18 Nisan 1937 Geçmiş günler Sırb Kralına Istanbulda nasıl nutuk verdim? "Sir,diye söze başladım. Kral benî, sonuna kadar dinledi. Bu muvaffakiyetimden dolayı on sekiz haftalık izinsizliğim affedildi. „ Yazan : Selim Sırrı Tarcan Mühendishanei Berrii Hümayun ikinci sınıfındayım. Evvelce Galatasaraydaki yaramazlıklanm burada da artmış, eksilmemişti. Ötede cezalann en ağırı bir hafta izinsiz, burada izinsizliğin muayyen bir hududu yok! Hapis, dayak! cezaları gibi şiddetli bir disiplin var. Fakat huylu huyundan geçer mi? Sınıfta, bahçede, koğuşta arkadaşlara ya bir muziblık ederek veya alaylı dahiliye zabitlerin zıddına gidecek şeyler yaparak muhtelif cezalara çarpüırdtm. Amirlerimin nazannda fena bir talebe idim. O kadar ki bir fırsat çıksa meselâ üzerimde hürriyete aid bir fransızca eser bulunsa mektebden tardedip neferlikle Erzuruma göndereceklerdi. Bir sabah mektebde bir telâş oldu. Zabitler koşuşuyor, koridorlar yıkamyor, camlar siliniyor. Biz çabucak işin farkma vardık. Galiba mektebe bir ecnebi misafir geliyordu. Çünkü böyle bir ziyaret vukuunda herkes birbirine girer. Göze çarpan bütün çirkinlikler ortadan kaldınlır, du varlar badanalanır, taş bina hafif tertib yaldızlanırdı. Âmirlerimiz bizı alelâcele sııuflardan çıkardılar. Yabanlık elbiselerimizi giydirdiler. Ben merak ettim, acaba kim geli yordu? Neyse beni bütün haşanlıklanma rağmen seven almanca muallimi M. Vizental'dan sorup öğrendim. Abdülhamidi ziyarete gelen Sırb Kralı mektebleri görmek istemiş, öğleden evvel Pangaltıda Harbiye mektebini, öğleden sonra Halıcıoğlunda Mühendishanei Berrii Hümayunu kendisine göstereceklermiş. Top hane Müşiri ve Mektebler Nazın Zeki Paşa mekteb müdürüne talebeden birisinin Krala fransızca bir nutuk vermesini emretmiş. Arjantinde siyasî bir cinayet Nazi teşkilâtı reisini öldürdüler Berlin 17 (A.A.) «Ecnebi memIeketlerde oturan Almanlar» teşkilâtınm Buenos Aires şubesinin reisi olan Joseph Riedel'in katli, Nazi mahfillerinde şid detli bir infial uyandırmıştır. Gazeteler, büyük harflerle bastıkları başlıklarda 1936 senesinde Gustloff'un, îsviçrede katlini hatırlatmakta ve Rie del'in komünistlerle Yahudılerin Almanyaya karşı yaptıklan tahrikâtın yeni bir kurbanı olduğunu kaydetmektedirler. Buenos Aires 17 (A.A.) San Martin köyü komiserliği tarafmdan verilen yeni malumata göre Riedel'in katlinde yegâne âmil sirkat olmuştur. Tasrih edildiğine göre, suikasd pazar akşamı maktulün evinin karidorunda vuku bulmuş ve Riedel pazartesi sabahı hastanede ölmüştür. Buenos Aires 17 (A.A.) Al manya sefaretinin talebi üzerine Riedel'in katli hakkında tahkikat ve cesed üzerinde fethimeyt ameliyesi yapılması emre dilmiştir. dür: Yeter! yeter! dedi. Beni yanıma çağırdı. Bu işi istediğimizden âlâ becereceğin anlaşıldı, dedi. Müdürün yanmda duran dahiliye âmiri guya bir esprit yapmış olmak için: Ben size demedim mi, bunda utanacak surat yok! dedi. Öğleden sonra Sırb Krah ve maiyeti erkânı göğüsleri nişanlarla dolu paşalar, yaverler, otuz kırk kişilik bir heyet saray arabalarile, atlarla geldiler. Mektebin idare ve talim