24 Mayıs 1937 CUMHURÎYET Bir cevaba cevab Kitablara şerh yazmak Kırtasiyeci Lutfi mezara yanlış bir hareket midir ? ölmeden diri diri mi gomuldu l N. Artam tarafmdan «Modası geçmiş bir şark bilgiçliği» diye tevsim edilen bu âdet bugün dünyanın her tarafında kullanılmaktadır Ulus gazetesinin 9,5/937 tarihli nüshasındaki Nureddin Artam imzalı yazıyı yeni okudum. Zira bir müddettenberi Bursadaydım. N. Artam bu yazısında adeta benden hakkı kelâmı selbetmek istiyor. Çünkü benim gözlüğüm varmış ve bunun camları kahnlaşmış. Benim çoktanberi imzam görülmüyormuş. Çünkü ben geçkin bir ineanmışım. Artamın zumunca bütün bu sebebler benim susmaklığımı icab ettiriyormuş. Bu ne acaib dava! Evvelâ bütün tabiî haklann herkese olduğu gibi bana ve bütün Türkıye Cumhuriyeti kanunlarının her Türke olduğu gibi gene bana temin ettiği bir hak vardır. Bu hak benim düşündüğüm fikirlerı istediğim gibi ve istediğim zaman söylemek ve yazabilmekliğimden ibarettir. Eger Artam bu hakkı bilmiyorsa Türkiyedeki inkılâbı hiç görmemiş veya anlamamış demektir. O halde onun hemen İnkılâb Enstitüsüne yazılarak orada verilen dersleri öğrenmesinden başka yapacak bir îşi olmaz. İnkılâbı Türkiyede yepyeni ve dipidiri olarak ibda edenler Türkiye Cumhuriyeti için 6 prensip kabul etmişlerdir. Bunlann birincisi halkın hâkimiyetidir. Aleksi Karel'in türkçeye terceme ve neşredilmiş olan kitabmda bu prensip tezyiı ediliyor. Demokrasi medeniyetin inhitatına sebeb olmaktadır deniliyor. Bunun için yapılan tercemede bu iddianın münasib suretle cevabı verilmeliydi, yolunidaki ihtanm niçin bu bayın canını sıkHiış! Uç sene ewel neşretmiş olduğum Dcmokrasi Nedir? Adlı kitabı Halk Fırkasmın emrile bütün Halkevlerine göndermiştim. Aleksi Karel'den çok evvel demokrasiye tevcih edilmiş olan müteaddid hücum ve itirazların hepsinin cevablan orada verilmişti. Türkiye Cumhuriyeti kanunları hep o 6 prensipe göre tadil ye ıslah edilmiştir. Aleksi Karel varsın kadın ve erkekler arasında müsavat yoktur ve olamaz desin. Biz bu müsavatı kabul ettiğimizden bugün Millet Meclisinde birçok kadın meb'uslarımız vardır. 5 U halde tercemede müellifin bu mülâhaza$ına karşı da not olarak münasib bir cevab vermek icab etmez miydi? Ve benim bu düşüncemi söylemekliğim bir hata mıdır? Benim bu ihtarıma karşı Nureddin Artam şöyle diyor: « Böyle bir eser tercemesini bir vaz'u irşad kitabı halıne sokmak zihnıyeti hiç olmazsa, bizden tetkiki musahif ve müellefat devirleri kadar uzaktır. Bir metin tercemesinin dörtbir yanını lilmütercimlerle doldurmakta modası geçmiş bir şark bilgiçliğidir.» Herkesin anlaması için değil mi? Herkesten vazgeçtik. Lise mezunları bile anlamıyacak olduktan sonra terceme neye yarar? Şu halde mesele basittir. Müellifin maksadını okuyuculara anlatmak için benim tavsiye ettiğim notlara ihtiyac vardı. Bununla beraber benim bu tavsiyem «Modası geçmiş bir şark bilgiçliği» de ideğildir. Tamamen garb âlimlerinin kabul ve riayet ettikleri bir usuldür. Nureddin Artam bu an'ancyi