31 İkincikânun 1938 CUMHURİYET MEZBAHADA BÎR TETKİK: Yenilen etin temizliğine Çaldığı iskarpinlerle çekiçleri rehine koymuş emin olabiliriz «Idam mahkumu manda, kapıdan girerken hafifçe sendeledi. Kan kokusunu aldıktan sonra ayakları geri geri gitmeğe başladı» Müthiş bir katliâm kar şısmdayız. Be şerî hodkâmlığın suç saymadığı, ka nunların kim seden hesabını sormadığı bir katliâm!.. Hırsızlık davası MADENCtLtK TARlHlMtZDEN: îşte, kapı, ardma kadar açıldı: Burnundan soluyan iri bir mandayı, boy nuzlarmdan sımsıkı tutarak, «siyaset mahalli» ne getiriyorlar. îdam mahkumu manda, kapıdan içeri girerken, hafifçe sendeledi: Hele kan kokusunu aldıktan sonra, bu sendele yiş, büsbütün artarak ayakları geri geri gitmeğe başladı. Fakat bir an içinde insiyakî sükuneti avdet etmişti. Yerdeki pıhtılaşmış kanları yalıyarak bir müddet kendini avutmağa çalıştı. Fakat cellâdların bekliyecek vakti yoktu. Biran evvel, onun da, ötekiler gibi ckârını itmam» etmek istiyorlardı. Çünkü, geride, kelleleri bedenlerinden ayrılacak, daha bir hayli can vardı. Zavallı manda, arkadaşısmm çengelde sallanan çıplak etine ancak bir defa, uzun uzun bakabildi ve sonra. derin bir tevekkülle kendini mukadderatına terketti. Dört kuvvetli el, bu siyah derili hayvanı, ayaklarına çelmeler atarak, taşlar üstüne vuvarladılar. Kalın bovnu «giyotin> in cenderesi icine girer girmez, cellâdm palasaı, korkunc vazifesini yerine getirdi. Yanımda duran mezbaha sefinin ih tajile. kendime gelebild'm. Kan tutması dedikleri, belki de bu idi. Mezbaha şefi, ehle. mandanm bov nunda açılan derin yarayı işaret edi yordu: < Kesicilerimiz artık tecrübe sahibi oldular. Havat ukdesini kolaylıkla buluyorlar. Bıcak, bu ukdeyç tesadüf etmezse, zavallılar, çok ıstırab çekerler. Yalnız hayvanı kesmek kâfi gelmez. Onun, hayatla alâkasını da bir anda kesmek lâzımdır! Şefin sözünü kestim: , Manda, şimdi ölmüş müdiir? Elbette!.. Fakat, hâlâ debeleniyor! Sükunetle cevab verdi: Bu debelenisler, havvanm henüz yaşamakta olduğuna delâlet etmez. Hayvan ölür, fakat etleri, havatî mu kavemetlerinin derecesine göre, yedi. sekiz saat kadar yaşamakta devam eder! Sonra, bana çengelde yüzülmüş bir koyunu göstererek sözüne devam etti: Kuyruğunu adeta, canlı gibi. sağa sola kıvınyor değil mi? Sebebi basit: Hayvan, kesileli bir saat olduŞu hal de etleri henüz ölmemiştir. Bundan dolayıdır ki, yeni kesilmiş bir hayvanm etini yemek doğru olmaz. Samlı meytî dediğimiz kat'î ölüm sükunetinin teessüsünü beklemek icab eder! Gözlerim, bu arada geniş bir kan kuyusuna ilişmi^ti. Sordum: Bu nedir?.. Şef, anlattı: Belediye, Mezbahanın kanlarım. artırma suretile bir müteahhide satmıstır. Bütün kanlar, bu kuvunun icinde toplatılarak Yalovada acılan albümin ve tutkal fabrikasma gider.» Kesilen etlerin eskisi gibi körükle sişirilmediğine bilhassa dikkat ettim. Hay vanlar kesildikten sonra, derilerin al tma, elektrikle tazyik edilmiş hava verivorlar. Bövlelikle, hem isler daha kolavlıkia gönilüvor, hem de etlerin beyazhğı tenv'n ediliyor. Sefin verdi §i izshata göre, tazyik ediTmis havanm icine (o^on) karıst'nlması için vakında Me^bahaya bazı makineler ilâve edHecektir. (Ozon) un hassaianndan biri etlerin cabuk kok masma mâni olmpktır. Bövlelikle sırak havalarda