lfi Nisan 1937 CUMHURIYET Sarkî Akdenizde Fransa Suriye ile yapılan muahede eksiktir Gittikçc kuvvetlenmekte olan Arab ittihadı cereyanı da günün birinde Suriyede Fransa hesabına müşkül bir vaziyet ihdas edebilir 2 [11 • Yazan : General Weygand mak itibarile, islâm âleLübnanla yapılan mu minde müstesna bir mevahede, hiçbir meseleyi ki ve büyük bir manevı muallâkta bırakmadığı için şayanı memnuniyet kudret kazanmış bulunubir muahededir. Suriye ivor. Bu sebeble, arabca le akdedilen muahede ise onuşan islâm âlemi, yeböyle bir tavsife lâyık ıiden taazzuv hususundeğildir, zira çok ehemiaki teşebbüslerinde ona miyetli meseleleri mual teveccüh etmektedirler. lâkta bırakmıştır. Ma Dinî taassub taraftarlademki rejimin değişmesi n olsun, siyasî modericab ediyordu, bu mua Arabların indinde büyük bir nizm istiyenler olsun, hcdenin akdedilmesi evlâ nüfuz kazanan Necid Sultanı Necid sultanile bir mu idi. Ancak, bunun, gerek ibnissüud karenet vücude getiril metni ve gerek ruhu itibarile, her iki mesi bahsmde onun mütaleasını almak tarafça dürüst bir şekilde tatbik edilmesi tadırlar. şarttır. Hiç şüphe yok ki, bu muahede, Bunları, aksi istikamete çeken diğer bir her iki tarafça ayni derecede kuvvetli bir kuvvet daha vardır ki, o da, Sünnî Irak sulh ve sükun emelile tatbik mevküne Krallığıdır. Irak Krallığı, başmda Şerif konulduğu takdirde, müzakereler esna Hüseynin büyük oğlu Kral Faysal bu smda hüküm süren şeraitin izlerini taşıyan lunduğu müddetçe, Suriye üzerinde çok bu diplomatik vesikanın kifayetsizlikleri kuvvetli siyasî bir tesir idame etmekte idi. Bugün bile, Kral Faysalın, General yavaş yavaş zail olacaktır. Fakat, noksan taraflannı kendimizden Gauraud'nun silâhlarile tardedilmeden gizlememek iyi olur. Fransamn bu mem evvel hüküm sürdüğü Şamın nasyonalistleketlerdeki ehemmiyetli vaziyeti, on altı leri, Yahudi istiman yüzünden tamamisene müddetle orada tatbik etriği manda yeti ve istiklâli tehlikeye giren Filistinin terlik nüfuzu kendisine yüksek manevî Arablan, Faysalın biraderi Abdullahın mes'uliyetler yüklemekte ve büyük bir te hükümran olduğu Maverayi Erdün'ün yakkuzla hareket ebnesini âmir bulun Arablan, Yakınşark devletleri içinde ismaktadır. Arab meselesi ve ekalliyetler tiklâle ilk kavuşan Iraka teveccüh etmiş meselesi tekrar ortaya çıkarak hayli müş bulunuyorlar. îhtiyar Şerif Hüseyinin dikül bir vaziyet ihdas edebilir. ğer bir oğlunun da Şamda hükumet sür Harbden evvel, mahdud sayıda mü mek tesebbüsünde olduğu söyleniyor. Bu nevvcr kimselerin alâkadar olduğu pan suretle Suriye, Maverayi Erdün ve MeArab hareketi o zamandanberi pek fazla zopotamya devletleri arasında bir nevi büyümüş, şümullenmiştir. Milletlerin, ser aile federasyonu teşekkül ttmiş ve Irak, besti ve kendi kendilerine sahib olmak fi bu federasyonun siyasî vahdetini hazırlakirleri bu inkişaf üzerinde çok müessir mıs olacaktır. Serif Hüsevinin. kendisini olmuştur. Ingilizlerin, harbde, küçük As halife ilân etmek maksadile 1924 te yapyada Almanlara ve Türklere karşı sev tığı tesebbüs unutulmamışhr. Bu iki kuvvet arasındaki rekabet, lbkettikleri Arablara, yardım pazarhklan nissüudun Arablık ve islâmiyel bakımınesnasında yaptıkları vaidler ve bilâhare, Arabların, bu