24 Kisan 1937 CUMHURİYET Geçmiş günlerin hem acı, hem lcomilc bir hâdisesi Beyrutta tevkif edilen diplomat Iraklı Harîciye memuru; hükumetinin tayyarelerini Franco'ya satmış! Beyruttan bildirildiğine göre, Irakm Paris elçiliği başkâtibi Abdülâziz Elmuzafferin tevkifi bütün siyasî mehafilde son derece heyecan uyandırmıştır. Mu maileyh, Esperia vapurunda, ve vapur Beyrut limanına girdiği sırada, Emniyeti Umumiye müdür muavini tarafmdan tevkif edilmiştir. Müdür muavinile Irak konsolosu gemiye girerlerken, nhtım da da kalabalık bir polis müfrezesi bek lemekteydi. Abdülâziz Elmuzafferin kamarasında araştırma yapılmış ve kendisi Müddeiumumî tarafından birkaç saat süren bir sorguya çekildikten sonra tevki faneye gönderilmiştir. Abdülâziz Elmuzafferin, Bağdad hükumeti tarafından Fransız Yüksek Ko miserliği nezdinde yapılan bir teşebbüs üzerine tevkif edildiği söylenmekte, buna sebeb olarak ta başkâribın, hükumeti namına satın aldığı askeri tayyareleri General Franco kuvvetlerine satmış olması gösterilmektedir. Diğer taraftan, bu mesele hakkında Bağdaddan pek az tafsilât verilmektedir. Alınan malumat, sadece, şimdiki Irak hükumetinin irtişa ve irrikâbla mücadeleye azmettiği ve idarî kadroları tasfiye hususunda hiçbir tedbiri ihmal etmiyeceği merkezindedir. Belçika Prensine söylediğim nutuk! Sınıfta kendiliğimden söz söylemeğe başladım, müdür ve ders nazırı küplere biniyordu. Meğer gelen, Kralın kardeşi değil, bîr ingiliz amiralı değilmi imiş? Netice yirmi gün hapis ve on beş değnek! Yazan : Selim Sırrı Tarcan Mühendishanenin son sınıfındayım. Gene dünya kadar izinsizliğim var. Gene haftlardanberi anamın yüzüne hasretim. Kandil ve bayramlan iple çekiyorum. Yalnız sayılı günler hürmetine bizim gibi başı cezadan kurtulmıyanlan evine bırakıyorlardı. Bir gün gene mektebde bir lelâş. Gene koşuşmalar, gene serhademe elinde ba dana fırçası kirli duvarların yüzünü a ğırtmakla meşgul. Gene sabahtan bizlere yeni elbiselerimizi giydirdiler. Mutlak ecnebi bir misafir geliyor. Amma kim ola? Mektebin koridorunda bizim almanca muallimi M. Vizental ile karşılaştım. Selim Sırrı! dedi. Gene on beş hafta kadar izinsizliğin birikmiş olduğunu dahiliye zabitlerinden öğrendim. Sana bir fırsat daha çıktı. Geçen sene Sırb Kralma mekteb idaresinin emrile verdiğin nutuk sayesinde bütün izinsizliklerin affedilmişti. Bugün mektebe Belçika Krahnın kardeşi geliyor. Göreyim seni, koş müdüre söyle, buna da bir nutuk verirsen belki gene bir mükâfat göriirsün, dedi. Bu teklif pek işime geldi. Hemen dershaneye koştum. Nutku yazmağa başladım. Niyetim bitirdıkten sonra müdüre göstermek ve sonra Kral (Leopolde) ün kardeşine okumaktı. Tam ben nutku bitirmiş ve son ihtiram cümlelerini yazmak «izere iken amiral kıyafetinde göğsü nişanlı bir zat, yanında Türk Amiralı Hikmet Paşa, daha birkaç padişah yaveri, müdür, ders nazırı, dahiliye âmirleri hep birden bizim sınıfa girdiler. Sınıfın