22 Mayıs 1937 CUmHURTYET Evin için'ı yaratmak san'ati Üstad Salahaddin Refik bize bu san'ati anlatıyor «Bir evi, bir odayı iyi tefriş ve tezyin edebilmek için çok paradan evvel, çok zevk, çok san'at ve çok bilgi lâzımdır» 19 mayıs bayramımız Büyük Şefimiz; Dahiliye Vekili vasıtasiîe millete sevgisîni bildirdi [Baştaraiı l inci sahifede] içinde taşıdığı inan, irade ve sevgi güneşıni, saltanat ve hilâfet rejiminin bütün şenaatine rağmen ilk defa Samsunda milletin ezgin ve bitkın gözleri önünde parlatan ve milletin içinde ve mılletle beraber bugünün Türkiyesini yaratan Atatürke sonsuz minnet ve şükranlarıraızı sunarken, daima arkasından bir tek nefer gibi gitmenin zevki, heyecan ve itminanile sağhklar, uzun ömürler ve yeni başarılar dileriz. Ddhiliye Vekili ve C. H. P. Genel Sekreteri Şükrü Kaya Şükrü Kaya İç tşleri Bakanı ve C. H. P. Genel Sekreteri ANKARA 19 mayıs gününün yıldönümünde Ankara Stadyomunda toplanan muhterem yurddaşların ve şuurlu ve gürbüz genchğin yuksek ve kalbî hislerini bildiren telgrafınızı büyük sevincle aldım. Te şekkür eder ve Türkün hududu olmıyan yükselme ve ilerilemesinde daima başarılar dılerım. K. ATATÜRK Abdülhalik Renda B. M. Meclisi Reisi Milli hakimiyetin ve mıllî iradenin ve millî kurtuluş cidalinin başlangıcı olan 19 mayıs gününde inkılâbımızın en manalı eseri olan Mıllet Meclisinin sayın Başkanına derin saygı ve sevgılerimizi sunmakla bahtiyarız. Dahiliye Vekili ve C. H. P. Genel Sekreteri Şükrü Kaya Şükrü Kaya Dahiliye Vekili ve C. H. P. Genel Sekreteri 19 mayıs yıldönümünün kutlulanması münasebetile hakkımda izhar olunan samimî duygulara teşekkür eder, saygılarımı sunarım. B. M. Meclisi Reisi M. A. Renda Ismet İnönü Başbakan Atatürk rejiminin en muvaffak başarıcısı Başbakan tsmet İnönüne yorul mak ve yılmak bilmez çalışma ve ya ratma aşkının daima muvaffakiyetleri önünde şükran ve saygımızı bir daha tekrarlamak için, bu mutlu günü vesile addederiz. Dahiliye Vekili ve C. H. P. Genel Sekreteri Şükrü Kaya Ekselâns Şükrü Kaya ANKARA Ankara Stadyomunda beni hatırlıyan vatandaşlarıma teşekkür ve minnetlerimi sunarım. 19 mayıs ne muUu gün, ne aziz bayramdır. Polis katili Nazımın muhakemesi başladı Katil, bu tüyler ürpertici cinayeti ne şekilde işlediğini anlattı Gene halk romanlarî meselesi erbiri ellişer bin nüsha satılan, daha doğrusu herbiri binlerce saf ruh uzerinde dalâletkâr tesirler yapan mahud saçmasapan kitabarın zehirini gidermek ve onları faydah ir şekle sokmak için Dahiliye Vekâleti arafından atılan uğurlu ve hayırlı adımar münasebetile geçen gün bu sütunda kısa bir tahlil yapmıştım. Bugün de ayni mevzua temas edeceğim. Dahiliye Vekâleti köylüye sunulan dıli, üslubu, fikri ve hatta resmi, kâğıdı, basılışı bayağıdan daha bayağı kitabların mahiyetini teşrıh ederken onların çok fazla basılmakta ve çok fazla satılmakta olmaları noktasında bilhassa tevakkuf