ya biliyor, ya bilmiyor. Bilmiyorsa bu bahse ne karışıyor? Biliyorsa niçin hakikati saklıyarak genc okuyucularını iğfal ediyor? Avrupa dillerinde yazümış edebî ve felsefî eserlerin birçoğu şerhsiz anlaşılmaz. Dante Aligiyeri'nin Divın komedisini 3 bınden fazla şarih anlatmağa çalışmışlardır. Dante'nin vefatından sonra neşredilmiş olan bu manzumenin şerhi için evvelâ Milâno Arşöveki Jean Visconti 6 âlim adamı memur etmiştir. Floransa ve Bolonyada onu genclere anlatmak için üniversitede iki kürsü kurulmuştu. Velhasıl Dante'nin eserlerini şerh için yalnız italyanca yazılmış şerhler büyük bir kütübhane teşkil edecek kadar çoktur. Kantın felsefesini de izah için 4 bin kadar şerh vardır. Bunları bir yana bırakalım, hatta mekteblerde okutturulan kıraat, gramer, sentaks ve edebiyat ki tabları için bile öğretmenlere mahsus şerh kitabları vardır. Muallim, derslerinı iyice ve doğru olarak takrir edebilmesi için bu şerhlere muhtacdır. Bundan başka bu ihtiyac yeni ilimlere aid kitablar için daha ziyade mevcuddur. Çünkü hergün birçok yeni nazariyeler ve yeni ta birler ortaya konuyor. Okuyucuların çoğu için bu tabirler adeta bir muamma • dır. Binaenaleyh onlann da bu yeni şeylerden azçok haberdar olabilmeleri için müelliflerin kendileri bile benim bahsettiğim haşiyeleri yapmağa himmet edi • yorlar. Tuhaf bir tesadüf, Bursada okumak üzere yanıma almış olduğum Le secret de la vie adlı bir eserde müellif Lakhovosky'nin şu mütaleası gözüme iliştiğin den bunu Artama cevab olmak üzere aynen yazıyorum: t Au vocabulaire special de la physique. et parüculierement des sciences de L ra a dıation, je n'ai emprunte que quelqu?s mots. bien connus â l'heure actuelle de tous les amateurs de radiophonie, et ils sont legion. Ce sont: la selfinductance. qui caracterise rinduction electromagr.etique d'un circuit, la capacite, qui caracterise son induction electrostatique, la resistance electrique, qui caracterise l'opposıtıon du circuit au passage du courant. la longueur d'onde et la frequence, grandeurs inverses qui caracterisent la nature de la radiation. Toute formule mathema tique a ete ecartee. Toutes les explications scientifiques utiles sont donnees en notes et elles ne sont pas indispensables a la comprehension de l'ouvrage». Bu ibare kat'î bir suret ispat ediyor ki müellif kitabını halkın anlıyabilmesi için gayet açık yazdığı halde gene icab eden yerlerine ihtiyaten haşiyeler yazmıştır. Hem kasden hiçbir riyaziye düsturunu istimal etmediği halde. Çünkü bunları kullanmış olsaydı o vakit kitabı yalnız pek mahdud ihtisas sahiblerine hitab etmiş olurdu. Aynştay'nin nazariyesini halka azçok anlatabilmek için garb dillerinde yazılmış olan yüzlerce şerhler de acaba modas" geçmiş bir şark bilgiçliği midir? İsveç Prenslerinden Chaıies'ın Kon tes Elsa de Rosen'le evlenmek için bütün hanedan hukukundan vazgeçüğini yazmıştık. Resmimiz Prensle müstak bel zevcesini Stokholm'de gezerken gösteriyor. Izmir (Hususî) Şehrimizde bir clünün mezarda