30 Birincikânun 1936 CUMHURİYET 936 YILI ÇIKARKEN Gazetecilik için Bir Enstitü tesis edilmesi düşünülüyor Universitemizin noksanlannı tamamlamak için teşkil edilmiş olan İktısad fakültesile Pedagoji Enstitüsünden sonra bir de Gazetecilik mektebi veya enstitüsü açılması üzerinde de tetkikata başlanmıştır. Rektör Cemil Bilsel bu maksad la faaliyete geçerek Amerika, Ingiltere, Fransa ve Almanyadaki bellibaşh gazeteci mekteblerinin programlarını, talimatnamelerini toplamak üzere bu müesseselere müracaat etmiştir. Bu talimatnameler İstanbulda toplanacak olan salâhiyettar bir komisyon tarafından tetkik edilecek, bir mekteb veya enstitü açılması kararlaşacaktır. Bu enstitüye lise meunlarından başka halen muhtelif gazete idarehanclerinde çalısıp ta beynelmilel bilgiler üzerinde etiid yapmak istiyenler alınacaktır. miz de yok değildir. Fakat hepsinin ve herşeyin üstünde Çanakkale gelir. Evet.. 936 yı düşündükçe daima Çanakkaleyi hatırlıyacağız. Yüz sene, bin sene sonra bile bu böyle olacaktır. Tıb âleminde birşeyler oldu mu 936 da? Başka şubelerde ne var ne yok, pek farkında değilim. Fakat kendi şu bemde, şimdiye kadar tamamile tedavisi imkânsız sayılan (erken bunama) hastalığının tedavisinde bütün dünyaca insü line verilen ehemmiyettir. Vakıâ, henüz kat'î bir neticeye varılmış değildir ama, bu neticeye vanlacağr nı gösteren emareler belirmiştir. Bir ke lime ile bütün tıb dünyası buna büyük ümidle bağlanmış bulunuyor. Her zaman anketlerden kaçmasını iyi bilen şair Faruk Nafiz bahsi mütemadiyen değiştirerek gene işin içinden cevabsız sıyrılmanın yollannı anyordu. Geçen senenin en büyük hâdisesi?... Münevverler «Montrö zaferi» diyorlar ve ilâve ediyorlar: ((937 için de Hatay zaferi!» 1936 yıh son nefesinde iki gün sonra o da, kendinden evvel gelip gidenler gibi, her şey gibi, hayat gibi sönük bir hatıradan başka birşey değildir. Başlarımızın üstünde, kâh hırçın, boralar yaratarak, kâh bir ılık nefes gibi saçlanmızı okşıyarak, kâh gülerek, kâh hıçkırarak esip gitmiş bir rüzgâr... Onun hasretini duymıyacağız.. Çün kü bir zincirin halkalan gibi, bir denizin dalgaları gibi gidenin arkasından, ayni cınsten gelen var... Her halka bizi biraz daha saracak, her dalga biraz daha yoracak... Ve, biz bu dalgalarda çalkana çal kana yaşıyoruz diye avunacağız. Şu anda, ömür yokuşumuzun şu son basamağmda bir lâhza durup arkaya bakmaktan da kendimi alamıyorum. Düşünüyorum, gidenin hafızamıza mıhladığı vak'a nedir? Bilmem, siz de bunu, kendi kendinize sordunuz mu? îsterseniz, bir tecrübe edin, yahud, gelin benimle beraber başkalannı dinle yin. Değerli profesör Fuad Köprülüye «1936 nm en mühim vak'ası nedir?» diye sorduğum zaman, dudaklarından düşmiyen sigarasmdan birbiri ardı sıra bir kaç nefes çektikten sonra gülümsedi: Boğazlar... Montrö... ve ilâve etti: Muhakkak ki geçen yılın