7 Nisan 1937 CUMHURİYET Harbler hangi sebebler yüzünden vukua gelir? Bugün bütün dünyanın yüzde elli yedisi Ingiltere, Rusya, Fransa ve Amerika gibi dört devletin elinde bulunmaktadır Dünya niifııs meselesi Limanda bir kömür santralı kuruluyor Ecnebi vapurlarına çok ucuz kömür verilecek Ihracat işini înhisar altına almak istiyenler şimdi Istanbul limanının asrî teçhizatla tev de başka türlü müşkülât çıkarmağa başladılar sıi için yapılan tetkikler bir hayli ilerle miştir. Başvekilimizin en ziyade üzerinde durduğu kömür depolan hakkında İngilız mühendisler tarafından tetkikler yapılmıştır. Istanbul kömür santralı için Londrada bir proje hazırlanmıştır, bu proje bu günlerde Liman umum müdürlüğüne gelecektir. Kuruçeşmede kurulacak olan yeni kömür santrahna iktısadî bakımdan büyük bir ehemmiyet verilmektedir. Burada devlet tarafından satm alınan Ereğli ocakları kömürü ecnebi vapurlanna Li man idaresi tarafından Akdeniz havzasının en ucuz kömürü olarak verilecektir. Bu fiat o kadar ucuz olacaktır ki Akdenizde sefer yapan yabancı vapurlan programlanna Istanbulu koymak ımecburiyetini ihdas edebilecektir. Bu şekilde kömür alacak vapurlara meccanen su da verilecektir. Limanın diğer kısımlan da îngiliz teknik heyeti tarafından tetkik edilmektedır. Bu tetkikler, mümkün olduğu kadar süratle ikmal edilecektir. Balık ihracatımız tehlikeye giriyor Lâtife lâtif gerek ırdelilere parmak ısırtacak kadar delilikler yapmış olan Sultan Ibrahimin aklına bir gün Bursadan kar getirtmek havası eser. Mevsim, o zamanlar Keşiş dağı diye anılan Uludağda rüzgârlann cirid oynadığı bir devre musadif. Zirvedeki kar kuyularına çıkanların hazan yaprağı gibi uçup gitmeleri yüzde yüz muhtemel. Fakat deli Padişahın fermanı da söz götürmez. Zavallı Bursa kadısı binbir lâhavle okuyarak, binbir küfür savurarak Uludağı tırmanıyor, kar tedarikine girişiyor. Halk ta, ailesile helâllaşıp dağa çıkan mollanm ancak ölüsünün döneceğine inandığı için böyle bir kara haberin gelmesini beklemekte. Bu sırada külhaninin biri pazara çıkıyor, kulaktan kulağa fısıldıyan bir tellâl gibi dükkân dükkân dolaşıp kadının bir uçuruma yuvarlandığı haberini yayıyor. Bir yolcu da bu haberi İstanbula götürüyor ve zavallı kadı kar topla makla meşgulken yerine baskası tayin olunuyor. Artık ona, ölmediğini ispat için mahkemelerde şahid dinletmek vazifesi düşmüştü!.. * * * Eski Sadırazamlardan Halil Rifat Paşanın da buna benzer bir oyunu var. Bu zat îzmirde vali iken liva kadıların dan birinin hırsızlığından son derece sinirlenir. Lâkin o devirde kadılar iki yıldan fazla bir yerde kalamazlardı. Bu mürtekib mollanın ise ipliği pazara çıkıncıya kadar bir yıl geçmişti. Vali, îstanbula yazıp şikâyet etse iş müfettişe verile cek, müfettişin yapacağı tahkikat evrakı meşihate gidip incelenecek, ve neden sonra herifin azline karar verilebilecekti. Halbuki herif o zamana kadar müddetini bitirip ve çaldığı paraları sandıklara istif edip îstanbula dönmüş olacaktı. Halil Rıfat Paşa bu ciheti düşündü ve îstanbula o kadının öldüğünü telgrafla bildirdi. Meşihat kapısında açık yer