11 Birincikânun 1937 CUMHURtYET ihmal kurbanı abideler Kıymetli eserler değil, uçsuz bucaksız harabe «Etrafıma baktım ve İstanbulun ortasmda bir mezbele yuvası haline getirilmiş bu eski san'at eserinin karşısında utandım» Yazan: KANDEMİR Iktısadî hareketler Zeytin rekoltesi ve yağcılığımiz Türkofis, bu senenin zeytin ve zey tinyağı rekoltesini tesbit etmiş bulunuyor. Bu suretle meydana çıkan rakamlar cidden yüz güldürücüdür. Bundan öğreniyoruz ki bu sene tahmini yapılamıyan cenub mıntakası hariç umumî zevtin rekoltemiz, 203,364 tondur. Bunun 14.558 tonu yemeklik ve 188.806 tonu da yağlık zeytindir. Bu vaziyete yüz güldürücüdür, dedik. Çünkü yıllar var ki, gerek zeytin, ge rekse zeytinyağı rekoltelerimiz, tam ve muntazam bir gerileme halinde idi. 932 yılmda 35.000 ton olan zeytinvağı rekoltesi, 936 da 30,000, 934 te 25.000, 935 te 21.000 tona düştükten sonra geçen sen? 18.000 tona kadar inmişti. Vakıâ bu sırada Akdeniz havzasmdaki zeytin müstahsili olan İtalya ve Yunanistanda da mahsul düşüktü amma, beriyanda İs panyada bir rekolte fazlası bile göze çarpıyordu. Ancak bu tetkiki yaparken geçen sene dünya rekoltesinin de son 20 sene vasatisinden yüzde 20,3 aşağı olduğunu unutmamak lâzımdır. Vaziyetin hulâsası şudur: Birbirini takib eden düşük rekolte senelerinden sonra dünya zeytinyağı stokları tükenmiştir. Bu arada dahilî harb dolayısile İspanya, piyasadan çekilmiştir. Şu vaziyete göre, bu seneki rekolteden iyi fiatlarla ve fakat geçen senelerden cok daha yüksek ihracat yapılmasmı bek lemek, hiç de nikbinlik olmaz. Son gelen malumata göre, îtalyanm 1937 1938 zeytinyağı rekoltesi, geçen senekinden çok fazla olarak, 2,5 milyon hektolitredir. Halbuki geçen seneki rekolte 1,684.000 hektolitre idi. Yunanis tanın ise bu seneki rekoltesi gene gecen seneden fazla olarak 143,600 tondur. Buna mukabil 400,000 tona kadar istihsal yapan îspanyanm vaziyeti meçhul dür. Kanun lâyihası, Mecliste Adliye sarayı yapılırken münakaşalara yol açtı Akayın bazı icraatı şiddetle tenkid edildi (Battarafi 1 tna saHtiedei Yalova arazisinin parasız tevzii PENCERESiNDEN Eski Haseki mektebi Dünkü yazıma başlarken, önümdeki resimleri gören bir dost, merak edip onların hikâyesini daha yazılmadan dinledıkten sonra, acı acı gülerek: Şükret ki, dedi. Beyazıd camiinin kubbeleri, ihmalci ellerin açtıklan rahnelerden sızan sulara dört yıldır dayanabilmişler.. Ya İstanbulun dört bir tarafında nedense hiçbir alâkaya lâyık görülmiyerek kendi hallerine bırakıldıkları için günden güne harab olmakta, çökmekte bulunan kıymetli tarihî yapılara nc diyelim.. Bana, biraz mübalâğa ediyorsun gibi geliyor. Istersen yarın sana onlardan birkaçını gösterebilirim. Dün bu dostla, sözleştiğimîz saatte yola çıktık. Beyazıdı, Aksarayı arkada bıraktık, Haseki hastanesini geçtik ve sağlı sollu eski taş duvarlann birbirini takib ettiği bir uzun tarih dehlizinin çeşmelerini, sebıllerini, kubbelerini, minarelerini, türbelerini aşarak büyük bir kapının taş kemeri altında mola verdik. kük sırtlarını otlar, hatta fidanlar bürümüştü. Böylece dam, bir asma bahçe harabesine benziyordu. Bir yandan bu otlar ve fidanlar, bir yandan rüzgâr, kar ve yağmur elbette çok geçmeden bu