ediyor. Fakat bunun sebebini, tam bir hakikat olarak, göstermiyor. Halbuki o kitabların en kuytu köşelere kadar girmesi, girebilmesi, ibretle mütalea olunacak bir mevzudur. Eğer bu cihet, lâyık olduğu kadar ehemmiyetle ele alınmazsa yeniden yazılacak kitabların akıbeti hüs randan ibaret kalacak ve köylü gene eski masalların esiri kalacaktır. Niçin mi? Okuyuculanmın müsaade sile izah edeyim: Bizde kitablar, basit r reklâmla halka arzolunur. Devlet matbaasınca basılan eserlerse üç dört satırla dahi reklâm edilmez, kulaktan du yulmak suretile husule gelecek bir rağ bete intizar olunarak depolarda bekletiir. En değerli eserlenn üç beş yüz nüshadan fazla satılmamasınm sebebi bu dur. Halbuki beri tarafta bambaşka türlü bir kitab satış usulü vardır. Köylü harcı diye basılan eserlerin basıcılarile alıcılan yıllanmış ve babadan, dededen kalmış bir dostlukla birbirlerine bağlıdır. Bilmem neden, topuna birden Darendeli adı verilen alıcılar ilk ve sonbaharda birer küfe büyüklüğündeki zembillerini sırtlanna yük lenerek İstanbula gelirler, köylü harcı kitab basan tâbileri ziyaret ederler. Kitabcı, uzerinde elii kuruç yazılı olan bir eseri, o dost alıcıya on kuruşa satar. Fakat yüzde seksen iskonto ile verdiği iki yüz liralık kitabın parasmı peşin olarak almaz, senede bağlar. Alıcı da o kitabları Anadoluya, yahud Trakyaya götürünce yüzde yüz kârla, yani on kuruşa aldığını yirmi kuruşa vermek suretile satar. Köylü, üs tünde elli kuruş yazılı bir kitabı yirmi kuruşa almakla bir kelepir elde ettiğine inanır. Lâkin zevki buna inhisar etmez. Çünkü satıcı, ucuza verir göründüğü kitab için para da istemez, aynî mübadele usulüne uyar ve alacağının yumurta, bal, tavuk, keçi yavrusu olarak ödenmesine rıza gösterir. îşte Âşık Keremlerin, Aşık Gariblerin, Şahmeranların her yıl ellişer bin nüsha olarak satılmasmdaki sırrın içyüzü budur. Kitablar bir kere köylünün ayağına götürülüyor, sonra ucuz satıldığı zehabını uyandıracak aldatıcı bir bedelle sunuluyor, daha sonra köylü para ödeme hususunda güçlüğe düşürülmüyor. O eserleri köylüye sevdiren psikolojik sebebler uzerinde duraca kdeğilim. On larla mücadele etmek lâzımdır ve bu mücadele yapılacaktır. Lâkin neticenin müspet çıkması için şu izah ettiğim noktanın gözönünde tutulmasını tasviye etmekten kendımi alamadım. Katiî Ahmed Nâzımla diğer suçlu Salim dünkü muhakeme esnasında Şubatın yedinci günü gecesi Sultanahmedde Pıyerloti caddesinde polis memuru Hasan Basrinin evine hırsızlık maksadile girerek polisin kendisini yakalaması üzerine Hasan Basriyi boğazından bıçakla vurarak öldüren ve üvey oğlu Rıd vanı bileğinden, polis Nevzadı kulağın dan, bekçi Mustafa, Hasan ve Şükrüyü de muhtelif yerlerinden yaralıyarak kaç mak isterken yakalanan maruf sabıkah hırsız ve polis katili Ahmed Nazımla oaa gözcülük yapmaktan suçlu Salimin mu hakemelerine dün Ağırcezada başlan mıştır. Ahmed