birincisi, bak! kumandasını verdi. Hep birlikte ayağa kalktık. Misafiri selâmladık. Şimdi bir anda kararımı vermek lâzımdı. Nutku okuyayım mı, okumayayım mı? Ne olursa olsun dedim ve ayağa kalkarak: Altesse Royal! diye söze başla dım. Misafirler de, mekteb idare heyeti de bu emrivâkiden şaşırmışlardı. Ben nutkumu söylerken ders nazırı ile müdür birbirlerine soruyorlardı. Buna nutuk ver mesi için emir verdiniz mi? Hayır! Ben de vermedim! Tabiî ne müdür, ne de diğer arkadaşları neler söylediğimi bilmiyorlardı. Nutuk bitti. Misafir biraz ilerledi ve tam bir Ingiliz telâffuzile: Ben Altesse Royal değilim. Bir Ingiliz amiralıyım! Kınm seferinde büyük yararhklar göstermiş olan Türk bahriyelilerinin torunlarını görmek için lstanbula geldim. Kral henadanma mensub bir adam olmadığım için Altesse Royal tabirini yerinde bulmadım, Maamafih hakkımda gösterilen bu tezahürata teşekkür ederim, dedi. O bu sözleri söylerken benim de başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Eyvah yandım, dıyordum. Filhakika Amiral bütün smıfları dolaşıp gittikten sonra, palaskalı kapı çavuşu geldi: Selim Sırrı Efendi seni müdür bey çağırıyor, dedi. Ne yazık Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmuştum. Müdür, ders nazın, daha birkaç zabit ben oda kapısına geldiğimde bağıra bağıra konuşuyorlardı: Yezidin pastırmasım çıkarmalı! Kemiklerini kırmalı! Bilmez olaydı, nereden o fransızcayı öğrenmiş! Çavuş içeri girip beni getirdiğini söyledi. Kalın bir ses: Gel! Betim benzim kül gibi, içeri girdim. Müdür yiyecek gibi üstüme yürüdü: Mel'un! Sana nutuk vermek için kim emir verdi? Durduğun yerde başımıza iş mi açacaksın. Ha... Müsaade buyurun da arzedeyim. Ecnebilere karşı misafirperverliğimizi göstermek için... Lâkırdımı bitiremedim. Hemen hay kırdı: Gel! Kapı çavuşu! Al bunu lo caya tık!. Bana da: Sana misafirperverliğin ne olduğunu anlatacağım maskara! Ben hapisaneye gittikten biraz sonra tzmir Tire arasında işliyen otobüsler Torbalı (Hususî) İzmir Belediyesi kazamızla îzmir, Tire ve Bayındır aralarında seyrüsefer eden otobüslerin yolcuların eşyalarını koymağa mahsus mahalline ticarî eşya ve hatta tavuk, keçi ve sair hayvanatı bile yüklediklerini görerek bunu menetmişti. Şimdi Torbalıdan veya îzmirden hareket eden otobüsler haddi istiabiyi geçmemek şartile yolcu almakta ve ticarî eşya yüklememektedirler. Fakat her iki cihetten de biraz uzaklaştıktan sonra şoförler kendilerine göre tesis ettikleri hususî istasyonlarda yolcuyu balık istifi halme getirmekte ve ticari eşyayı da yüklemektedirler. Yolcuların mütemadi şikâyetlerini nazarı dikkate alan belediyeler, şoför leri yalnız hareket mahallerinde değil, şehir veya kasaba hariclerinde de kontrola karar vermiş ve alâkadarlara bu yolda emirler vermiştir. M. Vizental gelip beni gördü: « Zavallı Selim Sırrı felâketine biraz da ben sebeb oldum, Belçika Krahnın kardeşi müzeye gitmiş, mektebimizi ziyareti