rolü mühimsemeleri de, bu dan daha kuvvetli olan nüfuzile Fayiâilfi hnsusta amil olmuştur. Halihazırda, a siyasî noktadan daha fazla olan tesiri, rabca konusan bütün islâm âleminde, şi bundan birkaç sene evvel, bir Arab ittimalî Afrikada, Arabistanda ve Yakın hadı vücude eetirmek daiyesini güden bu şarkta, basit bir kültür vahdetinden daha iki «sahıs arasında vahim ihtüâflara sebeb s»kı bir vahdet vücude getirmeğe matuf olmak üzere bulunmustu. Bu ihtiraslar bir temayül vardır. Arab memleketleri ebediyen sönmüş değildir. nin hepsi kendi mukadderatma kendisi Ne düsünülürse düşünülsün, Yakm hâkim olmak istiyor ve istiklâl emeli bes şarkta, Mezopotamya dahil oldugu halliyor. Yakmşarkta, esasa taalluk eden bu de Suriyenin coğrafî bakımdan birliği isteğin, sarih surette tahakkuk ettirilmesi manasını tazammun eden bir Arab kütleistenen şekli, Emevî halifeleri devrinde si teşkili emelinin mevcudiyeti inkâr edimevcud vahdetin ihyasıdır. lemez. Esasen Şam, Lübnanı ilhak etmek Arab kütlesi içinde iki tesir müşahede suretile kendi lehine olarak Suriye ittihaolunmaktadır. Hem dinî, hem siyasî ma dını vücude getirmek emelini daima beshiyette olan birinci tesir son seneler zar lemiş ve daima sukutu hayale uğradığı fında îbnissüud ve Vahabiler tarafından halde bu emeli asla terketmemiştir. Ve kazanıln zaferlerin ve Necid sultanmın, bu temayüller, bütün islâm âleminde, ve Şerif Hüseyni Mekkeden tardederek is bilhassa şimalî Afrikada akisler uyandırlârnın mukaddes divanna ve Arabistanın dığı için Fransa çok müteyakkız davranmerkezine bütün nüfuzile hâkim oluşunun mak zaruretindedir. Bu itibarla, Fransaneticesidir. nm, Şamdaki mevcudıyetinı daimî surette îbnissüud, muzaffer ve müstakil bir muhafaza ederek, hem uzlaştıncı, hem reis vaziyetinde bulunmak, kendisini peygambere ve onun sahabelerine yaklaştıran enerjik, âdilâne ve mahir bir siyaset tatbir akide ve havat sadeliği içinde yaşa bik ve şimalî Afrikayı teskin cihetine gitmesi çok şayanı arzudur. 1] İlk yazı 13 nisan tarihli nüshamızda çıkmıştır. Eski bir Hatıra Merhum Abdülhak Hâmidin 15 mayıs 1919 da yazdifh bir şiir Abdülhak Hâmidin mubarek nâşı Zincirlikuyuda merkadine indirilmeden bir gün evvel zevcesi Lüsyen Hanımı taziyeye gittim. Bitkin bir halde bir sezlong üzerinde uzanmış yatan Lüsyen Hanım büyük bir teessürle gözlerimin içine bakarak beni şu sözlerle karşıladı: «Pertev Paşa, Pertev Çaşa! Ahvale ne dersin!» Bu sözler bende eski bir hatırayı canlandırdı: Büyük Harbin son iki senesinde Avusturya Macaristan İmparatorunun karargâhında ordumuzun askerî murahhası idim. Mütarekeden sonra dahi bir sene kadar Viyanada kalmağa mecbur oldum. O sırada Abdülhak Hâmid de zevcesi Lüsyen Hanımla Viyanada idi. Ona karşı candan bir hürmetim vardı. O da beni çok severdi. 