kubbe iskeletlerini de paramparça edecelh, sonra duvarlar sapır sapır dökülecek ve yıldanyıla kabri önünde el bağlıyarak, süslü cümleler düzdüğümüz (Koca Sinan) ın bu yadigârından da, elimizde bir yığın taş toprak kalacak. Meşhur Haseki mektebinin haline bak.. Bir zelzele burayı bu perişanlığa soksaydı bile, ertesi, gün üç beş amele getirilir, gene burası bu halde bırakılmazdı. Zaten, bence bütün dava buradadır: Evkaf İdaresinin, dün de kaydettiğim gibi, pek yakında yıkılmağa mahkum duvarlar inşasına sarfettiği paraları neden mimar Sinanm eserlerini ölümden kurtarmağa hasretmediğini haydi sormıyalım. Fakat bu eserleri on para harcamadan dahi zamanın tahribatından esirgiyebiî mek çok mu güçtü? Jp "'M»fcttrfe4* tanmR " etmek' isteınemiçler? hiç olmazsa bu yapıların kapılarını bacalarını kapıyarak, şuıraır buıran xWıp gx>züne kestirdiği şeyi söküp aşırmasına mâni olmak, kubbelerde üremiş otları, fidanları bulup atmak da mı mümkün değildi. Bu da mı bir bütçe işiydi? Hoş, artık bu tedbirden de bir fayda umulamaz. Olan olmuş, baykuşların yuva yap maktan bile çekinecekleri bu mezbele deposunda, utanc verici bir sefaletten başka hiçbir şey kaimamıştır. Fakat, ne olur, bu harab kapıları gene örtün baylar.. Örtün ki, bari, yıldan yıla başı ucunda el bağladığımız büyük Türk üstadının özene bezene kurduğu bu kubbelerin altında, uyuz köpeklerin eşinişlerini görmiyelim! Bunu sizden istemek, artık hakkımızdır. Matbaaya dönerken Çarşıkapıda, dostum kolumdan çekti; Gel, dedi, bir de şurayı kör. Tramvay yolunda, solda bir mezarlığa açılan kapıdan girdik. Taşları sokülmüş bir merdiveni çıktık ve loş odalannda kunduracılann çalıştığı bir eski medresenin avlusunda durduk. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya bu münasebetle söz alarak şu beyanatta bulundu: « îstanbul meb'uslarının bu tekliflerinden istifade ile Yalova kaplıcaları hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Kaplıcalar hepinizin malumudur ki, çok eski zamanlardanberi îstanbul ve civarı halkının şifasını ve safasını temin etmiştir.» Dahiliye Vekili, Yalovanın son Osmanlı devrinde ve mütareke senelerindeki vaziyetini anlattıktan sonra kaplıcaları işleten şirketin sırf kâr gayesile yaptığı kutuluk kereste ve mukavvadan otellerın de tahrib edildığini, esasen bu gibi şirketlerin sadece azamî istifade gayesi güttüklerini, Yıldız ve Maryosera işinin bunun son bir misalıni teşkıl ettığmı, Cumhuriyet idaresinin Yalovaya tarihî şöhretini iade eylediğini, Akaya bu işin ancak bir hizmet olarak verildiğini, bundan kâr beklenmediğini, şimdi şikâyetin müşterisizlikten değil, müşteri çokluğundan olduğunu, bunun için yeni oteller yapıldığını ve yapılacağını izah ettikten sonra dedi ki: « Bu sıhhat ve şifa membaı sadece servetleri müsaid olanlara değil, oraya muhtac bütün Türkleri tedavi edebilecek yer olmalıdır. Hükumetin vazifesi ve gayesi de budur. 