dirildiği, fakat vaktinde çıkarılamadığı için ölüp gittiği hakkındaki şayiaları bildirmiştim. Şayia, yavaş yavaş dal budak salmakta ve halkı heye cana vermektedir. Ölen, kırtasiyeci Lutfi namında bir gencdir. Kendisi biraz hastalıklıdır. On gün evvel, rahatsızlığını söyliyerek Karşıyakada Ömerbey eczanesine başvur muş, fakat o aralık, yuvarlanıp düşmüştür. Belediye ve hükumet tabibleri ge'erek kendisinin kalb sektesinden öldüğü hakkında bir rapor ve defnine müsaade vermişlerdir. Karşıyakada kimsesi olmadığı için, cesed, eczane karşısındaki ca miye kaldırılmış, gasledılmiş, defnolun muştur. Şayialara bakılacak olursa, Lutfi öl memiş, bir baygınlık geçirmiş ve o gece, mezar bekçisi, bu taze mezann içinden bir takım gürültüler duyarak korkmuş, guya birkaç kişiye söylemiş. Ertesi gün, bekçi ve bir iki kişi mezarı açınca, Lutfinin mezar içinde iki büklüm vaziyelte oturduğunu, saçının, başınm parçalan mış olduğunu, bazı yerlerinden kan ak tığını görüp mezarı tekrar kapamışlar. Yani, Lutfi, uzun müddet kendini kurtarmağa çahşmış ve muvaffak olamayınca, oracıkta hakikaten ölüp gitmiş. Alâkadar hekimlere sordum. Bana: Böyle birşey varid olamaz. Çünkü ölümü tesbit edilmiştir. Esasen hastalıklı imiş! Dediler. Keza, rivayetler arasında bekçinin mezardan gelen feryadlar üzerine zabıtayı haberdar ettiği hakkmdaki şayialar münasebetıle zabıtaya sordum. Hayır, bize böyle bir müracaat olmamıştır. Cevabını aldım. Fakat şayialar, musırrane bir şekil almış bulunuyor. Hatta, mezar bekçisinin korkarak hastalandığı da söyleniyor. Bu vaziyet üzerine Müddeiumumilik ise vazıyed etmiştir. Bugün mezar açılacak ve cesedde otopsi yapılacaktır. Maamafıh cesedin mezar içinde tesbit edilecek vaziyeti, hâdiseyi aydın latmağa ve şayianın sıhhat derecesini tesbite imkân verecektir. tzmirde dedikodu uyandıran hâdise O ZAMANLAR Bu kitabda toplanan yazılara «O Zamanlar» denmesi kıymetin yazılarda değil yazılan zamanlarda görülmesindendir. «Millî Mücadele», «İstiklâl Savaşı» gibi adlar verilen o üç dört yıllık zaman bütün mazide yoktu; çünkü Türk milleti bütün mazisinde felâketin o kadar sonsuzuna düşmemişti ki o kadar sonsuz bir şahlanış fırsatı eline geçmişti diyebilelim. O zamanlar bundan sonraki bütün atide dahi yoktur. Çünkü Türk milleti bir daha öyle bir felâkete düşmiyecek; çünkü o zamanlarla yalnız ölümden kurtulmuş değil ölmemeğe de ermişiz. O zamanlar hem kendini hem kendinden sonrayı kurtardı. Uç dört yıllık bir zaman; bir taraftan «hal» i derin bir gayya içinden çelik bir çengelle kancalayıp çıkarış; bir taraftan tarihin mukadderat nehri halindeki önüne geçilmez akışını durduruş ve bir taraftan atiyi nereye gideceği belli bir şose gibi uzatış; o üç dört yılda üç zaman var. O zamanlar Türk milletinin kutsiyetidir. Hepimiz bütün küçük hislerin üstüne çıkarak, hepimizin ayakları bu fani dünyanın çatlak maddiyetinden ayrılmış, hepimiz büyük davanın humması içinde etten ve kemikten değilmişiz gibi yaşadık. O zamanların büyük