bile, etlerin uzun müddet muhafaza edilmeleri mümkün olacak tır. Hastclıklı hayvanlar Mezbahaya, hastalıklı hayvanlar da getiriliyor. Fakat bunlar, öteki hayvanlarla temas ettirilmeden, avrı bir yerde kesilip yüzülüvor. Sonra da, beş yüz kilo eti, bir saatte sterilize eden otoklav Çarşıkapıda bir handa kunduracılık yapan Hasan ve İbrahimin odasına Yani isminde biri girmiş, iskarpin, çekiç ve ba7i kunduracı malzemesi çalarak Salâhaddin adında birine satmıştır. Suçlu Yani yakalanarak Adliyeye teslim edilmiş ve Sultanahmed ikınci sulh ceza mahkemesinde duruşmaya başlan mıştır. Suçlu mevkiinde eşyayı çalan Yani ile mesruk malı satm alan Salâhaddin bulunuyordu. Yani vak'ayı şöyle anlattı: « Cumartesi günü öğleden sonraydı. Hasanla îbrahim işlerini paydos etmişler, kapılarını açık bırakmışlardı. Tezgâhın iizerinde duran iki iskarpinle altı çekici ve bazı kunduracı malzemesini alarak Salâhaddine götürdüm ve bir liraya rehine koydum.» Mesruk eşyayı satm alan Salâhaddin de: Mezbahada « Ben ayakkabı boyası yapanm. kesilmeğe gö Yaniyi tanırım. Geçen yaz benden türiilen kuzular, yuka boya alarak satmıştır. Sözü geçen eşyayı br.na getirdi, «bunlar sende kalsın, bana nda, etler bir lira ver» dedi. Bu eşyanın çalınmış damgala «ırken mal olduğunu bilmiyordum.» Davacılar, odalarını jfilidlediklerini ve eş\alann kapı açılmak suretile çalındığını larda, takım edüerek mikroblardan iddia ettiler. tecrid olunduktan sonra, Darülâcezeye Muhakeme şahidlerin celbi için başka gönderiliyor. Amma, hepsi değil'.. Tabir güne bırakıldı. kim edildikleri halde yenilmesi caiz olmıyan etler de var. Bunlar, derhal imha ediliyor. cimha> ran şeklini değiştirip hasta lıklı etlerin yakılması da düşünülmek tedir. {Baştarafı 1 inci sahlfede] Mezbahada bir barsak fabrikası var. kalmakta oldukları ciddî iktısadî müşBana burasını da gezdirdiler. Barsaklar, külâta aid tafsilât bize salâhiyettar bir fabrikada, muhtelif terbiye safhaları membadan gelmiştir. Bu tafsilât, göstegeçirerek, imal edilmiş ve kurutulmuş riyor ki Habeşistan, Italyanın mamul barsak halinde piyasaya çıkarılıyor. A maddeleri için bir piyasa teşkil etmeksimerikaya, Almanyaya, Çekoslovakyaya zin onun parasını ve vesaitini kendine çeepeyce barsak ihracatı yapıldığmı söyken fakirleşmiş bir mıntaka haline gellediler. miştir. Ticaret, durgundur. Yerliler, anîçine çiy et doldurulunca, sucuk adını alan barsağın, temizlenmeden evvel, cak kendi ihtiyaclarına yetecek kadar öyle müstekreh bir manzarası ve öyle istihsalde bulunmaktadır. Italyan mefena bir kokusu var ki, burnumu tıka murlarınm müstemleke idaresindeki tecmadan, gözlerimi yarı kapamadan ön rübesizlikleri dolayısile vaziyet bütün bütün vahimleşmiştir. Şurada burada esasen lerinden geçemedim. içtinabı kabil olmıyan münferid zayiat Domuz mezbahasım da bu arada gördük. Irili ufaklı domuzlar, kendilerine vuku bulmakta olmasına ve Somali ve ayrılan yerlerde belki de son uykulan Eritre askerlerinden bazılarınm kaçmaknj uyuyorlardı. Uyanık bir tek domuza ta olmalarına rağmen işgalin herhangi bir raslamayınca alâkadar memuruna sor surette tehlikeye maruz bulunduğunu gösdum: terecek hiçbir alâmet yoktur.» Bunlar, hep böyle uyurlar mı? Gülümsedi: ne zarfında sarfedilen et, 16 buçuk mil Kannları doyar doymaz.. Dünya yon kilodur. nm en fazla uyuyan hayvanı domuzdur! 