1919 mayısının ortasına doğru bir gün onunla vatanın içinde bulunduğu perisan halden bahsederek kalbimiz için için ağlarken merhum bana: «Pertev Paşa size birşey yazacağım.» dedi. Kendisine bir defter takdim ettim. Mayısm on beşinci günü defteri bana geri verdi; ilk sahifelerinde bana bir yadigâr olarak yazıp bıraktığı çok heyecanlı satırlan, o çok yüksek adamra hatırasını tebcilen, buraya naklediyorum: Pertev Paşa! Pertev Paşa! Ahvale ne der^ sin? Elbette bu mel'unlara sen XQ.net edersin'. Asker sıfatile hele mahkumu kedersin: Hangı vatana, hangi hudud üzre gidersin? Âdaya sorarsak ne vatan kaldı ne serhad! Pâmâli vahuş oldu o gülzarı muhaîled! Dağlar, dereler ah ediyor hasretinizle, Onlar ki taninsaz idüer nusretınizle, Merdane olan himmetıniz, gayretinizle Hıcran ocağı oldu vatan hicretınizle! Husranınız ettiyse de âdamzı raksan, Asla şerefü şanımza gelmedi noksan! Sizlerdiniz islâmı eden htjzu sıyanet.. Islâmın içinden nebean etti ihanet! Kimlerdır eden Mekkeyi yenbuu hiyanet, Ya Beytı Hudayı knne kim küdı emaneil Bılmem bu siyeh cilvei âsara ne dersin, Hempayı ?ıasarâ olan Ensara ne dersin? Persan olurum ben bunu râşanü hirâsan: Bılmem kı nasıl dinme ıman eder ınsan! Eflâki de görse?n diyorum hâk ile yeksan, Dunyaya o giin belki gelir adl ile ihsan! Bır §%n gelir ancak gen» iman ederdziiz,Ettiklenne hasvu peşiman ederiz biz! Avdetle o fıtrî olan ahlâk ve fezail, Alıfâd olur elbet gene ecdadına nail Türk ordusu. namüe çıkar, dâfii sâü, Ağuşu tatandan gene bir mahşen hâıl! hayata, vatana bağlı canlı bir varlıktı» «Hamid, unutulduğundan şikâyet ediyordu. Fakat eğer ölümünde bütün milletin gösterdiği teessüre ve candan alâkaya şahid olsaydı...» «îhtiyarhyorum diyordu. Senelerden beri memleket, muhabbet ve şefkat ka nadlarını açmış onu her türlü ıstırabdan esirgiyordu. Millet, onun üstüne titriyor, menhus ve fakat mev'ud âkıbet bari geç olsun diyordu. Korkulan, fakat beklenilmiyen kara haber çabuk geldi. Hepimizi matemli bir sükut sardı. Dışımızda sükun fakat derunumuzda mahşer vardı. Onun tel'in ettiği sükutu hiç sevmediği sita yişlerle biz bozduk. «Yanun nesi varsa kâinatın, lâkin bu derin sükut dinsin». Herkes hissini, hatıratını anlatıyor ve kendine bir teselli arıyordu. Çok severdim. Anlattıklannı yaz dediler. Acı arasında peki demiş bulun dum. Belki bu ona karşı hürmetkâr bir vazifedir. Fakat mevzuun büyüklüğü önünde bunun nekadar güç olduğunu daha yazmağa başlamadan anladım. Her şeyi unutmuş gibiyim, bir şey hatırlamıyorum. Ona lâyık bir şey bulamıyorum. O, Bizim hepimizin büyük şairimizdi. Ve çok güzel yazdı. Ben pek az oku muştum. Ben onun, o büyük hayatın ancak son devrinin arkadaşı olmuştum. O, az fakat öz söyler, ben çok dikkatle ve zevkle dinlerdim. Ben saygı ve sevgide kusur etmemeğe çalışırdım. O da iltifatmı ve teveccühünü benden esirgemezdi. Ben onu bütün Türkler gibi okumak öğrenir öğrenmez tanımıştım. Namık Kemal ve arkadaşlannın Midilli, Rodos, Sakızdaki mer»filikleri veya memuriyetleri Akdenizlileri Kemale çok bağlamıştı. O, muhit münevverlerinin şiir, edebi yat, siyaset ve felsefesi hep Namık Kemalden «Bey merhumdan» menkul ve mülhemdi. Söylenilen her şiir, okunan her gazel bey merhumun ya yazdığı, yahud sevdiği idi. Onun manzum küfürlerini yalnızca okumak bile istibdada karşı bir hakaret ve bir hissi intikamdı. Bey merhumun iyi dediği kötü olmaz. Kötü dediğine iyi denilemezdi. Evlerde, mek teblerde Ekremler, Hâmidler, okunur, ezberlenir. Naciler dile bile almmazdı. Hâmidin eserleri elden ele gezer, şiirleri düşmezdi. öğrenmek demek, Hâmidi bilmek demekti. «Muallâ bir derinlik şiri Hâmid, şiri