humması... Aradan bu kadar yıl geçti; hâlâ en sıkkın günlerimde kendimi o zamanlann koynuna bırakınca ruhum başka bir âleme atılmış gibi bu âlemin derdlerinden sıynlır. O Zamanlar o zamanların içinde yaşıyanlar için füsunlu bir devadır. Refahla saadeti karıştırmamah; birincisi gövdenin, ikincisi ruhun hakkı. Refahm en sonunda oluruz da saadetten nasibimiz olmaz. Saraylar içinde mustarib hükümdarlar ve kulübeler içinde mes'ud yoksullar görünüşü bundan ileri gelse gerek. Taş çatlasa bu gövdeye ne üç yudum fazla içirebilir, ne üç lokma fazla yedirebiliriz. Fakat ruhun ufukları... Şeyh Galibin: Bir şulesi var ki şem'i cânın Funusuna sığmaz asumanıru Demesi yalnız en renkli bir şiir değil ayni zamanda en yüksek bir hakikattir. O zamanlann ulviyeti içinde ruhlar fanuslarına sığmıyan yakut alevli meşalelere dönmüştü. Ne paye, ne ikbal; bu dünyada ruhların bu şehrayininden daha güzel birşey olamaz. Bu yazılan beni o zamanlara erdirmiş ve o zamanların içinde yaşatmış olan talihime şükrederek topladım. O zaman yazılan bu yazılar bir bakıma göre konuşmaktan ziyade haykmr; bu, hiddetimizdendi. Bir bakıma göre de bu yazılar dudağını kımıldatıp hançeresinden sesler çıkararak birşeyler söylüyormuş gibi göründüğü halde birşey söyliyemiyen dilsizlere benzer; bu, aczimizdendir. Zaten büyük heyecanlar insanı dilsiz edermiş. İstiklâl cengi zamanlan ise heyecan değil humma idi. On yedi yılla on dört yıl evveli arasında yazılan bu genclik yazılanm şimdi hiç bir tarafına dokunmaksızm olduğu gibi neşrediyorum; yazılar yazandan çok yazılan zamanın olduğu için. Onlan değiştirmek hakkı yazana da verilemez. Bir yanda daha iyi görünsün diye yazıyı düzeltmek hevesi, bir yanda yazılan zamana hiyanet etmemek vazifesi; vazife hevesi yendi. Güzel eserler nasıl çirkinleştiriliyor? alatadan Köprü yolile Istanbul yakasına ayak atan her yabancı, Türk san'atkârlığmın bir şaheserile karşılaşır. Bu, Yenicamidir ve onda mimarî dehamızm mermerleşmiş zarif bir tebessümü yaşar. Son günlerde bu ebedî tebessüme biraz gözyaşı kanştırılmış gibidir. San'at, bütün azametile gerçi o eserde gene gülümsüyor, lâkin bu tebessümde şimdi ağlıyan bir ses de gizli! Bu kanaate niçin erdiğimi izah etmezden önce Yenicaminin tarihî hususiyetlerinden bir ikisine temas etmek isterim: Romadaki Sen Piyer kilisesi istisna edilirse yeryüzünde yeni ve eski hiçbir mabedin plânı bu camide olduğu kadar muhtelif san'atkâr dimağlarından geçmedi.Sen Piyerde Rossellino, Bramante, Raphael, MichelAnge, Carlo Maderno ve Bernin gibi yüksek zekâların kaynaşıp birleştiği görülür. Eser birdir, müessir altıdır. Yenicami de öyledir, muhtelif zekâların yarattığı bir eserdir. Onu yaptırmayı Üçüncü Mehmedin anası Safiye Sultan düşündü, plânını mimar Davud yaptı. Sonra dalgıç Ahmed Çavuş, daha sonra mimar Kasım, mimar Mustafa ayn ayn kendi san'at heyecanlarını Davudun plânına katmak imkânını buldu. Demek ki eserde dört seçkin mimarımızın zekâsı, hüneri, ilmi imtizac ve izdivac etmiştir, ondan dolayı