bekliyen bekliyene!.. O sebeble telgraf gelir gelmez acele edildi, hizmet istiyenlerden birinin eline memuriyet emri tutuşturul du, hırsız kadının buîunduğu livaya yollandı. Yeni kadı, ölmüş denilen selefini sağ görünce akıllı davrandı, onun azledildiğini söyledi. Herif te buna inanıp İstanbula geldi ve azlinin sebebini araştırmak için ayağının tozile meşihat kapısına gider gıtmez vâkıayı anladı, yaygarayı kopardı. Lâkin yapılacak iş, Halil Rıfat Paşadan niçn yalan söyledığini sormaktan başka birşey olamazdı ve yeni kadı geri çağırılamazdı. Şeyhülislâm da, kendınce mantıkî görünen yolu tuttu, Izmır Valisıne sert bir telgraf yazıp yaşıyan bir adamın öldüğünü ne sebeble iş'ar ve meşihati ne cesaretle ığfal ettığını sordu. Zeki Valının cevabı gayet kısa olup şu mealde idi: «Kadının Öldüğünü te essürle haber almış ve gene teessürle bıldirmiştim. Bu haberin yanlış olduğunu efendimizin telgrafından anladım, sevindim. Allah sıze de, ona da uzun ömürler versin!..» * * * San'atkâr Bayan Meleğin ölümünü yazan gazete beni de müteessır etmişti. Gene san'atkârın hayatta ve kâmil bir sıhhat içinde bulunduğunu öğrenerek herkes gibi sevindim. Fakat hiç te lâtif olmıyan bu lâtifenin gazete sütunlanna niçin geçtiğini anlıyamadım. Bayan Melekten kime ve ne miras ka Torik balıklan ihrac için kujelere dolduruluyor Balık ihracatımızın son günlerde bir takım sebebler tahtında maruz bırakıldığı müşkülât günün meselesi oldu. Evvelki gün, bu meseleyi ele alan bir akşam gazetesi balıkçılar arasmda çıkan ihtilâftan dolayı ihracatm durduğunu ve ihracatçılann verdikleri düşük fiatlar yüzünden istihsalâtın azaldığını kaydederek alâkalılardan birinin bu husustaki mütalealarını yazıyordu. Bu zatın fikrine göre, balıkçılar toriğin çiftini 15 18 kuruşa vermeğe razı değillerdir. İstihsalât ve ihracat bu sebeble durmuştur. Eğer bu vaziyet beş, on güne kadar halledilemezse îtalyan vapurları boş olarak geri dönecelker dir. Balıkçılarımız istenilen fiata balık vermezlese îtalyanlar İspanyanın Kardiks mıntakasmda çıkan ton bahğını alacaklarmış. İtalyaya balık ihracatını üzerine alan firma, balık müstahsillerini temsil eden dört müessesenin üçile anlaşmıştır. İhtilâfm iyi bir şekilde halledilmesine ve bu vaziyet sebebile îtalya piyasasının balıklarımız için kapanmamasma çalışılmaktadır. Bizim bu hususta j'aptığımız esaslı tahkikata göre, evvelce İtalyaya balık ihracatı yerli birkaç firma tarafından yapılıyordu. Bu sebeble hem çok, hem de iyi fiatlarla mal satılıyordu. Bu fir malardan biri. İtalyada konsorsiyom halinde toplanan balık konserve fabrika larının balık satıcılığını, bu işin ticaretini kendisine hasretmek maksadile ve inhisar halinde üzerine almış ve fabri kalarla yaptığı anlaşma üzerine balık fiatlarmı düşürmek istemiştir. Memleketimiz ve balıkçıhğımız için zararlı olan bu vaziyeti hisseden balık müstahsillerimiz birleşerek bu firma nın çifti 10 kuruşa balık almak teşeb büsüne karşı koymuşlardır. Balıkçılarımız bu sene çifti 40 kuruşa balık alındığını, gayritabiî şerait içinde bazan 8 kuruşa yapılan satışlarm umumî satışlara