11 İkincikânun CUMHURÎYET Rumen Demirmuhafızlat lideri neler söylüyor? Iş başına geçince, Almanya ve Italya ile ittifak edecek, Fransa ittifakını, Küçük İtilâfı ve Balkan anlaşmasını bir tarafa atacakmış! Sağ partilerden şimdi hükumet başı na gelen millî hıristiyanlarm lideri ve Başvekil Goga'nın bir îngiliz gazetesine verdiği mülâkatı dün neşretmiştik. Bu gün de hükumete henüz iştirak etmemekle beraber, müfrit sağ partilerin en bü yüğü ve memleketin liberaller ile millî hiristiyanlardan sonra üçüncü büyük p a r tisi olup son intihabda meb'uslannın miktannı 14 ten 70 e çıkaran Demirmuha fızlann lideri ve Romanyanm müstak bel ve devamlı Başvekiî namzedi addedilen Codreanu'nun ayni gazetenin muhabirine verdiği mülâkatın mühim kısımlarını naklediyoruz: « Corneliu Codreau'ye, taraftarları «Kaptan» diye hitab ediyorlar. O, bu gün Romanyahın en dramatik simasıdır. Yarın belki biitün şarkî Avrupanın en tehlikeli bir kuvvet ve unsuru olacaktır. Can ve yürekten müfrit faşisttir. Fransa ve diğer demokrat memleketlerle olan ittifaklann bozulmasına, Hitler ve Mussolini ile derhal ittifak akdedilmesine şiddetle taraftardır, Milletler Cemiyetinin aleyhtardır. Kaptan benimle iki saatten fazla görüştü, ateşin bir sarahat ve vu zuhla sözlerini söyledi ve zerre kadar bir kaydı ihtiyatî serdetmedi. Kaptan çok yakışıkh bir adamdır. Hollywood'a gitseydi mutlaka azim bir servet temin ederdi. Siyasî akidesinde müteassıb ise de azim ve samimiyeti jüpheden azadedir. Demirmuhafızlann karargâhma gir diğim zaman burasını üniformalı yahud millî kıyafette genc Demirmuhafızlarla dolu buldum. Büyük salonun duvannda kocaman bir çengelli salib ve Hitler'le Kaptanm fotografları asılıydı. Birden bire kaptan içeri girdi. Herkes ökçelerini birbirine sert vurarak ve kollarını uzata rak faşist usulü selâm verdiler. Kaptan şunları söyledi: « Kral ile münasebatım yolundadır. Çünkü biz Romanya gencleri hepimiz hükümdarlık taraftanyız. Kral ile beraber çalışabiliriz. Lâkin Kral bizim fikirlerimizin aleyhinde olmak hakkını haiz değildir. Çünkü idaresi mutlakiyet de ğil; hakemliktir. Kralın bu intihabattan sonra, şimdiki hükumetin partisinden daha kuvvetli olduğu halde bizim partimizi neden seç mediğine gelince, ihtimal bizi genc ve tecrübesiz bulmuştur. Romanyanm bugün en mühim ve en mübrem ve biran evvel haljedilmeğe muhtac meselesi Yahudilerdir. Bu mesele ile kıyas kabul edebilecek başka hiç bir mesele görmüyorum. Yahudiler bizim bütün millî hayatımıza nüfuz ve hulul ermişlerdir. Mem lekette orta bir sınıf vücude getirip hâkim sınıfla aşağı sınıf arasına girmişlerdir. Bunlar, iki sınıfın kanşmasına engel olduklanndan Romanya için bir tehlike te|kil ediyorlar. Yahudiler Romanyanm millî hayatını tahrib etmeği düşünmektedirler. Biz, daha evvel kendilerini tahrib etmeliyiz. Romanyada tek bir Yahudi kalmamak üzere memleketi terketmelidirler. Bunların nereye gideceklerini bilmi yorum. Lâkin biz Yahudilerin Roman yanın millî hayatından def ve ihrac