da mabed, pek hususî bir güzellik ve zarafet kazanmıştır. < Yalvaç deri fabrikası faaliyete geçti Hukukundan vaz geçen İsveç Prensi Gene bunun içindir ki o zaman düşman, şimdi dost olan milletlere aid öfkeli satırlan da olduğu gibi bırakmak zaruretinde kaldım. Zaten biz bütün Türk milleti o zaman onlara karşı öfkenin en yükseğile feveranda olmasaydık bugün onlarIa böyle dost olmak liyakatini kazanmış olamazdık. İyi düşman olabildiğimiz için iyi dostuz. O zamanlann bir de yazı şekline girYenicaminin yapılış devri de hususî bir memiş haüraları var. Bunlar ruhun füshati içinde henüz küreleşmemiş ziya bu imtidad arzeder. Mabedin temeli (1591) lutundan âlemcikler gibi ışıklı ışıklı dola de atıldı, kapısı (1663) de açıldı. Gene şıp duruyorlar. Eskidikçe kıymetleşen şa Sen Piyer istisna olunursa hiçbir mabedin rab gibi zaman geçtikçe daha şiirleşen o yapılması bu kadar uzun sürmemiştir. Ayasofyanın yapısı beş senede (532hatıralar varsın öyle dolaşıp dursunlar: 537), Süleymaniyeninki sekiz yılda Eğer yazmak denen ihtirasın pençesi bir (15491557) bitmişti. Yenicamininki gün onlara da uzanmazsa. (72) yıl devam etti. Mayıs 937, Cihangir Bu hususiyetlere ve caminin temsil ve ÎSMA1L HABIB ihtiva ettiği yüksek kıymete onun mimarlık tarihimizde son kemal abidesi olmak gibi bir noktayı da ilâve edersek tstanbulun sayılı incilerinden biri bulunan bu san'at bediasına hepimizin saygı göstermeğe mecbur kalışımızın sebebleri oldukça belli edilmiş olur. Şimdi sadede geçelim: Yenicami son aylar içinde uzun bir tamir gördü, binlerce lira sarfolunarak ihmal kirlerinden ve yaralanndan kurtanlmak istenildi. Fakal bu iş yapıhrken taşlar kezzabla yıkandı ve Köprüye nazır cephedeki musluklar çıkarılarak yerleri sıvandı. Eski eserlerin taşlarını guya parlatmak için kezzabla yıkamak, ihtiyarlann alınlarındaki mubarek çizgileri söküp çıkarmak gibi mânasız bir iştir. Herhangi bir camiden su musluklarını koparıp atmaksa minareleri şerefesiz bırakmağa benzer. Camilerde musluk, evlerde pcncere, insanlarda göz gibi esaslı bir unsurdur. Pencereyi evden, gözü insan yüzünden çıkarınca nasıl bir manzara hâsıl olursa camilerden muslukları sökmekle de ayni neticeye vâsıl olunur. Bunu, bu ağır hatayı niçin yaptılar?.. Ben, güzelliği çirkinleştirmek için diyorum, fakat bebekleri kopanlıp atılmış bir sıra göze benziyen o kuru musluk deliklerinin ifade ettiği mana, benim bu hükmümden de acıdır!.. Mehmed AU Ayni sulara bakan olmadığı gibi; bugün sobalarımızda yaktığımız, altı saat şimalin deki Sultan dağlarının karnını doldurar kömürler de üvey evlâd kadar bakımsız ve kimsesizdir. İdealist kafalann faaliyeti ile bu geri muhitin pek yakında asrî ve mamur bir memba halinde nurlandırılmaIktısadî ve askerî bakımdan büyük de sını candan temenni ediyoruz. Bu münağeri olan bu fabrikanın daha mükemmel sebetle belediye faaliyetinin de yola girebir hale erişeceğinde şüphemiz yoktur. ceğini ümid ederiz. Yalvaç dağlarla çevrilmiş, meşhur KüYukarıdaki resim faaliyete