heyeti bunları karşıladı. Ben ortaya çıktım ve ayni pervasızlıkla: Sir! diye nutkuma başladım. Kral sonuna kadar beni dikkatle dinledi. Sonra elimi sıktı: Tebrik ederim! Fransızcayı pek güzel telâffuz ediyorsunuz. Bu lisanı nerede öğrendiniz? Haşmetmeab, burada, Türk mekteblerinde! dedim. Kral Mühendishanede öğrendiğimi zannederek, müdürün hemen elini sıktı: Sizi de tebarik ederim. Pek güzel yetiştirmişsiniz! dedi. Kral gittikten sonra beni müdür, Tophane Müşiri Zeki Paşanm yanına götürdü. Paşa: Aferin oğlum! Yüzümüzü ağarttın! Çok memnun oludm. Dedi ve saatinin kordonunun ucunda sallanan altın kurşunkalemini çıkardı ve bana uzattı. Afyon Inhisarının aldığı tedbirler Müstahsillerin mahsulleri Ziraat Bankasmın şubeleri vasıtasile çok yüksek fiat ve çok müsaid sartlarla satın alınacak tBaştarafı 1 ind sahıfede] Uyuşturucu Maddeler İnhisan 1936 senesi afyon rekoltesini Türkiye Ziraat Bankası delâletile doğrudan doğruya müstahsilden mubayaa etmiş ve bu şeklin tatbikı esas itibarile muvafık neticeler vermışti. Istihbarahmıza nazaran bu şekilde mubayaadan muvaffakiyetli neticeler alan înhisarlar îdaresi 1937 senesi rekoltesini de gene Ziraat Bankası vasıtasile müstahsilden satın almağa karar vermiş ve bu hususta mezkur banka ile temasa geçmiştir. 1937 senesi rekoltesinin mubayaa şekli tesbit edilirken geçen sene elde edilen tecrübeler de gözönüne almarak yeni şekilde müstahsile daha ziyade faydalı olmak prensipleri yer almıştır. Geçen seneki mubayaalar Ziraat Bankasınm yalnız 15 şube ve sandığında yapıldığı halde bu sene bankamn ekim mıntakalan dahilindeki bilumum şube ve sandıkları alım faaliyetine geçecek ve afyonların iptidaî ekspertızi înhisarlar Idaresinin göndereceği eksperler tarafmdan yapılacaktır. Bu suretle alım merkezlerinin çogal blması ekicilerin hemen de hiçbir külfete katlanmadan afyonlarını sühuletle satmalannı temin edeceği gibi iptidaî te sellümleri ekspertizin Inhisar eksperleri tarafmdan yapılması da kalite bakımından satıcılar hukukuna halel gelmesini önliyecektir. îdarenin afyonu temiz ve konaksız toplama hususunda senelerdenberi devam eden teşvik ve propagandalan mubayaalarda birinci derecede nazan dikkatte bulundurulacak ve afyonlarını îdarenin tarif ettiği şekilde temiz ve konaksız olarak toplamağa muvaffak olanlara daha yüksek bir fiat verilecektir. diğinden idare bu avanslan aşağı yukan umumî bedelin yüzde 80 ine yakın ra kamlarla tesbit etmiştir. Avanslar da kilo hesabile şu esaslara göre verilecektir: . Softlar 4 Lira İnce ve konaksız toplanmış 4 » afyonlar Morfini % 12 ve daha 3 » yukan olan kabalar Morfini ^c 12 den aşağı 2,50 » olan kabalar Bakiyei matlüblann mallann iptidaî tesellümünden itibaren kısa bir zamanda ödenmesine ve müstahsilin fazla müddet beklememesine son derece itina olunacaktır. Bu seneki alım sisteminin en iyi taraflarından biri de müstahsilin arzedecekleri afyonların bir kilo gibi asgarî hadlerde bile kabul edilmesı olacaktır. Inhisar I daresi, geçen sene, arzların asgarî elli kiloluk sandıklarla yapılmasını mecburî kılmıştı. Habuki, afyon miktar