en mühim ve bizim için cidden şerefli hâdisesi budur. Eğer her sene Montrö gibi bir hâdise kaydedersek çok memnun olmamız icab eder. Başka ne isteriz... Ya bütün dünyayı alâkadar eden hadise? Ispanya... îşte Avrupayı ikiye böldü. Hem, yalnız siyasî değil fikrî de... Fakat hep siyasete sapıyorsunuz... E... Serde saylavlık var.. Profesör Fuad Köprülü Huseytn Cahid Yalçm Izmirde tarikat âyinleri yapanlar nasıl yakalandı Masalar kurulup eğlence başladıktan sonra misafirlerden birinin metresine sarkıntıhk yapılmış ve silâh patlayınca jandarmalar gelmiş! Eşek eti eşek kelimesi malum olduğu üzere eşmek fülinden gelir: Döşeğin döşemekten gelmesi gibi. Gene ayni kelime birçok yerlerde kuvvetli manalar ifade eder. Meselâ bal vermiyen arıya eşek arısı, kaba oyunlara eşek oyunu, tatsız lâtifelere eşek şakası, kuru morinaya yenir yutulur bir nesne olmadığından dolayı eşek balığı, mutfaklara sokulamıyacağından kinaye olarak yaban enginarına eşek dikeni deriz. Eşek hiyan, eşek turpu, eşek kurdu da vardır. Sonra eşek edebiyatta da yer almıştır. Tilki ile eşek hikâyesini seve seve oku mıyan çocuk yoktur. Bilmem hangi şair bu hikâyeyi manzume haline korken: «Eyler irfanına ima o sühangu gözler yakışır ağzına mevzunü mukaffa sÖzler demişti. Tasvir, gerçekten canlıdır ve eşeklerin bakışında mana, anırışında da hayli eda bulunduğu şüphesizdir! Fakat eşeğin edebiyattaki yeri bu kadar dar değildir. Ziya Paşa, meşhur şair Nef'inin Bayram Paşa tarafından öldürtüldüğünü anlatırken: «Bayram gibi bir hazi zemane kıydı o yegânei cıhane» diyor. Namık Kemal de bu hükmü reddettiği sırada edebî eşekliği başkasma tevcih ederek: «Nevres okunur belâ mı dır hiç şairliğe âşina mıdır hiç bir ehli Kemal elile heyhat bir har ola dahili harâbat» beytini yazıyor. Tokadlı Kâni eşekliği semer gibi bir adamın sırtına yükletmekte Ziya Paşa ile Kemal Beye takaddüm etmişti. O, çağdaş bulunduğu vezirlerden birine yazdığı mektubda: «Senin eşek, idraki gevşek ve mahfazai magzı nümune nümayi dünbelek olanlar» cümlesi vardır ve Osmanlı edebiyatında pek meşhurdur. Arablarda eşek mazmunu yok değilse de Acemlerin şu beyitte gösterdikleri zarafet derecesine erdiklerini gösteren bir sözlerini duymadım: Tu ber ester memşin tâ ki neguyend tura Pederî ber püsert, vay çı harî, vay çi har'ıt Gülüyor: Beni peygamber mi zannettiniz? Ve elini sıkarken: Ancak peygamber olmağa hiç te hacet kalmadan denebilir ki 937 hesabına da Antakyayı kaydetmek üzereyiz.» Üç aydır şehirden, hele Babıâliden uzak, Yakacıkta çamlar ortasmdaki inzivagâhmda başmı dinliyen Mahmud Yesariye telefon ediyorum. 