5 6 sene evvel hazırlanmış ve şimdi Meclisten çıkmakta olan kanun, bugünün şartlarına da uygundur. Filhakika, bazı araziyi halkın istismarına vermek lâzımdır. Su şehri, yalnız hasta şehri olmama lıdır. Hastaya refakat edecek kimselere dahi kendi vaziyetlerine göre, istirahat, zevk ve eğlence temin etmek lâzımdır. Eğer ev ve pansiyon yaptıracaklara, bu arsalar, muayyen bir müddet için muvakkaten verilirse hiç kimse rağbet etmiye cektir. Bu, bir teşvikten ibarettir. Ve hatta vâzu kanun diğer bir takım muafiyetler de bahşetmektedir.» Dahiliye Vekili, Yalovanın Bursaya rakib yer olmadığını, Bursanın güzelliği, havası, Uludağı, tarihî abidelerıle yainız memleketimizin değil, İstanbula gelen her ecnebinin derhal koştuğu, dünyada eşsız bir yer olduğunu ve nihayet, İzmit ve Yalova gibi yerlerin ancak birbirlerini it mam eden bir kül halinde bulunduğunu kaydetti, hükumet programında şehirle rimizin imarı bahsine temasla ileride Akay, Şirketi Hayriye ve Tramvayın dahi Beledıyeye devrı derpi? olunabileceği cr hetle bugün yapılan kanunun 5 6 sene sonra tadiline zaruret hasıl olmaması için îstanbul meb'uslarının takririni yerinde bulduğunu, hükumetin de buna iştirak ettiğini beyan etti. Dahiliye Vekilinin beyanatından sonra: «Bu kanunla Akaya devrolunan haklar ve vazifeler, İcra Vekilleri. Heyeti kararile tstanbul Belediyesine devrolufıkrası 9 uncu madde olarak kanuna eklendi. Müteakıben Ziya Gevher Etili (Ça nakkale), Akayın kulağını çekecek Ve kilin de burada olduğu cihetle ve Şükrü Kayanm Yalovayı bir şehir gibi tasvir eden sözlerinden ve bilhassa halk hak kındaki düsüncelerinden ilham alarak bazı düşüncelerini söyliyeceğini bildırdi ve dedi ki: « Arkadaşlar, bu sene Yalovaya halk gelmemiştir. Bunun tek sebebi Ya lovayı isleten Akayın adamlarıdır. Hal km istifade edebileceğı üçüncü smıf lo kanta hasis bir düşünce ile kaldınlmıştır. Yalovada konuştuğum doktor dedi ki: (Bugüne kadar dokuz yüz hasta muayene ettim. Her sene bu vakitte muayene sayısı 2000 küsur olurdu. Sebebi üçüncü sınıf lokantanın kdldırılmasıdır.) Ziya Gevher, Yalovada eğlence ile birlikte sıhhatin de düşünülmesi lâzım geldığini, hele cumartesi, pazar günleri saygısız gürültüler yüzünden uykunun adeta memnu olduğunu kaydederek sözüne şöyle devam etti: « Söyliyeceğim üçüncü nokta, çok elemlidir. Oradaki memurlar, biz Türklerle dahi türkçe konuşmazlar. Akayın şiddetle nazarı dıkkatine vazederim. iyi lısan bilen Türk evlâdı çoktur. Daha ağınnı söyliyeyim: Orayı idare eden adam dahi yanınız da çoluk çocuğu ile birlikte yabancı bir dılle konuşmaktadır. Insan, romatizması için gittiği yerden çıldırarak dönebilir. Şuradan buradan toplanmış adamların yarım yamalak yabancı lisanlarile sinirleri bozmasına tahammül edilemez. Gönül isterdi ki, Yalova, Seyrisefain denilen idarenin elindeki halde olsun. Teşekkür edeceğim idare Seyrisefaindir. Akayı bir gün bile aramam. Akaym elinde Yalovanın çi çekleri kurumuş, ağaçlan solmuş, müşterisi azalmış ve hatta lisan; bozulmuştur.» Bundan sonra İsmail Kemal (Çorum), söz alarak rahatsızlığı için Madene gittiğini, birkaç ay kaldığı halde fayda gör medığini, sonra Yalovada iyileştiğini anlatarak böyle bir kanunun teklifinden dolayı hükumete teşekkür etti. Atatürkün parmağı dokunan her yerde şifa olduğunu şükranla andı. Kanunun diğer maddeleri de kabul edilerek birinci müzakeresi bitirildi. Meclis pazartesi günü toplanacaktır. eni bir Adliye sarayı kurulacak. Bütün îstanbul neş'eli bir merakla bu güzel düşüncenin muhteşem