936 yılında îstanbulda adam başma Mezbahada bir havli köse bucak var. isabet eden et miktarı günde (55) gramÖyle bir iki saat zarfında, hepsini dolaşdır. Düşünülürse, bir yırtıcı kuş bile, mak mümkün değil. bundan daha fazla et yer. Adam başma Soğuk hava depolarına ve buz fabri bir senelik et istihlâki, senede (20) kikasına da şöyle bir uğramak lâzım gel lo (348) gramı geçmez. di. Aylardanberi, hususî depolarda ve Herkesin, müsavi derecede et yediğihususî sühunet dereceleri altmda mu ni farzedecek olursak, vasat siklette bir hafaza edilen peynirleri, yağları, balık vatandaş, koca bir yıl içinde ağırlığı ları, zaid on derece hararetteki su için nm üçte biri kadar et yiyemiyor, de de bile kolay yumuşamıyan taş kesil mektir. tstanbulda en çok sarfolunan et, miş buz parçalarını, soğuk mahzenlerde büyük baş hayvanlardan öküz, küçük kuruya kuruya pastırma halini almış baş hayvanlardan karamandır. En az etleri gördükten sonra; tekrar, mezba sarfedilen et de kıvırcık etidir. Kışın hayvan kesimi artar ve bilâkis ha kısmına geçtik. Her koyunun kendi bacağmdan asıldığına inanmıyanlar, yaz gelince azalır. En fazla hayvan kemezbahada bu şüphelerini kolaylıkla silen aylar, ikincikânun, şubat ve mart aylarıdır. Mart aymda, daha fazla kuzu halledebilirler. eti sarfolunuyor. Etle balık arasmda sıöyle keçiler gösterdiler ki!.. kı bir münasebet var. Balık, bollaştığı Sıra sıra, yüzlerce çengel ve her çen aylar, et sarfiyatı adeta otomatik şekilgelin ucunda, tepesitakla sallandırılmış de azalıyor. havvanlar! Mezbahada muamele Fakat, çengeldeki etlerin hangisi koMezbahada muameleler şu şekilde yayun, hangisi keçi?. Burada, bana öyle pılmaktadır: Hayvan kestirmek istiyen keçiler gösterdiler ki, dağlıcdan fark celebler, komisyoncular vasıtasile Hayları yoktu. van borsasma geliyorlar. Borsada hay Koyunun bulunmadığı yerde, ayni vanlar tartılıyor. Randımanları tayin vazifevi pekâlâ gören bu «Abdurrah ediliyor. Muayeneleri yapılıyor. Sonra man Çelebi> lere. mezbahada kızıl dam da, kilo basma, piyasaya göre umumî ga vuruyorlar. Fakat. bazı kasablar, kı bir fiat tayin edilerek toptancılara satızıl damgayı. meharetle ortadan yok edi lıyor. Toptancılar, mezbaha resmini ödiyorlar, yağdan görünmiyen beyaz keçi yerek hayvanlarım mezbahada kestirietlerini, koyun etinden ayırd etmek im yor, kasablara satıyorlar. kânı kalmıvor. Kızıl damgayı, yalnız Mezbahadaki sakatat işi de, hayli keçiye değil, mandaya da vuruyorlar. baş ağrıtıcı bir iş!.. Adı sakat olan bu et Fakat mavi damgalı sığırla. kızıl dam artıkları birçok kimseleri saatlerce uğgalı mandayı da kasab dükkânlannda, raştırıyor. ancak etten iyi anlıyan tecrübeli gözler Mezbahanm bavtar heyeti. inceden ayırd edebiliyor. inceye muayene etmedikçe sakatlarm Şimdive kadar, mandadan hayvan ba satısa çıkmasma mü'aade etmiyor. Mezbahada gördüklerim bende şu <;ına 13 Pra, sığırdan 10 lira 10 kuruş, dana ve maiakiardan 4 lira 80 kuruş, kprıaati uvandırdı: İstanbul halkı, yediği etin, temizliğikaraman ve dağlıcdan 2 lira 30 kuruş, kıvırcık ve keçiden 2 lira. kuzııdan bir ne emin olabilir. Yalnız, bu emniveti saplamlaştırması lira mezbaha resmi alınmakta idi. icin, etini aldığı kasaba