4 Evlul 1938 CUMHTIRİYET TÜRKİNK1LABINA BAKISLAR 28 Iktısadî hareketler Doların yükselişi PAZABDAN PAZAPA Çivili geçidler Saraylar ve İbrahimler Türkçe meselesi Musevi hizmetçi Medeniyet ve harb Türkçe meselesi Bazı hıristiyan Türk vatandaşlarımız neden hâlâ inad ediyorlar, neden hâlâ türkçe konuşmak istemiyorlar? Gazetesinden öğreniyoruz ki «Genclik», haklı olarak buna pek sinirleniyor. Bir gün fena bir hâdise çıkmasından korkulur. Yahudiler, ermenıler, rumlar bu memlekette ticaretle meşguldürler. Müşterilerinin yüzde doksanı müslüman türklerdir. Arada bu yüzden bir kırgmlık olursa kendıleri ziyanlı çıkarlar. Çünkü müslüman tdrkler arasında artık bunlarla alışverişi kesmek için kuvvetli ve nahoş bir ccreyan zuhur ettiği söyleniyor. îşin burava kadar varması gayri müslim vatandaşlarımız için hiç de iyi birsey değildir. Birbirlerıni türkçe konusmağa davet etsinler. Yanılmıyorsam Tevrat da, lnc;l de türkçe konuşanları cehenneme yollamıyor! ! PENCERESiNDEN Gene burmalı sütun lmine, irfanına candan saygı göstermekle kıvanc duyduğum ünlü bir ustadla görüşüyordum. Söz, îbrahim Paşa sarayı meselesine ve o münasebetle Hünernameden ahnarak gazetemize konulan resmi tahlil için geçenlerde neşrettiğim fıkraya intikal etti. Üstad, Hünernamenin kıymeti üzerinde ısrarla durduktan sonra şunları söyledi: Yazında eksikler var. Burmalı sütun başlıklarınm Kanunî Süleyman ve hatta Üçüncü Murad devrine kadar yerli yerinde durduklarını Hünername resimlerini şahid tutarak söylerken ve o başhkların Türkler tarafından kopanlmadığım tebarüz ettirirken burmalı sütunun da ne olduğunu kısaca anlatmahydın. Çünkü o sütunu ve benzerlerini günde birkaç bin kişi görüyor. Lâkin içlerinde onlarm nasıl bir kıymet taşıdığını bilen belki üç beş kişi yok. Herkes frenkçe veya sayılan pek mahdud olan türkçe eser lere başvurup da îstanbul abideleri tarihini öğrenemez. Bu tarih, işte böyle fırsatlar yüz gösterdikçe ortaya konur. Yahud herkesin kolayhkla müracaat edebileceği şekilde yazılıp yapılır. Biz, nedense, şehirlerimizi söyletmeği ihmal etmişiz. Bütün hakikatleri dilsizleştirmişız. Şu veya bu şehrimizi bir yana bırakalım. İşte Istanbulun bile bir lâhzada ve bir çırpıda ele geçirilerek okunması mümkün bir tarihi türkçe olarak yok. Yüzde doksan dokuz Istanbulluya meselâ Kızkulesi, yahud burmalı sütun hiçbir mana ifade etmez. Bu yakışıksız durumu dü zeltmek, derlitoplu bir Istanbul tarihi yazmak lâzımdır. O lüzum temin olununcıya kadar da şehrin taşlan, çeşmeleri, direkleri, surlan, mabedleri, mesireleri ve sairesi hakkında her fırsattan istifade olunarak fıkralar, makaleler neşrolunmahdır. Size de Hünernamede asıl şeklile görünen burmalı sütunu etraflıca anlatmak düşerdi. Zühul etmişsiniz. Sonra bu vesileden başka suretle de istifade etmek ve sütun başlıklarının tarihî tarife göre yerine konulmasını hükumetten rica etmek münasib olurdu. Bu noktayı da ihmal eylemişsiniz. n Avrupada Türk ve Arab düşüncesi Farabi ve îbni Sina, Aristo'dan sonra ve onun delâletile, ortaçağda bugünkü akılcı ve tabiatçi Avrupa kafasının ilk çatısını kuran Türk mütefekkirleridir. Her ikisi de, klâsik düşüncenin yatağmda asırların yorganını başına çekerek ebedî bir uykuya dalmış görünen Aristo'yu u ' yandırmışlar, şark ve arkasmdan da garb kültüründe, ilâhiyatçı ve mistik bir görüşten tabiatçi ve dünyacı bir görüşe geçişin ilk prensiplerini ortaya koymuşlar dır. Farabide yeni Eflâtunculuk mistiğile Aristo tabiatçiliği arasında bir köprü kuran bu büyük inkılâb, artık İbni Sina da varacağı noktaya varmıştır. Istanbul Üniversitesi felsefe tarihi profesörü Ernest von Aster, ortaçağ düşüncesinde, ilâhiyatçı görüşten kâinatçı görüşe (teolojiden kozmoloji) ye geçişi bize şöyle anlatıyor: «Ortaçağ islâm, yahudi ve hıristiyan felsefelerinin her birinde, muayyen bir zamaıyda, yeni Eflâtunculuktan Aristaculuğa bir geçiş müşahede edilmektedir. Bu inkişafta birinci gelen islâm felsefesinde, geçiş nisbeten daha devamlı ve az atlamalı bir şekilde olmuştur. Çünkü Aristonun düşünce âlemini şark kültürü lâtin garb âlemi derecesinde kaybetmemiş, hıristiyan iskolâstiğinde görüldüğünden daha bariz bir şekilde, burada, Eflâtuncu ve Aristocu fikirlenn bir halıtası muhafaza edilmiştir. Eğer bir İbni Sina gelmemiş olsaydı bir yahudi Aristoculuk yani bir Maymonıdas vücud bulmazdı; İbni Sinanın ve ondan sonra îbni Rüşdün lâtinceye tercümelcri Avrupada tanınmamış olsaydı Saint Tomas'nm yüksek hıristiyan iskolâstiği iırr kânsız olurdu. Şüphe götürmiyen bu t biiyetten sarfınazr, yeni Eflâtuncu düşünce âleminden Aristoculuğa geçiş her üç sahada da derunî bir zaruret mahsulüdür. Yüsek iskolâstik Aristo felsefesi gibi Eflâtunun ideler maverasını bir iab'n hâdiseler illetleri silsilesine kalbetmeğe teşebbüs etmiştir. Halbuki ilk iskolâstik St. Augustin'in sözüne uyup kalmış, «Allah ile ruhu tanimak» ve insan ruhunu yalnız Allah onu kendi ruhunun bir tasviri olarak yarattığı için tanimak istemiştir. «.... Aristo, düşünce tarzı ve kabiliyetine bakılırsa tam bir tabiat araştıncısıdır. «.... Aristo'da, tabiate karşı, kendisini bütün düşünce âleminin en büyük müşahedecisi ve malzeme toplayıcısı yapan büyük bir alâka görüyoruz. Ayni alâkayı üçüncü Aristo lâkabını taşıyan îbni Sinada ve ondan sonra da hıristiyan iskolâstik mütefekkiri Büyük Alber'de aynen görüyor, bu iki mütefekkirin toplamış ve işlemiş olduğu müşahede vâkıalarının çokluğu karşısında hayretten kendimizi alamıyoruz.» Burada Ernst von Aster'in Büyük Albert'i îbni Sina ile yanyana zikretmesi, ikisini de ayni ehemmiyette göstermekten ziyade dominiken rahibinin Türk filozofundan aldığı tesirleri hatırlatmak için Dİacaktır. Lâtinler İbni Sinayı ibni Rüşdden evvel tanımışlardı. Renan, Büyük •^lbert'in İbni Sinadan ve Saint ToTias'nm îbni Rüşdden ilham aldığını tesbit etmiştir. Fakat bu iki hıristiyan müteekkir, bu iki müslüman filozofu taklid îttikleri kadar tenkid etmeğe de çalışnışlardır. lâm medeniyetine meftundu. Türk ve Arab filozofları, hıristiyan âlimlerine yunancadan da tercümeler yapmak ar zusunu telkin etmişti. îbni Sinanın ve arkasmdan gelen Arab filozoflarının tesiri, ortaçağ hıristiyan Avrupasında pek çok tenkidlere ve hücumlara uğramış olmakla beraber, Rö nesansa kadar gelir. Dante, «İlâhî Komedi» sinin cehennem kısmında (1) İbni Sinayı ve îbni Rüşdü antikitenin en büyük on iki dehası arasında saymıştır. Rönesansın büyük iki mütefekkirinden biri, Roger Bacon da İbni Rüşdden sitayişle bahseder. Bu Arab