3 Eylul 1938 CUMHURİYET imralıda, mahkumlar arasında bir gün İşe giderken Vekilin önünde resmi geçid yaptılar: çiftçiler, marangozlar ilâh... Çalışmak bu zavallı ruhların yegâne ilâcıydı 1935 te imralıda yirmi beş otuz mahkum Çalışmak mahkumlar için buîunmaz bir nimet vardı, iyi neticeler alındığından bu aded olmuş, 25 kııruş yevmiyelerini bankada biriktirerek köylerine otuz jkırk li tedricen arttırılmış ve bu gün Yazan: Nadir Nadi 750 yi bulmuştur ile dönenler oluyor Hıirriyet kadar neş'eli Marmaranın ortasında toprak renginde bir ada peyda olmuştu Bizi Imralı adasına götüren Kalamış vapuru Mar,maraya açılırken cürüm, ceza, vicdan azabı ve Dostoiyevski'ye dair düşünceler, tabiatin güzelliğinden süzülerek hafifçe kafamı okşuyorlardı. Gökyüzü hürrıyet kadar bulutsuzdu. Hürriyet kadar tatlı ve kırışıksız bir deniz karşıdaki mavi dağların eteğine doğüzerinde dikkatle durduğum suallerin cevabını belki beş yüzüh£ü'cfefâ ölarak bif de şurada, Marmaranın mavi hürriyetî içinde kendi kendime hulâsa edıyorum? Cürüm, içtimaî bir arızadır. Bunun mes'ulü bir kişi olamaz. Bir adam öldürüldüğü zaman, facianın bütün yükümi yalnız katilin sırtma yüklemek iptidailıktir. Herhangi bir cinayette, ekseriya maktul da dahil olmak üzere dostlar, akrabalar, muhit ve nihayet bütün cemıyet derece derece suç ortağı sayılırlar. Katilin hissesine bazan pek küçük bir pay düşer. Bazan da o bir kuzu kadar masumdur. Zindanlarda çürütülmesı, mesuliyetsiz ve haşmetlu cemiyetin ışledıği diğer bir suç olur. Cezanın birinci vasfı, insanın kendı kendini suçlu bilmesidir. Vicdan azabı duymıyan bir adamı zindanlarda çürütmekle, meselâ bir keçiye eziyet çektir mek arasında hiçbir fark yoktur. Ceza, cürmü önleyici bir tedbir olduğu kadar mücrime haksızhğını öğreten, yaptığı hareketin hatalı tarafını onun zıhnine sokan bir ders de olmalıdır. Yüzbınlerce insanın ölümüne sebeb olan Napoleon cemiyet nazarında bir kahraman oluyor da ihtiyar bir kadını öldüren Raskolnikof mücrim sayıhyorsa bu, ancak Dostoiyevskı'nin, metafizığe yaklasan sosyal felsefesinde gayritabiî görülebılir. Na poleon, cemiyetin başma geçmiş, ondan aldığı salâhiyetle ona vasilık etmiştir. Kararlarını, nekadar despotik olursa olsun kendi namına değıl, Fransa namına icra ediyordu. Ve Fransa Napoleon'dan istifadesi olmadığını gördüğü gün onu, posası çıkarılmış bir limon kabuğu gibi düşmanın önüne atmaktan çekinmedi. Napoleon için artık vicdan azabı duyacak bir sebeb kalmamıştı. Fransa onu kendinden bile saymıyordu ki. Raskolnikof'u kıvrandıran ıstırab cürümde, üstüne düşen payın ağırlığını duymuş olmasındadır. Ve son tahlilde de cezanın mahiyeti Bu hususta muhtelif memleketlerde tatbik edilen dair malumat topladık Dediler. Güverteye çıktık. Hürriyet kadar neş'eli, hürriyet kadar kırışıksız Marmaranın ortasında toprak renginde bir ada peyda olmuştu. Şark sahilındeki koya yaklaştığımız zaman, uzaktan beyaz barakaları farkettik. «Ada» nın müdürü bir motörle önümüze geçerek bizi iskeleye yanaştırdı. Her taraf