edilmeleri esasında ısrar etmeliyiz. Hükumetin başına geldiğim zaman 48 saat içinde Almanya ve Italya ile iltifak aktedeceğimi yakmlarda beyan etmiştim. Bu beyanatımda şimdi de sa bit bulunuyorum. Çünkü politikamız bunu icab ettiriyor. Milletler Cemiyetine imanım yoktur, Fransa ile olan ittifaka da inanmıyorum, Balkan anlaşmasına da inanmıyorum. Kat'î ve mutlak surette söylüyorum ki Avrupa için kat'î an hulul ettiği zaman ben bu ittifaklan bir tarafa atacağım. Almanya ve Italya ile ittifak taraftanyım. Çünkü, bu memleketler şeytanî olan bolşevizme karşı medeniyeti müda faa için savaşıyorlar. Ben demokrasi sistemi aleyhinde ol duğum gibi diktatb'rlüğe de karşıyım. Goga ile birlikte hareket edemeyiz. Eğer Demiruhafızlar tekrar ekseriyeti kazanacak olurlarsa Kralın bizi kenara atmıyacağına eminim.» İktısadî hareketler Adam ihracı Ihracat tacirlerinin, Ticaret Odasın da îktısad Vekâleti Müsteşarı Faik Kurdoğlu'nun riyaseti altında yaptıkları toplantıda çok mühim bir noktaya temas edildi; bize en yakın bir memleket olan Romanya'yı bilmemekliğimiz acı acı şikâyet mevzuu oldu. Bu şikâyetleri her türlü ahvalde, her memleket için duyabilirsiniz. Yalnız Romanya piyasası değil, temasta bulunduğumuz, az çok müşterimiz olan hiç bir piyasa hakkında malumatımız yok. Buralan gidip gören, ihtiyaçlarım, satabileceŞimiz mallan tesbit eden, ithalâtçılarile temasta bu lunan kaç tüccanmız var? Temin ede biliriz ki, bunların yekunu parmak hesabına vurulacak kadar azdır. Ne acı bir hakikat ki, haricî ticaretimizde rol alanlar, karanhkta hareket ediyorlar. (Şöyle hızlıca bağırsak duyulacak...) diyebileceğimiz kadar yakm bir yer o lan Romanya'yı gidip görmiyen, temasta bulunmıyan ihracat tacirlerinin daha uzak piyasalar hakkında ne düsünebileceğini tahmin etmek müşkil değildir. Romanya'da yalnız bir tek Türk ticaret evinin bulunuşu bu hususta bir fikir vermeğe kâfidir. O Rumen piyasa sındaki yalnız zeytinyağı üzerine iş yapan Yunan ticaret evlerinin mecmuu nun 40 kadar olduğunu öğreniyoruz ve sonra da bu piyasaya zeytinyağı ihracına çalışıyoruz. Doğrudan doğruya ve bizzat içinde bulunularak elde edilecek neticelerle uzaktan uzağa yapılacak temaslarla varılabilecek neticelerin ay nı olabileceğini nasıl iddia edebiliriz? Modern ticaretin bugün esasını teşkil eden bir düsturunu takib etmeğe alışmamız lâzım geliyor. Dünyanın neresinde olursa olsun ticarethaneler kurmak. şubeler açmak, ajanlar tesis etmek bir zarurettir. Eğer buna ihracat ticareti mizin bünyesinde yer alan ferdlerin kudreti kâfi gelmiyorsa grub gnıb birleşerek bu işi yapmakta hiçbir mahzur yoktur. Esasen evvelce de yazdığımız gibi toplu hareket. bugünün ticaretinin karakteristik vasıflarından birini teşkil etmektedir. Dünya pazarlannda yer alabilmek 1çin, her şeyden evvel adam ihracma mecburuz. Belçika Staviskisi öldü PENCERESİNDEN KOŞE da doğmuştu. Son derece Avrupa gazeteleri, fakır bir hahamın oğlu i«Belçikanın Staviski'si» di. Adını Judko koydu lâkabile anılan