bir hakikat olmasmı bekliyor. Çünkü Cumhuriyet idaresinin îstanbul Adliyesine de fırsattan istifade ederek gerçekten bir saray vereceğini bıiiyor. Güneşe, göğsündeki ışığı bol bol saçmak için nasıl engin bir feza yakışırsa adalete de, üzerindeki yüksek mefhumla mütenasib bir tecelli kaynağı yaraşır. Yeni kurulacak Adliye sarayını iştiyakla bekleyisimizin sebeblerinden biri budur. Biri de o sarayın güzel İstanbula yeni bir güzellik vereceğine kanaat besleyişimiz» dir. Evet, îstanbul Adliye sarayı tahaccür etmiş bir çirkinliği ortadan gidererek güzellik sahnesine doğuyor. Bu çirkinlik medenî telâkkilerin hiçbirine uymıyan hapisanenin kara ve karanlık varhğında tecessüm ediyordu. Adliye sarayınm yapılması sırasında hapisanenin yıkılmasım düşünenler gerçekten büyük bir isabet göstermişlerdir. Çünkü o bina ancak «dün» e yakışan müesseselerden olup bugün için bir leke, yarın için ise muhakkak bir yara idi. Adliye sarayını kurarken o mazi yadigârını gene maziye iade etmeği düşünenleri alkışlamak borcumuzdur. îstanbul tarihile uğraşanlar bilirler kî Bizanslılar devrinde hapisane vazifesi meşhur Anemas zindanlarına gördürüürdü. Bu zindanlar Velakerna sarayınm gene Anemas adile anılan bir kulesinin altmdaydı, korkunc bir yerdi. Osmanılar devrinde Yedikule, Zindankapısi mahpesleri suçlulara tahsis olunduğu gibi Hisarlarda, taş gemilerinde, Yeniçeri orta mutfaklarında da adam hapsolunurdu. îçtimaî seviyeleri yüksek kimselerin mahpesi de saraydaki kapı arasıydı. 1831 de Sultanahmed camisine merbut olan Tabhane devlet hapisanesi ya» pıldı, Zindankapısındaki Babacafer mahpesi karakolhaneye kalbolundu. Meşhur zindandaki kadın mahpuslar Mehterhane diye anılagelen yeni hapisane genişetilip kadmlar için de yer ayrılıncıya kadar Hasekideki tımarhanede alıkonulmuşlardı. Tabhanenin hapisane yapılması işinde dikkati celbeden noktalar vardır. Babıâli, Zindankapısındaki mahpesin bir türbe le alâkasını düşünerek orayı bir çırpıda karakolhane yapmaktan çekiniyordu. Rivayete göre orada Seyid Cafer adlı muhterem bir şahsiyet yatıyordu. Gene rivayete göre bu adam Harunurreşid devrinde beş altı yüz kişilik bir kafile ile « elçi olarak îstanbula gelmiş, împarator Birinci Nikiforos ile sert bir münakaşaya giriştiğinden bu zindana hapsolunarak ölümüne kadar orada bırakılmıştır. Evliya Çelebinin ifadesi ise büsbütün başkadır. Kıymetli seyyah, Şeyhi Zindanî Abdürrauf Hemedanî isminde birinin İstanbul muhasarasma iştirak ettiğini ve onun başında bulunduğu müfreze ile harbede ede 'şehre girdiği kapıya Zindankapısi denildiğini yazar. Fakat şeyhin elçi Seyid Cafer evlâdından olduğunu da ilâve etmeği unutmaz. Yeniçeriliğin lâğvından sonra Sultanahmed Tabhanesi mahpes yapılırken Zindankapısi hapisanesi de dediğimiz gibi hayli teennî ile ve teviller bulunarakkarakolhane yapıldı. (1880) de o kara* kolhane îkinci Abdülhamidin Kuyum* cubasısı Harunaçiye geçti ve han haline konuldu. Lâkin Seyid Caferin türbesina gene ilişilemedi! İstanbul Adliye sarayı (106) yıldanberi mahpes olarak kullanılan kötü binayı da işte ortadan kaldırıyor. Tabhane (1613) te yapıldığına göre (324) yü kalıb ve ad değiştirerek yaşamış oluyor. Dansı şehrin güzelliğini bozmakta olan bütün çirkin binaların başına!.. F. C. Altm kaçakçılığı meselesi ele alındı Muhaf aza teşkilâtı, şimdiye kadar 2000 den fazla kaçak alhn yakaladı Altm fiatlan etrafında alınacak malî tedbirleri tesbit etmek üzere çalışırken gümrük muhafaza teşkilâtı da altın k^ çakçıhğı meselesini ehemmiyetle ele al mıştır. ^ Öğrendiğimize göre, şehrimizdeki muhafaza teşkilâtına da bu işin âcilen tetkik edilmesi bildirilmiştir. Şu vaziyetten anlaşılıyor ki altın hakkında alınacak malî tedbirler, muhafaza tedbirlerile muvazi olarak ittihaz edilecektir. Altın kaçakçılığı hâdiselerine en ziyade cenub hududlarımızda tesadüf edilmekle beraber îstanbuldan Karadeniz yolile harice altm çıkarma hâdiselerinin çok olduğu anlaşılmaktadır. Istanbul muhafaza teşkilâtı şimdiye kadar 2,000 den fazla kaçak altın yakalamıştır. Haseki imaretleri... dediler. t Belki yanm saatten fazla, kâh dikenli otları, molozlan çiğniyerek, kâh yıkık duvarlardan atlıyarak, bazan tepemize' çöküverecekmiş vehmini veren kubbelerin altlarından geçerek, bazan neredeyse üzerimize yıkılıverecekmiş endişesini uyandıran ıslak, yosunlu duvarlann arasmdan süzülerek, fakat sade ucsuz bucaksız bir harabenin içinde dolaştık durduk. Bütün bu duvarlar, kubbeler, kemerler, kapılar, pencereler, avlular, odalar ve sütunlann ortasmda, insan, toprak altmdan çıkarılmış bir eski kasabada bulunduğunu zannedebilirdi. Her taraf pisti. Ayak seslerimizden ürken bir kedi yavrusu loş bir höcereden fırlıyor, bir köpek molozların üzerinde uyukluyor, ötede tavuklar eşiniyorlardı. Başımı kaldırdım; sıvaları dökülmüş, tuğlaları çatlamış perişan kubbelere baktım. Korkunc karanlıklara açılmış kanadsız, çerçevesiz pencerelere, oyuklara baktım. Nereye gittiği belli olmıyan dar yollara, nerede bittiği anlaşılmıyan loş sofalara, her yanda sırıtan perişanlığa, harabiye baktım ve İstanbulun içinde, îstanbulun göbeğinde bir pislik deposu, bir mezbele yuvası haline getirilmiş bu eski san'at eserinin karşısında utanarak sus Burası Koca Sinanm yetiştirdiği tum. mimar Davudun yaptığı Sinanpaşa med Dostum, ağır ajpr anlatıyordu: resesidir. Belediye tam on senedir bu binayı 50 lira aylıkla kunduracılara kirala Bütün bunlar, mimar Sinanın eseridir. Bir bolluk devrinde o, bu camile maktadır. Hesab eder misin bu müddet ri, medreseleri, türbeleri, imaretleri, da zarfında Belediye buradan nekadar kira rüşşifaları, çeşmeleri bir kelime ile bu almıştır? Altı bin lira... san'at manzumesini özene bezene yap Küçük bir araştırma ile kalfalar ara mıştır. Zaten anlıyan bir göz, ilk bakışta bunlann üstad elinden çıkmış olduğunu sında eskidenberi orada çalışanları bul duk ve onlara sorduk: teslimde tereddüd etmez. Dısarı çıktık. On senedir Belediye burada ne giSağlam taş duvarlar nasılsa zamanm bi tamirler yapmıştır? tahribkâr yumruklanna mukavemet edeDüşündüler, düşündüler ve birbirleribilmişlerdi. ne bakışarak; Fakat kubbelerin hiçbirinde bir san Hiç... dediler. tim kurşun kalmamıştı. Ve kurşunları Bina şimdi ne haldedir? sökülmüs bu kubbelerin catlak, kırık dö İşte görüyorsunuz, her taraf harab Alman Genclik Teşkilâtı Reisi İstanbula geldi Fiatlardaki sukut 36 kuruşu buldu Altm fiatları dün de düşmekte devam etmiştir. Dünkü fiat düşüşü adeta bir panik halini almış ve evvelki akşam 1095 te müşteri bulamıyan altm, mütemadiyen düşerek 1078 kuruşa kadar inmiştir. Bu fiata da müşteri bulunamıyor. Bu suretle altın iki gün içinde 36 kuruş birden düşmüş oluyor. Filistinde hâdiseler Hayfa 10 (A.A.) Nasırada bir otobüsün tecavüzüne uğradığı yerde bulunan bir Arab evi İngiliz askerleri tarafmdan tahrib olunmuştur. dır. Yağmur yağmca kubbeler akıyor, çünkü kurşunlar yer yer sökülmüştür ve aralıklarında otlar, hatta ağaçlar peyda olmuştur. Biz bazan yukan çıkıp kubbelerin parçalanan kurşunlannı gücümüz yettiği kadar düzeltmeğe çalışıyoruz amma, aklımızın ermediği bir iş olduğundan doğrusu adamakıllı beceremiyoruz. Dostum koluma girerek, bu her yanı bakımsızlıktan perişan olmağa yüz tut muş duvarlar arasından beni uzaklaştmrken şöyle diyordu: On senede alman altı bin liranın dfmek ki altmış lirası bile şu yapıyı ko rumağa hasredilmemiş.. Fakat sana Sinanpaşa medresesini gösterişimin asıl sebebi; istanbulun birçok yerlerindeki benzer vaziyette ihmal edilmiş, böylece yavaş yavaş çökmeğe namzed bir hale gelmiş millî emlâkin sayısız denecek kadar bol olduğunu anlatmaktır. Ben, bu acı hakikati görerek anladım. Fakat bilmem anlatabildim mi?.. Hele, gözönündeki affedilmez ihmal lerile bunu anlamamakta inad edişlerini bağıranlara; eski eserlere sevgi ve saygı dileyen bir devirde yaşadığımızı hatırla tabilsem.. Af. TURHAN TAN Bir haftada yakalanan kaçak eşya Ankara 10 (A.A.) Geçen bir hafta içinde gümrük muhafaza teşkilâtı, 76 kacakçı, 311 kilo gümrük kaçağı, 8 kilo 200 gram uyuşturucu madde, 593 defter sigara kâğıdı, 184 Türk lirası, 176 gümüş mecidiye. 2 tüfekle 14 kaçakçı hayvam ele geçirmiştir. Teşkilât reisinin Ankarada istikbalinden iki intıba Alman genclik teşkilâtı reisi M. Baldur von Schirach dün saat 14 te D. Anao adındaki büyük yolcu tayyaresile Ankaradan Yeşilköy tayyare istasyonuna gelmiştir. Nazır payesini haiz genclik teşkilâtı reisinin refakatinde matbuat şefi M. Kaufmann, M. Axmann, M. John, M. Herbert Müller, M. Lauterbacher, M. Rodenbeck, M. Hoffmann, M. Kling, M. Höffner de şehrimize gelmişlerdir. Misafirler Yeşilköy tayyare istasyo nunda Vali muavini Hüdai, Polis müdürü Salih Kılıc, Alman Başkonsolosu doktor Toepke, Viskonsolos M. Von Mentzingen, Alman bankalan müdürü ve Alman kolonisi tarafından istikbal edilmiştir. M. von Schirach refakatindeki zevatla beraber Yeşilköyden doğruca Beyoğluna giderek Îstanbul Valisi Muhiddin Üstündağ tarafından Parkotelde şerefine verilen ziyafette bulunmuştur. Alman genclik teşkilâtı reisi ziyafetten sonra Taksime giderek, Cumhuriyet abidesine bir çelenk koyduktan sonra şehird^ bir gezinti yapmıştır. M. von Schirach saat 20 de Alman konsoloshanesinde Alman kolonisini ka • bul etmiştir. Resmikabule iştirak edec Almanlar nazi üniformalarını giymiş olarak konsoloshaneye gitmislerdir. Misafirler resmi kabulden sonra oto < mobille Boğaziçinde bir gezinti yapmış1 lar ve geç vakit Perapalas otelim dönmüşlerdir. M. Vori Schirach maiyetin deki heyetle beraber bugün öğleye doğn Bükreş Peşte yolile Almanyaya döne cektir. Mimar Sinanm özene bezene kurduğu kubbelerin bugünkü hali KANDEMİR