yarına bırakmış ve tesadüfen o saatte şehrimizde misafir olan îngiltere nin mütekaid bir amirali gelmiş. Ne yazık ki bu haberi ben de şimdi öğrendim, dedi. Oolan olmuş, ok yaydan çıkmış, ben Alinin külâhını Veliye giydirmiştim. Kalbim heyecan içinde çarşambayı dar ettim. Akşamüstü bermutad talebe, mektebin yoklama meydanında dizildi. Nöbetçi âmiri karakaplı defterden şu kararı okudu: «Harbiye üçüncü seneden Selim Sırrı Efendi, gelen ecnebiye bilâistizan nutuk irad eylediğinden yirmi gün hapsile on beş değnek darbı!» Ortaya gene beylik serildi. Beni yüzüstü yatırdılar, iki âmir kaba etlerime ayva değneklerini indirirken, can acısile kopardığım vaveylânm duyulmaması için borazanlar acı acı çalıyordu! SELtM SIRRI TARCAN etmîş iki millet gahl bîr hincın alevile kavrula kavrula ulu Türk miletini kucaklayıp zulümat âBir çocukta uydurmak ve hakikate gayritabiî Iemine düşürecek bir gurub halketmeğe satek tek bir irade, tek bir miktarda hayal katmak istidadı vakit geçir vaşırken hanl bir el,örülen gurubu durdurdeha, o harıl şafak yarattı, tarihm meden tedavi edilmesi lâzım bir hastalıktır du, samadanî birAtatürkün eseri olan bu alnma astı. Biz, Maddî hastalıklarda olduğu gibi ma den dört yaşındaki bir çocuk arkadaşlan samadanî şafaktan bahsederken 23 Nisan nevî hâdiselerde de aranılacak şey hâdi na büyük annesinin Istanbula gittiğini diyoruz. 23 Nisan?.. Bu bir gün müdür?.. Haselerin sebeblerini tahlil etmek ve zaman kendisini ve kardeşlerini orada bekledi geçirmeden eldeki vasıtalarla hemen ted ğini ve onlara şekerlemeler hazırladığını yır. Günler, saniyelerin. dakikaların, saatvirlerine çalışmaktır. Yalancılık ruhî has söyler. Büyük annesinin göçtüğünü bil lerin kısa boylarile ölçülür. Halbuki 23 talıkların en yamanlarından biridir. Kü mekle beraber annesinden işittiği bu söz nisanm tarihlere sığmıyan hududunu bunçük çocukta başlıyan ve vaktinde önüne leri arkadaşlarına tekrarlıyarak hayale dan sonra gelecek nesillerin ve asırlann mütevali, müteselsil ve sonsuz rakamla geçilmiyen bu ruhî halin bünye üzerinde sığmır ve böylece kendisini avutur. umulmadık sarsıntılar yapması çok muhOyun arkadaşlarını hayalinde canlan rile de ölçmek mümkün olamıyacaktır. temeldir. Bütün manevî hastalıklan teşvik dıran çocuk normal sayılır. Hissiyatça a O, Türk tarihinde ezeliyettir ve o tarihte ve teşçi eden amilin yalan ve yalancılık normal derecesini bulmamıs, bu hayalî ebediyet olacaktır. Ezelle ebedin mik olduğunu söylersek mubalâğa etmiş olma arkadaşlar çocuk için bir tehlike teşkil yaslara bağlanması ise elbette imkân yız. etmez. Bununla beraber, hayal ve reali sızdır. 