Julius lar. Judko, daha pek küBarmat ismindeki sergüçük yaşında iken âteşin zestçinin, birkaç gündenzekâsile kendini göstermiş beri mahpus bulunduğu ve on üç yaşma geldığı Forest hapisanesinde, 6 zaman, zen°;in olmak e kânunusani sabahı öldü melile babasının evinden ğünü haber veriyorlar. ayrılıp hayata atılmıştı. Barmat, 30 kânunu evvelde, Holandadan Julius Barmaf, uzun Belcikaya iade edilmiş ve seneler sefalet çekti, fa muhakemesi görülmek ükat bütün sefaletine rağzere bulunmuştur. men zengin olmağı kuran Belçikanın Staviskisî: Malum olduğu üzere, Jtıllis Barmat bu haham oğlu, ticaret Julius Barmat, geçen teşrinisanide M. mektebine devam etmekten ve tahsilini Van Zeeland'ın iktidar mevkiinden çe bitirip dıploma almaktan hâli kalmamıştı. kilmesine ve Belçikada bir kabine buhraBarmat'm, hulyasına kavuşmasında nı çıkmasına sebeb olan hâdisenin kahra aşkm büyük rol oynadığı muhakkaktır. manıdır. Rotterdam'da, kendisini açlıktan ve ö Belçika devlet bankasında bazı yol lümden kurtaran bir paçavracının kızma suzluklar görülmüş, daha doğrusu, ban âsık olan Barmat, paçavracıdan, zengin kanın, Julius Barmat tarafından çekilen olmadıkça, kızını alamıyacağı cevabile poliçeleri kabul hususunda fazla ileri karsılaşınca bir kere daha talihini dene gittiği anlaşılarak, M. Van Zeeland'ın meğe çıkmış ve on sene sonra, milyonlarBaşvekâlete gelmeden evvel bu banka la florine sahib bir zengin sıfatile Rotterda reis vekilliği yaptığı zamana aid olan dam'a dönüp sevdiği kızla evlenmişti. muameleden dolayı kendisine hücumlarJulius Barmat'm servet membalan, iki da bulunulmuştu. Başvekil, mevzuubahis arkaraşile birlikte kurduğu şirketin kasamuamelelerin teferruatından haberdar e sından yüklendiği paralar, Balkanlarda dilmemiş olmakla beraber, açılan tahki komisyon ve ihracat işleri yapmak için kat dolayısile şehadetine müracaat edil Boer isminde bir bankerle tesis ettiği şir mesi ihtimalini düşünerek hükumet reis keti iflâsa sürükleyip oradan aşırdığı liğinden istifa etmişti. kâr, Harbi Umumide Alman ordusuna Birkaç gün evvel, devlet bankası di yaptığı müteahhidlik, imparatorluğun rektörü Louis Frank, Barmat hâdisesi yıkılacağını hissedınce sosyal demokratesnasında maruz kaldığı şiddetli hücum lara gizlice tahsisat vermek suretile girişların sadmesi neticesi olarak vefat etmiş tiği büyük mikyasta tefecilik gibi işler ti. Şimdi Julius Barmat'ın ölümile, Bel olmuştur. çika devlet bankası meselesinin bellibaşDoktor Schacht, Barmat'm tehlikeli lı iki jahsiyeti ortadan kayboluyor de faaliyetini keşfedip onu tcvkif ettirmişmektir. ti. Onunla beraber bir iki Nazınn hatta Julius Barmat'm hayatı, maceralarla Berlin polis müdürünün dahil bulundu dolu ve çok şayanı dikkattir. Dünyaya ğu muazzam bir rezalet, bu macerape geldiği zaman içinde uyuyacak bir beşik, restin bir müddet hapiste yattıktan sonra son deminde, içinde can verecek bir ra Ingiltereye ve Fransaya kaçmasile n€ti hat döşeği bulamıyan, bu iki tarih arasm celenmiştir. Fakat ne