itibarile az çıkarıldığından 50 kiloluk bir sandığı doldurmak için hiç olmazsa on on beş müstahsilin aralannda bir ortaklık vaziyeti ihdas etmeleri lâzımdı. Bu ortaklık vaziyetininse müstahsili her cepheden müşkülâta sevkettiği anlaşıldığından bu sene bir kiloya kadar afyon kabul edil mesi ve bundan daha az miktarlann da iki üç müstahsilin birleşmesi suretile bir kiloya iblâğı hususlan temin olunmuştur. înhisarlar îdaresi istihsal başlar başlamaz eksperlerini muntazam bir program dahilinde ekim mmtakalanna gönderecek ve mubayaalar bu programa göre derhaî başlıyacaktır. İnhisar îdaresi, verdiği bu kararlarla afyon müstahsilinin bütün endişelerini bertaraf etmiş ve kendilerini memulün fevkinde bir şekilde himayeye muvaffak olmuş sayılabılir. İnhisar İdaresinin eksperlerinden ba zılarını, yanlannda fennî çizgi ve algı aletleri bulunduğu halde ekim mmtaka larına gönderdiği ve bu eksperlerin köy köy dolaşarak müstahsillere fennî çizme ve toplama usullerini gösterecekleri de cümlei müstahberatımızdandır. Gene o mevzu azdığı son piyesin Şehir Tiyatrosunda elli kere oynanmasmdan dolayı kendisini tebrik etmek istediğim muharrire, sanki tahmin edemezmişim gibi, şu muvaffakiyetten madde itibarile ne kazandığını da sordum. Aglar gibi cevab verdi: İki yüz beş lira! Donakaldım. Çünkü bu kazanc zihnimdeki tahminî rakamdan da çok aşağı idi, hele insafa ve mantığa uyar birşey değildi. Teselli için birşeyler söylemek dilediğim halde dilim kurumuştu, dudaklarım felce uğramıştı, kelime bulamıyordum, bulduklanmı da söyliyemiyordum. Arkadaşım, benden daha pişkin çıktı, işi lâtifeye bozdu: Adam, dedi, alınacak veya şaşılacak ne var? İnsanlar, sıkı bir tahlil neticesinde kardeş çıkmıyorlar mı? Biz de Avrupalı biraderlerimizin, orada roman ve piyes yazan meslektaşlanmızm kazanclarını düşünüp müftehir oluruz, seviniriz. Tabiatin bir karından çıkardığı kardeşlerin kısmetleri ayn olur, deyip te beşerî uhuvvet hulyasmı baltalamak istiyenlerin yavelerine kulak asmamak, bilhassa şu mebhaste lâzımdır. Meselâ Guy de Maupassant sade Bel Ami romanının satışından Okyanuslarda gezebilecek büyüklükte bir yat satın almıştı, adını da Bel Ami koymuştu. Ben yirmi sekiz piyesimden bir pantalon dahi alamamaklığıma rağmen onun bu muvaffakiyetini düşünerek niçin müteselli olmıyayım? Fikir âleminde aynlık gaynlık mı var? Ben burada kaybediyorsam Fransız kardeşlerim yurdlarında milyonlar kazanıyor ya, kâfi!.. Eğer bu, beni müteselli edemezse Edmond Rostand'ı düşünürüm. O ağabeyimiz de Aiglon'dan birkaç yüz bin frank, Chantecler'den de bir aded milyon kazanmıştı, Pirene'de kralların rüyalanna girmiyecek kadar muhteşem bir saray kurup kâinata bulutlar arasından bakmak yolunu bulmuştu. Ben, kiralık odalarda sürünsem dahi onun sarayında oturduğumu tahayyül etmekle melâlimi avutabilirim. Çünkü meslektaşız, bir yolun yolcuyuz. Ve birden ciddileşti: Bilirsin değil mi, dedi, meşhur bir fıkra vardır. Zenginin biri dalkavuğuna sormuş. Gömlek, mömlek; ekmek, mekmek; ev, mev; derler. Bunlann birincileri anlaşılıyor, ikincilerinin manası nedir Allahı