23 Nisan bir tarih midir?.. Hayır, taHerhangi bir hırsızlık, hilekârlık, sah tenin yerini almamalıdır. Bütün vaktini tekârlık, hased, kıskanclık, katil ve sair hayale veren çocuktan korkmak gerektir. rihlerin hem meb'dei, hem meadi varvak'alarını tahlil ederken alınmış ifade Kendisini hayale kaptırmış çocuk hergü dır. Halbuki 23 Nisanm kökü bütün ta lerde yalanın ne acı smtmakta olduğunu kü oyun arkadaşlarını bulmakta ve onlar rih mebdelerinin gerisinde, Türklüğün görürüz. Yalancılık hırsızlığı örtmek için la normal bir yolda oynamakta güçlük çe var olduğu asırların içindedir. Bu kıde kullanılan en kuvvetli silâhlardan biridir. ker. Çünkü bambaşka bir diyarda yaşı me mebde denmez, sadece kıdemi mut lak denir. Meadi ise güneşin ve kürenin Babasınm cebinden aldığı birkaç kuruş yormuş gibi hareket eder. için, mekteb arkadaşlarından çaldığı kaGerek hikâyeler uyduran, gerekse ha sonuna bağlıdır. Öyle ise 23 Nisan nedir?.. Ben, bütün lemlerden dolayı cezaya çarpılmamak yalî arkadaşlar canlandırmaktan çocuk için yalan söyliyen çocuk kendisini koru ları önliyemeyiz. Bunlann çocuk zihnin aczime rağmen, bu büyük günü, ayn ayyor sanır. Muvaffakiyetli yalanlarla ayı de bir dereceye ve bir yere kadar yer tut n birer devir olan günlerin kaynağı olabmı örterek ve suçunu gizliyerek cezadan malarına müsaade edebiliriz. Bu hudud rak tasavvur ediyorum. Çünkü 23 nisan kurtulan çocuk, bundan böyle her işledi dan ileriye girmelerine mânı olmalıyız ve olmasaydı 9/10 kânunusani 1921, 30 ği suçun içinden yalan söyliyerek kurtul kendlierine demeliyiz. mart 1921, 23 ağustos, 13 eylul 1921, mayı düşünür ve bunu büyük bir muvafAna babanın ve muallimin her türlü 26 ağustos 1922, 30 ağustos 1922, II fakiyet sayar. ihtimamma rağmen yalan söylemekten teşrinievvel 1922, 24 temmuz 1923, 29 Yalancılığın kötüsü kardeşlere, akraba vazgeçmiyen çocuğu pateleji doktorlarına teşrinievvel 1923 tarihleri de olmazdı. ve ailenin samimî dost çocuklarına karşı göstermek gerektir. Çünkü, normal vazi Halbuki o günlerin her biri gene tekrar kıskanclık, hiddet ve hatta intikam almak yete yakınlaşmaktansa uzaklaşmayı tercih ediyorum birer devir olarak tekevvün neticesinde atfedilen suçlar ve iftiralar eden bu tip çocuklar anormal sayılır. etmekle beşer tarihini şereflendirdiler, Hilmi Malik Evrenol dır. İftira diye bildiğimiz bu türlü yalaninsaniyetin yüzünü ağarttılar, hakkın dan maksad, sevilmiyen, çekilmiyen kim kuvvete ve Türk gücünün de her kudrete seleri ana babanın, akrabaların, dostların Eğe bataklıklarının galebe edeceğini isbat ettiler. nazarında kötüliyerek onları müşkül bir kurutulması için Birinci Inönü nedir, ikinci İnönü nevaziyete sokmaktır. Böyle büyüyen bir îzmir (Hususî) Hükumet, merkezi dir, Sakarya nedir, Dumlupmar nedir, çocuğun ilerisi hiç te iyi değildir. Mesai Bergama olmak ve batakhklann kuru arkadaşlarını kötülemekte zevk duyan tulması, su mecralarının temizletilmesi, Mudanya nedir, Lozan nedir ve bunlann bir kimsenin cemiyetteki yeri bittabi çok nehir ve çaylarda yapılacak ameliyenin muhassalası olan Türkiye Cumhuriyeti nemenfidir. plânlarınm hazırlanması için bir su ida dir?.. Tarih, bu yüksek kelimelerde münMubalâğalı sözler yalanın