8 Nisan 1938 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

8 Nisan 1938 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

8 Nisan 1938 CUMHURÎYET . Basarya, Büyük Şefe ve memleketimize olan hayranlığım anlatıyor «Atatürkün başardığı mucizelerin kıymetini herkesten ziyade takdir ediyorum. O, Türkiyeyi lâyık olduğu şanlı mevkie yükseltti» t kongresinde bir Türk dostu Iktısadî hareketlcr SAN'AT A B i D E L E R i M i Z i N HALİ PENCERESiNDEN Ticarette hilekârlık Ticarette kandırmak hastalığı, mu hakkak ki ilk insanlarm avlarını mübadele ettikleri zamandan itibaren başlıyan bir aldatma zihniyetinin devamm dan ibarettir. Malum ya, şevtamn iğvasma uyan Havva Anamız, Âdem Babamıza elmayı bir abı hayat gibi göstererek ilk hilekârlık misalini meydana koymuş ve onu kandırmıştı. O gün bu gündür insan oğulları birbirini kandırmaktan bıkıp usanmak bilmemişlerdir. Bunun da en müsaid sahası ticaret oldu ğundan parlak misalleri de daima bu kısımda görülmüştür. Fakat öyle zan nederiz ki, dünya ticareti, Umumî Harb yıllanndanberi geçirdiği devrede gör düğü hilekârlığı hiçbir zaman görüp geçirmemiştir. Bunu da harbin bıraktığı te^'rlerde aramak lâzımdır. Bundan bir müddet evvel îstanbul Ticaret Odasma Bağdaddan bir mektub geliyor. Irakm meşhur ve eski bir firması tarafmdan yazılan bu mektubda şu sual sorulmaktadır: «Sizin vaktile bevaz ince bezleriniz vardı. Sıcak memleketler halkı bunları kullanırdı. Onlardan bize gönderebilir misiniz?> Ticaret Odası paçalan sıvadı. Gönderilen bir parça nümune ile araştırmalar vaptı ve nihayet bunun Rize civarmda kendir elyafından çok san'atkârane vamlan bir cins kumas oldugu anlasıldı. Bir taraftan Bagdada mektub yazılır ken. diŞer taraftan Rizeden nümuneler de istendi. Dün, Ticaret Odastnda yeni gelen bu kumaştan iki top gördük ve herkes gibi biz de hayretler içinde kaldık. Ne garib şeydi bu?.. Otuz santim. evet yalnız otuz santimlik eni var. Hic zannetmeyiniz ki dünva yüzünde bundan daha dar bir kumaş bulunsun. Bövle bir kumaştan bir çocuk zıbmı bile güç yapılabilir. Bu garib metam basmda toplanıp düşünürken. o havaliyi bilen biri izah etti: Evvelce bu kumaslar çok enli imiş; fakat zamanla tezgâh sahiblerinin birbirine rekabet edişleri onları bu acayib sekle sokmuş. Şimdi, Bagdada ve daha kim bilir nerelere kadar giden bu kumaşların niçin terkedildiŞi anlaşılıyordu. îstan bulda bile ismi ve cismi unutulan şu metam imalinde yapılan hilekârlıŞm ne fena bir tesir icra ettiğini izaha lüzum vok. Arada kandırılan kim olmustur, bilmeviz? Alıcı bir kanar. iki kanar, sonra da bövlece kaldırır atar. Rekabet imkânlarını. eğer lâzımsa başka sahalarda aramalıyız. F. G. Emirgüne köşkü İskenderin heykeli 5) ritiş Müzeum'da İskenderin bir f\ heykeli var ki otuz santimetre boyundadır. Bunu yapan bir Yunanlı olup pirinc tanesine koca bir mektub sığdırmağa yeltenenler gibi onun da dünyalara sığmıyan, tarihe de sığmaz gibi görünen Büyük İskenderi bu