Nazım birinci sorgu hâkimi tarafından mahkemeye Türk ceza kanu nunun 45 inci maddesi ahkâmına uygun cürüm işlediğinden bahisle verildiğinden ve bu madde de maznunun idamını istemek demek olduğundan dün mahkeme salonu birçok meraklılarla dolmuştu. Usulen yapılan ilk sorgu esnasında Ahmed soy adının Yolal olduğunu, 35 yaşında bul.unduğunu beyan ettikten sonra hâdiseyi şöyle nakletti: « Vak'a gecesi Salimle beraber ortaklaşa bir hırsızlık yapmağa çıkmıştık. Salim Akbıyıkta bir eve girdi. Fakat 75 kuruştan başka birşey bulamadı. Geçer ken bu eve girmeğe karar verdik. Salim bana: « Sıra bu sefer senin, sen gir, ben gözcülük ederim» dedi. Saat dokuz bu çuktu. Pencereyi kaldırdık. Ben girdim ve üstkattaki sandık ve saireyi karıştır dım. Yastığın altında içinde 40 lira ka dar bulunan bir çanta vardı. Almağa kalmadı. Karanlıkta kapı açıldı. Sonra dan polis Hasan Basri olduğunu öğrendiğim bir adam omzumdan yakaladı, arkadan oğlu Rıdvan da geldi, bana vur mağa başladılar. Ben karşımda kuvvet görünce teslim oldum. Ve: « Bana vurmayın, yakalandım bir kere, birşeydir oldu, beni karakola götürün» dedim. Bu sırada Hasan Basri oğluna: « Yak şu elektriği» dedi ve hemen elini yastığın altına atarak tabancasını aldı. Kapiya kadar gittik. O zaman başıma ağır bir cismın ındığini hissettim. Ve Hasan Basrinin beni öldürmeğe ka rar verdiğini zannederek korktum, elimde bıçak olduğu halde bir iki kere silkindim. Aşağıdan bir kadın sesi: « Bırakm gitsin, akşam akşam ba şınıza bir felâket gelmesin» diye bağırıyordu. Hasan Basri tabancayı ateşliye cek vaziyete gelince ben kendimi kurtarmak için bir kaç kere daha silkindim, demek ki o sırada bıçak polisin boğazma saplanmış olacak, onu öldürmek istemi yordum» dedi. Maznun bu ifadeden sonra poliste çok dayak yediğini, orada ağzını burnunu dağıttıklarını söyliyerek o sırada bir gazete fotoğrafçısı tarafından çekilen ve bir gazetede çıkan resim parçasını göstererek: « Bakın ne hale gelmişim» dedi ve vekil tutacağını beyan etti. Maktulün kartsı ne diyor Hasan Basrinin karısı Nadire de heyecanlı ve müteessir bir ifade ile, gürültü üzerine kocasının yukarıya çıktığını, bir dakika sonra kendisinin de oğlu Rıdvanla beraber yukan çıktıklarmı, bu sırada katilin, kocasını yatağa yatırıp mücadele ederken gördüğünü, oğlu Rıdvanın ge'ıp katilin saçlarından çekmesi üzerine ser best kalan kocasının hemen tabancasını yastığın altından çıkardığını ve hırsızı teslim aldığını söyledikten sonra şöyle devam etti: « Katil, teslim olmuş gibi yaparak bizimle kapiya kadar gitti. Sonra birdenbire dönerek bıçağını kocamın gırtlağına sapladı ve kaçtı..» Maktulün kızı Melâhat te buna ben zer ifadede bulundu. Diğer maznun Salimse vak'ayı tama men inkâr ederek o gece Unkapanında baldızı îsmerin evinde bulunduğunu, Nazımla aralannın açık olması yüzünden kendisini yakmak için karakolda «bera berdik» dediğini