hafifi sayıl resi teşkil etmiş ve mühendis, kondöktör demic ve münderic harikaların, akla ve makla beraber zamanla çok kötü akisler kafilesini de göndermiştir. Bilhassa Berhayale sığmaz zaferîerin özünü araşhrıryapabilir. Mubalâğalı sözlerin ancak ço gamanm Bakırçayı ile Gediz nehri mecrası üzerinde tevakkuf edilecektir. Bu ken 23 Nisanm göz kamaştırıcı ışığına ucukluk çağmda yeri vardır. Fakat söylearazide pamuk zeriyatından beklenen nilen ve anlatılmak istenilen mevzularda büyük istıfade, Bakırçay ve Gedizin kış laşır, o özü bu sönmiyen ve sönmiyecek lüzumundan fazla mubalâğa ve hayal mevsiminde taşarak etrafı bataklığa olan şafakta bulur. karışınca iş çıkmaza girer ve tehlike baş çevirmesi yüzünden, bir türlü elde edı23 Nisan, Türk bayrağından alınıp gösterir. Bu türlü hâdiselerde icab eden lememekte ve binlerce dönüm arazi su zillet uçurumuna atılmak istenilen ayla tedbirler süratle alınmalıdır. altında kalmaktadır. Halbuki ıslah edil yıldıza yepyeni bir nur, yepyeni bir maIlk altı yıl içinde mubalâğacılığı ve uy miş pamuk cinsinin de verilmesi surena ve yepyeni bir kudret nakşetti. Her durmacılığı ile şöhret bulan çocuk hiç ol tile bu havaliden milyonlarca lira kıyTürk, o mubarek bayrağın dalgalanışınmamış şeyleri olmuş gibi gösterir ve haki metinde pamuk alınabileceği anlaşılmıştır. Böyle bir idarenin tesisile mevzuun da 23 Nisan gününün ay ve yıldızla kukî vak'alara kendi hayalıni katarak anlaele almması, Bergama, Menemen ve cicaklaştığmı, yani o günün hakî ve fani tır. varında büyük bir sevinc ve şükranla değil, semavî ve sermedî olduğunu gö Beş yaşındaki bir kıza akşamları söyle karşılanmıştır. nilen kedi, köpek veya kuş masallan bir Fen heyetît, derhal havaların müsaa rür. gün sonra tekrarlattırılırsa bahçede gör desinden istifade ile bu arazide tetkikBöyle bir günü, kendi tarihinde yaşar düğü bir sürü kedi, köpek ve kuşu biribi lerine başlıyacak ve kısa bir zamanda gören ulu millete ne mutlu! projelerini hazırhyacaktır. rine katıştırarak anlatır. M. TURHAN TAN Bu yaştaki çocuklara zaman mefhumu Bursada meyva vaziyeti hiçbir mana ifade etmez. Bu gün, yarın, M. Turhanın eserleri Bursa (Hususî) Son haftalar içinde bu akşam, bu sabah, yarın sabah, bir, iki, şehrimize ve civara kırağı düştüğünden 1 Kadın Avcısı. 2 Cem Sultan. üç saat önce ve sonradan hiç birşey anla ovadaki yemiş bahçelerinin çok zarar 3 Tunurlenk. mazlar. gormüş olduğu, bilhassa şeftalinin bu 4 Tarihte Türkler için büyük Çocukların fanteziye zâfları çoktur. sene hemen pek az olacağı söylenmeksözler. tedir. Günlük hâdiseleri kendilerine mahsus ve 5 Akından Akma. Bu soğuklardan müteessir olmıyan mahsus kelimelerle söyliyerek anlatır duBunlar, tarih ve edebiyatsevermeyva, elmadır. Zeytinlere bilâkis çok rurlar. Haddi zatında fantezi çocuğun yaramıştır. Bu sene Mudanya ve Gemlerin kitabhanelerini süsliyecek nefis bir koleksiyon teşkil eder. zihnini açar, hayalini