vecdaver.» Darulfünunda genclik arasında Tev fik Fikretin, Cenabın şiirlerini bilmek bir zevkti, bir meziyetti. Fakat Abdülhak Hâmidi bilmek ve okumak başlıbaşına bir haysiyetti. Biz onda yalnız şiiri, edebiyatı değil, felsefeyi, kiyaseti de öğrenmeğe çalrçıyorduk. Tabiatin kanunlarm dan gelen zulme bile kahirle hücum eden, tabiatin kuvvetleri üstüne çıkacak bir hamle ile haksızlığı kâinatın yüzüne hakaretle çarpan yüksek duygulu ve yük sek haysiyetli bir insan... «Herkes insanlıkta herkesle yeksan» diyebilen ve cumhurun kadrini o vakit herkese anlatan büyük bir vatanperver, büyük bir demokrat diye seviyor ve okuyorduk. Çirkinliği, kötülüğü, ölümü ve beşeriyeti mustarib eden maddî ve manevî elemleri ve hayatın takazalannı sevmiyen bu şairi, tabiatten ölüm ve ıstırab dilenen bazı şairler ve şiirler gibi hasta, ezgin, bitkin ve bedbin bulmuyorduk. O, hayatta vatana bağh canlı bir varlıktı. Bizim onda kavuştuğumuz felsefe kuvvet, kudret ve hayat ve neşe felsefesi idi. Bu fel&efesini akide haline çıkarmış, yüksek ve derin bir hassasiyetle binbir şekilde terenniim ermişti. O, zıdlarla dolu bir âlem, bir mahşerdi. Bu şair filozofun bazı hayat telâkkilerini bile kendisine has büyük bir mazeret bilirdik. Cumhuriyet senelerinde kulübde ve mecliste çok buluşur ve komışurduk. Ideallerimizde tam bir birlik vardı. Va zifemde beni daima teşçi ederdi. Arasıra mektublaşır, telgraflaşırdık. Hastalığımda müteessifane müteessir oldum diye hatınmı sormuştu. Geçen seneki rahatsızlı ğmda çektiğim telgrafa bana iltifatlı ve teveccühlü cümleler yazdıktan sonra aranmadığından, artık unutulduğundan şikâyetler ederek cevab verdi. Şikâyetinde haksızdı, bunu sonra kendisine söyledim. Eğer bugün ölümünde ve cenazesinde bütün milletin gösterdiği teessür ve candan alâialara şahid olsaydı kimbilir o mümtaz tebessümile, daima gene ve zinde zekâsile gene nasıl zıdlar dolu zarif ve nükteli bir cevab bulur ve söylerdi. Hârnid îçin Eski şark kadınlarının evamiri aseresi n buyruk manasma gelen evamiri aşere, malum olduğu üzere, Tevrat tabirlerindendir. O kitabın rivayetine göre cenabı Musa, Tur dağında hakkm tecellisine mazhar olduğu günlerin birinde bu on emri, on levha olarak almış ve diğer mukaddes emanetlerle beraber bir altın mahfaza içinde milletine miras bırakmıştı. Avrupalılar dört Incil gibi bu evamiri aşere terkibini de, bir çok vesilelerle, titr olarak kullanmışlardır. Emirler, her cemiyet hayatmda ihmali mümkün olmıyan umdelerden ve bütün kanunlarda yer alan hükümlerden ibaret olup şunlardır: «Tannnın birliğine inanmak, puta tapmamak, haftada bir gün dinlenmek, anaya babaya saygı göstermek, adam öldürmemek, zina etmemek, hırsızlık yapmamak, yalan yere şehadette bulunmamak, yalan söylememek, komşu hakkını korumak.» Şark kadınlanndan biri işte bu evamiri aşereye bir nazire yapmış. Ben, eski bir tarih fıkrası veya vak'ası olmakla beraber, bu kadın evamiri aşeresıni henüz öğrendim. Hoşuma gittiği ve küçük bir lâtifeye de zemin olabileceği için bu sütuna geçirmekten kendirrri alamadım. Imame adını taşıyan ve hüdayinabit şairlerden, filozoflardan olduğu anlaşılan şarklı bayan kızını evlendirmekten istifade ederek bakınız neler diyor: Sen sağ ol emin ol ki o gün lâzım olursun, Galatasarayda Tevfik Fikret Edebi En canlı cenahile onun âzim olursunl yat dersine onunla başladı. Ondan imtı General Weygand Viyana. 