Pariste, ne de Londa dünyanın en muazzam servetlerine sa drada faaliyetine saha bulamıyan Julius hib olan, imparatorluklar kurup deviren, Barmat, bir müddet Nevyorkta otur rejimler sarsan, yeni kredi şekilleri icad duktan sonra Beltikaya geçmiş, orada, eden ve Avrupada eller idare eden giz devlet bankasmı kendi malî dolablarına li bir kuvvet halinde yaşıyan Julius Bar alet etmek isterken memlekette bir kabimat, bundan elli sene evvel, Ukrayna ne buhranına sebeb olmuştur. Julius Barmat, binbir maceradan sonra Belçika Rolünü yapamıyan Esterî daki kabine buhranının da kahramanıydı acine'e bir piyes kazandıran Ester'in ne yaman işler ba « şardığını Te\Tatın tetümmelerinden ve Ahdiatik adı altında top lanmış mukaddes kitab cüzlerinden birinde şöyle okuyoruz: «Ester, Hindden Habeşe kadar yüz yirmi yedi eyalet üzerinde hüküm sü ren Melik Assuerus.un. kalbinde yer almıştı. Seviliyor, saygı görüyor, göz bebeği sayılıyordu. Amcası Murdehay da hergün saray kapısma gelip imparatoriçeliğe yükselen yeğenini görmeğe fırsat araştırıyordu. Ester'in amcası gene böyle bir ziyaret gününde sarav eşiğini bekelerken vezir Mâhan geldi ve herkes yerlere kapanarak büyük bir nüfuz sahibi olan veziri Selâmladı. Fakat Murdehay yeŞeni Ester'in imparatoriçeliğine güve nerek ve bu güvenden doğma bir gurura kapılarak yerinden kımıldamadı, vezire saygı göstermedi. Kendini hükümdar kadar kuvveteîî gören Mâhan yıldırımla vunılmuşa döndü, iliğine kadar titredi ve bu küstah adamı hemen cezalandırmak için a» dını sordurdu. Uşaklar, hâlâ dunımunu bozmıyan mechul şahsın Murdehay adlı bir esir Yahudi olduğunu söyleyin* ce vezirin gazabma havret kanştı, ağzt bir karış açık kaldı. Fakat kendini toplaması da gecikmedi. Zihninde bir şimşek açılıp kapanmış ve dahiyane bir düşüncenin neşesi yüzünü kaplamıştı. Vezir gerçekten yaman birşey tasarlıyordu ve bu düşüncesini yerine ge tirirse bütün dünyaya parmak ısırtacağına şüphe etmiyordu. Bu sebeble gü « lerek saraydan içeri girdi, hükümdarın huzuruna çıktı: Padişahım, dedi, senin ülkende çekirge ruhlu dağımk bir millet var kl dilleri dilimize, dinleri dinimize, âdetleri âdetlerimize uymaz. Bunlar yer • ler, yedirmezler. tçerler, içirmezler, Üstelik bizimle eğlenirler, kanunlan * mızla istihza ederler. Bana izin ver. Bu çekirge kümesini yok edeyim. Vezri, Murdehay'ı değil, onun men^ sub olduğu milleti cezalandırmak isti * yordu. Bu işten hükümdarın hazineler kazanacağmı da söylediğinden Yahudiler hakkında bir «katliâm» emri al makta güçlük çekmedei. Hükümdar onun dileğini kabul etmiş ve bütün vilâyetlere fermanlar yazdırmıştı. Ester işte bu vaziyette sahneye çıktı, güzelliğini silâh ve sarhoşlatıcı sesini şarab gibi kullandı, hükümdarın aklını çeldi, Yahudileri umumî surette bo * Şazîanmaktan kurtardığı gibi Murde « hay'ı da vezir menzilesine çıkarttı. Mâhan düşmüş ve onun nüfuzu Es * ter'in amcasına gecmişti. Artık Asur, Babil ve Iran ülkelerinde Yahudilere van bakmak kimsenin haddi değildL Ester'le