küçücük irtifaa mıhlamak istediği esere bakarken sezilip duruyor. Heykeltraşhk bakımından bu seziş, belki yanlıştır. Zira Yunanlımn küçülttüğü Iskender, hatlar ve eb'ad haysiyetile bu heykelcikte gene büyüktür. San'atkâr koca bir âlemi kısa bir endam içine koymakla beraber o âlemin ne nurundan, ne renginden bir zerre kaybetmemiştir. Otuz santimetre boyundaki şu îskenderle meselâ Napoli müzesinde geniş bir yer işgal eden atlı ve muhteşem heykel arasında mana itibarile hemen hemen fark yok. Bununla beraber Yunanlımn o cihangirdeki büyüklükleri biraz küçültmek istediği de gene apaçık sezilmektedir. Ben bu heykeli seyrederken İskenderin tarihini de düşünmekten geri kalamadım. Onun şarkla garbi izdivac ve bir çok milletleri imtizac ettirmek istediğine şüphe edenlerden değilim. Zekâ ile belâheti, hareketle sükuneti, cür'etle meskeneti, ateşle suyu, yerle gökü kucak kucağa getirip bu kucaklaşmadan tek bir cihan vücud getirmeği düşünmek sade bir hulya da olsa azametli bir mülâhazadır, İskender ise böyle bir hulyayı tahak kuk ettirmek için Makedonyadan kalktı, ülküsünü zaferlerle gıdalandıra gıdalandıra Hindistan sınırlarına kadar yürüdü, ömrü vefa etseydi kürenin çehresi mutlaka değişecekti. Dördüncü Muradın musahibinin hakikaten bir san'at nefisesi olan köşkünün muhafaza edilmiş olmasını bir aileye borcluyuz : SALÂHADDtN GÜNGÖR M. Basarya, Yıldızda Türk gazetecileri Balkan Matbuat Birliği kongresine iştirak etmek üzere dün şehrimize gelen Rumen gazetecileri arasmda Bükreşte münteşir Unıversul gazetesinm başmuharriri M. Nikola Basarya da bulunmaktadır. Osmanlı Meb'usan meclisinin şayanı dikkat simalanndan olup meşhur sakalını tıraş etmiş bulunan M. Basarya dün kendisile görüşen bir muharririmize de miştir ki: « Balkan Matbuat Birliği kongresinin toplandığı bu sarayın yabancısı değilim. Ilk defa bu sara^a Abdülhamidin Osmanlı Meb'usan ve Ayan azasma verdii?i bir ziyafette bulunmak üzere gel miştim. İkinci ziyaretimse tarihî mahiyeti haizdir. Meşrutiyetten sonra Osmanlı tahtmdan hal kararını Abdülhamide teblıs? etmek üzere Yıldız sarayma gelmiş tim. İste Abdülhamidi koğduğumuz bu sarayda bugün gazeteci sıfatile ve 24 sene sonra üçüncü defa olarak geliyorum. Abdülhamid ve genc Türkler Türkiyesini gördüm, fakat hakikî Türkiye, yüzde yüz Türk olan Türkiye şimdıki Cumhuriyet Türkiyesidir. Asırlardanberi öz Türkler hayatlarmı feda ederek Türkiyede mağdur vaziyette bulunuyorlardı. Halbuki hiçbir fedakârlıkta bulunmıyanlar sadece istifade ediyordu. Sultanlar devrinde Türkiyenin adı bile yoktu. «Memaliki Şahane», «Memaliki Mahrusa» gibi garib tabirler kullanılıyordu. Daha tuhafı var. Sultanlar payitahtının bile ismi yoktu. Der'aliyye, Dersaadet adlarını değiştirmek için az mı zahmet çekmiştik Hulâsa ortada devletinin, payitahtının, dilinin adı olmıvan earib bir mevcudivet vardı. Nüfus arasında tezkerelerinde bile «Türk» kelimesine tesadüf edilemez, milliyeti.kelimesi karşısmda «islâm» yahud «hıristiyan» yazılıyordu... îstibdadı takib eden genc Türkler devrinde de Türkiyenin vaziyeti büyük bir salâh görm«mis.ti. Selânikte tanıştığım Türk münevverlerüe beraber Jön Türk komitesini tesis edenlerden biri olmak sıfatile diyebılirim ki Meşrutiyet idaresi de iflâs etmişti. O zaman ecnebi işgali al tında bulunan Mekedonyayı kurtartnağa çalıştık, fakat muvaffak olamadık, Osmanlılık aşısı da tutmadı. Türkiyenin son »ultanlarından bilhassa Vahdeddinle yakından tamdıâım için alçak, çok alçak olduğunu bildiğim Damad Feridler, sırf şahsî menfaatler temini için vatanı düşmanlara satmışlardı. Bütün bu hâdiselere şahid olduğum için Atatürkün başardıgı mucizelerin kıymetini herkesten ziyade takdir ediyorum. Atatürk, Türklerin binlerce senelik me denivetini meydana çıkararak, yeryüzünde Türk milletine lâyık olduğu şanlı mevkii temin eden bir kahramandır. Genc Türk Cumhuriyetinin terakkile rini gözlerimle görmek şerefine nail ol dugumdan dolayı şu dakikada duydu ğum heyecanı ifade edebilecek kelime bulmaktan âcizim. Yıldız sarayma gelince eskiden tanı dığım Hasan Sakayı, lsmail Mü$takı gördüm, kendilerile öpüştüm. Hasan Saka Rumenler namma konferansta birşey söyleyip söylemiyeceğimi sordu. Kendi sine şu cevabı verdim: « Ben buraya Romanyalı olarak srelmedim!» Sağda köşkün salon ve tavanından bir manzara, solda salondaki nefîs fiskiye Eski vak'anüvisler, padişahların hu susî hayatmdan bahsederken, sahrlar üzerine yaşmak tutar, iç haremin çıplak sahnelerini, mütecessis gözlerden gizlemek isterlerdi. Padişahların kullandığı şarabın bile adı başka idi. Onlar, herkesin bildiği şarabla sarhoş olmazlardı. Kâhice şarabı mâ'nî ile mestoldukları vakidi. Amma, bu şarabın adı da çok defa bade değil, müsellesti. Hele genc erkeklere, rağbetlerini kitaba uydurmak icab ettikçe; yeryüzündeki Allah güllelerinin, (nasiyei hallerinde) (envan zekâ) lemean eden civanlara, bazı guna meyilleri olduğunu kısaca kaydedip geçerlerdi. Işte, şu dakikada, mahud vak'anüvislerin üstü kapalı tabirlerle, birşeyler anlatmış göründükleri halde, olup bitenleri gene de itina ile gizledikleri bir sefahet sahnesinin dekoru içindeyim. Meşhur Revan muhahzı Emirgüne oğlu Tahmasp Kulu Hana, Osmanlı Padişahı Dördüncü Murad tarafından hediye edilen köşkün nasılsa, yıkılmaktan kurtulmak mucızesini gösteren bir köşesini dolaşıyorum. Ve kendi kendime: Demek, diyorum, öteki mahvolmuş eserleri de, böyle tiriz elierin idaresine bırakmış olsavdık, bugün hepsini sapasağlam bulacakmışız! Kendimi derin bir şaşkınlığa kaptır mış gibiyim. Czerine rokoko boyalar sürülen bu gümüş yaldızla işlenmiş du varlar, asırların sıkleti altında nasıl olup da çökmemiş?.. Bu muhteşem kubbe, hâlâ bir san'at nefisesi olarak nasıl ayakta kalabilmiş?.. Bu masif mermer havuza, zaman, nasıl olup da diş geçirememiş? Kumaş perdeleri kaldırıyorlar. Pencere kenarlannda hapsedilen ışık dalgası, Boğazın reçine kokulu meltemini de emerek ağır agır