geçen deri çük Antinikos harabelerinin buluıduğu fabrikasını göstermektedir. şirin bir kasabadır. Orada başı boş akan Abdülkadir An göre tehlike derecesi tayin edilebilecek bir rakib. İdeal buhranı mı? Değil mi ya? Bütün memleket bir ideal buhranı geçiriyor; üstelik bir de kadının müstakil bir ideal buhranı var. Vediaya ana olmak hakkında fikrini sordun mu hiç? Hayır! Sor. Bu gece sorayım. Sor. Ben eminim ki sana müphem cevab verecektir. Bu kadar uyanmış kız, erkekle kadın münasebetinin bizdeki ananevî şekli üstünde kalamaz. Birçok korkuları vardır. Muvazenesini en çok şa şırdığı nokta da orasıdır. Avrupa şekillerine zâf duyar. Belki Rüştüye bağlıîığı ondandır. Senin münevver oluşun ona ümid verir, fakat çocuklukta aldığın itiyadlardan korkar. Sende bir şark derebeyi ruhunun saklı olmasmdan korkar. Rüştü de nihayet bir şarklıdır ama, şekli ve kadına karşı serbest duruşu bu korkuyu izale eder. Hepsi bir ideal meselesidir, değil mi? Rüştü ve sen ayn ayn kıymetler temsil ediyorsunuz. Sen daha karışıksın, Rüştü daha net. Yanında daha rahat edilecek bir adam. Fakat ihtiras vermez; makul yaşayışa teşvik eder. İnkılâb Türkiyesinde, işgal ve düşman yüzü görmiyen küçük Yalvaçta, senelerdenberi çalıştınlamıyan deri fabrikası. Ulu Önder Atatürkün işaretile faaliyete geçmiştir. Fabrika Almanların modcn dericilik sanayiine uygun olarak kurul muştur. M. TURHAN TAN Cumhuriyetin edebî tefrikası: 82 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa odadan çıkardı ve dar koridorun üstünde, kapının tam karşısına gelen büyük pencerenin önünde durdurdu. Buradan kü çüklerin bahçesi görünüyordu. Orhan, bir çocuğu kovalıyan Tahsini gösterdi: Bakın, bakın! dedi, işte Tahsin! Tanıyorsunuz değil mi? Evet, tabiî... Bugün çok neşeli. Babası yakında Hapisten çıkacak. Ben de mektebdeyim. En mes'ud günleri... Bakınız... Şu du varın yanında bir pencere var. Şurada da bir atkestanesi ağacı... Yahsin Cemile taşı bu ağacın dibinden atmış. Beni si zinle tanıştıran taşı... Tahsin koşarken yüzükayun yere yuvarlandı ve kız hafif bir çığlık kopardı. Fakat çocuk hemen yerden kalkarak, daha kuvvetli bir hamle ile koşmağa devam etmişti. Gözden kayboldular. Vediayı tekrar odaya götüren Or han: Bahrinin intiharında da Tahsinin attığı taşın mühim bir rolü olduğunu kabul etmez misiniz? dedi. Orhan Vedianm sesinde bugünkü kaÜar derinleşmiş bir samimî ton farketmepıişti. Necatinin yanında onun böyle konuşuşu da Orhanın hoşuna gidiyordu. *Hiç yapmacığı yok bu kızın...» diye düşündü. Necati vazifeye aid bir bahane ile, tekrar geleceğini söyliyerek odadan çıktı fte onlan yalnız bıraktı. Orhan Vediaya yaklaştı ve iki elini de tutarak dudaklarına götürdü. Bir sessizJik anı içinde uzaktan çocukların şarkı îan ve haykırışmalan geliyordu. Vedia cloğruldu, omuzlannı yukarı kaldırdı ve nefes almadan bu seslere kulak verdi. Derin bir haz ve hayret içindeydi: Mekteb hayatı ne güzel! dedi. Sonra, nefesini bırakarak ilâve etti: Ben hiç mektebe gitmedim. Yüzündeki