Murdehav, millettaşlannı başka milletlerin üstüne çıkarmış bu « lunuyorlardı ve Yahudiler kılıc ktışa * mp her yerde, hatta payitahtta hoşla rına gitmiyenleri küme eküme kesiyorlardı. *** 1925 yılmdanberi Avrupa yeni bir Ester'in hikâyesile çalkanıp duruyor * du. Madam Lupescu adıyla sahneye çıkan bu dilber kadm yamandı, kraliçeleri tacsız bırakacak kadar kudret sa» hibivdi. Şimdi onun şahane yaşadığl yerde bir kabine değişikliği oldu va kendisinin sayılan bir buçuk milyo * na varan millettaslan için tıpkı eskl Ester'in devrinde olduğu gibi, tehli * keli bir vaziyet yüz gösterdi. Fakat yeni Ester, adaşım taklid edemedi. Millet • taşlarım yüzüstü bırakıp sürgüne git« mek zorunda kaldı. ' Şu halde yeni bir Racine'in yazacağt yeni bir Ester piyesinin son perdesî eskisinden farklı ve fıraklı olacaki Ömrü olanlar onu da görürler ve okur« lar. Romanya muamması Pariste intişar eden Le Temps gaze tesinin Bükreş muhabiri, Romanyadaki kabine değişikliği hakkındaki bir yazısında, son hâdiselerin en hafif tabirle «muamma» diye izah edilebileceğini, Ro manyahlann, bir müddettenberi, dahilî siyaset sahasında birçok sukutu hayallerle ve birçok sürprizlerle karşılaştığını, bugünkü kabine değişiklığinin, hiçbir içtimaî buhrandan, hiçbir iktısadî tehlikeden, milleti derin surette alâkadar eder mahiyette hiçbir hâdiseden mütevellid olmadığmı söyliyerek bu muammayı şöyle izah ediyor: «Bununla beraber, şu sırada, Romanyada büyük bir siyasî buhran mevcud bulunduğunu da inkâr edemeyiz. Iktidar mevkiinde birbirini takib eden muhtelif siyasî partiler, vazifelerinin icabatını her zaman yerine getirmemişlerdir. Bu memlekette, idareci sınıf, çok aşikâr bir sukut göstermiş, bunun neticesi olarak da, pro* gramını, vazifesini ifa etmiyen bu zimamdar sınıfın yerine Romanya lejyonerle rmi ikame etmek olan Demirmuhafız propagandası kolaylaştırılmıştır. Romanya lejyoneri, vatanına, hiçbir menfaat kaygusu gütmeden nefsini has reden, serveti istihkar eden, irtişayı cezalandıran, ecnebiden nefret eden ve salib için çalışan adamdır. Bir nevi köylü scsyal hıriîtiyan mistikliği taşıyan bu akide, tekemmül etmiş bir lejyonerin münevverlere kat'iyyen kıymet verme mesi itibarile, akla ve muhakemeye de ğil, seciyeye ve imana müsteniddir. Bu hareket, Almanyanın teşvikile, memlekette büyük bir süratle yayılmış. ve son intihabatta yüzde 16 nisbetinde rey toplamıştır. Fakat, asıl kuvveti, reylerin adedinde değil, bir nevi muhalif hareketi mahiyeti almış olmasındadır. Işte, millete bir nevi nasyonal hıris tıyan aşısı yapmak suretile Demirmuha fızın fazla süratle ilerliyen terakkisine karşı muafiyet temini arzusu, yeni kabinenin teessüsünü icab etrirmiş bulunuyor. Maamafih, bazı kimseler, Demirmu hafızm Yahudi aleyhdan olmasına rağmen, bu temayüJe, programında ancak ikinci derecede yer verdiğini, bugünkü Yahudi aleyhtarlığı aşısmm, Demirmu hafızm yükselmesini artıracağmı söyle mektedirler. Çünkü, kendi programım, heyeti umumiye halinde ancak kendisi