içeri doluyor. Güneş, bu emsalsiz hazinenin göz kamaştırıcı nüanslarını, bütün haşmetile; paha biçilmez bir şal gibi önüme seriyor. Tarihin, Dördüncü Murad hakkında verdiği haberleri düşünüyorum: Revan üzerine yüriiyüş... Muhasaranın yedinci veya sekizinci günü, kalenin teslim alınışı... Muhafız Emirgünenin canını bagışlatmak için, bin kişilik bir kalabalığın arasına oğlu Tahmasp Kulu Hanı da katarak, Padişaha gönderişi... Tahmasp daha o tarihlerde, delikanlılık çağına girmek üzere.. Ay parçası gibi de güzel... Çocuğu, ayağına kapananların içinde, görünce, Dördüncü Muradm işi bitiyor. Onu yerden kaldırarak: Adın ne> diye soruyor. Tahmasp, adını beğenmediği için: Bugünden sonra, senin adın Yu suf olsun! diyor. Ve bir an içinde, Yu suf Hanı, Beylerbeyi payesile Halebe gönderiyor. Fakat sonradan, îstanbula çağırtarak, kendisine musahib ediniyor. «Yusuf Likâ» delikanh, Padişahı bir aralık, kendine o kadar bend ediyor ki, Dördüncü Murad, musahibi yanmda olmadıkça, bir yerlerde gönül eğlendire mez oluyor. Bir gün, Boğaziçinde, dolaştıklan sı rada, Yusuf, Emirgân korusunu pek beğeniyor. Padışah da, musahibinin hatırı hoş olsun diye, burada, bir saray yapılmasını irade ediyor. Asıl saray, şimdi Emirgân camiinin bulunduğu yerde imiş. Benim bu yazıda bahsettiğim köşkü, Dördüncü Murad kendisi için yaptırmış. Musahibini ziyarete geldikçe, burada istirahat edermij. Köşkün, bugüne kadar, başlıca husu siyetlerile olduğu gibi muhafaza edilebilmesini, eski Mekke şeriflerinden «Abdiilâh Paşa» ailesinin himmetine borclu olduğumuzu kaydermek kadirşinaslık olur. Köşkte, herşey, eski vaziyetindedir. Bize, burasını gezdiren bekçinin anlat tığına göre, Abdiilâh Paşa, meşrutiyetin ilân edildiği sıralarda Mekke Emiri bulunan zattır. Kösk, şimdi bu zatın torunlan uhdesinde bulunuyor. Abdiilâh Paşa belli ki, nefis san'atlara meraklı bir zat mış. İki salondan ibaret olan bu tarihî köşkü büyük araştırmalarla ele geçirilebilen pek nefis eserlerle süslemiş. Meselâ, arabesk bir kütübhane var ki, bir eşi, vaktile Yıldız sarayında imiş. Duvarlar, baştanbaşa, en tanınmış hat üstadları nın, her biri seyrine doyulmaz birer tablo desjerinde olan el yazılarile bezenmiş... Nereye baksam, bir şaheser görüyorum. Değerli bir Yugoslav san'atkârı şehrimizde Balkan matbuat birliği konferansma iştirak için sehrimize gelen Yugoslav delegasyonu, Îstanbul halkma dinletmek üzere kıymetli bir san'atkârı da beraberinde getirmiştir. Zlatko Balokoviç dünyanın bütün büyük şehirlerinde müteaddid konserler vermiş, her tarafta, eşi görülmemiş muvaffakıyetler kazanmıştır. 1895 te Zagreb'de doğan Balokoviç henüz on altı yaşında iken keman tahsil etmek üzere Viyanaya gittiği zaman derhal nazan dikkati celbetrr.işti. İki sene gibi kısa bir çalışmadan sonra yüzlerce kişinin iştirak ettigi büyük devlet mükâfa tmı ve onunla beraber diğer iki mükâfatı kazanmıştır. 