seversen, demiş. Dalkavuk o gün, fanilâsı olmadığından üşüyor, mükellef bir kahvaltı sofrasma kendisini davet etmiyerek yalnız başına karnını doyuran zengin adama kızıyor, akşama ödenmesi lâzım gelen ev kirasından dolayı da tasalanıp duruyormuş. Bu soruyu fırsat bilerek içini dökmeğe koyuîmuş, «yelek, efendilerimiz gibi Tanrı tanımazların giydikleri süslü içliklere, melek te bizim gibi Allah korkusu taşıyanlarm sırtlarına geçirdikleri yamalı gömleklere denir. Ek mek, sizlerin tıkabasa yediğiniz şeylerdir, mekmek bizim suya banarak yutmağa çalıştığımız katı nesnedir. Ev, sizin içine sığamadığınız saraylardır, mev de bizim kedilerle, köpeklerle bağdaşıp içinde barındığımız viranelerdir» demiş. Sırbistan Kralı Pierre mahcub etmem! Öyle ise çabuk fransızca neler söyliyeceğini bir kâğıd, türkçesini de bir başka kâğıda yaz, odama getir! Emredersiniz efendim! Heyet sınıftan çıktıktan sonra bir alaydır başladı. Bütün arkadaşlar etrafımı aldı: Turnayı gözünden vurdun! Yaşa be Selim Sırn! Şu herifler nihayet sana muhtac oldular. Yamansm vallahi! Ben bir kâğıdın üzerine hemen fran sızca: «Sir! Zatı haşmetpenahilerinin mektebimizi ziyaretlerinden son derece müte hassis olduk. Bizler sayei maarifvayei hazreti padişahide bu müessesei ilmiyede Hepimizi dershanelere aldılar. Müdür, tahsil ve terbiye görmekteyiz ve saire ve ders nazın ve dahiliye âmirleri önce son saire... sınıfa girerler. Müdür nazınn emrini söyIki nüsha olarak fransızca ve türkçesiler ve içinizde Kral hazretlerine kim fran ni yazdım, müdürün odasına götürdüm ve sızca bir nutuk verebilir? diye sorarlar. okuyup tercüme ettim. Müdür bir yerini Kimsede cevab yok! tashih etti. Nani nimetile perverde oldu Bizim sınıfa girdiler. Ayni suali bize ğumuz şevketlu, kudretlu, azametlu padide tekrar ettiler. Kimsede ses yok! Ben şahrmrz diye yaz! dedi. Orasını da düayağa kalktım ve vaziyet aldıktan sonra: zelttim. Ben bu işi yapanm! dedim. Müdür: Müdür ters ters yüzüme baktı sonra Oğlum! dedi (o güne kadar bana bağırdı: daima ters muamele eden bu zatın ilk Otur! Arsız! dedi. defa olarak ağzından bu sözü işitiyor Tabü ne denir! Temenna edip yerime dum.) Evet, oğlum! dedi. Bir heyet huoturdum. Heyet böylece diğer sınıfa da zurunda söz söylemek kolay bir iş değilgitti. Orada da böyle bir nutku verebile dir. Bahusus bu koskoca bir Kral, ne olur cek talebe bulunmadı. ne olmaz şimdi bütün mekteb talebesini Âmirler düşünürler, taşınırlar, müzakere Talimhane meydanında toplıyacağız. ederler. Vakit dar, nazınn emri kat'î, ni Biz de yerlerimizde duracağız. Guya hayet denize düşen yılana sarılır kabilin Kral hazretleri gelmiş gibi sen ortaya ç'ıden, tekrar bizim sınıfa geldiler. kıp nutkunu söyliyeceksin. Bakahm bir Müdür kaşlarını çattı, gözUrini bana prova edelim, dedi. diktd ve emretti: Derhal cem borusu çaldı. Bütün talebe Selim Sırrı Efendi halk ayağa! saf, saf dizildi. Ben sevincimden yerimde Yalnız bu sefer sesinde daha biraz yu duramıyordum. Nasıl sevinmem ki ben o muşaklık vardı: meydana yalnız dayak yemek için çıkı Biliyor mırsun, Kral hazretlerinin