dikkat etmesi EHn ucuzlatılması kararı üzerine. önümüzdeki marttan itibaren, ayakta lâzımdır! Bana anlattıklarına göre, îstartılacak hayvanlardan küo basına yüz tanbul Belediye hududiarı dahilindeki (600) küsur kasabdan. fennî sartlara ripara mezbaha resmi almacaktır. avet edenler sayılacak kadar azmış! Bir senede 16.5 milyon kilo et Hayvan kesim yerindeki iscilere. her Celebler. mezbaha resmi baş hesabile halde, birer çizme daŞıtılmalıdır. Has alındıçh icin, hep iri havvanları kesti talıklı hayvanlarm kesildiği mezbaha rirlerdi. Cünkü kıt'ası küçük hayvan ile pacahane, çok fena kokular neşredilar için de ayni resmi ödemek mecbu vor. Bu kokular, çalışanlan rahatsız etriyetinde idiler. Verginin kilo üzerin mese bile, sıhhatlerine dokunur. Mebzahada, işçilerin, sık sık temiz den alınması, küçük cüsseli kasablık hayvanlarm da piyasaya dökülmesine lenebilmeleri için asrî bir çamaşırhane kurmak da zaruridir. sebeb olacaktır. Değerli ve acıkh iki kıymetli vesika Yazan: ALİ RIZA SEYFİ Kaç günlerdir pek değerli bir tarihî vesika masamm üzerinde duruyor. Bu vesika, bundan iki yüz yıl kadar önce yazılmış güzel cildli ve güzel yazılı bir not defteridir. İki yüz sahife kadar tutan bu defteri yazanın o zaman devletin muhasebe işlerile meşgul yüksek mevkıli bir adam olduğu anlaşılıyor. Defterin asıl değeri, bu zatm, Ergani ve Keban madenlerınde maden emını ve yahud muhasebecisi olarak hizmet görmüş olması ve defterine bu madenlerle beraber Bozkır ve «Bereketli» madeninin de üç dört yıllık muhasebelerini, altın, gümüş istihsalâtı miktarlarını, mukayeseli fiatları, kurşuna ve bakıra dair bilgileri yazmış bulunmasıdır. Defterin 81 inci sahifesindeki cetvel üzerinde şu sözler yazıhdır: «Mustafa Paşa ile gorülen muhasebe: Dersenei evvel.» «Defteri iradal madeni Ergani vacibi mart 1181.» Bu kayid gösteriyor ki: Defterin sahibi, 1181 şemsî senesinde, yani bundan 176 yıl önce madenlerle doğrudan doğruya alâkalı bulunmuştur. Ergani, Keban, Gümüşhane, Bereketli ve Bozkır madenlerine aid muhasebe kuyudatı kırk sahife kadar tutmaktadır. Bu defterin tetkiki sırasında Cumhuriyet gazetesinde Bolgar dağı ve Keban maden işletme tesisatımız hakkındaki fıkrayı ve Bolgar madeni cevherinin beher tonundaki kurşun, altın ve gümüş nisbetini okuyunca, zaten önümde duran bu yazmayı tekrar açarak kayidlere, fiatlara, miktarlara bir daha uzun uzun baktım. Ancak öyle sathî bir tetkikle bu defterden madenin o zamanki vaziyetini, iki vakit arasındaki para kıymeti değişikliklerile tesbit edebilmek tabiî kolay değildir. Bu defter hesabatından bugün için pratik fayda elbette düşünülemez. O zaman kimbilir nasıl kötü bir idare ile kullanılan, nasıl israflı usullerle tahrib edilen bu millî madenlerimiz, bugün fennî vasıtalar ve yüksek bilgili maden mühendislerimiz tarafmdan büyük bir itina ile ele alınmış bulunuyor. Lâkin ne olursa olsun dört beş madenimiz hakkında muntazaman tutulmuş olan bu kuyudatı biz madenlerimizin geçmiş tarihi bakımından çok değerli görüyoruz. Meselâ: «Hesabı zer ve sim madeni Ergani» başhklı sahife ki hesabın yanında bulunan şöyle kayidler ilk bakışta alâka uyandırıyor ve vazıh bilgiler verebiliyor: «fîe? dirhem sîmde fcc? buçuk kırat bir buğdau, yani bir denk çaşni altmı zuhur eulemiş.» Sonra .su kayid geliyor: «Bir dirhem altın iki ı/üz otuz fce? ahçeye darbolunur.» Bundan başka Keban madeninîn gümüş ve altınını hesab i^in de o zaman kullanılan düsturu (hesab formülünü) karşıki sahifede görüyoruz. Sonra, 76 ncı sahifede (Bereketli) madeni hakkında şu dikkate değer sözler ve hesab yazılıdır: «Nalbandzade Seyid Elhaç Ali Ağanın Bereketlu madeninden getirip Darbhanede çaşni tululdukta bir fırmdan bu veçhile hasılalı hesab olunmuşlur. (Sene Iarının millete ve o çevrelere refah ve zenginlik kaynağı olacak yerde birer felâket ve angarye vesilesi olduğunu gösteren vesikalar ve işaretler de bu defterde eksik değildir ki, biz, işte bunlan makalemizin başında «Acıkh vesika» diye ışaret ettik. Bu kötülüğün sebebi iki noktada görünüyor. Bunlardan birincisi, uzak, yakın çevreleri halkına kömür ve erzak tedariki, hamallık ve saire gibi bir takım büyük suiistimallere açık angaryeler ve tekâlif yüklenmiş olmasıdır. Bundan başka idarelerde kendilerine mahsus bir de «hakkı kaza» olduğu görülüyor ki: Bu hal idare başında olanlara hududsuz bir hareket ve halkı ezebilme serbestisi veriyordu. Hususile İstanbul saltanat merkezinin ne olursa olsun «para; altın!» diye haykırdığı o vakitlerde İstanbul hazinelerini (ki; defterde her yıl dört beş kere gönderildiğini görüyoruz) biçimlice gönderen maden eminlerinin o uzak yerlerde neler yapabileceğini kolaylıkla tahmin edebiliriz. Çok ibret verici bir tesadüf olarak elimizdeki vesikalarda böyle bir maden emınının neler yapmış olduğunu gösteren çok acıkh beş altı sahife de vardır: Bu sahifelerin başında şu sözleri görüyoruz: «Keban ve Ergani madenleri Emini olan Elhaç Yusuf Efendinin eslâflarına verilen mutadiuesinden maada iplidaui vürudundanberi kendi ihliıa ve ihdasile Harburt (Harpuiun o zamanki imlâsı) kazası ahalileri fıkarasmdan aldığı enıvalin defteridir. Fi sene 1203». Bu defter bize yurdun bir idarî faciasını satır satır gösteriyor. Bu Hacı Yusuf Efendi anlaşıldığına göre, üç yıl veya daha fazla maden eminliğinde kalmış ve Harput civarını tam manasile kasıp kavurmuştur. Defterde bu üç yılın rezaleti, irtikâb hesabları sıra sıra yazılıdır. Nekadar yazık ki; bu garib vesikadan kısa misaller göstermeğe bile bu makalemizde imkân yoktur. Misal olarak şu satırları naklediyoruz: «Seneı* merkume evasıtında naib üt müfti ve ağalar ve vücuhi Harpuüan ba buuuruldu, tekrar madene ihzar ve kırk gün madende hapis ve ahali beunine nifak ilka ve kasabai Harput üzerine hazınedarım, delibaşısını ve sair kürd eşkıuasım taslii ve sularını kat ve erzaklarım men, hasr ve tazıı'ık ve sonra da bu belâyı üzerinizden defetlim, diıjerek ağalardan ve vücuhtan almış olduğu meblâğlar...» Devletin koca bir şehrini etrafındaki eşkıyaya sardıran, on binlerce halkı aç bırakan bu Hacı Yusuf yadigârının Harput zenginlerini bir takım iftiralarla Sıvasa kalebend göndererek sonra onlardan para almak suretile kurtardığını da okumaktayız. Padişahlar idaresinin, her memleket için bir zenginlik kaynağı olan altın, gümüş madenlerini bile halk için angarye ve felâket doğuran bir âfet haline çevirmesi ne acı, ne korkunc bir vakıadır! Bugün genc Türkiye Cumhuriyeti, mazinin yaralarını sarmış ve sevgili yurdun tabiî servetlerini kara topraktan bilgili eller