tatbik edebileceği halde, bu programın tasvib edilmiş olduğunu iddia mevkiinde bulunabilecektir. Ne de olsa, bugün Romanyada cere yan eden hadisat, tarihî, içtimaî veya iktısadî bir inkılâb değil, sadece, şümulü ve derinliği belki de izam edilen bir derde, tam. yerinde tatbik edilmiş bir devadan ibarettir.» F. G. îskender Konservatuann genc muallimlerînden îskender Ar dan yann akşam Saray sinemasm da orkestra refakatile bir konser verecektir. Kısa bir zamanda kendisini muhitine sevdirmiş olan genc musikişinasa muvaf fakiyetler temenniederiz. Üç cesed daha bulundu [Bajtarafı 1 ind sahijede] halde motöre gelmiş, soyunup kamarasına çekilmiştir. Ertesi sabah Mustafanın elbiseleri kamarasınm önünde bulunduğu halde kendisi meydanda görüntnemiştir. Sarhoş tayfanın, sarhoşlukla, müvazer nesini kaybederek denize düşmüş ve boğulmuş olması muhtemel görülmektedir. Cesed, dün akşama kadar, polis karakolunda teşhir edilmiş ve Adliye tabibi Salih Hâşim tarafından ölünün muayenesi yapılmıs, ve geç vakit Morga kaldırılmıştır. BoğuJma hâdisesinin bir cinayet eseri olması ihtimaline karşı, tahkikat yapıknaktadır. Müddeiumumî muavinlerinden Fehmi, hâdiseye el koymuştur. İkinci cesed Evvelki gün de Bakırköyüne tâbi Safra köyünden Mehmed oğlu Hilmi isminde bir şahıs, mezkur köydeki jandarma karakoluna müracaatle Safra köyünün şarkmdan gelen Mecidiye deresinde, ayaklan suda olmak üzere bir cesed gördüğünü haber vermiştir. Müddeiumumî muavini Cevdet, Adlî hekim Enver ve stajyer Nizameddin dün Safra kövüne giderek tahkikat yapmışlardır. Tahkikat neticesinde bu adamın köylerde seyyar leblebicilik yaparak hayatını kazanan bir biçare ve hüviyet cüzdanına nazaran Çankırmm Orta nahiyesinin kokularına, bataklıklann soluk rengine, havanın coşkunluğuna ve ıstıraba karşı müdafaasızdılar. Işte benim bahçem, dedi îsabella. Ve ilâve etti: Onu böyle mi tasavvur ediyordun, Aldo? Kardeşi, sıcak taş üstünde, ona doğru iğiliyor ve kolu onun belini sanyordu. Bak, Moriccica. Bakınız Tarsis. Vana ve Paolo yaklaştılar; ve Îsabella onlara gül ağaclarını gösterebilmek için yer açtı. Titrediğini duymak için Vana'yı kendine çekti; ve, bu başm üstündan bakışını âşığına doğru kaydırdı. Bu şimşek gibi değil, fakat erimiş bir madde gibi akan ezici bir bakıştı. Ve dördü de orada sıraya dizilmiş sıcağın ve kokunun tesirile hafifçe uyuşmuşlardı. Bahçe de, bal gibi, mum gibi, lâstik gibi kesif bir sükutun öksesinde uyuşuktu. îsabella, yüzü bir tebessümle buğulanmış gibi: Ben yaşarken, dedi, bahçemde an ve bukalemun doluydu. Odaya vızıldıyarak bir an girdi. Dördü de pencerenin önünde toplanmış bu serseri vızıltıyı dinlediler. Sonra birbirlerine baktılar; ve farkettiler ki dördünün de aydmlık fakat birbirine benziyen bakışTutmacıbaymdır köyünden 337 doğumlu Ahmed oğlu Mevlud olduğu anlaşılmıştır. Mevludun dereyi karşıdan karşıya geçmek isterken suya düşüp boğulduğu tahmin edilmektedir. Vücudde yara bere yoktur. Cesedin defnine ruhsat verilmiştir. Ölünün üzerinde 