filozofu îbni Sinanın muakibi olduğu için Bacon'un İbni Rüşd felsefesi hakkındaki şu sözlerini bilhassa Türk düşüncesi için söylenmiş farzedebiliriz: «Uzun zamandır en meşhur âlimler tarafından reddedilen îbni Rüşd felsefesi, bugün bütün filozofların ittifakla reyini kazanıyor: Ötesi berisi tenkid edilmekle beraber umumiyetle takdire lâyık olan akideler her tarafta kıymet buluyor.» Rönesansa kadar İbni Sinanın ve İbni Rüşdün akılcı ve tabiatçi felsefesi şarkta olduğu kadar da garbda, bütün ilâhiyatçılar ve mistikler tarafından şiddetli hücumlara uğramiştır. Bu düşüncenin şarkta uğradığı mukavemete ve aldığı istikamete ayrıca bakacağız. Bu nokta Türklerin Avrupa düşüncesini yaratmakta büyük bir amil olduklan halde sonradan niçin geri kaldıklarını izah edebilmemiz için esastır. Şimdilik îbni Sinanm ve bilhassa İbni Rüşdün garbda uğradığı hücumları kısaca gözden geçirelim: Piskopos Tempier, 1277 de Arab filozofunun fikirlerini bir listede hulâsa ettikten sonra reddeder. Bu fikirler arasında İbni Rüşd, düşünce meselelerinde ancak filozofların hakem olabileceğini iddia ederek bütün islâm iskolâstiğinin en büyük prensiplerinden birini ortaya koymuştu: «İlâhiyatçıların sözleri masaldan başka birşey değildir. Diğerlerinde olduğu gibi hıristiyanlığın kanunlarında da masaldan ve hatadan başka biışey yoktur. Hıristiyan dini ilme zarar verir. Ancak filozoflar hakimdirler.» îbni Sinanın ve İbni Rüşdün felsefesi 16 ncı asra kadar şimalî Italyada devam eden tesirlerile pek büyük münakaşalara sebeb olmuştur. Modern tecrübe metodu hâkim oluncıya kadar, lâtin garbda, tam dört asır devam eden bu tesire karşı reaksiyonlarının da o derecede eski bir tarihi vardır: 1311 de, Raymond Lulle, Viyana ruhaniler meclisinden islâmiyeti ortadan kaldırmak ve İbni Rüşdün tesirlerine mâni olmak için askerî tedbirler alınmasını istemişti. Meşhur şair ve Humaniste Petrarque bunun önüne geçti. Bugünkü Avrupa kafasmın teşekkü lünde en büyük amillerden biri olan Türk ve Arab rasyonalist felsfifesinin şarkta uğradığı mukavemet garbdakinden çok fazladır. Avrupada, bütün hücum lara ve tenkidlere rağmen Rönesansa kadar yaşıyan ve hiç şüphesiz modern çağın doğumunu hazırlıyan bu düşünce, şarkta, mistik ve ilâhiyatçı görüşün galebesile, yarıyolda kalmıştır. Bugün en büyük şark mütefekkirleri olarak alkışlamağa devam ettiğimiz Gazalinin ve Muhiddini Arabinin bu felâkette meş'um tesirleri vardır. Aynca teokratik devlet otoritesile de kuvvet bulan tasavvuf cereyanı, İbni Sinadan evvel ve İbni Sinadan sonra, onun rasyonalist büyük hamlesine rağmen, Kemalizmin tekkeleri kapattığı güne kadar devam etmiştir. Bunun için İbni Sinanın ve İbni Rüşdün ellerindeki meşale islâm şarktan ziyade hıristiyan garba ışık verdi ve bizi mistik bir kafanm karanlığı içinde sayıklamaktan asırlarca curtaramadı. Türk ve arab felsefesi, yahudi ve h r istiyan mekteblerine pek çabuk sirayet •tmişti. Onüçüncü asırda ve Ondördüncü ısnn yansmda yahudiler İbni Rüşdün •serlerini ibraniceye tercüme ettiler. İbni jinanın ilk mütercimleri Dominique Gonlisalvus ve Sevil yahudisi Juan Avenleath'tır. 1 130 ile 1150 arasında yahulıler esası hazırlamışlar, hıristiyanlar bu azırlanan tercümelere bir şekil vermeğe auvaffak olmuşlardı. Birkaç sene sonra Kendi'nin ve FaraPEYAM1 SAFA inin eserleri de tercüme edildi. 