936 yılının en mühim vak'ası?. Kulağımda gevrek bir kahkaha çın • lıyor. Ve yavaş yavaş defterime notediyorum: Nasraddin Hocaya sormuşlar: Kıyamet ne zaman kopar diye. Cevabını bilirsin, karım öldüğü gün küçük kıyamet, ben öldüğüm gün büyük kıyamet kopar.. îşte onun gibi, yola revan olan son yılın îzmir (Hususî) Şehrimiz Adliye sinin bir tarikat âyini meselesine el koyduğunu ve tahkikata başladığmı bildirmiştim. Hâdise hakkmda şu tafsilâtı aldım: Toplantı, Bulgurca köyünde Muhar remin evinde olmuştur. İsmail oğlu Halilin, on altı yaşmdaki metresi Germencikli Fethiye ile Muharremin karısı Naciye de hazır bulunmuşlardır. Muhar rem, dostlarından Narhdere köyünden Ali, Aydınlı Halil, Bayram oğlu Mur taza, Ahmed oğlu Hüseyin namındaki arkadaşlarını da davet etmiştir. Ayni zamanda, kendi köyünden İsmail oğlu Halılle Hüseyin, diğer bazı zevat ve kadınlar da vardır.. Yukarıda sağdan sola doğru: Huseyın, Abdullah oğlu Haydar, Mehmed oğlu Halil, Halil oğlu Mehmed Aşağıda: İsmail oğlu Halil, Sani! Mürtaza, Mehmed Muharrir Mahmud Yesari Şair Faruk Nafiz Çamltbel Profesör Tevjik Sağlam Profesör Fahreddin Kerim Kendi sahanızda, ilim âleminde?.. Bak bunu hiç düşünmedim.. Sahi ne var acaba?.. Gözleri sigarasının harelene hare lene yükselen dumanında: Düşünüyorum.. Halbuki bunu düşünmeden bulmak lâzım.. Düşünmeğe başlayınca birşey yok demektir. Bu bakımdan 936 da fevkalâdelik yok... Boş bir sene.. Fakat Montröyü hatırlayınca 936 ya iyi bir sene demekten kendimizi alamayız. Ustada son sualim şu oldu: 937 de ne olacağını tahmin eder simz ? en mühim vak'ası sualine benim cevabım şu olabilir: Kırkından sonra sanatoryoma girmek... Aziz dosta sağlıklar dileyerek telefonu kapatıyorum. Fikir hareketlerinin mütefekkir başı Hüseyin Cahid gene masasmın başında, gene kâğıdlannın, kitablarının ortasmda. Garib bir tesadüf eseri, sualime, o da Mahmud Yesari gibi Nasreddin Hocanm kıyamet fıkrasile cevab veriyor ve ilâve ediyor: 936 nın benim için en mühim vak'ası Akşam gazetesini bırakmaklığımdır. Bu sözüne kendi de uzun uzun gülüyor. Fikir âleminde bir vak'a hatırlı yor musunuz? Fikir âleminde?... Ve tesbih çeker gibi, kendi kendine tekrarhyor: Fikir âleminde?.. Ne var.. Ne var.. Ne var?. Dur bakalım.. Sahi var.. Bir edebî mecmua çıktı, battı... Bir tane daha çıktı, o da battı... îşte o kadar galiba!. Yani? Bu bakımdan bomboş bir yıl. Başka bakımlardan? Gözlerini önündeki gazetelerden kaldırmadan cevab veriyor: Kral Edvard'ın tac ve tahtından feragati... Profesör doktor Fahreddin Kerim de tereddüd etmeden: Montrö zaferi... diyor. Bu öyle birşeydir ki, bütün dünyaya Kamâlist rejimin sulhcülüğünü ve kuvvetini gös terir... 