4 gümüş lira ile 72,5 kuruş çıkmıştır. Halicdeki kadın cesedi' Dün öğleüzeri de Halicde Ayakapı sahillerinde bir kadm cesedi görülmüş ve polisler tarafından sahile çıkanlmıştır. Sefika adında olan bu genc ve güzel kadmın bir kaza neticesinde denize düşerek boğulduğu anlaşılmıştır. Hahcıoğlu önünde bulunan cesed tahkikatı Halıcıoğlu açıklarında ve boynuna taş bağlanmış olduğu halde meydana çıkarıIan cesed hakkındaki tahkikat ilerliyor. Ancak, esrar perdesi henüz çözülememiştir. Asıl şayanı dikkat nokta, ortada bir cesed mevcud olduğu halde hiçbir kimsenin «kayıbım var!» diye polise müracaat etmemesidir. Katillerin çok ihtiyatlı hareket ettikleri anlaşılıyor. Maamafih alâkadarlar cesedin hüviyeti tesbit edildikten sonra katilleri yakalamanın bir saat meselesi olduğunu temin etmektedirler. lan vardı. Ilk defa gördükleri bir şeymiş gibi bu başka başka bakışlar onlan hayrete düşürdü. îsabella ilâve etti: Ah.. Yaşamasmı nasıl biliyordum! Küçük odalarımda, tembel su birikintilerinin kenarında, meşhur şehirle rın rüyasmı kuruyordum. Bakm, bakın: Şimaldekiler ve cenubdakiler, esmerler ve sarışınlar, griler ve beyazlar... Gözlerinin önünden kuleler ve kale lerle çevrili, denizin yıkadığı, nehrin boydanboya katettiği, dağ üstünde ku rulmuş şehirlerin plânlan geçiyordu: Paris ve Kudüs, Lizbon ve Ulm, Bern ve Marsilya; ve insanların hayali için koku, tembellik, şurub, dans gibi birşey olan diğerleri: Cezayir, Toledo. Messina, Malta ve Iskenderiye. Üçüncü Umumî Müfettişlik yazı işleri müdürlüğü Ankara 10 (Telefonla) Üçüncü U mumî Müfettişlik yazı işleri müdürlü ğüne Sürmene kaymakamı Cahid tayin edildi. •,••• Karaman hapisanesinde atölyeler kuruldu Karaman (Hususî) Karaman hapisanesinde açılan imalâthane ve atölyeler sayesinde mahkumlar, boş oturmaktan kurtarılmış ve bunlar büyük bir gayretle çalısmağa başlamışlardır. AtölyeIerde iş ve meslek sahibi olmıyan mahkumJara da san'aj öğretilmektedir. Nişan merasimi Balya Karaaydın Madenler Şirketi sabık direktörü Bay Agâh Akalımn kızı Nermin Akalın ile Van 33 üncü Tüm Komutam emekli Tuğbay Ibrahim Erkalın oğlu C. H. P. îlyönkurul Sekreteri Mithat Erkalm nişanları evvelki gün iki tarafm aileleri efradı arasmda yapılmıştır. «belki» lerin arasuıda bir ağac dalı var da, bir kanad yok. Senin kanadın Tarsis? Dal neye? öpülmüş ağız cevab verdi: Bilmiyorum. Bilmiyorum, dedi Paolo. Niçin, Moriccica? Şehvet kanile lekelenmek istiyen me yus genc kız: Bilmiyorum, dedi. Sayısı az ve meçhul kederlerle ağırlaşan senelerin yükü altında ezilen deli kanlı da kendi kendine cevab verdi: Bilmiyorum. Ve bilmiyorlardı; ve her birinde burasını terketmek, başka bir tarafa gitmek, ilerilemek veya gerilemek için garib bir tereddüd vardı. Sanki yukandan altın yollar bir şerid halinde uzanarak onları göze görünmeden çeviriyor ve birbirine bağlıyordu. Aldo Isabella'nm koluna girerek: Ben cenneti görmek istiyorum. Ba«ka birşey değil, dedi. Bekçi onlan on üç ayaklı küçük merdivenden prensesin mahfazalanna