söyliyerek üstelik şim diye kadar gizli kalmış 20 kadar hırsızlık vak'asmın zabıta tarafından kendisine yükletildiğini beyan etti. Neticede diğer şahidlerin dinlenmesi için muhakeme 4 haziran cuma gün üsaat 15 e bırakıldı. Üstad Salâhaddin Refik arkadaşımızla poruşuyor ve çok kıymetlı biblolarım gosteriyor Kıibızm adına bürünen bir yenilığin, dünyamn en guzel şehrını, hergün, yer yer nasıl çirkınleştırdiğini görüyoruz. Fakat sokaklarda sıntan bu sert, iğribüğrü çizgılerin içindeki Türk yuvası, acaba dışın manasızlığını utandıracak gü zellığe kavuşabilmiş, kendi kendini bula bilmış mıdir? Yazık kı, hayır.. Ve itıraf etmek lâzımdır ki; iç te dış kadar perışandır. Bu itırafın verdiği acı kimbiür daha nekadar surecekti ve bız yuvalarımızda bir türlii kavuşamadığımız tam güzelliğin derdile daha nekadar kıvranacaktık ki; karşımızda, gökten ınme gıbı tam vaktınde yetışen, san'atkâr Salahaddin Refığı bulduk/ Yırmi beş yıldır kendisini bu işe aşkla veren bu ınce ve çok hassas san'atkâra, dekorasyon ilmınin bizde en salâhiyetli Bir mümessilidır diyenler, dün bir daha inandım ki, bu hükümlerinde asla aldan mamışlardır. Onun döşediği bir oda, bu odanın bir köşesi.. Hatta, bu köşenin bir koltuğu, daha ilk bakışta, döşeme denen (şey) ir. san'atkâr elinde bulduğu o tarif edılmez güzelliği anlatmağa kifayet edebilir. Işte, Beyoğlunda yeni açtığı [Deko rasyon] müessesesındeki bu koltuğundan, bize oda ve ev döşeme ilmini öğreteceğıne ve böylece Türk yuvalarını hasreti çekilen o güzel ahenge kavuşturacağına inandığımız içindir ki, zarif san'atkârla sizin için, bir küçük görüşme yapmağı ihmal etmedim. Ondan, evvelâ, bir evi nasıl döşedığini, bu işte neler düşündüğünü anlamak iste tstanbul borsasında dünkü vaziyet tstanbula dün Trakya ve Anadoludan 760 ton buğday, 90 ton çavdar, 15 ton bulgur, 113 ton mısır. 54 ton yulaf, 109 ton un, 15 ton tiftik, 4 ton yapağı, 30 ton beyaz peynir ve 8 ton da kaşer peyniri gelmiştir. İstanbuldan harice ise 518 ton razmol. 15 ton un, 18 ton tıftık. 18 ton yapağı, 3,5 ton iç fındık, 11 ton kuşyemi ve 3 3/4 kılo da afyon gitmiştir. Dün İstanbul borsasında şu fiatlarla muameleler olmuştur: Yumuşak buğday kilosu 6,05 kuruştan 6,12 1/2 kuruşa kadar, sert buğday 6,10 kuruş. çuvallı arpa 4,20 kuruş, çavdar 4,14 kuruştan 4,15 kuruşa kadar, sarı mısır 4,39 kuruş, iç fındığı 46 kuruş, Maydos pamuğu 47 kuruş. Anadolu yapağısı 52 kuruştan 57 kuruşa kadar. Trakya yapağısı 67 kuruş, beyaz peynir 24,15 ku ruştan 27,20 kuruşa kadar, kaşer peyniri 40 kuruştan 52 kuruşa kadar. Ecnebi borsalarda dün şu fiatlar vardı: Buğday kilosu 6.13 kuruştan 6,63 kuruşa kadar, arpa 4,90 kuruş, mısır 3,71 kuruş, keten tohumu 8,07, kuruş, fındık 94.01 kuruş. Buğday fiatlarmda hafif bir sukut vardır. Diğer fiatlar normaldir. Inönü memleketin zevkine uygun halıyı alır, o memleketin zevkıne tabantabana zıd