936 da birçok iktısadî zaferleri Masalar kurulmuş ve büyük bir eğ lenti başlamıştır. Bir rivayete göre, Nihayet güç haj ile insafa geldi: Muharrem, Bulgurca köyüne yeni git 1936 nm en mühim vak'ası mı?.. miştir ve bu daveti guya tanışmak için Fakat bunu sormağa lüzum var mı?. Azi yapmıştır. îsmail oğlu Halil ki başlan zim buna hiç düşünmeden cevab verile • ve şeyhleri imiş refikasını beraber getirmiştir. Metresi de sonradan gelmiş bilir: Çanakkale!.. tir. Maamafih, maznunlar meyanında Edebiyat dünyasmda... Halilin kardeşi Sani ve Murtaza da Gülerek sözümü kesiyor. şeyhmişler. Bizde mi... Böyle bir dünya var Fakat Fethiyenin gelişile şeyhin kanmı? sınm canı sıkılmış, kadm, çocukları ve Ve neş'eli neş'eli soruyor: bazı dostları çıkıp gitmislerdir. Geç va (Canan) ı bilir misin? kit içlerinden Hüseyin, Fethiyeye ta Hangi Canan? kılmış ve bundan dolayı Halille arala Öteki ismi de galiba ideal... rmda ihtilâf çıkmıştır. İhtilâf büyümüş Canan îdeal... Tanımıyorum, ki ve iki erkek dövüşmeğe başlamışlardır. Bu arada Hüseyin, başına vurulan tamin kızı? Geçen bir otomobilin gürültüsü sualimi banca kabzasile yaralanmıştır. Kadm larm feryadı üzerine jandarmalar gel de gürültüye getiriyor. miş, fakat kapı açılmamıştır. Jandar Fakat o, devam ediyor: malar, îzmirden gelen arkadaşlarmın Yahay Kemalin... Canan, yahud da iltihakile nihayet eve girmişlerdir. Ideal ismindeki şiiri 936 nın son günlerinllk defa olarak 21 kişi tahtı zanna ade bitmiş... Ben de dün haber aldım. lınmış, bunlardan beşi köyde serbest Faruk Nafizden aynlınca, profesör bırakılmış, on beşi sulh ceza hâkimliğine verilmiştir. General Tevfik Salimi buluyorum. Sualimi birkaç defa kendi kendine Tahkikat, bir içki âlemi ve bir cerh hâdisesi üzerine cereyan ederken mectekrar ettikten sonra: Tıb âleminde yeni hiçbir şey yok.. ruh Hüseyin, ortada hakikatte bir tarikat âyini bulunduğunu söylemiş ve Hayır maalesef 936 yı hatırlatacak bir hassasiyet artırılmca, filvaki, bundan iz mevcud değil... Bu bakımdan sessiz evvel ayni evde, Halilin ve diğer arkasadasız bir yıl. daşlarmın iştirakile kızılbaş âyini ya Ve samimî bir eda ile gülümsüyor: pıldığı ve burada bir tarikatin mevcud Şahsım itibarile ise 936 yı unuta olduğu neticesine varılmıştır. bilmem imkânsızdır. Geçenlerde öyle büHalil ve bir iki arkadaşı, şehirliler kayük bir hastalık geçirdim ki... Az kaldı dar temiz giyinmektedirler. Hepsi de gayet zeki insanlardır. Sulh ceza hâ ölüyordum.. Sonra, sesine birden, bir başka canlılık kimliği, maznunlardan sekiz kişiyi tevkif etmiş, diğerlerini serbest bırakmışgeliyor: Ancak 936 nm bizce bütün sevim tır. Iiliği, Montrö zaferimize mahfaza olu • Evvelâ cürümlerini gizlemişler, fakat şundadır. Düşünün, bundan büyük ne o tahkikat, bir çok hâdiseleri meydana labilir?. çıkarmıştır. Ve sözünü şöyle bitiriyor: Suçlular, otuz beş gün evvel, bazı 937 de de Antakya... tahtacı köylerinde cari olan şekilde âyin yapmışlardır. KANDEM1R Ier, saklanmak lâzım!.. diye boğuk bo ğuk içeri seslendi. Niyazi, testereyi bıraktı, ve şüplıeli gözlerle bir müddet bakıp dolaba koştu. Eşyayı karıştırdı. Ve: Küçük tabanca yok!.. diye hid detle mınldandı. Nasıl oldu da farkına varmadım? Tezgâhı topluyor, oymaları kutuya yerleştiriyor.. Birden