doğru götürdüğü zaman, her ikisi de tekrar günün incisi önünde kırlangıcların haykırıştıklannı duydular. Fakat genc kız ve delikanlı manolya M. TURHAN TAN Yazan: Cabriele d'A nntmzio 7 Tercüme eden: Cemil Fikret Dudaklannı büzdü ve dilini çabucak dişlerinin üzerinden geçirdi. Duda^ında da.. Ne var? Bir parça kan. Kan mı? Mendilini arıyor ve hareketlerini saklıyarak, ateşli zannettiği yüzünü şapkasının kanadları altına eğerek geri çekiliyordu. Şuursuz bir zulüm olan endişeli bir şefkatle kardeşi ısrar ediyor, elini ona doğru uzatıyor ve dudağını parmaklan arasına alarak: Şurada küçük bir kesik var, diyordu. Paolo, kırmızı mermerden ocağın üstündeki küçük kanadlı aşklara bakıyormuş gibi, istemiyerek öte tarafa döndü. Kendi dudakîarında da ayni izin görülmesinden korkuyordu. Gözü, Vana'nm tavandaki Labireni'e doğru kaldırdığı ve felâketli bir ışıkla aydınlanan, başına ilişti.. Kalbinde sağır bir çarpıntı ile güzel sesin yalandaki tonunu işitti. Ve: Ha.. Evet; belki, demin, şurada ayağımı döşemenin arasına kaptırarak düştüğüm zaman olmuştur. Diyen sesin yeni bir hassasını öğren di. îsabella sanki ağzı baştan aşağı yara imiş gibi onu mendilile örtmeğe çalışı yordu. Vana ona kendi mendilini uzatarak: Al, dedi. Sanki bekçiden Vincenzo Conzaganm tavana timsallerle resmedilen macerasını dinliyormuş gibi başını yukanya doğru kaldırmış duruyor, fakat gözünün köşesile kızkardeşine bakmaktan, biran, geri kalmıyordu. Aldo melânkoli ile tüllenmiş sesile tavandaki Labirent'in aralarına yazılı vecizeyi okudu: Belki evet, belki hayır.. Iza niçin Aldo: İsa, îsa diye içini çekiyordu, neden bu akşam ihtiyar Cezayirde birçok yastıklar ve birçok içkilerle beraber beyaz bir tarasada değiliz? Yanımızda biri bize dinlediğimiz ve anlamadığımız uzun bir hikâyenin şarkısını söylerdi... îsabella, şehadet parmağı ağzmda, Hafifçe öte tarafa doğru giderek: Sus, sus! dedi. Arıyı dinle! Aldo perestişin insiyakî taklidi içinde kızkardeşi gibi yaparak, ayaklannın u < » cile, ona yaklaştı: Keman çahyor, diye fısıldadı. İsabella diğer bir eşiğe eğildi, elleril» kapınm iki pervazını tuttu. Etrafma ba< kındı. Başını havaya kaldırdı; ve sonrai birşey söylemeden, keşfolunmuş hazine* nin aksile, parlıyan yüzünü çevirdi. Bir çocuk saadeti ile gülüyor: «Hoşuna gi * diyor mu? Hoşunuza gidiyor mu? Onıl ben icad ettim.» diye yeni elbisesini gösterir gibi etrafma bakıyordu. Alçak sesle: Ben yaşarken, dedi, burada bu sa* atlerde çalgı çalınırdı. Hatırlıyor mu • sun, Vanina? Ben hatırhyorum, dedi Aldo, hatta belki kemanım şurada, bu dolabın içinde saklıdır. îsabella, gözleri bir yere takılı: Kemanm muhakkak orada olacak, diye tasdik etti. lyice hatırhyorum, Aldo, Rengini her zaman kıskanmış, saçlarımmj da onun gibi koyu kızıl olmasmı istemiş. tim. Ah... Eğer ona benzer bir not çıkarabilseydik! Yan tarafında, kehribar gibi şeffaf, sarı lekeler ve arkasmda, bir Hattıüstüva kuşunun boğazı gibi yumu" şak ve zengin, yaldızlı çizgiler vardı... (Arkası var)