1913 te meşhur Rus bestekârlarından Kriyanovski'nin keman için bestelediği bir konsertoyu Moskovada filarmonik orkestranın refakatile çaldığı zaman halk o kadar coşmuştur ki alkışlarile san'atkân otuz defadan fazla sahneye çıkmıya mecbur etmiştir. Umumî Harb senelerinde bütün vak tini fakirler, yetimler ve dul kadınlar menfaatine konserler vermekle geçiren Balokoviç mütarekeden sonra tekrar turnelerine başlamış ve Amerikaya giderek Nevyorkta bir mevsim esnasmda on altı konser vermek suretile bir rekor tesis etmiştir. San'atkârm elinde yüz bin dolar kıymetinde bir Stradivarius kemanı vardır. Kendisi Yugoslav hükumeti tarafın dan mukaddes Greguvar nişanile taltif edılmiş bulunuyor. Balokoviç şehrimizde cumartesi ve salı günü iki konser verecektir. Programda Vivaldi gibi klâsiklerin yanmda Niloiyeviç ve Lhotka gibi modern bestekârlar dan da çok enteresan eserler vardır. Hamidiye kruvazörü Yeni bir talim seyahatine çıkıyor Hamidiye mekteb kruvazörü Iimanımıza gelmiştir. Hamidiye, yakmda deniz varsubaylarım hâmilen uzun bir talim seyahatine çıkacak ve Rados, Kıbrıs adalarını ziyaret ederek Mısırın İskenderiye limanma kadar gidip gelecektir. Balkan Antantı ve Balkan matbuatı IBasmakaleden devam\ zen, kendilerini ve komşularım tanımaktan âciz şu veya bu büyük devlete alet olmak mevkiinde bulunan milletlerin bugün bütün Avrupayı kıskandıracak bir beraberlik gösterebilmeleri herhangi bir siyasî kombinezonun neticesi olamaz. Anlaşmanın temeli Balkan milletlerinin ruhlanndaki olgunluğa dayanıyor. Antantımız genc ve yıkılmaz bir büyük devlet istikbali vadeden bu ruh olgunluğudur. Böyle sağlam bir esasa dayanan müsbet eserin inkişaf ve tekâmül etmemes yazık olur. îşte burada matbuatlarımızın oynıyacaği rol çok büyüktür. Rejimlerimiz arasındaki benzerlik gazetelerimizin vazifesini hayli kolaylaştırıyor. Balkan memleketlerinde, bazı garbî Avrupa demokrasilerini hırpalıyan anarşiden eser yoksa bu, hiçbir zaman bizde matbuat hürriyeti olmadığını ispat edemez. Balkan matbuatını üç şey kontrol eder: Akıl, mantık ve yurd sevgisi. Körpe vücudlere aburcubur gıdalar nekadar muzırsa bize de, aramıza sokulmak istiyen yabancı ideolojıler o kadar muzırdır. Bu yabancı ideolojilerden bazılarımn aramızda nasıl çalışmak istediğini hep biliriz. Bunlar, Balkan matbuatının en mühim elemanlarmı kazanmağa uğraştılar. Muvaffak olamayınca kend paralarile çıkardikları gazetelerde menf bir politika gütmeğe yeltendiler. Bütün bu teşebbüsler yarıda kalmağa ve köşede bucakta sürünmeğe mahkumdurlar. Halkın ruhundaki ileri hamlelerden ilham alan Balkan matbuatı ezici ekseriyetile yalnız millî ve müşterek menfaatlerin neşir sahasıdır. Balkan Antantı bu sahanın üzerinde yükselen bir sulh ve medeniyet abides olacakhr. Çocuk Esirgeme Kurumurmn kongresi Çocuk Esirgeme Kurumu Istanbul Vilâyet merkezı kongresi, dün öğleden sonra CağaloSlunda cemivet merkezinde Sıvas meb'usu Şemseddinin riyasetinde akdedümiştir. Senelik hesab ve faaiiyet raporlan okunarak ekseriyetle kabul