kırmızı bayraklarla donatılmıştı. Yüzlerce mahkum, Onaltmcı asırdaki İsviçre askerlerinı hatırlatan acayib kıyafetlerile yolun ıki tarafına sıralanmışlardı. Şükrü Saracoğlunu şiddetle alkışladılar. Demek şimdi katillerin arasındayız ha! Etrafımızdaki kalabalık, kendine muadıl dığer bir kalabalığı aramızdan a:p, kara toprakiara gönderdi değıl mı? Şu yağız çehreli delıkanlı, şu mahçub bakışlı genc, şu vaktinden evvel saçları ağarmış zayıf adam, birer katil öyle mı? Lâubali tavrile Nizameddin Nazifin onlara gösterdıği samimî alâka beni hiç şaşırtmıyor. . Double İsmail nerede? O çıktı beyim. Kopil Hasan ne oldu? Tanımıyorum. Zındık Kemal? O burada. O kadar muti, o kadar sokulgan insanlar ki, dışarıda görsek bir tavuk kesebileceklerinden şüphe ederiz. Müsamere salonlarında bize sofra hazırlamışlar. Yemekten sonra birçoklarile konuştuk. Şehir hapisanesine nazaran hayatlarından çok memnun görünüyorlar. Çalışmak onla. için buîunmaz bir nimet olmuş. Burada her iş günü iki mahkumiyet günün€ muadil tutuluyor. Bu suretle cezaları yarı yarıya inebiliyor. Ayrıca 25 kuruş gündehkleri var. Yevmî masraflarından artan para, kendi hesablarına bankaya konuyor. Çıkarken köyüne otuz, kırk lira ile dönenler oluyormuş. İçlerinden birçoklarile konuştuk. Neden öldürdün! Demeğe bir türlü dilim varmıyordu. Bu usullere suali sormak hakkını kendimde göremi yordum. Yaralarını tazelemekten d^'kbN' kuyordum. Fakat üç dört saat süren beraber yaşayışımızda anladım ki su'çimu* itiraf, insan için bir ihtiyacdır. Üç saat, mütemadiyen onlan dinledim. Bu yorgun çehrelerin altında ebediyyen dinmiyecek yaralar varmış meğer. Ekserisi kadın Anladım ki suçunu itiraf insan için bir ihtiyacdır başka ne olabilir? «|Ç 5 j ! 5JS Köyüne 30 40 lira ile dönenler de oluyormuş ru alabildiğine uzanıyordu. Onların orada nasıl kucaklaştıklarını, nasıl öpüşüp •eviştiklerini biz vapurdakiler göremiyorduk. İnce bir sis tabakası, bu ebedî sev*ililerin birleşen dudaklarını insan gözleinden saklı tutuyordu. Ve bütün bu güzelliklerin ortasında, <ollektif bir Robinson Crusoe hayatı yajiyarak suçlannın cezasını çeken mahiumlar var değil mı? Cürüm nedir? Vicdan azabı duymı/an bir adamın çektiği maddî cezanın nanası var mıdır? Ve nihayet Raskollikofu Napoleon'dan ayıran bariz farkı ıerede aramalıyız? Ta ,ilk Üniversite senelerimdenberi Hepsinde karşısındakinden biraz olsun «hak» istiyen bir hal var Adliye Vekilimiz §ükrü Saracoğlu bizi vapurun alt kat salonunda etrafına topladı. Gür erkek sesile anlatıyor: Bizde mahkumlar hapisane koğuşlarında otururlar ve parazit halinde ailelerinin sırtmdan geçinırler. Bu tembel hayat onlarda menfi bir tesir icra eder. Hapisaneden daha fena bir vatandaş olarak çıkarlar ve ekseriya döner dolaşır gen oraya düşerler. Bunları devlete ve ailelerine yük olmaktan kurtararak, daha müsaid bir muhitte ıslahı hal etmelerini temin icin ziraî bir hapisane meydana getirmeyi düşündük. Bu hususta muhtelif memleketlerde tatbik edilen usullere dair malumat topladık. Bir arkadas Avrupaya giderek ora hapisanelerini dolaştı. Hatta Belçikada bir hapisanede altı gün mahkumiyet hayatı yasıyarak mahpuslarla yakından temasta bulundu. Ziraî bir hapisane açmaga karar verdikten sonra İmralı adasında tetkikat yaptık. Burasmın bin beş yüz nüfusu geçindirmeğe elverişli olduğunu gördük. Ve ufaktan işe başladık. 