esas olamıyacağını, haklı olarak ileri sürmektedirler. İtalya vapurlarının, eğer balıkçılar verilen fıatı kabul etmezlerse boş olarak geri dönecekleri, haberinin ise bir blöf olduğu anlaşılmıştır. Çünkü bu vapurlar Türkiye için prim almışlardır. Başak yerden balık ithaline salâhiyet leri yoktur. Beher vapurun günde 50 lira stalya ücreti vardır. Bu vapurlar çiftini 40 kuruşa balık aldıkları zamanlarda bile balığın kilosunu fabrikaya teslim 3 kuruşa mal etmektedirler. Ne İspanyada. ne başak bir yerde bundan daha müsaid şeraitle ve bu evsafta balık bulmağa imkân olmadığı da malumdur. Nitekim, vapurlar gitmemişler ve bu işin inhisannı elinde tutan müessese fcralıkçıların isteğini kabul ederek çifti 20 kuruştan balık almağa başlamıştır. Fakat, bu sefer de, İtalyan fabrikalarile kendi kârlan pahasına balıkçıları iste muhtac olmıyacak mıyız?» Gözlerini bile kırpmadan uzun uzun düşündü: «O lüm var, dedi, en zengin adam ölüm karşısında teselliye muhtacdır ve bu tesel liyi verene minnet duyar. Bütün insanlar birbirlerine yalnız iktısaden değil, her hususta tıpatıp müsavi olsalar gene bazı zaaf anlarında birbirlerine muhtac ve minnettar olacaklar.» Bu fatalite onun son minnetinden gelen utancını yumuşatıyordu. «Bütün insanlar birbirlerine tam bir surette müsavi olabilirler mi?» Ha yır! Müsavat fikri riyazî ve mücerrettir. Fakat bütün bu bahse karışan materyalizm kelimesinin Orhan için gene bir cazibesi vardı. Bu kelime hâlâ ona kurtuluşlar vadediyordu. Küçükayasofyadakı evlerınde kapıdan içeri gırdiği vakit onu küf kokusile karşılıyan rutubetli ve karanhk taşlıktan en üst kata kadar o köhne bınayı tıkabasa dolduran kasvetten kurtulmak için bu kelimenin verdiği ümidlere sarılmiftı. Onun nazannda materyalizm, yalnız bir akidenin değil, bütün medenî güzelliklerin adıydı: Elektrik ışığı, otomobil sürati, gramofon sesi, telefon kolaylığı, herşey, herşey, hatta bir kadının gülüşü, bir ipeğin panltısı, bir kitabın sağlam ve zarif cildi, güzel bir lâvanta kokusu, herşey materyalizmdi. Gerilikten, çirkinlikten ve yoksulluktan nefretinin adı materyalizmdi. Babası büdiklerini kabule mecbur etmek için günde 15 bin çiftten fazla balık almadıkları gibi diğer ahcılarm Bahkhaneden balık almasına da mâni olmaktadırlar. Bil farz, Bahkhaneye 15 bin çift balık gel diği ve bunun 4 bin çiftini daha yüksek fiatla almağa tahb olanlar buîunduğu zaman: « Başkalarına satış yaparsaruz, geri kalanmı da ben almam» demektedirler. Bu vaziyette Balıkhanede serbest müzayede usulü ortadan kalkmakta, balıkçılar bir tek müesseseye balık satmak mecburiyetinde bırakılmaktadır. Ayni zamanda fazla istihsalât imkânlan da kaldırıldığı için balıklarımıza Yunan piyasası kapanmaktadır. Halbuki, bu inhisar olmasa İtalyaya daha çok ve daha yüksek fiatla balık satmak kabil olacağı gibi Yunan piyasasına da mühim miktarda ihracat yapılacak, binnetice balık istihsalâtımız birkaç misli artacaktır. Bugün balıkçüığımız ve balıkçıları mız tamamen hususî bir cereyanın tesirine tâbi ve zebun bırakılmış vaziyettedir. Hükumetin, inkişafı için bu ka dar hüsnü