hayretin rüyası yavaş yayaş siliniyor, yerine düşünce doluyordu. Mırıldandı: Yüzlerce taze çocuk ruhu bir ara"da yaşıyor, kaynaşıyor... Orhan kızı elinden tutarak ağır ağır, Genc kız, gözlerini büyüten bir hay Samimî kız. İçi nekadar karışık olursa retle mırıldandı: olsun bu samimiyet her düğümü çözer. Belki. Orhan Necatiyi dinlerken bu sözleri Orhan: «Evet, çünkü bu taş bizi ta asla unutmıyacağını hissediyordu; bu, nıştırdı.» diyecekti; fakat kendisine ver inanılan bir dost ağzında o nevi hükümdiği ehemmiyeti ilân etmekten çekinerek lerden biriydi ki üç dört kelimeden ibaret sustu. olduğu halde bir adamın hayatına ölünVedia başörtüsünü düzelterek: ciye kadar istikamet verebilirdi. Orhan, Ben gideyim, dedi. Siz ne vakit içinde yaşadığımız tesir dünyasmda, ruserbest olabilirsiniz? humuzun sıcak balmumu gibi yumuşadı Son dersten sonra; fakat gündüz ğı ve dost sözlerinin çelik damga gibi kagelirsem gece gelemem. tılaşarak onun üstüne ebedî telkinini bas Gündüz gelmeyiniz. Gece bekli tığı anlardan birinde olduğunu biliyordu. yeyim sizi. Biraz gezeriz. Mehtab var. Ruhun dışarıdan gelen her tesire gebe İyi. Talebeyi yatırdıktan sonra ge kalmağa en müstaid olduğu an. lirim. Saat ona doğru. Gülümsiyerek: Sizi bahçede beklerim. Başka? dedi. Orhan Vediayı mektebin sokak ka Belki Rüştüye karşı bir mücadele pısına kadar teşyi etti. geçireceksin. Bilmiyorum. Belki bu senin Dönerken muallim odasına uğrıyarak vehmindir. Necatiyi buldu. Beraber rıhtıma çıktılar. Benim değil, Bahrinin. Bahri yaGüneşten gelen sıcaklık denizden yük nılmış olamaz. selen serinlik üstünde kırıhyordu. Hava Doğru. Fakat Vediaya karşı senin da bu mücadeleyi hissettiler. Bahriden daha fazla şansin var. RüştüNecati ceketinin önünü ilikliyerek yü tanımıyorum. Senin anlattığına göre hüküm vermek lâzım gelirse tehlikesiz bir durdu ve Orhanın yüzüne baktı: Bu kızı sev, dostum, korkma! de rakibdir. Necati biraz düşündükten sonra bu di. Arkadaşının biraz titrediğini hisseltiği son hükmünü tashih etmek istedi: Tehlikesiz değil; fakat Vedianm koluna girerek yürüdü ve söyledi: Korkma. Sun'î değil. Anladın mı? geçirdiği ideal buhranının neticelerine Akıl ve ihtiras mücadelesi. Rüştü benden daha mı makuldür? Kafaca değil. Mizac itibarile hayat hâdiselerini daha sade ve makul zihin şemaları içinde görür. Kadına rahatlık verir. Rahatlık ve boşluk. Sen kadmı doldurursun, daha kuvvetli yaşatırsın, fakat sarsarsm. Vedia gibi bir kızda ihti ras hayatı galib göründüğü için senin şansm Rüştüden fazladır. Rüştü senin kadar ve senin gibi sevemez. Hiç sevemez. Yok, o söylediği şeylere inanma. Salon safsatalarıdır. Aşk aleyhine bin şey söylenir, fakat insanlar gene sevmeğe devam ederler. Kendinden pay biçsene..^ Eskiden aşkın nekadar aleyhine düşünüyordun. Doğru. Değil mi? Şimdi, adeta... Söyle meden yapamıyacağım: Seviyorsun. Necati arkadaşının yüzüne gülereE baktı. Orhan da gülümsüyor ve hayretle gözîerini açıyordu. Necati sordu: Değil mi? Bilmiyorum. (Arkası var)