ve lisanını kuvvet lik havalisinde zeytin mahsulü hem gülendirir. Meselâ büyük annesini kaybe zel, hem de bereketlidir. dar bir sır halinde kalan çizgilerini ifşa ettiği için ona pek çok şeyler kazandın yordu. Orhanın elini sıkan avcunda her zamankinden fazla dirilik ve mukavemet vardı. Bahriye bakınca büyük bir kederle gözlerini önüne indirdi; ona doğru u , zanan eli boşlukta sallanır gibi olmuştu* Hiçbir şey sormadı. Orhanın karşısına oturmuştu. Göz kapaklannı kapadı ve bir an gülümsiyerek uyur gibi durdu; sonra açtı. Dudaklannm etrafmda görünen neşe ile gözlerinin içindeki hüzün yüzü nün manasmı ikiye bölüyordu. Bunlardan hangisı doğru? Orhan sordu: Bugün kayık falınıza baktınız mı? Hayır, vakit bulamadım. Samiye Hanım Orhanın tipini akrabalarından birine benzetmiş ve ilâve etmişti: Çok zeki bir adamdır, hepimiz severiz. Yemekte de ona hissedilecek bir fazlalıkla ikram ve iltifat etti. Çok neşeli görünüyordu. Bahrinin karşısında oturan Vedia, hüznünü onunla, neşesmi yengesile taksim ediyormuş gibi zaman zaman canlı ve durgundu. Orhan, ikidir bu yalıda bir kere bile görmediği Cemilin ne rede olduğunu sordu ve onun leylî bir ecnebi mektebinde olduğunu öğrendi. Samiye Hanım dedi ki: Beni gene fazla ecnebi sevmekle itham etmeyiniz; onlann mekteblerile bizimkiler arasında çok fark var. Fakat, Orhan Bey, yüzünüze karşı methetmek gibi olma5in amma sizin gibi muallim ecnebi mekteblerinde de yok. Sizden ders alırken Cemil türkçede pek çabuk ilerlemişti. Orhanın arkasında duran İclâl bağırdı: A!.. Çatır çatır gazete okumağa bile başlamıştı. Samiye Hamm önüne bakarak: Türkçesini unutacak diye korku yorum, dedi, sizden birşey rica edecek tim, fakat, cesaretim yok... Bilmem ki haftada bir defa... Orhan sözünü keserek cevab verdi: Başüstüne... Hem de sizi sık sık gönnüş olur duk. Orhan tekrarladı: Başüstüne. Samiye Hanım Orhanın tabağını kendi elile değiştirerek: O mekteb meselesi olmamalıydı ama, oldu işte, dedi; kabahat bizim Cemilde de var. Daha doğrusu kabahat bende. Çocuğum da herşeyde ileri git meği benden öğrendi. Orhan önüne bakarak susuyordu; Bahri adeta hiç yemek yemedi ve bir kelime söylemedi; bu bahis açılınca Vedianın elleri titremeğe başlamıştı. Samiye Hanım devam etti: Bilmem Bahri size nekadar anlattı? Bizim bir kayıkçımız vardı, onunla olanları biliyor musunuz? Orhan başını kaldırmadan: ÇOGUK R U H İ Y A T I Yalan söylemenin ruhî bakımdan tahlili 23 Nisan sallanıyordu. Yalıya geldikleri zaman onlan alt Cumhuriyetin edebî tefrikası: 57 katta karşılıyan İclâl, Orhanın dizlerine kapanır gibi eğilerek yerden selâm ver miş, doğrulup ta Bahrinin yüzüne bakmca elini ağzına koyarak büyük bir hayret Yazan: Peyami Safa göstermişti: A... Hasta mısınız Bahri Bey? Üç dört defa karar verdim, vazSize söz vermeseydim ben de buYukarıki salonda onlan yalnız bırakgeçtim. Benim burada bir fırka kuman gün gelmiyecektim, dedi, hasta değilim tı. Bahri