onlan bırakıp tekrar dolaba koştu. Büyük mavzer tabancasını arka cebine koydu. Kurşun lan aldı ve: Odasında mı? diye sordu. Demir: Evet. Bir silâh sesi işittiğimi söylemistim. Niyazi, oymalannın başına gitti. Fakat bu sırada sokak kapısı açıldı. Demir, halecanla: Çabuk ol! diye tavan arasına çı kan dolaba doğru götürdü. Niyazi E fendi, bir dakika sonra yoktu. Hakika ten Cemal bir Yunan polisile onu çağırıyordu. Bu adam biraz türkçe biliyor. Sivil memuru doktora gönderdi. Vak'ayı tesbit etsinler... Polis gözucile onları teftiş ediyordu. «Bize emniyetsizlikle bakıyor!» diye Demir düşündü. Bir yerde yalnızbaşına üç adam, ve hepsi evdeyken bunlardan biri vuruluyor. Ötekiler buna intihar diyorlar. Ne belli? Ispat etmek lâzım! Bir mektubu var mı? Ya herşey ona göre hazırlanmışsa... Polisin şüpheli bakışlan arasından bunlan okur gibi olduğu için birdenbire yüzüne kan çıkmağa başladı. Terini sildi, ve onu meşgul ederek bu sıkıcı kontrolden kurtulmak ister gibi sordu: Hatta, naatlar, ilâhiler okuyarak! Ya Hazreti Ali! Diyerek bağırdıklan bile tesbit edil miştir. Hâdise bununla da kalmamaktadır. Halilin metresi olan Fethiye ile Halile aid bir cürüm iddiası da vardır. Halil, vaktile Fethiyenin kızhğmı bozmuş, araları açılmıştır. Fakat bir çocuklan olmuş ve bu çocuk, iddiaya nazaran, iki suç ortağı tarafından öldürülmüştür. Fethiye, nihayet kendisine metres ol muştur. Adliye, bu mühim nokta üzerinde de ehemmiyetle tahkikat yapmaktadır. Muharremin karısı ifadesinde, mec ruh Hüsejiıin Fethiyeye fıstık verdiğini, onun da Halilden çekinerek bunları almak istemediğini ve münakaşanın bundan ileri geldiğini anlatmıştır. Hüseynin yarası hafiftir, son toplan tıdan ziyade, bundan otuz beş gün ve daha evvelki toplantılarda tarikat te zahüratı görülmüştür. Şahidlerin ifa desi suçlularm aleyhindedir. Zaten bunlara aid âyinlerde sadece kesilmiş horozlar, mumlar bulunurmuş. Mahkemece tevkif edilenler, Şeyh îsmail oğlu Halil, Şeyh Murtaza, Şeyh Sani, Molla Halilin kardeşi Mehmed, Çakal îsmail, Şeyh Halilin dayısı Halil, arabacı Koçkafa Hüseyin, Abdullah oğlu Hüseyin. Maamafih, Adliye daha üç kişiyi aramaktadır. Hâdise mevziî ve mahallidir. Başka yerlerde irtibat ve sairesi yok tur. Son toplantıda silâh atıldığı da tesbit edilmiştir. Maznunlardan biri daha yakalandı îzmir 29 (Hususî muhabırımizden) Tarikat âyini yapanlardan Çıneli Halil de yakalandı. İki kişi daha aranmak tadır. Bir tavzih Geçenlerde Tekirdağında bir hırsız kafilesinin türediğini ve şimdiye kadar on bir ev soyulduğunu yazmıştık. Mezkur vilâyet Emniyet müdürlüğünden aldığımız bir mektubda şehirde böyle bir çete bulunmadığı gibi yurdun her tarafında olabilecek ve adı zabıta vukuatı mahiyetini geçmiyecek iki hırsızhk vak'asından başka hiçbir şey olmadığı îşte lugatte, edebiyatta, riyaziyatta ve büdirilmektedir. her