yordum. Cebimden kâğıdı çıkardım. Şöyhuzurunda nutuk vermek kolay bir iş de le bir etrafıma göz attım, arkadaşlanmm ğildir. Şaşırırsan rezil oluruz, kendine hayret ve alayla dolu gözlerile karşılaşgüveniyor musun? Dikkat et, sonra gene tım ve yüksek sesle: hapisaneyi boylarsın! dedi. Sir! diye haykırdım ve mümkün olduCevab verdim: ğu kadar kelimelerin hakkını vererek nut Merak etmeyiniz efendim! Sizi kuma başladım. Iki dakika geçmeden mü Işittiğimize göre Uyuşturucu Maddeler Inhisan bu seneki rekolteye beher morfin derecesine göre şu fiatlan vere cektir: Soft afyonlar 40 Kuruş Temiz ve konaksız 40 » Morfini % 12 ve daha 35 » yukan olan kabalar Morfini Tc 12 den aşağı 30 » olan kabalar Bu fiatlara gööre Türkiye afyonlarınm vasatî derecesi addolunan % 12 morfinli ince afyonlarm beher kilosu 480 kuBen taş gibi duruyor ve yerimden kı ruşa, gene ayni morfinli kabalann beher mıldamıyordum. Müdür kolumu dürttü. kilosu da 420 kuruşa satın alınacak deAlsana! Bak Paşa hazretleri sana bir mektir. bergüzar veriyorlar! dedi. İnce ve konaksız olarak toplanan afO zaman: yonlann morfinleri arttığmdan înhisann Ben o kalemi ne yapayım! Benim gösterdiği yoldan gidenlerin mallarına on sekiz hafta izinsizliğim var. Evimi hatta 560 kuruşa kadar değer bulmaları ancak üç buçuk ay sonra görebileceğim! mümkün olabilecektir. dedim. Bu suretle tesbit edilen fiatlar geçen Paşa müdürün yüzüne sorar gibi bak seneler zarfında tüccar ve mutavassıtlatı. rın verdiği fiatlardan aşağı yukan % 50 Müdür: fazla olduğundan Inhisar İdaresinin al Evet efendim! Hiç tek durmaz. dıgı bu karardan müstahsilin son derece memnun olacağı şüphesizdir. Tabiî izinsizlikten kurtulmuyor, dedi. Paşa güldü: Inhisar îdaresi kanunen alımlarını lâ İzinsizliklerini affettim, sana üç boratuar tahlilile yapmak mecburiyetin gün de mezuniyet verdim. Al bakalrm dedir. Bu itibarla mubayaa esnasında tam bedelin tediyesine imkân görüleme şimdi, dedi. miş ve geçen sene olduğu gibi avans usuHemen kalemi aldım, Paşanm elini ölü ihdas olunmuştur. Ancak, müstahsilin perek odadan fırladım. SEL1M SIRRI TARCAN dar bir vaziyette kalması arzu edilme Evet, şimdi mesele bu. Samiye ablam sizinle de konuşmak istiyordu. Ben ne yapabilirim? Çocuk, Mustafamn oğlu sizi seviyor. Mektebden çıktığınız zaman köyde sizi müdafaa eden çok oldu. Hatta bazı veliler müdüre itiraz etmişler. Benim akrabamdan bir çocuk ta o mektebde. Hâdisenin bu kadar tesiri olmuş, demek? Zabit canlandı ve daha rahat konuşabilmek için parmağını yakasının kenarına takarak boynunu biraz kurtardı: Efendim, dedi, köyde bu eski meseledir. Harbi Umumidenberi köy halkı bu yalıya düşman. Ecnebilerle içli dışlı oluyorlar diye. Asıl kabahat Halim Beyde idi. Hayatı Avrupada geçmiş. Türklere fazla kıymet vermezdi. Varsa yoksa ecnebiler. Karısmı onlara açık saçık çıkarırdı. Yalının nhtımmda kadm erkek oturulur. Tabiî birçok sandallar geçer. Halk gözlerile görüyor ve sinirleniyordu. Nekadar olsa mutaassıb. Halim benim akrabamdır, fakat ben de yaptıklannı hoş görmüyordum. Sade taassub meselesi değil. Bir de muhit var, âdatı milliyemiz var. Biz henüz o devrei terakkive gelmedik. Samiye ablamla çok münakaşa ederiz. O Desenchaniees'yi elinden düşür mez. Hele bir bahsini açm da görün. Şimalî Hindistandaki harekât Dün şehrimize gelen Daily Herald gazetesinin yazdığına göre, Hindistanın şimalindeki harekâtı tenkil için hududda biriktirilen 20,000 kişilik bir kuvvetle taarruza geçılmek üzeredir. Veziris tan'a karşı açılan bu harekâta birçok tayyare ve tanklar da iştirak edeceklerdir. Hrekâttan maksad Tori Khel kabilelerini, İpi Fakirine bir melce temin etmekten vazgeçinciye kadar taciz et mek ve bundan sonra Fakiri ele geçir mektir. Harekâta, Hindistan hükumetinin başka şekıllerle Tori Khel kabileleri a rasmda sulh temm etmek imkânsızlığı karşısmda başlanmıştır. Vezirisrtan'da normal garnizon 10,000 kişiliktir. Geçen ay 7,000 askerle tezyid edılmiş ve şim di de daha fazla kıtaat yollanmaktadır. Ben ilâve ettim: Harekâta 6 piyada livası, iki cebel ba O halde Avrupada eser, bizde de tarya livası, iki hafif tank bölüğü ve miktarı kâfi tayyare iştirak edeeektir. meser yazılıyor desene!.. Harekâtı, General Coleridge idare edeYalan değil, doğrudur bu hüküm!.. eektir. M. TURHAN TAN Harbi Umumî ne ise; Almanlar müttefikimizdi; buraya gelirler, giderlerdi. İki defa da bizimkileri Göben'de ziyafete çağırdılar. Halk ona da kızıyordu ama nihayet serbest aile diyip çıkıyordu. Fakat mütarekeden sonra çok fena oldu. Bu Ma dam Sofi, ki girip çıkmadığı yer yokturburaya kolonellerine, generallerine vanncıya kadar itilâf zabitlerini doldurdu. Samiye ablam ziyafetler verdi. Karşı tarafta Besi teyze dedikleri bir kadın var dır. Bunlann uzak akrabasından. İşte, şu saksmın arkasında, ayakta duruyor. Akrabam demeğe utanırım. Annesi îngilizdi. Kendisi de şimdi bir Fransız tüccannın metresidir. Samiyeyi baştan çıkaran hep o. Bir de Madam Sofi. Besi teyzenin asıl adı Besimedir. Fakat çok ekul de olduğu için, fazla yemek yemesinden, kendini besiye koymasından kinaye ona böyle demişler. İngilizceyi, fransızcayı ana dili gibi bilir. îngilizce ana dili zaten. Bu evin felâketleri hep onun yüzündendir. Zabit durdu; Orhan onun söylediği şeylere olduğu kadar, ilk verdiği intıbaa rağmen, böyle bir hamlede boşalışına da hayret ediyordu. Gözlerile Samiye Hanımı, Besi teyzeyi ve Vediayı aradı. Za bitle kendisinden başka herkes, bahçe üstündeki tarafta toplanmıştı. Kahkahaları geliyordu. Bahri Bey boynunu gene yakasından kurtararak dedi ki: Bakınız, bugün Vedia ecnebileri davet etmedi. Yalnız, akşama doğru Mornier gelecek. Bizim Gülhanede çalışır askerî bir Fransız doktorudur. Öteki lerin hiç birini davet etmedi Vedia. Kendi günüdür. Samiye ablam da sesini çıkarmadı. Kendisi de zaten Mustafadan ve dedikoduların daha fazla azmasından korkuyor. Vaziyeti şimdi anladınız mı? Orhan kuru bir: Evet, dedi. Sizinle görüşmek istiyordum. Sa miye ablamın o gün size yaptığı muameleye çok müteessir oldum. Değil, olduk, hepimiz. Çok haksızdır. Mustafaya karşı da haksızdır. Fakat o Besime yok mu, Besime? Yılanin başı odur. Bak, Sofi daha makul kadındır. Rumdur, filân ama Türklere