1230 da (1) Hamdi Varoğlu tarafından yapılan vlichel Scott İbni Rüşdün eserlerini ter ve Hilmi Kitabevi tarafından çıkarılan terme etti. İmparator İkinci Frederik is :ümesinde 22 nci sahife. Dolar fiatlarında, bir müddettenberi görülmekte olan yükseliş çarşamba günü birdenbire hızlandı. Vakıâ dünya borsalarında, tahsisen Londra borsasında, aÇivili geçidler radan geçen üç gün zarfmda bu yükseliş ayni hızı muhafaza etmiş değildir. Lâkın dolar, Amerika İngiltere Fransa arasındaki üç taraflı aniaşmanın hududları dışına çıkmış olmamakla beraber Sterlinge nazaran gene yüksek bir seviyededir. Salı akşamı Londra borsasında dolar, Köprünün üstündeki çivili yolda, bir bir îngiliz lirası karşılığı 4,86 da kaparc otomobil, ihtiyar bir adamı çiğnemiş ve mıştı. Perşembe günü 4,85,12 olarak mu öldürmüş. Halbuki bu çivili geçidlerin amele gördü. Doları eski paritenin üstü yegâne gayesi kazalara mânı olmaktı. ne çıkaran şu vaziyetin îngiliz malî me Başında bir seyrüsefer memurunun bekhafilinde Büyük Brıtanyanın haricî ti lemesi âdetı kalktığı gündenberi tehlıke caret müvazenesindeki açıklığın mütema • en ziyade bu geçidlerin üstündedir. diyen artmasile ve Amerıkan ihracatının Hakçasını ararsanız bu sistemin manaithalâtına nazaran çoğalmasının doğur sını belediye de, seyrüsefer memurları da, duğu bir netice olarak telâkki edilmekte şofÖrler de, yayalar da anlıyamadı. Halk bulunduğunu gelen haberlerden öğreni çivili geçidleri her türlü taarruzdan mayoruz. Acaba hakikî vaziyet bu mudur? sun bir mesken sanıyor, orada, yatak odaKanaatimizce, yukarıda bahsedilen te sında imiş gibi serbest ve avare dolaşıyor: sirleri de gÖzden uzak tutmamakla bera Iğilip kalkıyor, etrafına bakmıyor, fotober; Avrupadaki siyasî gerginliğin son grafını çektirecekmiş gibi karşısına çıkan haddine gelmiş bulunması ve bu vaziyete otomobilin burnuna gözlerini dikerek poz müdahalede îngilterenin belki de fazla ahyor ve gülümsüyor. Şoförler arasındı ileri gitmiş bulunmasının borsada temev çivilere hürmet etmesini hâlâ bilmiyenvücde başlıca âmil olduğunu kabul et ler var. O hududa gelince sür'atini asgamek lâzımdır. Şu hareketin büyük ve kü riye indirmek lâzım geldiğini unutuyorçük servet ve sermayelerin İngiliz lirası lar. Seyrüsefer memurları ve belediye, iîve franktan ayrılıp vaziyet ve mevkii könce ahaliye çivili geçidlerden başka daha emin görünen Amerikanın parası noktalarda karşıdan karşıya geçmeği yadolara bağlanması gibi bir temayül neti sak etmişti. Halbuki tenha anlarda bu cesi sezilmektedir. yasağın mânası yoktu. Bilâkis, halkm yü« Günlerdenberi, Londra borsasında rüyüş &ahasını pek ziyade daralttığı için frank muamelesinin haddi asgariye indi seyrüsefer zorluğunu artıracakh. Nitekım ğini telgraf haberlerinden öğreniyorduk. Öyle oldu ve belediye de işin içinden çıBu, eski üç taraflı anlaşmada yeni bir kamıyarak çivili geçidleri büsbütün ba?