15 mayıs 1919 han olduk. Fikret için Türk edebiyatı Abdülhak Hâmid böyle olacağı muhakkaktır.» Muhibbi halisiniz İstiklâl Harbimiz Abdülhak Hamide Hâmid Mütarekeden sonra birbirini ve bana hak verdi. Gazi Mustafa Kematakib eden felâketlerin en büyüğünü ev lin dehasile uyanan Türk milleti köpürdü velden hissetmiş gibi bu satırlan yazıp ba ve içten, dıştan bütün düşmanlanna karşı na verdiğinin ertesi günü 16 mayısta Yu koydu. O sırada başımdan geçen pek bünanlılar Izmiri işgal etti. Bunu bir gün yük bir aile felâketi benim hayatımı perisonra, Viyana sefaretindeki ataşenavali şan ettiği için ben Hâmidin arzu ettiği gimiz Kemal Beyle Stadtpark'ta dolaşır bi «Türk ordusunun en canlı cenahik: ken onun bana uzattığı gayet kısa bir ga bizzat âzim olmak» şerefinden mahrum zete telgrafından haber aldım. Birdenbi kaldım. Fakat başta gene Gazi Mustafa re derin bir teessüre, fakat akabinde bü Kemal olmak üzere Millî Mücahedeye yük bir tehevvüre kapıldım. Adeta yük iştirak eden bütün silâh arkadaşlanmız sek ve parkta dolaşanlann nazan dikkati tek bir vücud imiş gibi ve büyük bir azim ni celbedecek bir sesle Kemal Beye şu ve imanla ümid edilmiyecek kadar az zasözleri söyledim: «Yunanhlar İzmiri iş manda Izmiri geri aldı; yurdu, milleti gal edebilir; fakat kat'iyyen ve kat'iyyen kurtardı ve Türkün bugünkü vahdet ve orada tutunamazlar. Şimdi olmasa bile kudretini temin etti. bir sene sonra, beş sene sonra, yirmi sene General Pertev Demirhan sonra orası gene Türklere geçer. Bunun Erzurum meb'usu ilk defa olarak, dudaklarımın üstünden uzun uzun öptü. Gözleri bir tuhaf olmuştu. «Necatim, güzel Necatim!» diyor ve başımı göğsü üstüne bastırıyordu. O günün bende silinmez bir hatırası vardı. Sonraları onun beni böyle kucaklamasmı çok istedim, çok aradun. Fakat bir türlü yalnız kalamıyorduk. On gün kadar geçri. Hasta olmuştu. Annem beni ona gönderdi. Yatak odasma girdim. Yalnızdık. Beni yatağmın kenanna oturttu. Fakat kucaklamıyordu. Ben bunu çok istiyordum. Yanakları pembeleşmişti. Gözleri daha içime bakryordu. Başım ona doğru iğildi. Cstüme bir mahzunluk çökmüştü. « Necatim, sen bugün neşesizsin, dedi, senin de mi keyfin yok? «Elini alnıma koydu. Başımı göğsüne doğru indirmiştim: « Kalk! dedi, hastalığrm sana geçer. «Yalnız bir: « Geçsin! demişim. « Ah, yavrum! dedi ve beni bir daha kucakladı. Fakat uzun uzun öpmedi. kadını ciddî, evet ciddî surette sevdiğimi anladım. Yalnız kaldıkça ağlıyordum. îstahnn kesildi. İyi olmasmı istiyordum. Kimseye birşey söyliyemiyordum. Kadm iyi oldu, fakat daha büyük bir felâket zuhur etti: Evleniyordu. Düğün hazırlıklan başladı. Kıskanıyordum. Kadın bize geldiği zamanlar ondan kaçryordum. Annem vaziyeti anladı. Etrafımda yeni bir dikkat ve endişe uyanmıştı. Kadının izdivacmdan benim yanımda bahsetmiyorlardı. Fakat ben hazırlıklann bütün tefemıatını öğreniyordum. Ona mektublar yazdım, fakat hiç birini göndermedim. Neşesiz ve küskün bir çocuk olmuştum. Zayıflıyordum. İştah ilâclan fayda etmedi. Annem bana fırsat düştükçe hep onun aleyhinde bulunuyor ve onu