ve Türk unsurunu mes'ud ve zengin etmeğe bağlı emellerle çıkarmağa giriserek «mev'ud devrimiz» i açmış olmakla istediği kadar övünebilir. PENCERESİNDEN Kürk mürk gibi!.. skilerin mührnelât dedikleri kelimeler, lisan bünyesine yerleştikleri için dil unsurlannın en kuvvetlileri arasma girmislerdir. Bunlar malum olduğu üzere tekid ve kuvvet ifade eden eklerden olmayıp herhangi bir kelimenin ardına getirilmek ve o kelünenin ilk harfi «M» ye çevrilmek suretile vücude getirilirler ve baslı başına bir mana tasımadıkları için mühmel adını alırlar. Meselâ bembeyaz denilince (bem) in ekli olduğu beyaz kelimesine kuvvet verdiği hemen sezilir. Fakat kapı, mapı dediğimiz zaman mapı, hicbir şeyi ifade etmez, ancak konuşan adamın kapıdan baska bir şey daha söylemek isterken onu belki şuursuz olarak ihmal eylediğini gösterir. Bu, böyle olmakla beraber meşhur mirasyedi Veli Efendinin dalkavuklarından zarif bir adamın mühmel kelimelere de bir mana izafe ettiği rivayet olunur. Ben mizaha müstenid bulunduğu unutulmamak şartile bu rivayete arasıra kıymet vermek lâzım geldiği kanaatindeyim. «Neden» diye soracak olanlara kanaatimin sebebini izah etmeden önce fıkrayı hikâye edeyim: Veli Efendi bir gün dalkavuğuna sorar: Adam, madam diyoruz; su, mu diyoruz. Ne demektir bunlar? Şöhretli mirasyediyi neş'elendirmek için saatlerce kafa patlatmaktan, çene yormaktan bıkıp usanmış olan dalkavuk şu cevabı verir: Adam diye sizin gibi altını bol ve dörtbaşı mamur kimselere derler. Madam da biz fakirleriz. Su, efendilerimiz gibi Allahın bahtiyar kullarının içtikleri dünya kevseridir. Mu da bizlere nasib olan bulanık, berbad nesnelerdir. Kürk, mubarek sırtınıza geçirdiğiniz samurların, kakumların, filânların adıdır. Mürk bizlerin giydiğimiz çuvallara verilen isimdir. Habeşistanda çıkan müşküller çoğaldı *** Sayın üstadlanmızdan biri son yazısmda Avrupa muharrirlerinin kazanclarını dile dolıyarak uzun uzun derd yanıyor, yanık yanık imrenişler gösteriyor. Ben, gönülden değil de ruhun en derin noktalarından kopup gelen bir feryada benzettiğim bu satırları okurken Veli Efendiye verilen cevabı hatırladım ve üstadm mahzun hayaline hitab ederek: «A cammın içi. Avrupadakiler yazıcı, bizler de mazıcıyız. Aldırma, filozof ol!» dedim. **• Yazıyı keseyim derken hatırıma bir fıkra daha geldi. Fakir ameleden biri, alnmın terini silmek için bir aralık kazmayı elinden bırakmış, arkadaşma fısıldamış: Kaymak da tatlı şeymiş kardeş! Arkadaşı sormuş: Sen kaymak yedin mi? Ağzı sulana sulana cevab vermiş: Yemedim, yemedim amma Irgadbaşıyı yerken gördüm! Kazanc bahsinde Avrupa ve Amerika muharrirlerine karşı vaziyetimiz biraz da bu kaymak isine benziyor! M. TURHAN TAN 1208). İstatistiklere göre, İstanbulda, bir se SALÂHADDİN GÜNGÖR Furun (cevher) 6000 kıuue. Bundan çıkan: 2240 dirhem saf sim 3400 kıyue kurşun Bu erkamm yanında bu miktar cevheri eritmek için kullanılan kömür miktarı ve fiatı da yazılıdır. 