ımüvazenesizlik doğurmakta g«cikmedi. « bırakh. §imdi bu geçidlerin başında îngiltere Hazine Nezaretinin elindeki S€yrüsefer memupu değil, Ezrail bekli 350,000,000 luk sermaye ile gerek pe yor! sin, gerek vadeli satışlara yaptığı müdaSaraylar ve ibrahimler halelere rağmen vaziyetin kurtarılama îbrahimpaşa sadığı anlaşılıyor. Siyasî gerginliğin yarat rayı meslesinden sontığı şu vaziyet, sivasî vaziyetin düzelme ra az daha bir de sile salâh bulabilir. îbrahim Hakkmm F.G. mezarı meselesi çıkacaktı: Hasankalede midir, Siirdde midi? diye bir mü nakaşa başlıyacakü; fakat, aramızda, meşhur Marifetna me müellifinin nered« yattığını henüz unutmıyanlar bulunduğu için şüpheler zaÖnümüzdeki dcrs yılı başında ilk ve l oldu. İlk zamanlar işin içine gene bir ortamekteblerle liselerde mevcud talebe îbrahim karıştığı için dava uzayacak dikooperatiflerinin Maarif Vekâletinin ye ye gözümüz korkmuştu: Hazreti Ibrani hazırladığı bir nizamnameye göre or himden Çallı lbrahime kadar bütün 1bganize edileceğini evvelce yazmıştık. rahimlerin ismi etrafında birer münakaBugünlerde bütün mekteblere gönderi şa dinlemeğe tahammülümüz yoktu. en bu nizamnamye göre, talebe koopeFakat ben başka bir Îbrahim meseleratifleri, fakir ve himayeye muhtac busi ortaya atacağım: Kendisinden değil, lunan talebe hayır cemiyetlerinin mürabir dosttan haber aldım ki, Çallı îbrahimkabe ve kontrolleri altına alınacak, ayden, Güzel San'atler akademisinin buni zamanda talebe velileri hisse senedi unduğu Fmdıklı saraymda oturdugu yı!almak suretile kooperatiflerin bir hisse arın kirasmı istemişler: 1700 lira! Mevdan olacaklardır. zu lâtifeye müsaid olduğu için bu haber Bu cümleden olmak üzere kooperatifşaka zannedilebilir. Hayır! Büyük sanlerin para ve teşkilâtmı tanzim ve müraatkârın «şyasma haciz konmasile neticekabe eden bir heyet varidat nisbetinde enecek kadar ciddidir. Halbuki memlefakir ve kimsesiz talebelerin kitab, elbiketin Çallı Îbrahim gibi «şsiz bir ressase ve yemeklerini temin edecektir. mına yapabildiği bütün ikram, bir iki seMakteb kooperatiflerinde satılan def ne kadar onu Fmdıklı sarayınm bir köter, kalem ve saireye kooperatifin resmî şesinde ücretsiz oturtmaktan ibaret kaletiketi yapıştırılacak ve her talebenin komışh. Şimdi gdmişler, Çalhdan ansızın peratiften alışveriş yapması temin olu 1700 lira para istiyorlarmış. îşte size bir nacaktır. İbrahim ve bir saray meselesi daha, ki Mekteb kooperatifleri talebenin ihti • bence ehemmiyeti ötekinden hiç de aşağı yacı nisbetinde tesisat ve teşkilâtını ge calmaz! nişletecek ve fakir talebeye her sahada faydah olmağa çalısacaktır. D Musevi hizmetçi Dostlarımdan biri anlattı: Bir yahudi hizmetçım var. İyi kadm. Irkı aleyhindeki bütün rivayetlere rağmen tok gözlü, temiz ve terbiyeli. Fakat geldiği gündenberi pek az lâkırdı söylüyor ve sorulan şeylere ya pek ki3a cevablar veriyor, yahud susuyor. Türkçe bilmiyor değil; fransızca da biliyor. Bir gün merak ettim ve kendisile fransızca konuşmağı denedim. Bedbin ve küskün yüzü parladı ve soluk dudaklarınm kilidi açıldı, keyfi geldi ve bülbül gibi şakımağa başladı. Bu tecrübeye devam ettım. Daha sonraki günler kendisine her fransızca hitab eJişimde ayni hal karşısında kaldım ve anladım ki bu kadın, sessiz ve sükutî bir mahluk değildir; susmağı tercih etmesi, sadece, türkçe konuşmak felâketinden kurtulmak içindir. Talebe kooperatifi Yeni nizamname bütün alâkadarlara bildirildi Bozdağ ilk mektebinde bir kamp kuruldu ı Bozdağ (Hususî) Ekserisi İzmirden