Besimeden fazla hürmet ve muhabbeti vardır. Hele sizin pastacıda Vediayı müdafaa edişinizi pek beğen miş. Buraya gelince Samiye ablama sizi çok metetmiş. Orhan zabitin biraz da Vediadan bahsetmesini istiyordu. Bu kız hakkında kendisine en bol malumat verebilerek adam, şimdilık, Bahri Beydi. Fakat zabit sustu. Başını gene dikleştirmişti ve gözleri denize daldı. (.Arkast var) m Cumhuriyetin edebî tefrikası: 51 BÎZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa henüz çizgi haline gelmemiş derin bir keder ifadesi de farkeder gibi oldu. Göz lerinde ağır bir düşünce mekanizmasmın donukluğu da vardı. Belki de geç ce vab vermesi bundandı ve kibire benziyordu. Demindenberi göz kapaklarından ve dudaklanndan başka hemen hiçbir yeri kımıldamamifh. Beyaz bir cild üstünde kıpkırmızı, toplu ve küçük bir ağzı vardı. Konuşurken alt dudağını dişlerine yapıştırıyordu. Ağır ve derin bir nefes aldı: Bazı teferrüat var ki onları da siz bilmezsiniz! dedi. Gözlerini ağır ağır etrafta gezdirdi ve sustu. Yakında, arkasını dönük duran zayıf adamın duymasmdan endişe ediyor muş gibi tekrar ona baktı ve yutgundu. Uzun müddet birşey söylemedi. Orhanın uzathğı tabakanın üstünde elini ağır ağır yukanya kaldırarak: İçmem! dedi. Yüzünün çocuklara yaraşan körpeliğile tavırlannın ihtiyar paşalarda bile görülmiyen ağırlığı arasındaki nisbetsizlik, Bol yakalıkh ve gırtlağı sivri, zayıf adam, ellerini u^uşturarak onlara yaklaş mıştı. Gülüyordu. Güldüğü halde bile gözlerinde güneşe bakıyormuş gibi bir kamaşma, burnunun üstünde buruşuklar vardı. Zabite biraz daha yaklaşarak, lâübali ve müstehzi: Ey, Bahri Beyciğim... dedi, yazın Heybeli var mı? Bahri Bey ona cevab vermedi, Orhana yalnız gözlerini çevirerek, başını hiç oynatmadan: Evet, dedi, çok şayanı teessüf bir hâdise... Zayıf adam bir «pardon» diyerek u zaklaşmışh. Orhan sordu: Bütün teferrüatı biliyor musunuz? Bahri Bey ona hep yan gözle baka rak: Evet, dedi. Niçin başını Orhana doğru çevirmiyordu? Gururdan mı, yakasının darlığından mı? Yoksa her iki şey de birbirine uygun bahaneler mi? Orhan, bu çocuk yüzde Orhana gittikçe artan bir hayret veriyordu. Saçlan ve teni Vediayı andırdığı halde karakteri onun tam zıddıydı: Kıpır damaktan ödü patlıyormuş gibi vücudünü zapturapt altma almak istediğini zannettiren dik ve dar yakalı, korsaya ben zer bir ceket giymişti. Zayıf adam uzaklaşıyordu. Orhan zabiti konuşturmak için sordu: Ne gibi teferrüat? Bahri Bey önüne bakarak alçak sesle cevab verdi: Mesele yalnız mektebdeki vak'a dan ibaret değil. Evveliyatı var. Kayıkçı Mustafa meselesi mi? Evet, biliyor musunuz? Biraz biliyorum. Zabit ilk defa olarak başını Orhana doğru çevirdi: Mustafa yakında hapisten çıkıyor, dedi. Öyle mi? Nasıl oluyor? Müddetini bitirmek üzere. Bu kadar çabuk mu? Ben onu bir seneye filân mahkum oldu, sanıyordum. Hayır, altı ay. Baska bir mesele var. Mustafa hapisanede kendisini ziyaret edenlere yemin etmiş: «O karıyı vuracağım!» diye. Samiye ablam telâşta. Pek belli etmiyor ama çok korkuyor. Siz Mustafayı bilmezsiniz: Muktedirdir. Bunu bilmiyordum. ' ; ı '