eşya ile doldurulmuş salonumuza sereriz. Görüyorsunuz ki halı ve seccade intihabı, zannedildiği gibi basit ve kolay bir i§ değildir. Şimdi duvarları, mobilyaları, halılan tamam olan salonun tczyinatını tamam hyabılmek için vazo, tablo, gravür ve biblo gibi şeylere ihtiyacımız vardır. Ve siz, eğer, mütevazı döşenmiş odanıza, elinize geçirdiğiniz muhteşem bir vazoyu, yahud aksini alarak, pek muhteşem döşenmiş salonunuza taş basması adi bir resmi asarsamz, düşününüz ne olur? Bu; bir hamalın, parmağına on kıratlık bir yüzük, yahud cidden zarif giyinmiş bir adamın beş liralık kravatına on kuruşluk bir cam iğne takmasından farksız değil midir? Hulâsa...» Ve san'atkâr Salahaddin Refik, bir geniş nefes alarak bir lâhza dinlendikten sonra: « Hulâsa, dedi. Bir evi, bir odayı iyi tefriş ve tezyin edebilmek için çok paradan evvel, çok zevk, çok san'at çok bilgi lâzımdır. Ve zevkle, san'atla bilgiyle döşenmiş, bir salon, ona sarfedilen paranın on, yirmi, otuz misli fazlasile, fakat körükörüne döşenmiş bir odanın yanında bu para farkını derhal kendi lehine çeken bir şaheser olur.» O susunca ben düşünerek inanmıştım ki; bugün bir ev, bir oda döşemek de nihayet bir ihtisas işidir ve onsuz sarfedilen bol para, bir eve, dar, dağınık eşya yığılmış bir mobilyacı mağazasının perişanlığından başka hiçbir şey, hele güzellik asla veremez... Nitekim, görmüyor muyuz ki, veremiyor. Fakat dekorasyon üstadı Salahaddin Refiğin yapmak istediği; sadece (güzel, zarif ve temiz oda döşemek) ten mi ibarettir? Hayır.. Onun asıl davasım, asıl büyük ve millî davasını gene burada kendi agzından dinliveceksiniz. Antıka bir dolab uzerinde ızahat verırken miş, ışığı lâzım olduğu gibi verilmiş kaç salon gördünüz?» San'atkâr adam, acısı tadından hayli bol bir gülümsemeye başının ve ellerinın manalı hareketlerini ekliyerek: « Hemen hemen hiç dememek için pek az...» dedıkten sonra, sözlerine şöyle devam etti: « Bu iki şartı yerine getirince, odaya konacak eşyaya sıra gelir. Memleketımizde maalesef ekseriyet kiracı olduğu için intihab edilecek mobılyanm zarif ve birbirine uygun olması kadar taşınmalara mütehammil cinsten olması gerektir. Fakat kısaca (zarif ve birbirine uy gun) kelimelerine sıkıştırdığım bu şart, o kadar geniş, şümullü ve müşkül bir iştir ki, bunları şimdi şuracıkta size saymağa kalksam, zannediyorum ki saatlerle beni dinlemeniz icab eder. Mobilyadan sonra haiılar ve seccadeler düşünülür. Bunlar da bir odanın tezyininde büyük rol oynarlar. Bakın, bir çoklarının hiç ehemmiyet vermedikleri bu nokta nekadar mühimdir: Bizde salonu na halı alacak adam ne yapar? Gider bir halı ticarethanesine denkleri açtırır, halılan birer birer önüne serdirir ve bunlann arasından beğendıklerini ayırtır.. Oyle değil mi? Bu alışverişte, beğendiği halmın, salonundaki duvarlardan tutun da, diğer bütün eşya tarafından da beğenılip beğenilmiyeceğı