olmak üzere elli talebe Bozdağ ]k mektebine gelerek kamp havatı geçirmeğe başlamışlardır. On beş günienberi kuvvetli gıdalarla beslenerek neş'eli bir hayat geçiren yavrular arasında dört kilova yakın kazananlar pek çoktur. Gönderdiğim resim kamp .anuallım ve mürebbiyelerıle toplu bir halde göstermektedir. Kızılaym her sene yapmakta olduğu (Kermes), eylulün 10 uncu cumartesi günü akşamı Tepebaşı bahçesinde ya pılacaktır. Kermesin fevkalâde olması çin yerli ve Avrupanm tanınmış ar istlerinin iştiraki temin edilmiştir. Macaristanm meşhur (Yıldız) bale heyeti Peşteden yola çıktığını telgrafla bildirmistir. Fransız yıldızı (Dovia) yarm Paristen hareket edecektir. Bahçenin elektrikli sütunlarla süslenmesine başlanmıştır. O gece bahçeden atılacak renkli hava Lüleburgaz (Hususî) Lüleburgaz, fişekleri Kermesin başladığını halka Trakyanm en modem bir kasabası haliilân edecektir. Bunlardan başka birçok ne gelmiştir. Bundan sekiz, dokuz yıl sürprizler hazırlanmaktadır. önce bir köyden farkı olmıyan ve altı yedi yıldanberi mütemadiyen geliş Kaput bezi ihtiyacî var mekte olan bu kaza merkezi bugün AvSon günlerde şehrimizde ve memle rupa kasabalarma yakın bir haldedir. kette kaput bezi eksikliği hissedilmek Köyün binaları, köşkleri, muntazam tedir. Bu cihet Iktısad Vekâletinin de caddeleri, şirin bir göçmen mahallesi, nazarı dikkatini celbetmiş, mevcud yeni Belediye, Halkevi, okul, mezbaha, stokla istihlâk miktarı ve ihtiyac tet otel gibi binalan ve hiç arkası kesilmikik olunmuştur. n inşaatile Lüleburgaz j'akm yıllarVekâletin bu hususta bazı tedbirler da ideal bir Avrupa şehri durumuna alacağı anlaşılmaktadır. gelecektir. Asfalt yol. bu kasabanın tam ortasınToprak Mahsulleri müdürü dan geçmektedir. Geniş trotuarları ve Ankaraya gidiyor kasabanın methalınden itibaren iki taraToprak Mahsulleri Umum müdürü fını bezeyen kübik evlerile bu geniş. Hamza Osman Erkan bugün Ankaraya güzel yolda akşam gezisine çıkan Lü gidecektir. Umum müdür yeni idare leburgazlıların park, kazmo ve büyük meclisinin teşekkülü için Vekâletlerle Subay Yurdu gibi eğlence yerleri de temasta bulunacaktır. vardır ki, Lüleburgazlıların buralarda Kızılay Kermesi için hazîrlıklar (Trakyada asrileşen bir kasaba: Lüleburgaz ı Fakat bunu anlatan dostum, o kadını Sayın üstadın hakkı vardı. Ressam hâlâ yanında muhafaza ediyor ve türkçe Osmanın Hünernameden alınan resminde konuşmak felâketinden kurtannıyor: Bu burmalı sütun başlıklannın 1570 yılla ne merhametsizlik! nnda bile henüz yerinde durduğunu göMedeniyet rerek Istanbul abidejerine Osmanlı TürkLoyd Corc, yeni lerinin bir kısım frenk tarihçileri tarafınbir makalesinde : dn iddia olunduğu gibi hürmetsizlik «Harb medeniyetin gösterilmediğini geçen günkü fıkramda cellâdıdır» diyor. söylerken bahsi genişçe tutmak icab ederFakat, dünya taridi. Çünkü dedelerimizin tarihî abidelere hine bakarsanız megösterdikleri saygmın kıymetini kavradeniyet ilerledikçe mak o abidelerdeki kıymeti bilmekle harbler çoğahyor, mümkündür. Meselâ şu burmalı sütunu harb vasıtaları şid ele alalım: Bu, iki bin dört yüz on yıl detleniyor; ve harbönce yapılmış bir san'at eseri olup bakırler çoğaldıkça harb vasıtajarı şiddetlen dan dökülmüştür. Sütunu yapmak için dikçe de