olunmuş, bundan sonra kongre azaları vilâyet hududu dahilindeki çocuk koruma teşkilâtı hakkında birçok tekliflerde bu lunmuşlardır. Bu teklifler arasmda çocuk hamamları açılması. çocuk kresleri yaDilması, dispanserler korulması varBir av sonra Ankarada toplanacak olan umumî merkez kongresinde kuru mun esas nizamnamesinin deŞiştirilmesine aid teklifler görüşüldükten sonra Ankaraya gidecek murahhas heyetine Snras meb'u?u doktor Semseddin, Se lim Nü'het, Fethi Erdem intihab olunmu«lardır. Bu isler vamldıktan sonra yeni idare heyeti intihabma geçilmiştir. Sri!enler: Naile Tevfik Sağlam, Lâtife Bekir. Maşuka İpekçi. Sıvas meb'usu Şemsedd;n. Emrivet Spnd'ğı müdürü Reşid. Emnivet Sandığı murakıbı Raşid, diş doktor Hüsameddin, İbrahim Sabir, doktor îbrahim Zati doktor Kutsi, Kadri Raşid, Mustafa Talât, avukat Nail. Salim Ahmeddir. Fakat onun bir de bu hulya dışmdaki işlerine bakalım: Kendi güzelliğine, belki zevcelerinden fazla, âşıktı. Ölünciye kadar bu aşka sadık kaldı ve otuz üç yaşmdayken yirmi yaşında görünmek çocukluğundan kurtulamadı. Babasını biraz ahmak bulduğu için ondan kendisi gibi yüksek bir dehanın doğamıyacağını düşünerek anasınm ismetinden şüpheye düşer ve bu şüpheden kurtulmak için benliğinde ilâhî nüveler aramaktan çekinmezdi. Arkadaşlanndan, en yakm dostlarmdan önünde diz çökerek bir ilâha yapılan tazimi göstermelerini bir aralik istemesi de benliğinde beşerden üstün bir Hele Dördüncü Muradm «halvet» o varlık tevehhüm etmesinden ileri geliyordasındaki mermer şömine, o devirdeki du. Türk işçiliğinin emsalsiz bir nümunesi. Bir iftîra üzerine pek sadık bir generaKöşkü dolaşırken, bir ara, yanımıza linin oğlunu öldürttü. Kendini hodbinlikgelen, Emirgân camii müezzini Hakkı le itham eden yeğenini bizzat öldürdü. Eşsizle tanıştık. Fakat başka bir dostunun hastalanıp ölBu zat, eskilerin ayaklı kütübhane de mesinden de güîünc surette kederiendi. diği tiplerdendir. Emirgân muhitinde ta Ölüyü hastayken tedavi eden hekimi asrihî eserlere karşı alâka ve merakile ta tırdı ve dostunun mezan üstüne elli altı nmmıştır. milyon frank sarfederek bir türbe kurEmirgânm Çınaraltı kahvesinde kendi durdu. sile dereden tepeden bir hayli konuştuk. İskenderin bu gibi işîeri gözümün öBu arada, yanıbaşımızdaki çeşmenin de nüne gelınce Yunanlı heykeltraşm eserinbahsi geçti. deki manayı daha canlı surette kavTamış Birinci Abdülhamidin; büyük veba oluyordum. O san'atkâr, tereddüdün yesalgınmda ölen karısı Hümaşahla oğlu ri yok, mutlaka bu halleri düşünmüş ve Mehmed namına yaptmlan bu çeşmenin iskendere hakikî bir irtifa çizmiş olacak!.. üzerinde uzun bir kitabe var ki, şöyle bi Demek ki tarihi yalnız yüzünden değil, tiyor: içinden de okuyanlar ve anladıklan matZebinı liılesl atşâna der tarihini «Tec/ifc» nayı bir san'atkâr inceliğile tesbit edenler tMuhammed aşkına «mo» iç, «su> bu nev eski de\irlerde de varmış!.. <aynı» so/îden> M. TURHAN TAN Kitabenin manzırmecisi, veznin belini doğrultmak