niyet ve gayret beslediği balık ticaretimizin bugünkü keşmekeşli va ziyetten kurtarılması için alâkalı ma kamların derhal vaziyete müdahale etmeleri lâzımdır. E3 LJ FrorjSıt 1 '. j ^ Amerfka • sov/ec Rusya İngiltere, Fransa, Amerika ve Sovyet Rusya gibi dört devletin dünya üzerinde malik buîunduğu büyük arazi Dünya politikası üzerinde siyasî dü şünce ve münasebetlerden sonra, ve ihti•mal bunlar kadar kuvvetli tesir yapan iki amil vardır: Biri düya nüfusu meselesi, diğeri cihan iktısad işleridir. Bunlardan bilhassa son zamanlarda nüfus işleri çok ehemmiyet kesbetmiştir. Her büyük dev» let kendi nüfusunun artmasına yahud al zalmasına göre politikasına bir yol ver meğe çalışıyor. Nüfusu haddinden fazla azalan dev letler artık daha ziyade genişlemeği de ğil, yalnız mevcud yerlerinin muhafazasını düşünüyor. Nüfusu pek çok artan devletler ise bu fazla nüfusu beslemek için bir taraftan ziraî ve smaî istihsaallerini artırmağa ve bunlann mahreclerini genişktmeğe, diğer taraftan da fazla nüfusunu yerleştirecek yeni yerler temin etmeğe çahşıyor. Cihan nüfus meselesinin son vaziyeti hakkında yapılan tetkikler hakkında maJumat edinmek, cihan politikasmı takib eden herkes için faydalı olacağından en yeni tetkikatın neticelerini naklediyoruz: dma ve her çocuğa altı buçuk hektar arazi isabet edecektir. CEMÎYETLERDE Esnaf cemiyetlerinin yeni binası Müşterek esnaf cemiyetleri teşkilâtına dahil cemiyetler dünden itibaren Türbedeki yeni cemiyetleri merkezine taşmmağa başlamıştır. Yeni binanın altkatında esnaf dispanseri kurulacaktır. Bu dispanserin daimî iki doktoru, bir hemşiresi ve bir ebesi olacaktır. Dispanserde esnaf ve aileleri meccanen tedavi olunacak, fakir olan lara bedava ilâc verilecektir. Dispanser mayıs başmdan itibaren açılacaktır. Avrupanm nüfusu Dünyanın sathı ve nüfusu Küreiarzın umum sathı kabataslak tahmine göre 500,000,000 kilometro murabbaıdır. En meşhur coğrafyacılar ve tabakatülârzcıların tetkiklerine göre denizler, dünya sathının yüzde yetmış ikisini kaplamaktadır. Kara kısmı ise umum sathın ancak yüzde yirmi sekizini teşkil eder. Yani 140,000,000 kilometrosu kaTadır. Bu kara kısmınin her tarafı yaşamağa müsaid değildir. lklim, topografi ve fizik sebebler birçok mühim yerleri insanların yaşıyamıyacağı bir hale getirmiştir. Bu suretle daralmış olan 135,000,000 kilometroluk sahada yaşıyan nüfusun yani erkek, kadın ve çocuk dahil olduğu halde her türlü halkın yekunu son hesablara göre 2,073,000,000 kişiden fazladır. Dünyanm bütün karalan iskân kabiliye tini haiz olduğu farzedildiği takdirde dünyanın kara kısmınm her kilometro murabbama vasatî 10 insan isabet et mektedir. Küremizin en kesif kıt'ası Avrupadır. Sathının takribî mesahası 10,180,700 kilometro murabbaı ve nüfusu 517 milyon kişidir. Her kilometro murabbaına 51 nüfus isabet eder. Avrupanm kilometro başına isabet eden nüfus itibarile en kesif memleketleri sırasile şunlardır: Kilometro başına Belçikaya 269,2, VÎLÂYETTE nefsi İngiltere ve Gale 263,4, Felemen ge 253,5, Almanyaya 139,8, İtalyaya Ramide bir nahiye kuruldu 136,9, Çekoslovakyaya 104,4 nüfus Eyüb kazasına bağlı olmak üzere Raisabet etmektedir. mide bir nahiye müdürlüğü teşkil edilmiştir. Bu nahiyeye Küçük köyle Ke Asyanın sathı ve nüfusu Asya kıt'asının mesahası 42,530,000 merburgaz nahiyesine bağlı Cebeci köy kilometro murabbaıdır. Nüfusu 1 milyar de raptedilmiştir. 