gözümden düşürmeğe çahşıyordu. Faydasız. Onu sık sık rüyamda görüyordum. Fenerbahçede bir eve gelkı gitmişti. On bir yasıma kadar onu unutmadım. înan buna. Sana hiçbir noktayı mubalâğa etmeden anlattım. Eğer hulâsa etmeseydim bazı teferruatına inanmazdın. Fakat şuna inan: Aradan yirmi sene geçti, ben bu kadını sevdiğim kadar kimseyi sevmedim. «Eve mahzun döndüm. Gün geçtikçe Sen bunu materyalist akidenle nasıl tefhastalığı ağırlaşıyordu. Beni yanına sok sir edersin? Menfaat, yahud tam fizyolomaz oldular. İşte o günden sonra ben bu jik bir alâka mevzuubahis mi? 1 Kocalann getirdikleri yiyeceğe, giyeceğe yalnız kanaat etmek değil, candan ve gönülden teşekkür etmek te lâzımdır. 2 Kocanın «yap» dediği şey mutlaka yapılmah, yapılmamasını istediği iş te mutlaka yapılmamalıdır. 3 Kadın evini temiz tutmalı, erinin gözüne çörçöp dahi çarptırmamalıdır. 4 Kadın, tenini, kaynak suyu gibi berrak ve kirsiz bulundurmalıdır. En küçük kir, en büyük aşkı öldüriir. 5 Kocalann uyku saatleri, onların adı gibi hatırda yer etmelidir. Yuvasmı mes'ud görmek istiyen kadın, eşile ayni zamanda uyur ve onunla ayni zamanda uyanır. 6 Evine bağlı kadm erile sofraya oturur, erile beraber kalkar. 7 Kocalann malı israf edilemez. Yersiz harcanan her akçe, sevgi bağından sökülüp arılan bir fidan demektir. Sonunda o bağ kumsala döner. O, bizler için gözleri kamaştıran derin 8 Erini seven, onun hısımını ve bir girdab, gözleri karartan yüksek ve dostlariTiı da sever, güle bitişik diken olmuhteşem bir şahika idi. Kuvvetıle, zâfile salar dahi! kudrerile, azmile, kemalile, noksanile 9 Kadın kocasmın strnnı tende tam bir insandı. Fakat büyük bir insandı. can, gözde nur, damarda kan gibi saklaGene Fikretten mülhem olarak diyebi mağa mecburdur. lirim ki o, ecramile, kevakibile, avalimile, 10 Kocaların kederile kederlenmek sitare ve şümusiyle kendi kendine yaşıyan ve onlann sevincile sevinmek gerektir. ve yanan bol ışıklı, bol hararetli bir gü Kadın kalbi, kendinin kalıbı gibi eşininneşti. Sönmedi, yandı...» dir. Dahiliye Vekili ve Parti Genel Sekreteri $OKRÜ KAYA Doktor Muzaffer Şevki Bir müddettenberi rahatsız bulunan gene ve kıymetli dahiliye mütehassıslanmızdan doktor Muzaffer Şevkinin nekahet devresine girmiş olduğunu ve on on beş güne kadar tamamile iadei afiyet etmek üzere bulunduğunu memnuniyetle haber aldık. Doktommuza geçmiş olsun deriz. Orhan cevab verdi: Ben çocuklann değil, büyüklerin aşkına bile inaranryonnn. Senin anlattığın hikâye büyükle küçük arasında müşteTek bir kabiliyetimizin üstüne dikkatjmi celbediyor: Muhayyile! Aşkı bir muhayyile oyunu diye kabul edebiliriz: Muhayyile! Çocukta da en canlı kabiliyet. Bundan da anlaşılmryor mu ki aşka büyük idealleri karıştırmamah. Hatta bir çocuk, bir büyükten daha kuvvetle sevebilir; çünkü muhayyalesi daha serbest ve dizginsizdir. Fakat bu muhayyile ne istiyor? Mevzuunu niçin büyütüyor? Oyalanmak istiyor. Can sıkınüsından kurtulmak istiyor. Yani aşk ruhun eğlencesi midir? Gibi. Fakat eğlencede bile küçük ve muvakkat menfaatler buîunur. Bu kumarda ruhun kazandığı nedir? Sevilmek, gururun okşanması, izzetinefis açlığı. Canım, öyledir de, en büyük şereflere kavuşmuş insanlann aşklan nedir? Milyonlarca insanlar tarahndan beğenilen bir cihangirin tek bir kadın tarafından gururunun oksanmasma ne ihtiyacı var? Belki de umumî takdirin bir tek ia Şark kadınlannm evamiri aşeresi dediğim on öğüdü işte yazdım. Bugünün değil amma, yarının tazeleri içinde bu emirlere boyun eğecek kaç kişi çıkar?.. Hüner bunu tahmin ve tesbit etmekte!. M. TURHAN TAN Çocuk Bayramı haftasımn ilk günüdur. Yavrulanruzın bayramı icin hazırlanınız. 