için, «su» kelimesini, hiç lü Bu ne açıkgözlük zumu olmadığı halde, üç defa, tekrar etBursa (Hususî) Edirneli Hüseyin miş. isminde biri, bıçakçı dükkânlarından, Kitabeyi kaleme alan, o devrin Ka zaskerlerinden Te\Hk Efendi, yazılannı birine girerek bıçak satm almış ve biyazan da Hattat Yesari Esad Efendidir. raz sonra bunun kör olduğunu söyliyeKitabesi iyi bir hattat elinden çıkmış rek bilenmesini istemiştir. Usta, bu bı« olması bile tekbaşına bir kıymet ifade e çağı bilemeye başlamış, Edirneli Hüseden bu çeşme, Boğaziçinin tarihî siması yin de gözüne kestirdiği yelek cebin na, yer yer serpilen «ben» lerden biri o deki 195 lira muhteviyatı bulunan cüzlarak muhafaza edilmelidir. danı alıp kaçmıya başlamıştır. Dükkân Bunu da, ötekiler gibi göçüp gittikten sahibi işin farkma varmış ve tyakalayın sonra kıymetini bileceğimize; hazır eli şu hırsızı» diyerek peşine düşmüştür. mizde iken ve fırsat kayboîmamışken, u Güpegündüz çarşı içinde bir hırsızın. fak bir tamirle onu harab olmaktan kur kaçtığını görenler peşine düşmüşler, tarmalıyız! nihayet hamalın biri hırsızın önüne geSALÂH ADDtN GÜNGÖR çerek onu durdurmuş, arkadan gelen HAMtS polis, Edirneli Hüseyni yakalıyarak Adliveve vermistir. Baltalimanı camii Balta limanı camiine dair olan yazıyı yazdıktan sonra, bir kitabda, camiin eski vaziyetine dair şu malumata rastladım: Balta limamndaki camiin ycrinde, vaktile bir mescid vard'. Bu me?cid, Fatih de\Tİnde yaşıyan Pasmakcı (Sücaüddin) tarafından bına ettirilmişti. [Paşmak bir nevi kundura idi. Bu kundurayı yapan lara paşmakçı denirdi]. 1141 tarihinde, Padışah Üçüncü Ahmedın imamlarından (Hacı Imam) diye anılan Esseyyid Mehmed Efendi, mescidi, mimber ilâvesi suretile camie tahvil etmişti. İkinci Mahmudun zahire nazırı Arif Efendi, camii adeta yeniden inşa edercesine tamir eden zattır. Tarihî vak'aların, unutulmaması için, Türkler de, ötedenberi nişan taşları dıkmek, ca mi, medrese, sebil yaphrmak âdet oldu ğundan, Osmanhlann ilk Amirali Baltaoğlu Süleyman Beyin adını yâd için de bir abide dikmek icab etmiş ve paşmakçı Sücaüddin bu vazifeyi üzerine alarak, Balta limamndaki mescidi inşa ettirmiş tir. Bu izahatla Balta limanı camiinin tarihî kıymeti bir kat daha artmıs oluyor. [Rumeli Hisan yazısında, Ehlisali bin Boğazkesenden geciş tarihi (1097) oîacakken gazeteye terrib vanlışı neticesi (1907) olarak geçmiştir. Dü7eltirim]. 5. C. TürkÇek ticaret müzakereleri neticelendi Çekoslovakya ile aramızda cereyan eden ticaret anlaşması müzakereleri neticelenmiş ve yeni anlaşma imzalanmıştır. Yeni anlaşma, iki memleket arasın daki ticarî münasebatı inkişaf ettire cek mahiyettedir. Bilhassa evvelce kontenjana tâbi olan mallardan pamuklu ve yünlüler miktarla mukayyed olmaksızm Çekoslovakvaya pamuk, yün, yumurta ve tiftik ithal etmekliğimiz mu kabili memleketimize kontenjansız girecektir. SEM1HA Güzelh;sar | \ BÜRKAN ARPAD Nikâhlandı Ktanlıul 7438 NADtR NADt

Bu sayıdan diğer sayfalar: