23 Aeustos 1937 CUMHURİYET Degerli bir eser Türk sularında batırılan İzmirde mekteb ihtiyacı artıyor Mevlânanın mektublar] Ispanyol vapuru Mekteblerin kâfi gelmeve Selçuklu tababeti Gemi süvarisi hâdise ve vapuru batıran mesi birçok talebeyi tahtelbahir hakkında izahat veriyor açıkta bırakacak Dr. A. SUheyl Unver Türk Tıb tarihi âlimlerimizden ve bu memleketin yetiştirdiği en değerli fen adamlarımızdan doktor Feridun Nafiz Uzluk Mevlânanın mektubları diye 174 sahife farsça metin ve haşiyeli 27 ve 4 türkçe ve 6 sahife farsça lâhikalı Anadolu Selçukileri gününde Mevlevî bitikleri serisinin 2 nci numarasını neşirle millî kütübhanemizi zenginleştirdiler. Takib ettikleri seri numarasından neşrolunacak bu eserlerin çoğalacağmı görerek sevinmek hakkımızdır. Eserin metnini teşkil eden mektublar Mevlânanın bugüne kadar intikal etmiş en mühim yadigârlarındandır. Uslubu beyan aynile insan olduğu için Mevlâ nanın inceliğini ve meşrebini gösterecektir. Yaşadığı muhitte müfid olmağa çalışması noktasından ve Selçuklu tarihinin son safhalannda içtimaî durumu aydınlatması cihetinden de haizi dikkat olduğu muhakkaktır. Fakat bu hazine maalesef dışmdan ziyaret olunabiliyor. Zira yalnız farsça metinle iktifa olunmuştur. Her nekadar F. N. Uzluk başta çok vâkıfane ve güzel izahlarile bunun zevkinden bize tattırmak istiyorsa da gönül Türk Tıb tarihi noktasından da bunu tetkik etmek arzu ediyor. Onun için bu çok değerli vesikalan bize güzel lisammızla da ta mtmağı burrun değerli nâşirinden beklemek foakkımızdır. Zira onun hassasiyeti, derin ve vâkıfane düşünceleri bunu da er geç tahakkuk ettirecektir. Şimdiye kadar kimsenin hiçbir yerde herhangi bir vesile ile bahsetmediği bu m«ktublann metninin, gene bunlardan ilk defa bahseden âlim arkadaşımız tarafından büyük maddî fedakârlıklarla neşredilmesi çok şayanı şükrandır. Bu mektubların nekadar krymetli ol duğu Veled Çelebi lzbudak Ahmed Remzi ve Hüseyin Danişin türkçe ve farsça izahlarile da anlaşılıyor. Bilhassa (Mevlânanın mektublan ve Anado lu Selçukileri Tarihi bakımından değeri) başlığile bu mektublan salâhiyetli ka lemile izah eden F. N. Uzlukun maka lesi de hakikaten çok mühimdir. Türk Trb tarihinin Selçukilerin son devirlerine aid bazı noktalan aydınlatması cüıetin den dikkate değer bulduk. Mektublardan 91 numaralısının Sel çuklular devletinin baştabibi yani Sıhhat Nazırı olan tabib Ekmelüddine hitaben yazıldığını öğreniyoruz. Mevlâna ve ailesi o zaman büyük Karatay medresesi karşısında küçük Karatay medresesinde cturuyor. Burasını biz Konya hastanelerinden birisi biliyoruz. Hatta bir vakitler Celâleddin Karatayın kardeşi Kemaled dın Karatay da burasınm hekimidir. Bu cihetle baştabib Ekmelüddine hitabı kayda şayandır. 644 (1246) da bu küçük Karatay medresesinin ki eskiden hastane olan bu bınanın tabhanesınin de mevcudıyetini öğreniyoruz. XIII üncü milâdî asırda Selçuklularla Anadoluda ismi geçen hastahklardan derdi gerdan (menenjit) tebbi muhrika ve illeti acib gıbi hastalık isımlerine tesadüf ediyoruz. Bu bize tababet bilgisinin Anadolu Selçuklu împaratorluğu havzasında halk arasında geri olmadığına küçük bir misaldir. Sadr kelimesinin müderrise delâlet ettiğini öğreniyoruz. Nitekim Selçuklu devletinin hastaneleri srhhiye müfettişi makammda olan meşhur Sadreddin Konevinin (ki asıl ismi Ebülbekir İbni Zeki Elmütatabbihil mektubları bir görseniz... Hiçbiri, beni unutmaz. Hepsi, sık sık, beni ararlar. Eh, bana, bu kadarı kâfi. Nevmid değilim. Meselâ, sizi de kazandım. Sizinle açık açık konuşabiliyorum. Bu, benim için bir kazancdır. Hastamı, tamamile hayata iade etmek istiyorum. Birdenbire durdu, Şekibin gözlerinin içine baktı: Bahar gelince, buradan çıkar. Şekib, cevab vermiyordu. Doktor, tekrar sumenin kenarlanna iliştirilmiş kâğıdlan düzeltmeğe başlamıştı: Buraya da ahştı, farkmda mısı nız? Evet, doktorcuğum. Birşeye dikkat ettiniz mi? Şekib, doktorun ne demek istediğini anlıyamamıştı: Neye, doktorcuğum? Doktorun dudaklannda nazik bir gülümseyiş vardı: Siz geldiğiniz zaman, hanımefendi, bugünkü gibi uyurlar mıydı? Şekib de gülümsiyerek başını dogrultmuştu: Evet, doktorcuğum. Doktor, açık pcncereden dağ tarafına bakıyordu: Hava, sinirler: yen<îi... Size, za man geçince, göreceksiniz, dememiş miydim? Hava, bünyeyi ayar ediyor ye nihaKonevi) zamanınm sayılı ve büyük â limlerinden olduğunu da bu kelimenin izahmdan anlıyoruz. Mektubların 14, 91 ve 120 numarahsı Selçuklu devletinin Sıhhat Nazırı olan başhekime yazılmış tır. Ayni zamanda tabiblere yapılan hitablan öğreniyoruz. Asıl üstad, F. N. Uzlukun bize öğrettiği en kıymetli nokta deminden ismi mezkur olan tabib Ekmelüddinin Konyada Bey Hekim namile yadolunan hekim olmasıdır. Ustadın bu izahma kadar Bey Hekimin kim olduğu bilinemiyordu. Bilhassa tabib Ekmelüddin Bey Hekim için hazırladıklan tetkikleri bir an evvel neşretmelerini tehalükle bekleriz. 92 nci mektubda iğdiş tabirini bulu yoruz. Bu da castre edilmiş erkekler iç:n kullanılmış tabirin mahallisi obnası he sabile haizi dikkattir. Mevlânanın mektublardaki elkalb arasında eline, beline, diline tabirleri de mühimdir. Bu şark felsefesinde insanlann riayet etmek mecburiyetinde kaldıkları ahlâkı içtimaiyi gösterir. Bir kimsenin elinden emin olması onun elınden bir hata sadir olmıyacağına, belinden emin olması fuhuş ile meşgul olmıyacağına, diline emin olması içtimaî esaslan bozmıyaca ğına bir parola gibi telâkki olunarak söylenmiş sözlerdendir. Mevlâna bu eski telâkkiyi orta Asyadan Anadoluya mı getirdi, yoksa Anadoluda mı buldu? noktası tetkike değer. Folklor tetkikleri ilerledikçe bu da aydınlanacaktır. Selçuklular zamamnda yaşıyan ve Mevlânanın bile m«vzuu bahsetmeğe lâyik gördüğü bu içtimaî üç umdenin remzi bugün bile başka bir şekilde ifade olunan içtimaî durumun temeltaşmı teşkil etmektedir. Esere ilâve olunan, Konyada mahfuz bir ejder resminden, ejderin Selçukluların resmî arması olduğunu öğreniyoruz. Bu kabartma Konya surlanndan birisinin üzerindeymiş. Kimbilir, Türk ve Müslüman halkın bunun üzerine ne mühim efsaneleri vardı? Selçuklular Çankırı ve Kastamonu hastanelerine de kabartma yılan resimleri koymuşlardır. Kastamonuda bu yılan hakkındaki efsaneyi çok iyi biliyoruz. Selçuklulann son devirlerinde yaşıyaa Konyah doktor Sadreddin Ebu Bekirin farsça mersiyesini aynen kitabda buluyoruz. Bu tabib yukarıda bahsettiğimiz meşhur Selçuk hastaneleri sıhhiye müfettişi makammda olan Sadreddini Konevidir. 694 te ölen mumaileyh 676 senesinde yazılan bu büyük mersiyenin 19 uncu beytinden, ejderha resimlerinin kumaşlar üzerinde de olduğunu öğreniyoruz. Eserin öz dilimize d« çevrilmesini temenni ederken kitabın basılmasına saik olan ve kıymetli bir mukaddeme yazarak ilmî değerini gösteren doktor F. N. Uzluk ve istinsah ve tashihlerini dikkatli bir surette yapan değerli âlimimiz Ahmed Remzi tebrik ve takdirlere hak kazanmışlardır. îzmir (Hususî) Görünüşe naza ran, bu sene mektebler açılınca, ortamekteblerde büyük bir tehacüm vuku bulacak ve talebe, yersizlik karşısında kalacak tır. Bina hususunda ne düşünüldüğü veya düşünülebıleceği meçhuldür. Çünkü İzmirde bina çok olmakla beraber mekteb ittihazma elverişli değildir. Nitekim, geçen yıl bile büyük müşküller geçirilmış ve azamî tedbirlerle nihayet şu son vaziyet temin olunabilmiştir. Bunun ötesinde alınacak yegâne tedbir, olsa olsa, eski Amerikan Kolleji binasının yatılı ortamekteb olarak kullanılması, ayni zamanda inşasına başlanan Kız Enstitüsünün bu işe tahsisidir. Maamafih, eski Kollej binasının köy muallim mektebi ittihazı kararlaştırılmış bulunmaktadır. Karar değişmezse, mektebe önümüzdeki sene 130 talebe alınacaktır. Keza Fuar caddesi üzerindeki yeni enstitü binasının inşaatı için 36.000 lira lık havale gelmiştir. Sahanın tesviyesine başlanmıştır. Orta okullanmızda ilk sınıflar için imkân dahilinde yeni şubeler açılması ve kısmen yanm tedris usulünün tatbikı da muhtemeldir. Bu şubelere girecek ilk mekteb mezun sayısı iki bine yakındır. Şehir dahili ilkmekteb mezunlannın, hangi okullara devam edecekleri şimdiden tesbite başlanmıştır. Alkol ve musiki ahmetli Süleyman Nazifi, bir öğle üstü Göksuya saz dinle meğe giderken görmüş ve <erken değil mi üstad> diye sormak gafletine düşünce şu cevabı almıştım: Ayyaşların kerahet vakti geldikten sonra saza gitmek musikiyi san'at tanıyanlar için mekruhtur. Ben de nara değil. saz dinlemeğe gidiyorum. Güzide arkadaşım Peyami Safanın dünkü Cumhuriyette çıkan fıkrasını okurken Süleyman Nazifin bu sözünü hatırladım. Her iki üstad, ayni hakikat üzerinde birleşiyorlar ve musikiye karıştınlan alkole karşı istikrah gösteri yorlar. Ben de bütün samimiyetimle kendi lerine iştirak ediyorum. Lâkin musiki ile işretin yanyana yaşamasında ve yaşatılmasında tarihî bir itiyadın, urfü âdet denilecek içtimaî bir teamülün müessir olduğunu düşünmek şartile!.. Evet, musikiyi sulandırmak ve musiki âlemlerinde sulanmak şarkın bellibaslı an'anelerindendir. Arablar bu an'aneyi: «Eşşürbü bigayri negemün gamün ve bigayri desemün semün» düsturile adeta kanun haline koymuş lardır. Onlarca, sazsız içki gam verir ve mezesiz işret zehir olur!. Bundan dolayıdır ki Emevî ve Abbasî halifelerinin kurdukları musiki âlemleri mutlaka içkili olurdu. öyle olmasaydı ikinci Yezid, saz dinlerken uçmıya kalkışmaz, Abbas OğullariMdan Emin, hanende Musullu Ibrahimin sırtına binip başıru öpe öpe herife Mısırın bir yıllık haracını bağışlamazdı. İranlılar da ayni kanaati taşımışlar • dır. Bu hakikatin bürhanını meselâ şu fıkrada buluruz: Bir şaire soruyorlar: Dünyada en güzel ses olarak neyi tanırsıaız? Cevab veriyor: Sürahiden kadehe şarab boşalırken kebabın şişlerde cızırdamasından, ipek eteklerin hışırdamasından ve birleşmiş dudakların şapırdamasmdan doğan ahenk!.. Bu an'ane, diğer birçok kötü âdetler gibi, Türk iline de geçti, alkolsüz musiki dinlemek zevksizlik sayıldı. Nitekim selim bir zevke malik olduğundan şüphe caiz olmıyan Nefi bile bu bahiste şöyle demekte tereddüd etmiyor: Dönsün gene peymaneler, olsun tehi humhaneler Raks eylesin mestaneler, mıtrıblar ettikçe negem Bu demde kim şamü seher, meyhane bağa reşJc eder Mest olsa dilber sevse ger, mazurdur şeyhülharem Ya neylesin biçareler, alüjteler, duorcler Sâgar suna mehpareler, nuş etmemek olur sitem Yâr ola, cami cem ola, bö'yle demi hurrem ola Arif odur, bu dem ola, ayşü tarable muğtenem Gen e bu an'ane yüzündendir ki Ziya Paşanın: Gıpta e rindi aşka kim azmi gülşen eyler Cebinde şişei mey, yanında gül'izarr Beytini okuyunca o gülşenin çalgıh bahçelerden »lduğunu anlamamakta güçlük çekmiyoruz. O halde bugünün saz dinleme zihni yeti, kadim kıdemi üzerine terk olunurkaidesine istinad ediyor demektir. Bize de bu kaidenin kafalardan çıkıp gittiği günleri beklemek döşse gerek!. Şebrimize getirilen; Ispanyol vapurunun kaptanile mürettebatından bazıları (Baştarafı 1 inci sahifede) Armuro nasıl batırıldı? 4500 tonluk Armuro vapuru Rusya nn Novorosisk limanından 3800 ton juğday yükliyerek Valansiya'ya gider ;en, ağustosun 18 inci çarşamba günü öğeden sonra saat iki raddelerinde Çanak;alenin önünden geçmiştir. Burada aksi stikametinden gelmekte olan Kemal va>uruna tesadüf ederek Bozcaadaya dogu yoluna dcvanı etml§tir. Armuro vapuru Boğazın haridnt çı :ıp bir miiddet ilerledikçe vapurun nö >etçisi denizin üstünde bir tahtelbahirin eleskopunu görmüş ve derhal süvariyi ıaberdar etmiştir. Suyun altmda bulu ıan tahtelbahir, teleskopile bir müddet \rmuro*yu takib etmiştir. Nöbetçisinin kazı üzerine tehlikeyi anlıyan süvari derlal süratin artırılması emrini vermiştir. jeminin hızlandığıru gören tahtelbahir lerhal suyun yüzüne çıkmış ve filâma şaretile süvariye: Geminizi batıracağım. Tahliye eliniz! emrini vermiştir. Armuro'nun süvarisi, vakit kazanmak ;in bu emre şu cevabı vermiştir: Gemiyi tahliye edeceğiz... Hazıranıyoruz... Süvari Antonio Alonso bir taraftan ıeçhul tahtelbahiri bu cevabla oyalar en, diğer taraftan da makine dairesine u emri vermiştir: Son süratle ileriyeT.. Geminin kaçmakta olduğunu gören ahtelbahir tam bu esnada bir torpil at ııştır. Torpil Armuro'nun sancak tarafmdai 4 numaralı ambanna isabet etmiştir. lu sırada, geminin telsiz telgraf memuu Jose Cavaliero etrafa S. O. S. işareti ererek batmak üzere olduğunu bildirmiş e yardım istemiştir. Yardım istiyen bu elsizin tulü mevçleri S. O. S. işareti veildiği zaman îspanyol gemisinin Türk ulannda bulunduğunun tesbiti keyfiye inde büyük bir rol oynamıştır. Meçhul tahtelbahir tarafından atılan Drpil îspanyol gemisinin buğday yüklü ınbanna isabet ettiğinden, saçma gibi trafa püsküren buğdaylar bir tayfayı üzünün muhtelif yerlerinden ağırca yaalamıştır. Geminin telsizcisi Jose Cavaliero'nun !a korkudan bir müddet dili tutulmuş ve l'an duçar olduğu şaşkın vaziyetten kurulamamıştır. Korkunun tesirile kendisini lenize atmış ve arkadaşları tarafından ;üçlükle zaptedilerek sandalla Bozcaalaya çıkanlmışbr. Torpil atıldığı sırada gemi son süra tile Bozcaadaya doğru ilerlemekte olduğundan, sahilden yanm mil mesafede, yani limandaki mendireğin 150 metro uzağmda baştankara etmiştir. Vaziyeti uzaktan takib eden meçhul tahtelbahir attığı torpil hedefine isabet ettiğini görünce derhal suyun altmda kaybolmuştur. Tahtelbahirin bir Italyan gemisi olduğunu ısrarla söyliyen tayfalar, torpil atıhrken tahtelbahirden italyanca bağınşmalar işittiklerini söylemekte ve General Franco'nun elinde ve îspanyol donanmasında Armuro vapurunu batıran tipte tahtelbahir bulunmadığını ilâve et Yunanistan, Mısır kapitülâsmektedirler. Bunlann ifadesine göre, îs yonlarınm lâğvini kabul etti panyol tahtelbahirlerinin burunu hattı Atina 22 (Hususî) Yunan hükumüstakim şeklindedir, ve taarruzuna uğ meti Mısır kapitülâsyonlannın lâğvi hakradıkları burunu meyilli tipteki tahtelbakında Montreux konferansında ittihaz ehirlere yalnız İtalyan ve Alman donan dilen kararları kabul etmiş ve bu hususmasında tesadüf edilmektedir. taki kararname bugünkü resmî gazete ile Gene tayfalann ifadesinden anlaşıldı itisar etmiştir. ğına göre, müteamz tahtelbahir Çanakkale Boğazı dışında bekliyormuş. îspan biraz sonra attığı bir torpille 4 numaralı yol gemisinin Boğazdan çıktığını görün arrnbanmızı deldi. Torpili atmazdan üç ce bir müddet onu takib etmiş ve yuka dakika evvel tahtelbahir Franco bayra rıda izah edildiği şerait altuıda batırmış ğını çektı ve torpılın bıze isabet ettiğini br. Bu vaziyete göre taarruzun bidayet görünce suyun albna daldı. Bu sırada ten itibaren Türk sularında cereyan et yedi mil kadar uzakta bayrağı olmıyan tiğine şüphe yoktur demektir. Nitekim milliyeti meçhul bir harb gemisi görünüTürk suları haricinde torpillenen bir va yordu. Biraz sonra bu meçhul harb ge purun Bozcaadaya yarmı mil kadar yak misi de ortadan kayboldu. Franco bayrağını çeken tahtelbahir laşmasına imkân olmadığı hususunda büîtalyan tipinde idi. îspanyol donanmasıntün d«niz mütehassisları müttehiddirler. da gemimizi batıran tahtelbahir tipinde Kemal vapurunun yardımt gemi yoktur. Taarruzdan bir buçuk saat sonra hâ Torpillendikten sonra yolumuza ancak dise mahalline yetişen Kemal vapuru deryarım mil kadar devam ederek, Bozcahal kazazedelerin imdadına koşmuştur. adaya yanm mil yaklaştık ve orada başBu müddet zarfında îspanyol gemisinin tan kara ettik. Bu müddet zarfında 37 tayfalarının bir krsmı sandallara bınmiş kişiden mürekkeb olan tayfamız vapurun ti, süvari de dahil olmak üzere bir kıs iki büyük tahlisiye sandalile karaya çıkmı da henüz vapurda bulunuyordu. Ke tı. mal vapuru Ispanyol gemisinde kalan Hakikî vaziyet bundan ibarettir. Ge mürettebab kurtarmış ve bunlar Bozca rek Bozcaadada resmî Türk makamatı ada Liman idaresile Belediyesi tarafın ve Türk halkı tarafından bize karşı göstedan gönderilen üç motörle karaya çıka rilen nazikâne muameleden minnettarız. rılmıştır. Kemal vapuru süvarisile mürettebatı da Ispanyol süvarisînin sözleri Türk denizciliğine lâyık bir şekilde hareArmuro süvarisi Antonio Alonso bir ket ederek minnet ve şükranımızı kazanmışlardır. muharririmize şunları söylemiştir: « Ağustosun 18 inci çarşamba akTürk denizcilerinin merd insanlar ol şamı saat 18 sularında Bozcaadanın bir duklarını tarihlerde okumuştum. Bu hamil açığında milliyeti meçhul bir tahtel kikati bu sefer gözlerimizle de gördük.» bahir gördük. Denızaltı gemısınm ne Kaptan Antonio dün öğleden sonra bayrağı, ne de herhangi hususî bir işare îspanyol konsoloshanesine giderek rapo ti vardı. Meçhul tahtelbahiri görünce biı rupjı yazmış ve konsolosa vermi?tir. tehlike karşısında bulunduğumuzu an îspanya maslahatgüzan M Begonya ladım ve derhal son süratle sahile yak Türk sularında cereyan eden bu hâdise laşmağa başladım. Bu esnada tahtelba hakkında yarın Hariciye Vekilimizle gö hir hücuma hazırlanıyordu ve nitekim rüsecektir. Pirede büyük bir yangm Atina 22 (Hususî) Dün gece sabaha karşı Pire'de çıkan bir yangında Af. TURHAN TAS Patraki büyük kumaş fabrikasınm yeni yapılan iplik dairesi kâmilen yanmıştır. Bir kız erkek oldu Fabrikanın deposunda bulunan pamuk Haydarpaşa hasta»esinde yapılan bir balyalarından pek çokları da ateşten kur ameliyat neticesinde 14 yaşında Yoz tanlamamıştır. Fabrikanm makinelerinde gadlı Azado isminde bir Ermeni k ı a de ehemmiyetli hasar vardır. erkek olmuştur. yet dimağa, asaba hâkim oluyor. Şekib, o anda, kansını, memnun, mesud uyutan tesirin hava kadar, ümid, «beraet kararı» olduğunu hissediyordu. Fakat doktorun dediği doğru idi; Melike, zamamnda uyumağa, zamamnda yemeğe, zamamnda yatıp kalkmağa öyle alışmıştı ki artık, küçük anzalar, kocasınm gelmesi gibi büyük hâdisele: bile, onun alıskanlıgını bozamıyordu. Hava, dimağa ve asaba hâkim olmuştu. Şekib, doktoru haklı bulmakla bera ber, bunu Melikeye söyliyebilmenin güclüğünü düşünüyordu. Doktor: Dört ay daha, diyordu... Bir kere başladık, değil mi, şunu bitiriverelim. Şekib, biran durdı, kollannı kavuşturdu, başını iğdi, içini çekti, doktorun yüzüne baktı: Peki, bunu, Melikeye nasıl söy liyeyim? Doktor da ona bakıyor, birşey söy liyemiyordu. Şekib, devam etti: Geçen gün, raikrobunun azaldığını söylemişler. Doktor başını salladı: Evet, O, bundan çok ümidlenmiş. Ya kmda çıkacağını umuyor. Ümddini, ne sesini nasıl kırarım?. Şekibia sesi yas doluydu; doktor da düşünüyor gibiydi: Hemen bugün çıkması mevzuubahs değil a... Zaten, nasıl olsa, bir ay yatacak. Ben, idare ederim. Şekib, ayağa kalktı, doktorun iki elini tutarak sıktı: Beni, daima minnettar ediyorsu nuz, doktorcuğum. Doktor, gülüyordu: Hayır... Bir dost, bir insan daha kazanıyorum! Edebf tefrika : 49 Yazan : Mahmud Yesari jülüyordu. Onun kahkahalannda, gizli lay, tahkir, beğenmemezlik, çekememezik gibi ikinci ve iğneli manalar yoktu. O, üreğinin bütün açıklığı ve temizliği [e gülüyordu. Onun kahkahalarını du anların, kendileri de farkma varmak ızın sebebsiz bir neşeye kapılmamalan .abil değildi. $ekib, para işlerile, bilhassa rakamlara uğraşan insanlann çoğunun sert, asık üzlü; ters huylu olduklannı görmüş ve ıuna alışmıştı. Sanatoryomun güleryüzlü nuhasebecisi, Şekibi şaşırtıyordu. Bunları doktor mu aramış, seçmiş, buaya getirmişti, yoksa tesadüf mü? Sizi, çok beklettim mi? Şekib, doktorun sesini duyarak dön lü, ayağa kalktı: Hayır, doktorcuğum. Doktor, gülüyordu: Gene aşağıya, odaya gideceğiz. Tekrar bahçeden çekerek odaya dönnüşlerdi. Doktor, beyaz gömleğini çıkarlı, başhemşireye verdi ve başhemşirenin ızattığı alkole batınlmış pamuklarla boyıunu, kulaklarının arkasını, ellerini iyice I sildi. Yorgun bir oh ile koltuğa oturdu: Hastamız, kışı burada geçirmekle çok iyi edecektir. Yani hastalığı kökünden kesip atmış olacağız. Buradan, sizin ve benim gibi, normal bir insan olarak çıkacakhr. Eğer, sizi yakın tanımasam, hastamızın kışı sanatoryomda geçirmesi lâzım geldiğini, bu kadar söylemezdim. Yüzü, birden ıstırabla buruşmuştu: Çünkü maalesef, herkes bir değil. Tavsiyelerimi, hasis menfaat düşüncelerine kanştıracak kadar fena telâkki edenler de bulunuyor. Tabiî, bunu, yüzüme karşı, açık açık söylemiyörlar. Fakat ben, onların bakışlanndan, bıyık altmdan gülüşlerinden anlıyorum. Sumenin kenarlanna sıkıştırılmış kartları, zarfları, kâğıdlan parmaklan nın ucile düzeltiyordu: Çok güc meslek, azizim. DoktorIar, para kazanıyorlar, dedikodusu çıktığı gündenberi, doktorlarla hastalann araları açıldı. Bu, daha çok, hastalar hesabına fena oldu. Bir hasta geldiği zaman, ben açıkça: Paranız var mı? diye soramıyorum. Hastanın içinde küçük bir şüp he uyanacak diye titriyorum. Bir hastaya muhakkak sanatoryoma yatmalısınız, diyemiyorum. Demek mecburiyetinde kaldığım zaman da, resmî ve bedava müesseseleri tavsiye ediyorum. Bu, çok acı, fakat ne yaparsınız? Boynunu iğmiş, gözlerinin içindeki ışık kararmış, hüzünle bakıyordu: Böyle, azizim... Bir hastaya; sanatoryomda yatmalısınız, dediğim vakit, bunun ticarî bir endişe gibi karşılanması, beni korkutuyor. Doktoru, yakından ve iyi tanıyan Şekib, onun bütün hüznünü kendi kalbinde de duyuyordu: Haklısınız, doktorcuğum. Bu, hak verişin bütün samimiliğini sezen doktorun gözlerinde ışıklar yanıvermişti: Teşekkür ederim... Başını ağır ağır doğrulttu: Ben, hastalanmı nekadar severım, bilmezsiniz. Bir kere ben, doktordan, herşeyden evvel, aile erkeğiyim. Benim dünyadaki zevkim, eğlencem, herşeyim karım ve çocuklanmdır. Ben, fenalık edemem; herkese daima iyilik etmek isterim. Fakat buna da inandırmak lâzım dır. Yüzu, sevîncle gülümsüyorduı Fakat ben, samimiyetimin mükâfatını da alıyorum. Hastalanmdan gelen 11 Melike, akşam küründen sonra şez longdan inerken, hayretle yere baktı. Balkon, sarı, ince bir tozla örtülüydü. Akşam, hemşire Senihaya sordu: Camlann tozları değil mi? Evet. Rüzgâr dağıtıyor. Siz, onu ciğerlerinize da alıyorsunuz. Melike, birdenbire farkmda olduğu bu sarı ince toz serpintilerini, harikulâde bir hâdise gibi, sabaha kadar düşündü. Şekib geldigi zaman, bunu. uzun u zun anlattı. Kocası da çek dikkatle dinliyordu: Melike, dedi. Farkmda mı$ın> Sen, buraya iyice alışbn. Şekibin, bunu, belki bir kinaye gibi söylemiş olması ihtimali, gene kadını çıldırtıvermişti: (Arktuı var)