yerde bu kadar mühim yeri olan eşeği, arasıra kesip koyun yerine satanlar da fzmirde sokaklara tüküren var. Son günlerde Izmirde bir Çingenenia ler cezalandırılıyor bu suçu işlediği görülmüş ve. kendisi îzmir (Hususî) Belediyemiz, grip mahkemeye verilmiş. Haberi gazetede hastalığma karşı bir tedbir olmak üzere okuyunca yüreğim sızladı. Eşeklere çekyere tükürenlerin cezalandırılması hakkmdaki hükümleri, şiddetli bir surette tirdiğimiz az mı ki bir de etine göz koyatatbika başlamış ve bir gün içinde, bu lım. Insaf gerek!.. şekilde yüz kişiyi cezalandırmıştır. M. TURHAN TAN Komiser nezaketle onlara hitab ederak: Efendilerle nerede konuşabiliriz? Demir, yol göstermek için önden çıktı. Yukan sofada oturdular. Komiser vak'adan nasıl haber aldıklarını ve önceden hissedip etmediklerini soruyordu. Cemal: Onu senelerdir tanmm, dedi. Son aylarda her zamandan daha sessiz, ka panık bir hali vardı. Fakat böyle birşey yapacağını kim aklmdan geçirirdi? Komiser Demire hitabla: Nasıl oldu da duymadınız? Demir, bir lâhza durdu. Niyazi ile konuştukları hatınna gelerek ihtiyarsız gözü kapıya dikildi. Titredi. Ve hemen toparlanıp: Duydum dedi. Yakından, sagır bir silâh sesi işittim. Sokakta hiçbir hareket yoktu. Sesin evden de gelebileceğini düşünmediniz mi? Evet, fakat... O zaman evde kimse yok mıydı? Demir: Yoktu. Cemal: Henüz eve dönmemiştim diye teyid etti. Komiser, her ikisine de bakarak: Evi gezebilir miyim? diye sordu. Cemal onlara yol gösterdi, komiser içerki odada kutuya yerleştirilmiş oymaIara, marangoz takımma bakıp: Bunlar sizin mi? Demir söze atıldı ve telâşla: Evet, can sıkmtısmdan, böyle şeylerle uğraşmayı severim diye karşıladı. Polis, dolablan kanştmrken orada kü çük bir defter bulup komisere getirdi. O, sahifelerini çevirirken: Hesab defteri dedi. Galiba gündelik işlere aid! diye Demire uzattığı sırada birden vaz geçerek: Fakat hayır, bu sizin olmıyacak! Tüccar hesablan.. Bakın! Büyük rakamlar var. Hem isimler de görülüyor. Kuru kahveciler, Ayaslı oğulları.. Fakat bunlar Hacı Kâmil Efendinin namına yazılmış. Öyle görünüyor ki bu defter ona aid. Değil mi efendim? Cemal atıldı: Evet dedi, bu defter onun kâtibi Niyazi Efendinin. Vaktile bir gün bize gelmişti, burada unutmuş. O zamandan* beri görüp kendisine veremedik. (Arkasi var) Bu beyit, katıra binen kaba bir adam için söylenmiştir ve «sen katıra binme. Görenler babası oğluna biniyor. Ne eşcklik, ne eşeklik? demesinler» mealindedır. Eşek riyaziyeye de geçrhiştir. Hendese ile uğraşanlar eşek davasının devridaim meselesı gibi içinden çıkılmaz bir iş olduğunu bilirler. Tarihi tabiî uleması ise Nübye çölünde, şarkî Moğolistanda, Tibette sürü sürü dolaşan yaban eşeklerinin çevikliğine, güzelliğine hayrandır lar. Tarihçiler de eski Mısır yazılarında uzun kulak resminin eşekle hissî münasebeti olanlara delâlet