Orhana sigara kutusunu uzat danım vardı. Çok severdi beni. Beraber amma yorgunum, uykusuzum. mış, sonra bir kelime söylemeden dolaş gidecektik. Hastalandı. Karaciğerinden İsterseniz döneriz. mağa başlamıştı. Bahri de ona hayretle ameliyat oldu, öldü. Bir de annem mâni Orhan düşündü ve ilâve etti: oldu. Artık onu dinlemiyeyim, diyorum. İskeleden yalıya bir mazeret mek baktı. Dilinin ucunu büyük bir tecessüs yakıyordu: «Neniz var, kuzum?» diye Yutkundu. Sesinde ağlama buhranı tubu gönderemez miyiz? Ben de.. soracaktı. Sustu ve arkasma yaslandı. Gene zabit kaşlarını çattı: vardı. Orhan sustu. Gene zabit öksürü İçeriye Samiye Hanım girdi ve kendiyordu. Olmaz! dedi. Uzun müddet konuşmadılar. Bahri o kadar dalgm görünüyordu ki sini tanınmıyacak bir hale getiren neşeli vapurda ve iskeleden yalıya giderken ka bir yüzle ona yaklaştı; Orhan, aralannOrhan itiraf etti: da iki üç adım kalıncıya kadar onun Sa Ben bugünkü ziyaretimizi biraz yıkta pek az şey konuşabildiler. Mektebin önünden geçerlerken, rıhtım miye Hanım olduğunda şüphe etmişfci; manasız buluyorum, dedi. Bahri denize bakıyordu. Hiç kımılda da duran muid İhsan, Orhanı görünce bu kadını kendisinden en aşağı yedi sekiz yaş daha küçük bir kız kardeşi kadar madı ve Orhanı duymamış göründü. Son kollarmı yukarı kaldırarak bağırmıştı: ra doğruldu: Orhan Bey! mektebe telefon et! gencleştiren sırn yüzünde, kıyafetinde ve Hareketlerimizin çoğu manasızdır, Müdür bey seni arıyor, adresini aradı, yürüyüsünde arayarak ayağa kalktı. Samiye Hanım da Bahrinin haline dikkat bulamadı. dedi. Rıhtımda, kayıkla bir hizade koşarak etmişti. Fakat İclâlden ve Orhandan daKederli bir sesle tekrarladı: ha az hayret göstererek şefkatle: haber veriyordu: Çoğu.. Yorgun görünüyorsun, Bahriciğim, Celâl istifa etti. Telefon etmeyi uBaşını arkaya dayadı. Yüzü çok hasdedi. ta idi. Geçen defaki pembelik ve körpe nutma! Vedia da gelmiş ve Orhana doğru koBahrî onlann bu konuşmalanna dikkat düzlük yerine şimdi alnında ve burnunun kanadlarında kırmızı yuvarlaklar ve ka edemiyecek kadar kendinden geçmiş bir şarak ilerlemişti. Gözlerinin renginde bir haldeydi. Kayığm en ufak sarsıntılarile ı robu vardı ve vücudünün o zamana ka barcıklar vardı. Rengi soluktu. BİZ İNSANLAR Evet! dedi. "4 Yakında hapisten çıkacağmı da biliyor musunuz? Evet. Kapıdan çıkmak üzere olan İclâl, geriye dönerek. bahanesiz durmuştu. Onun bu merakına da gülümsiyen Samiye Hanım: Korkuyordum, dedi, bana bir fe nalık yapar diye... Hatta sizden birşey daha rica edecektim. Fakat artık ehem miyet vermiyorum. Bahri sordu: | Bravo abla... Herifi yumuşat •* maktan vaz mı geçtin? Samiye Hanım Bahriye gelince hakikî bir şefkate bürünen sesile: Düşündüm, yavrum, dedi, aklraa koymuşsa yapar; nasihatin ne faydası var? Hapisten çıkınca ben onun gönlümi almağa çalışınm. Dün tclâlle kendisine biraz para gönderdim, reddetmiş. Hizmetçi sesini yükselterek: (Arkası var)