medeniyet ilerliyor. Bütün harb gerekli olan bakır Salamin ve Plâtea tekniğini yaratan medeniyet değil harbleri sonunda müttefik Yunan şehirleNasıl oluyor da bu medeniyet, o müthiş ri ordusu tarafından elde edilen harb aletsilâhları icad ederek, cellâdına kendi eli leri eritilmek suretile tedarik edilmiştir. le teslim ediyor? Ben medeniyetle harb Yunanlılar Med harblerini kendi leharasındaki dostluğun pek eski olduğuna Ierinde neticelendirmiş olan o iki büyük kaniim. Birbirlerinin canına kıymak nisavaşı kazandıktan sonra burmalı sütunu ye^inde olduklarına inanmıyorum. Onun yapmışlar, Delfi şehrindeki Apollon maiçin bence ortada iki cellâd var: Biri harb, öteki de medeniyet. Ve bütün cel bedine koymuşlardı. Sütun sekiz metre lâdlar gibi bunlar da birbirlerile sevişi irtifamdaydı, üs.tünde üç metre kutnında yorlar. Fakat bu ikisini birleştirmek şart bir altm sehpa vardı. Sonralan Fokide sa onu ancak şu tek kelime hulâsa eder: kralları bu sehpayı alıp götürdüler, bakır Insan! Kendi kendinin cellâdı olan in sütunu yerinde bıraktılar. Büyük Kons tantin, Bizans kasabasmı şehir haline san! koymağa çahşırken (330) Roma împaSERVER BEDI ratorluğu hududları içindeki memleketlerden birçok güzel eserleri yeni payitahta taşıtmıştı, o meyanda burmalı sütunu da Delfiden kaldırttı, Bizansa getirtti. İranlılara karşı ittihad edip muzaffer olan Yunanlılar «el ve gönül birliğinin müstebid bir kudreti mağlub edebileceğini» remzî olarak temsil etmek için bu sütunu yapmışlardı. Üç başlı yılan, o müstebid kudreti ve üstüne konulan altm sehpada el ve gönül birliğüıde doğan parlak kuvveti temsil ediyordu. Hero dot'un tarihinde sütun hakkında malu mat vardır, doktor Detye de «İstanbul ve Boğaziçi» adlı eserinde sütunun hakikî mahiyetini tesbit etmiştir. Bu zat, sütunun üzerindeki üç yılan başmdan birinin 1453 te ve Türklerin İstanbula girişleri sırasında kırıldığını, iki tanesinin de (1700) de çahndığmı söylüyorsa da Hünernamedeki resim her üç yılan başının 1570 yılında mevcud olduğunu meydana koyuyor. Bunların yerlerinden kopmaları zelzele yüzündendir. Nitekim bir başın çene kısmı müzede duruyor. Bana bu satırlan yazdırtan saym üstadın öbür mülâhazası da mühimdir. Bergamadan bir yığm taş halinde Berîine götürülen meşhur Mezbehin nasıl bir şekilde tanzim olunduğunu herkes bilivor. Biz, bu iki bin beş yüz yaşına gelmek üzere bulunan burmalı sütunun başlıklarını niçin tarihten ders ve Hünernam°den meşk alarak yenileştirmiyelim?.. MüzeIer Umum müdürlügünün dikkatini nezih eğlenceler ve geziler yaptığım görenler, bu şirin kasaba halkmın ça lışmasını bildiği kadar eğlenmesini de bilen insanlar olduğunu anlamakta güçlük çekmezler. Çalışkan ve işten anlar bir belediyenin velev dar bir bütçe ile de olsa neler yapmağa muktedir olduğunu anlatmak ve Cumhuriyetin ileri hamlelerini gör mek için Lüleburgaz görülecek bir kaza merkezimizdir. Elde ettiği inkişafı az bulan ve mütemadiyen ilerliyen bu kasabada şimdi Belediye tarafından büyük bir sinema, kazino ve o£el kısımlarını taşıvan mu azzam bir binanm daha yükseld^ğini görüyoruz. Gönderdiğim resim, kıştan önce çatısı atılacak ve sinema kısmı bitecek olan bu binanm temel atma merasimini tesbit etmektedir. celbederim. M. TURHAN TAN