asla düşünülmez. Halbuki intihab edilecek halı veya seccadenin, mobilyelere uygun renk ve re simde olması şarttır. Şuracıkta kaydedeyim ki, bizim yerli fabrikalarımızın yaptıklan haiılar bile muhtelif ecnebi memleketlerinin zevklerine göre muhtelif renk ve şekillerdedir. Meselâ sisli bir memleket olan İngiltere de geçen halıların renkleri açıksa, güneşi bol bir memlekette rağbet gören halıların renkleri belki koyudur. Resimler de buna göre değişir. İşte biz; ekseriya filân M. TURHAN TAN Cenevreden gelen murahhaslarımız dim. Yurdda büyük bir ihtiyaca cevab ve ren yeni teşebbüsünü tebrike gelen güzi de misafirlerini izaz ederken, bir yandan da bana anlatıyor: « Bir bina tefriş edilirken ilk düşünülecek nokta duvarlar. Duvarlarm rengi verilmedıkçe başka şey düşünülemez. Duvar kâğıdı intihab etmek tahmin edılemiyecek kadar müşkül; san'at, zevk, bilgi istiyen bir meseledir. Oyle salonlar bilirim ki; iyi seçilmemış duvar renkleri, bu duvarlar ortasmdaki binlerle liralık nadıde eşyayı boğazlamış, öldürmüştür. Bu mesele halledıldikten sonra, yazık ki bizde hiç ehemmiyet verilmemiş olan, tenvirat işi düşünülür: Odanın hangi noktaları bol ışıklı, ne tarafları az aydınlik olmalıdır?.. Bu, zannedıldiği gibi bir sös değil, fakat bir ihtiyac, konfor meselesidir. İyi aydınlatılmış bir odayı süslü bir oda zannedenlerin ışığın manasını anlıyamamış olduklarına inanmak lâzımdır.» Burada, nasıl oldu bilmem, nazik muhatabunm sb'zünü kesiverdim: « Bizde, dedım, bu ilk iki şartı cami, yani duvar kâğıdları iyi intihab edil Memlekette 19 mayıs bayramı nasıl geçti Hatay anayasası müzakerelerine iştirak eden heyetimizde bulunanlardan profesör Ali Fuad, Etem Menemenci ve Ankarada bulunan Millî Sanayi Bir Merkez Bankası erkânından Nazif bu liği umumî kâtibi Halid Güleryüz te sabahki ekspresle Cenevreden şehrimimaslarma devam etmektedir. Görülen ze gelmişlerdir. lüzum üzerine trikotajcılar mümessili Izmit Valisi terfi etti de Ankaraya gitmiştir. İzmit (Hususî) Bir haftadır Ankarada bulunan Vali ve Parti başkanı Hâmid Oskay şehrimize dönmüştür. Valimiz, Ankarada muhtelif Vekâletlerle temas ederek vilâyete aid işler hakkmda görüşmüştür. Bu görüşmeler îz mit için yeni bir hız ve fayda kaynağı olacaktır. Vali Hâmid Oskay ikinci sınıf vali olmuştur. İzmitin çok çalışan sevimli valisini tebrik ederiz. Sanayicilerin Ankarada teşebbüsleri KANDEMIR Yukarıda, sağda ve solda Eskişehırde. ortada Bursada genc lerimizin idman hareketleri, Ankarada spor ba> ramı esnasmdr terbiyecıler isti rahat esnasında aşağıda Edirnc deki bayramdar intıbalar, HOLANTSE BANKUNI n.v. 24 mayıs pazartesi gününden itibaren gişelerinin, adi günlerde sabah 9 dan 15,30 a kadar, cumartesı gunleri sabah saat 9 dan 11.30 a kadar ve Galatadaki kasa servisi adı günlerde sabah 9 dan 17,30 a kadar ve cumartesi günleri sabah 9 dan öğleye kadar açık bulunacağım bildirır.