23 Nisan Cumhuriyetin edebî tefrikası: 49 BiZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa . Orhan daha yavaş sesle: «Vücudünden...» diye tekrarladı ve düşündü. Teni, saçları, kaşları, kirpikleri ve gözleri güzel, sanşm bir baş ve zayıf bir vücud gözünün önüne geliyordu. Biçimi tamamile belirsiz, hiçbir güzellik vadetmiyen, fakat ümidleri boşa çıkaracak bir anza da göstermiyen, meçhul bir vücud. Beraber çıktılar ve Tünele kadar gittiler. Hediye olarak, iyi cildlenmiş, fransızca bir şiir antolojisinin lüks bir tab'ını tercih etmişlerdi. Sonra Beyoğlunda çok dolaştılar. Hep aşktan bahsediyorlardı. Aralannda kadına dair pek çok şey konuştuklan halde bu mevzua ilk defa gir Yüzü güzel, diye mınldandı, vü dikleri için yorulmadılar. Necati bir çocudü belli değil, zayıf. Fakat ben zayıf cukluk aşkmı anlattı: tan hoşlanmm. Ben dokuz yaşmıda iken sevdim, ciddî surette sevdim! dedi. Hem de sevDüşündü ve ilâve etti: Arzu veren bir vücud değil; merak diğim kadm yirmi sekiz yaşında idi ve veren bir ruh... Merak... Sadece bu... duldu. Komşumuzdu. Güzel bir kadmdı. Uzun boylu, uzun yüzlü, elâ gözlü. BaşEmin ol. ka hiç birşey hatırlamryorum. Bize çok Necati ayaga kalktı: Şimdi buradan çıkalnn ve ona gü gelip giderdi. Geldiği zamanlar çok sevinirdim ve bunun bir aşk olduğunu bilzel bir hediye arıyalım. mezdim. Evdekiler de ilkönce farkında Orhan bunu hiç düşünmemiştî. olmadılar. Hep ona yakm oturmak ister Sahi... diye mınldandı. Necatinin bu vazifeyi daha evvel dim ve ismimi söylediği zaman, beni yaalcledişi, aralarındaki sınıf ve terbiye far nma çağırdığı zaman neşem artardı. Bir kmdan mı ileri geliyordu> Orhan tekrar: gün bize geldi, evde annem yoktu, hanım ninem mutfakta idi, bu kadın misafir oda Sahi! dedi, nasıl hatırlacbn? sına girdi, oturdu, beni kucağma aldı ve san kalbinde kesafet peyda etmesini istiyor. Niçin istiyor? Perakendeden kurtulmak için. Peki, neden bu kesafeti mukabil cinste anyor? Orhan düşündü ve dedi ki: Doğrusımu istersen şimdi söylediğim şeyler, ayaküstü ilk defa hatınma gelen ihtimallerdir. Ben aşka hiçbir zaman inanmadım. Zannediyorum ki muhtelif objelere karşı alâkalanmıza isim koyarken kadına karşı duygularımıza da aşk diyoruz. Ona bakarsan ben sigaraya da âşıkım, ayağımı kaldırımda yırtılmaktan kurtardığı için kundurama da âşıkım. Sigarasız, hele kundurasız yaşıyamam. Ekmeğe âşık değil mryiz? Aşk bir tenasül ve gurur açlığıdır. İkisi birbirine kanşıyor, belki. Sonra bir mizac meselesi. Ben kendimde aşka istidad görmüyorum. Sevebileceğimi zannetmiyorum. Çünkü aldanmak korkusu beni daima muannid tahlillere sevkehniştir. Belki aşk se\Tnek ve aldanmak korkusundan da doğar. Ustünde ne düsünülürse ayni zamanda hem doğru, hem de yanlış olabilecek, hayat kadar geniş bir mevzudur bu. Idrkmm mr\