154 milyon kişidir. Yani bütün Küreiarzın nüfusunun yansmdan ziyadesi Asya dünya nüfusunun ancak yüzde yirmi üçükıt'asında yaşamaktadır ve vasatî olarak nü teşkil ediyor. kilometro başına 27 kişi isabet etmekteBu dokuz devletten dördü, yani İngildir. Asyanın en kesif memleketleri başın tere, Rusya, Fransa ve Amerika dünyada kilometro başına 172,8 nüfusla Ja nın kara kısmmın yüzde elli yedisini kenponya yer alır. Daha sonra Çin nüfus di idare ve kontrolleri altında bulun kesafeti itibarile Japonya yer alır. Daha duruyorlar. Bu dört devletin aslan sonra Çin gelir ki kilometro başına 1 15,1 payını almış olmalan nüfusu çok ve yeri nüfus isabet eder. az olan Japonya, Almanya ve İtalya Bu kesafet dolayıshdır ki bütün dünya devletlerinin memnuniyetsizliğini celbet nüfusunun yarısına yakını ve muhakkak miştir. İlerideki harblerin başlıca tohumu olarak beşte ikisi Çinle Hindistanda ya budur. şamaktadır. Muayyen hükumetler değil, Dokuz devletin diğerleri arasmda Homuayyen eyalet ve ülkeler itibarile nüfus landa, Belçika ve Portekiz bulunuyor. kesafetinde Çin ile Hindistan birinci de Nüfusu çok ve yeri az olan devletlerin recede olmakla beraber çok temerküz et uğradıklan zorluklann bertaraf edilmesı miş sanayi mıntakalan itibarile birincilik için ortada yegâne çare harb vasıtası gögene Avrupada ve Amerikadadır. rünüyor. Lâkin bu vasıta ekseriya ken Taksiler teftiş ediliyor günlerde bazı taksi otomobillerinin taksimetrolannda bozukluk oldu ğu görülmüştür. Bu yüzden Emniyet altıncı şube müdürlüğü tarafından bütün taksiler sıkı bir teftışten geçirümekte dir. Son Tramvay araba musademesi Vatman Mehmedin idaresindeki Şişli Beyazıd tramvayı, Osmanbeyden geçerken İsmailin 1883 numaralı yük arabasına çarpmıştır. Çarpma anî olduğundan arabada yüklerin üstünde oturan Nizameddin mu vazenesini kaybederek yere düşmüş ve ağır surette yaralanmıştır. Kaza hakkında zabıta tahkikata başlamıştır. . . disinden beklenen faydaları temin ede memektedir. Devletlerin siyasî inkişaflannm başka En iyi yol ham maddelerin adilâne başka olmasından dünyanın yerleri mil letlerin nüfusuna göre taksim edilmiş de surette taksimini temin edecek sulhperveğildir. Bunun neticesi olarak dünyadaki rane çarelerdir. Bunların arasında Al bütün yerlerin yüzde altmış altısı yani ıki manyadan alınan müstemlekelerin sahi sülüsü dokuz milletin eline geçmiştir. bine iadesi de mevzuu bahsolabilir. MilBunlann asıl kendi nüfusunun oturduğu letler sulhperverane çarelere müracaat yerler dünyadaki karaların ancak yüzde ettikçe dünya nüfusunun artması yahud on dördünü teşkil ediyor. Bu dokuz mil eksilmesi büyük tehlikeler doğuramaz. let bütürf beşeriyetin yüzde elli yedisi Fakat aksi takdirde birçok harblerin vunin siyasî hayatı üzerinde azçok mües kuu çaresiz