78 inci sahifede de şu kayid vardır: «Bereketlu madeninden irsal eylediğimiz: «Saf sim: «70 kıt'a, 17,200 dirhem, 43 kıqe.» Elimdeki not defterinden o zaman madenlerimizden çıkan altın ve gümüşün fiat mukayesesini gösteren şu kaydi de ilâve etmeği faydalı görüyorum: Bir dirhem altın fiatı: Cümüşhanede: 270 akçe, Erganide 230 akçe, Kebanda 230 akce. Bereketlu madeninde 240 akçe, Bozkır madeninde 240 akçe. Bir kıuue gümüş fiatı: Cümüşhanede 60 kuruş, Erganide 54 kuruş, Kebanda 52 kurus, Bereketluda 55 kuruş, Bozkırda 55 kuruş. *** Bu defterde görülen bir nokta daha varsa o zaman bu madenlerimizdeki servetlerden daha ziyade Türk unsurundan baska unsurların istifade etmekte, yahud madenleri isletmekte olmasıdır. Defterin 77 nci sahifesinde: «Ergani madeninde ba temessük alacağımız» başlığı altmda görülen isimler bunu açıkça anlatmaktadır. Bu isimleri şöyle kopya ediyoruz: «Madenci Hürmüz Zimmi, madenci Cregor ve Kara Lambi, madenci Karabulut ve Koslantin, madenci htemat, madenci Timuos ve Mois....» Lâkin yurdumuzdaki bu servet ocak Fransız hükumeti miicadeleye girişti f Baştarafı 1 inci sahifede] Banka müdürlerimiz dün akşam Parise gittiler {Baş tarafı 1 inci sahifede) Muammer Eriş ve İlhami Nafiz Pamir, güzide bir kalabalik tarafmdan uğurlanmıştır. Uğurlıyanlar arasında Denizbank Umum Müdürü Yusuf Ziya Öniş, şehrimiz îş Bankası erkân ve memurini, malî müessesat ve bankalar direktörleri, De nızbank erkânı ve daha birçok zevat bulunuyordu. Muammer Eriş, teşyie gelenlerle 'ayrı ayrı görüştükten ve vedalaştıktan sonra kompartimana girmiş ve hayırlı seyahatler temennileri arasmda tren hareket etmistir. İs Bankası Umumî Müdürü, dün gece Sirkeci garında bir arkadasımıza bu seyahat hakkında şu beyanatta bulun muştur: « Seyahatimizin herhangi bir malî kombinezonla kat'iyyen alâkası yoktur ve bir iadei ziyaret mahiyetindedir. Geçen sene memleketimize gelen îngiliz heyetine iadei ziyaret edeceğiz Buradan doğru Parise gideceğiz. Etibank müdürü İlhami Nafiz Pamir, Pariste Etibank işleri hakkında tetkikatta bulunacakt'r. Sonra Paristen Londraya geçecek ve îş Ban kasının Londra şubesini açacağ'z. Lon dra şubemiz kısa bir zamanda faaliyete geçecektir. Bunun için bütün esaslar haz:rlanmıstır. Seyahatimizin dört hafta kadar devam edeceğini tahmin ediyo rum.» Dahiliye Nazırımn sözleri Paris 30 Dün, Villejuif infilâîa kurbanlarmın cenaze merasimi müna sebetiîe M. Sarraut. bir nutuk söylemiş» tir. Mumaileyh, felâketin mes'uliyeti kendilerine terettüb eden Cagoulard'ı takbih etmiş ve bunlarm merhametsizce cezaîandırılmalan lâzım gelemekte olrlnğunu beyan etmiştir. M. Sarraut, demiştir ki: « Halkm ezhanmı tahdis eden, ihtirasları körüklemekte, endişe uyan dırmakta ve korkunc, karanlık bir takrnı mak?adlarla bunlan istismar etmekte olan caniler, cezalandırılacak lardır. İctimaî nizamdan mes'ul olan hükumpt. bu nizamı bir avuc şeririn tehd'd etrre'ine müsamaha etmiyecektir. îcab eden tedbirleri ittihaz etmek hükumete a^dd'r ve hükumet, bu bab da vazifesini ifa etmekte kusur etmiyece^tir » M. Sarraut, herkesin kendi kendine ihkakı hak etr^ek+e oldu^u ve kendisini velâveti âmme yerine ikame etmekte bulunduğu bir vazivetin anarsi diye tavsif e^ilmesi lâzim gelece§ini sövle mMir. Bu suretle hareket edenler, kim olursa olsunlar, merhametsizce kanu nun pençesine yakalarını vermei'dirler. ., (aa> Fransız işçi sendikası yeni kanunun aleyhinde Paris 30 İşçi sendikaları merkez konseyi kabul ettiği bir karar suretinde, hukumetin teklif ettiği yeni iş kanununun amelî hiçbir kıymeti olmıya cağını beyan etmiştir.