1935 te ilk defa olarak adaya yirmi beş otuz mahkum getirttik. Kısa bir zamanda iyi neticeler aldığımızdan sayılarını çoğalttık. Geçen sene İmralı adasında 400 kisi vardı. Bunlar, ektikleri mahsulü toplamağa kâfi gelmediler. Yeni mahkumlar yolladık; şimdi mevcudları 750 yi bulmuştur. Buradan aldığımız neticelere göre Edirnede, Ispartada ve Zonguldakla da asrî cezaevleri açtık Edirnedekiler, İmralıda olduğu gibi ziraate çalısıyorlar. Ispartadaki mahkumlar, halıcıhkla meşgul oluyorlar. Zonguldakta madencilik ya pıyorlar. Asrî cezaevleri ağır mahkumlara mahsustur. Türkiyede yedi sekiz bin kadar ağır hapis mahkumu bulunduğuna göre bunların yarısına yakın bir kısmı, ceza senelerini yeni usule göre geçirmektedirler. İki üç seneye kadar bütün ağır mahkumları asrî cezaevlerine toplıyabileceğimizi ümid ediyorum. Hedefimiz, müddetlerini bitîren mahkumları daha iyi, hiç olmazsa daha az fena vatandaşlar olarak hayata çıkarmaktır. Bu yolda kullandığımız vasıta, tatlı muamele etmek ve çalıştırmaktan ibarettir. Esasen ırkımızın hususiyeti, profesyonel mücrim yetişmesine mâni oluyor. Ufak bir gayretle katil olarak hapisaneye giren bu zavallıları faydalı vatandaş olarak tekrar kazanmak neden kabil olmasın? Meşhur bir darbımeselimiz «Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır» demiyor mu? Jandarma ve süngü yerine sevgi ve hüsnü muameleyi getirmekle ne iyi neticeler kazanıldığını şimdi, birazdan göreceksiniz. Bugün İmralı adasında yedi yüz elli mahkuma mukabil iki tane jandarma var. Onlar da sadece, adayı ve sularını dışarıdan gelmesi muhtemel yabancılara karşı korumak içindir. Ahlâk bakımmdan iyi verim temin etmek maksadile asrî ceza evleri için bazı kayıdlar konmuştur. Buraya girecek olanlar otuz yaşmdan yukarı olamazlar. Mütebaki mahkumiyet müddetleri de en aşağı dört sene olmalıdır. Maamafih ceza evleri ihtiyacı kolayca karşılamaya başladıkları zaman kayıdları da hafifieterek otuz beş yaşında olanları ve iki senelik cezası kalanları da alabileceğiz. *r "I* "»* Çalışmak onlar icin buîunmaz bir nimet olmuş yüzünden işlenmiş cinayetler. Ve hepsî yaptıklarına pişman. Anlatırken soğuk ter döküyorlar ve sanki o feci dakikaları tekrar yaşıyorlar. Hepsincje, karşısındakinden biraz olsun «hak» istiyen bir hal var. İşe giderken vekilin önünde resmigeçid yaptılar: Çiftçiler, marangozlar, dülgerler, balıkçılar, dokumacılar, berberler, millî marşlar söyliyerek geçtiler. Gözle görülüyordu: Çalışmak bu zavallı ruh'arın yegâne ılâcıydı. Ve Cumhuriyet bu kayboldu sanılan vatandaşları bize tekrar kazandıracaktı. Bu mucızeye bütün kalbimle inanıyorum. NAD1R A/4D/ i Geliyoruz. Kendi yetiştirdiklerini kendileri yiyorlar