olacaktır. Bütün dünyanın karalan müsavat ü zere paylaşılacak olsa her erkeğe, her ka sirdir. Kendi nüfuslannın mecmuu ise M. F. T. Dünya himlerin elinde? Camide kalb sektesinden ölen adam Evvelki akşam, Zeyrekte Piripaşa camisinde son cemaat yerinde namaz kılan bir adam birdenbire yere düşmüş ve ölmüştür . Ölüm hâdisesi zabıtaya haber veril miş ve yapılan tahkikat neticesinde zavalh adamın kalb sektesinden öldüğü anlaşılmıştır. Ölünün ceblerinde elli liralık bir kâğıd para ile bir liralık ufak para ve Ahmed Aksu klişeli kartvizitler vardır. Cesed Morga kaldırılmıştır. Tahkikata devam edilmektedir. tün ömrünün gecelerini kör petrol ışığı altında geçirdiyse, elektrikli tramvay çı kıncıya kadar attan ve eşekten başka bir nakil vasıtası bilmediyse, mide bulandırıcı misk, amber ve hacıyağı kokularile sakalını taaffün ettirdiyse, ahır gibi bir evde doğup, büyüyüp öldüyse, hep materyalist olmadığı içindi; Orhan bütün bu felâketlerden kurtulmanın sırrmı materyalist olmakta bulmuştu. Şimdi? Böyle olduğunu da ancak şimdi farkedebiliyor; ancak şimdi anlıyor ki medeniyetin admı materyalizm koymuştu ve tekniğin, madde bilgilerinin inkişafile materyalizmi birbirine kanştırmıştı. Bu kelimenin sevimliliği hakikatinden değil, ümid ettirdiği yeni iştahlardan, yeni zevklerden ve lezzetlerden geliyordu. Babasma isyanınm mazereti de bu kelime idi. Fakat Necatile münakaşala rmdan ve tekbaşma yaptığı hayat kazanma tecrübelerinden sonra anlamağa başIadı ki materyalizm, maddeye aid bütün güzellikleri temsil etmekten uzak bir akidedir; hatta yalnız atom ve hüceyre izahma inhisar ettiği zaman bütün bilgimiz vahşet devirlerindeki karanlığa döner; aletleri göz kamaştırıcı panltılarla zengin lâboratuarların saymaktan, ayırıp toplamaktan ve ad koymaktan başka yaptıkları mühim bir iş yoktur; insan ve hayat bilgimiz, eğer doğmamış değılse Iacaktı ki?. M. TURHAN TAN Cumhuriyetin edebî tefrikası: 40 B i Z İNSANLAR Yazan: Peyami Safa Orhan yalnız kalınca hemen soyuna rak yatağa girmişti. Pamuklan kalbura dönen eski döşeğile bu şilte arasındaki farkı düşünürken, birdenbire, evinin kapısmı açık bırakmış olduğu hatırına geldi. Fakat çalınmasından endişe edebileceği hiçbir şey olmadığı için bunu daha fazla düşünmedi ve ağır yorganla battaniyeler altında çabucak biriken hararetin içine gömülerek uyumağa çalıştı. Bütün vücudü yufka nev'inden bir madde gibi yatakla yorgan arasmda ezilerek düz bir satıh intibaı verecek bir tarzda yayıldığı halde Orhan gene uyu yamıyordu: Tahmini doğru çıkmıştı. Yatağın içinde orurdu ve bir sigara yaktı. İçini dolduran ilk büyük his Necatiye karşı sevgisiydi. Teşekkür etmesine mcydan bırakmadan onun biraz evvel odadan çıkışı, Orhanın içinde, ifade edilememiş minnet hislerinin süratli tekâmü lile büyüyordu. Fakat bu duygusu, ilkönce adını ondan gizlemiş ve sevimli gö rünmüştü. Orhan bu cazibeyi kontrol etti. Hasbî bir sevgi değildi bu. Sonra adını da koydu: Minnet. Çocukluğundan beri bu kelimeden nefret ediyordu. Öm ründe bir kere bile, hiç kimseye «minnettarınıznn!» dememişti, çünkü hiç kimseye, babasına