip savaşan yiğıtleri düşünüyor, bir an için dahi olsa onları ısıtacak şeyleri yapabildiği için seviniyordu. Elinde olsa o da oğlu ile beraber gidecek, vurulanlara, bir damla su için yananlara yardım edecekti. Düşüncesi buraya saplanınca ya vaşça elındeki işi bırakarak oğlunun yüzüne baktı. Genc adam dalgın dalgın Serabın yüzüne bakıyordu. Bu bakışlarda kalbmın apaçık bir ifadesi okunuyordu. Ana yüreğı... Pek çabuk işin farkına vardı. Derin bir rikkatle ezilerek bakışlarını genc kıza çevırdi. Başı biraz öne doğru eğilmiş, gözleri dalgın bir dıkkatle işinin üstünde, parmakları durmadan yün yumağile parlak şişler arasında gidip geliyordu. Oğlunun saadetinin bu kumral başa bağlı olduğunu bir kere daha anladı. Onun nekadar vefah, sevdikleri için ne fedakâr bir çocuk olduğunu bıliyordu. Yakınlannın iyıliği için kendi rahatınden feda edebılirdi. Herkesin saadetini, refahını istiyen bir yaratılışı vardı. Oğlunun yüzünden kimsenin ıstırab çekmesine imkân yoktu. Serab da tath, yumuşak başh, iyi huylu bir kızdı. Güzel anlaşacaklarına inanı yor, bu inandan gelen sevinc içinde onların saadetini bekliyordu. Her zamanki gibi oğlunun vakti gelince odasına çıkmadığına bakılırsa genc kızla belki de açık konuşmak ihtiyacında idı. Tath bir gülumseme ile: Bu gece biraz yorgunluk hissediyorum çocuklar, dedi. Ben odama çıkacağım. Allah rahatlık versin. Doktor Nafiz, Serabla odada yalnız kahr kalmaz derin bir heyecana kapıldı. İcinden, hiçbir şey soylemeden genc kızın dızlerine kapanmak, ince elleri üstüne yüzünü sürerek ağlamak geliyordu. İstiyordu ki, bu gözyaslan kalbinin büyük sırrmı genc kızm temiz yüreğine boşaltsın, bu darnlalar orada birer kıvılcım hahne girsinler. Genc kız da yansın. Kendısi gibi o da büyük bir aşkm hummasını duysun. O zaman bütün müphemiyeti ve coşkunluğile devam eden memleket müdafa?ı çabueak bitecek, yurd işleri sona er dikten ^onra sahsî saadetleri düsünme yolu açılacak sanıyordu. (Arkast var) Tefrika : 13 ATEŞTEN DAMLA Yazan: MÜKERREM KÂMİL SU Memlekette dağa kaldırılan, eşkiya kurşunıle can veren bir sürü mazlum insan vardı. Yurd felâketine şahsî acılar da kanşınca hayat büsbütün karanlık bir uçurum, berbad bir çamur yığınına dönüyordu. Böyle olduğu halde çok giizel bir kız olan hastanın hususiyetile meşgul olanlar da eksık değıldı. Hasta hâlâ yatak odasından çıktnıyordu. Omuzlarıpa kadar altın bukleler halinde inen saçları demet demet dökülüyor, yerine biraz kovu ve kıvırcık saç geliyordu. Göz kapaklarının insan gönüllerinin hayranhğını ıstırab derecesine yükseltecek kadar manalı olan menekşe morIuğu açılıyor; solgun yanaklarına uçuk pembe gül yapraklannın rengi serpili yordu. Hastahğın vakıp kavurduğu du dakları yumuşamış ve tath bir renk al mıştı. Giılerken, konuşurken, dişleri, gözIeri baska tarafa çevirememek iradesizlığıne düşüren bir beyazlıkla heyecan veri yordu. Bir gün Nafizin annesi, genc k'ızm saçkrını taramasma yardım ederken tarak üstünde kalan altın tellere baktı, baktı da: «Eski masallarda sevgıhlerinin çevrelerini, saçlarınm sırmasile işliyen genc kızların da acaba bu kadar güzel saçlan var mıydı?» diye gülümsedi. Doktor, annesınin bu hayranhğını içten gelen bir beğenişle tasdık etmiş, o da duygularını dudaklarına vurmadan ayni şeyi düşünmüştü. Fakat yeniden gelen kumral saçlar genc kızın yüzüne daha çok yakışıyordu. Çünkü kirpiklerile kaşlan, eski saçlarınm rengi yanında biraz koyu düşüyor, ilk bakışta belki de biraz yadırgama veriyordu. Serab bir gün: «İkinci yaradıhşımda tabiat bu hatasmı da tashih ediyor!» dıye bir şaka yapmıştı da onun bu sdzüne gülüşmüslerdi. Serab güzelhğinden ernindi. Fakat bu, onun için fazla bir sevinc, gurur, hele bahtiyarlık vesilesi teşkil etmiyordu. O, asıl ruh güzelliğine kıymet veriyordu. İyi duy