ettiğini bilirler. Eşek, bugünkü dört ayaklılann dün yaya en çok yayılmış olanlanndandır. Avrupanın cenubunda, Asyanın garbinde, Suriyede, İranda, Türkistanda, Çinde on binlercesi yaşamakta, insanların kahrını, eziyetini sonsuz bir tevekkül ve tahammül içinde çekmektedir. Yalnız Şimalî Amerikada eşekler, işkenceden is tisna edilmişlerdir. Çünkü orada kahr yetiştirmek vazifesile mükellef tutulmuşlardır. Cumhuriyetin ictimaî romanı: 75 Yazan: Hilmi Ziya Vak'a öyle umulmadık bir bas • !km halinde olmuştu ki, tepesine muş ta yemiş gibi kendini kaybetti. Fevkalâde şaşırdığı için, henüz ne yapacağını düşünmeğe imkân yoktu. Ihtimal birçok şeyler yapmak istiyor, fakat darbenin tesirinden bunların hiçbirini yapmağa karar veremiyordu. Nihayet kendine gelmeğe başladı. Korkuyu, ıstırabı ve hele saskmlığını ifade eden çığlık halinde bir sesle yukarıya bağırdı: Cemal koştu. Onu kapı ö nünde bu manzarayla karsı karsıya, bitkin bir halde buldu. Birinin kanlar içinde yere serildiğini, ötekinin hırıltılarla soluduğunu gördüğü zaman hangisine koşacağını şaşırdı. Bununla beraber, harblerin verdiği itiyadla ölünün yanına gitti. Diz çöküp kalbini yokladı, ve: lntihar!.. dedi. Vak'a, aslmda ne olursa olstn, ona yıldırım tesiri yapm;ştı. Ali Sabir, onun zihninde bir musallat fikir, onda pençeleştiği ve bir türlü yenemedıği zâfm insan şekfme girmiş hayali idi. Yavaş yavaş aklı başına geldikçe, bu korkunc neticeden kendini mes'u! görmeğe başladı: Zoraki aksiyon hevesleri yüzünden onu beyhude hırpalamış değil miydı? Onu gayrete getirmek için kaç kere gururunu kırmıya kalktığını hatırladı. Sendeliyerek çekiliyor, gittıkçe daha çok kuvveti kırılıyordu. Vak'anm dehsetini daha şimdi anlamıs, yüzünü kapıyarak duvara yaslandı. Cemal kalkıp acele çıkarken: Ne duruyoruz? Polise gidelim!... diye bağırdı. O sanki, bu dakika polis gelip yakasına yapışacak: «Bunu yapan sensin, peşimizden gel!» diyecekmis gibi tıtriyor, ne odaya bakabiliyor, ne buradan ayrılabiliyordu. Cemalin: Haydi git, Niyaziyi sakla! Polıse kosuyorum diye ucarcasına çıkıp gitmesi üzerine yeniden yüzü, bir hasta halini almış, ağır ağır yukan çıktı. Ali Sabir intihar etmiş.. Gelecek Doktor uzaktan mı geliyor? Polis, gözlerini ayırmadan: Hayır!.. dedi. O, bu cevabdan rahatsız olmuşçasına geri çekildi. Ve sabir sız ayaklarını sürterken, gözgöze gelmemek için avcunun içine baktı. Cemal, elleri arkasında, kaşlan çatık ve heyecanını saklamağa lüzum görmeden boydan boya dolasıyor. Deli olmak işten değil, hayretler içindeyim! Gözüme bir türlü inanamıyorum. Nasıl oldu da kendini vurdu? diye söyleniyordu. Beş dakika sonra, doktor komiserle geldi. Onlan selâmlıyarak ölünün başucuna geçti. Uzun bir muayeneden sonra komisere: İntihar... dedi. Vak'a, öyle görünüyor, bir saat evvel ölmüş. Polis, ta bancayı ve üzerinden çıkan eşyayı aldı.