bile minnet etmemcğe çalışmıştı. Şimdi bu hissi kuvvetle duyuyor du, hem severek duyuyordu, şimdi minnet ediyordu. Minnet! Amcasına minnet etmekten başlamıştı. Sonra arkadaşına. Bu nefret ettiği kelime şimdi ona yabancı gelmiyordu. Şimdi yataktan atlıyarak Necatinin odasına gidebilir, «sana minnettarım» diyebilirdi. Minnet! Minnettarım. Minnettannızım. Minnettannızım efendim. Yüzüne ateş bastı. Bütün bunlan ödiyebilirdi. Fakat minnet kalacak. Bitti. Gururunun tarihinde bu minnetin damgası kalacak. «Minnet etmemiş adam var mıdır?» Düşüncesinde teselli aradı. «Adam adama muhtac o lur.» sözü de hatırına gelmişti. Yüzünü buruşturdu. «Bu bir dilenci felsefesi» di ye düşündü. Necati de günün birinde Orhana muhtac olabilir. Fakat ilk muhtac olan kim? îlk! Necatinin bu «ilk» sözü üstündeki hassasiyetini hatırladı: İlk sebeb, ilk tesir, ilk... Süleyman gözünün önüne geliyordu. Hah, işte, hiç kimsenin kimseye minnet etaemesine çalışan bir adam. Herkese kendi mesaisinin payını verdirmek istiyen adam. Tarihî maddecilik minnetle mücadele ediyor. Orhan bu akideye bir kat daha ısındı. Şüphe siz bu fikirlerin görünmez, yakalanmaz, gizli bir cazibesi var. Her şeyden evvel çalışmak istiyen adama iş veren ve ça lışan bir adamı her türlü minnetten kurtaran bir nazariye! Öyle bir dünya kurmak istiyor ki orada kimse kimseye «minnettannızım efendim», «kulunuz, köleniz...» demiyecek. Şimdiye kadar insanın şerefi bu kadar müdafaa edilmiş midir? Minneti ortadan kaldıran bir cemiyet nizamı kadar insanın haysiyetini anlamış bir nizam olabilir mi? «Beni işsiz bırakan bir dünya içinde bulunmasaydım kimseye minnet duymıyacaktım.» Orhan sigarasından son nefesini çe kerken düşündü: «Duymıyacak mıy dım? Herkesia birbirine iktısaden müsavi olduğunu farzedelim. Kimse kimsenin yardımına muhtac olmıyacak mı? İş sade maddî menfaatten mi ibaret? Başkalarınm fikirlerine ve tesellilerine de henüz çocuktur. Kendi tecrübeleri de ona ispat etti ki birçok yerlerde gurur, menfaatten daha yüksek sesle konuşuyor; vücudün arsızlıklarını susturan ulvî iştiyaklarmıız var. Bunlar bile birer menfaate irca edilebilseler ancak izzetinefis, gurur, nahvet gibi manevî menfaatlere bağlanabilirler. Köklerindeki madde ne olursa olsun dallarındaki mana inkâr edilemez; ve bu mananm o maddeden ibaret olduğunu zannetmek, hiç birşeyin kendi kendinden gayri birşeye doğru tekâmül veya istihale edemiyeceğine inanmak gibi kabasaba ve dasdaracık bir idrakin içinde bocalamak olur. Fakat gene de bu materyalizm kelimesi, hâlâ, birşeyler, birşeyler vadediyor. Süleymanm ağzında o, sekiz yüz milyon şarklımn ekmeği, nimeti ve saadetidir. Bu kadar yüksekten atma, bol vaidleri nin hepsi, teker teker yalan da olsa, materyalizm kelimesi, bu neviden bir aldanışa olan ihtiyacımızı karşıladığı için de sevimli. Hem bu iddianın yalanı nekadar? Orhanın şimdi bütün merakı burada. Öğrenmek istiyor. Artık bir daha kimseye karşı minnet duymamak için kararını vermek ve bir mücadeleye girmek istiyor. Süleymanın en büyük tesiri, onda sosyal mücadele arzusu uyandırmak oldu. (Arkast var)