22 Birincikânun 193G CUMHURİYET Anadoluda Gerek bu medrese, gerek Hacı Kılıc binaları en nefîs Selçukî eserleridir Bugün müze ittihaz edilmiş olan Kayserideki Mahperi medresesinin cephesinde inşası esnasında oradan akıtılmış olduğu muhakkak olan bir su vardır ki bunun üzeri gene Ondokuzuncu asırda bir takım kemerler ve direklerle örtülmüştür. Bu muhdes kısım çirkin bir yama olmuştur. Bir yolunu bulup mahallî idare bu kısmı kaldırırsa çok hayırlı bir iş yapmış olur. San'al tetkikleri Hâlâ Avrupaya gemi ısmarlanacak İki senedir henüz sipariş verilmedi Denizyolları İdaresile ecnebi tersaneler arasındaki müzakereler hâlâ devam etmektedir. Yeni posta vapurlarının ısmarlanması kararı verileli ve harekete geçileceği iki sene kadar olduğu halde henüz işin bitirilememesi sebeblerı arasında en mühimmi tediye şartlarıdır. Birçok şantiyeler, vapur bedellerinin takasla ödenmesine ve uzun vadeli taksitlere taraftar gö rünmemektedirler. Dığer taraftan son zamanlarda Avrupadaki tezgâhlarda bir çok yeni gemiler inşasına başlanması ve bilhassa harb gemileri inşaatı dolayısile tersane faaliyetlerinin artması bunlan müzakerelerde titiz bir tavır almağa sevketmektedir. Şimdiye kadar Mersin hattı için Alman tersanelerine dört vapur ısmarlan mıştır. Karadeniz hattile Marmara pos talanna aid vapurlann da ısmarlanması icin bir itilâf elde edilmesine çalışılmaktadır. ^ ^ ^ ^ ÂMİT YOLUNDA Şehirde hiç yoktan bir ekmek buhranı başladı Buğday fiatlarının biraz yükselmesi üzerine fırınlar az ekmek çıkarmakta ve bazı minta kalarda ekmek bulunamamaktadır fc/Y Mensur bir şiir üseyin Cahid Yalçın, haftalık mecmuaların birinde «Insan ne vakit ölür?» başhklı nefîs bir yazı neşretti. Şiirin kalb akçeye döndüğü ve «imal» edenlerin elinde kaldığı bir devirde bu yazı gerçekten şaheserdir, tam manasile mensur bir şiirdir. Yazınm kelime kelime, cümle cüınle taşıdığı inceliğe zarar getirmiyeceğime emin olsam üstadın affını diliyerek burada bir hulâsa yapardım. Fakat kendime itimad edemiyorum, yazıya da kıyamıyorum. Yalnız görülüp te anlaşılamıyan «ölüm» hâdisesinin hakikatte ne zaman vukua geldiğini anlamak, ölümü hayatta ve ayakta görmek istiyenlerin bu yazıyı okumalannı tavsiye ederim. Üstad, ebedî muammanm anahtannı vermemekle, verememekle beraber insanların ne vakit öldüklerini gerçekten heyecan verici bir belâgatle tesbit etmiştir. Sonsuz uyku diye tarif olunagelen ölümün bazan açık gözle de görülüp sezileceğini, insanların çarpan bir kalbe ve isliyen bir beyne rağmen ölüm karanlığına bürüneceklerini Hüseyin Cahid Yalçın izah değil, isbat ediyor. Yaşlılar bu yazıda kendilcrini saran geceyi, gencler ise içinde yaşadıklan mütebessim gündüzün arkasında pusu kurmuş olan dişlek karanlığı temaşa edebilirler. **# Sahabiye Medresesi Sahabiye medresesi Atatürk heykelinin bulunduğu geniş meydana yönü açılmış olan Sahabiye medresesi 688 yıllık ömrile, muheteşem kapısı ve geniş cephesile Atatürke hayran hayran bakarken uzaktan insanı kendine çekiyor, yanıbaşındaki zengin ve gür çeşmenin üstündeki kitabe bana öğretti ki tamam 689 yıldır burada harıl hanl akmakta imiş, bu da Sahib Ata unvanile anılan büyük Selçuk Vezirlerinden Fahreddın Alinin yüce mılletine bir hediyesi. Medresesinin yanından akıttığı bu su bugün de Kayserinin en güzel sularından birisi olup halk ona «Makbul Suyu» adı vermiştir. Zaten Türklerde herhangi bir abide kurmak istiyen zenginler, yalnız bir cami veya bir medrese kurmakla iktifa etmezlerdi, cami, medrese, hamam, türbe; bunlar yekdiğerınden aynlmıyan şeylerdi, fakat hepsinden evvel bunlann yanıbaşmdan bir su akıtmayı ihmal edemezlerdı. Medresenin ve camiin ortasmdaki şadırvanlardan bir akar suyun sesini dinlemek, akışını seyretmek şarttı, su Türk hayatında birinci derecede yer almış bir varlıktır. İşte bu çeşme de bu zihniyetin eseridir. Aslında şimdiki yerinden birkaç adım daha ilende imış. Fakat cumhuriyetin o sahada yaptığı imar hareketlerinde bu Geçen senelerde çıkan ekmek buhranı üzerine fırınların kapılarında bekliyen halk IBaştarafı 1 inci sahifede] haftalık buğday ve un fiatlarına aiJ temevvücat cedvellerini getirterek tetkiV at yaptırmıştır. Bu tetkikat neticesinde buğday ve un cüz'î bir derecede yükse'diği görülmekle beraber fırıncılann istediği gibi ekmek fiatlarına fazla bir zammı icab ettirecek bir tereffü olmadığı göri'lmüştür. Bunun üzerine nark komisyonu francelâ fiatlannı 14 buçukta ipka etmiş, birinci nevi ekmeğe on para zammüe on kuruş on para, ikinci nevi ekmeğe de yirmi para zammile dokuz buçuk kuruş fiat tesbit eylemiştir. Nark komisyonunun bu karanna rağmen dün akşam şehrin muhtelif mıntaka larında bir ekmek buhranı başgöstermiş tir. Esasen iki üç gündenberi bazı semtlerde hafifçe ekmek sıkıntısı hissedildiği için halk bütün bütün telâşa düşmüş ve fırınlann önü Harbi Umumideki vaziyete girmiştir. Şehirde on binlerce ton buğday ve un bulunurken hiç yoktan bir ekmek buhranı çıkması, fırsattan istifade etmek istiyen bazı kimselerin eseridir. Sebeb ve avamili ne olursa olsun, son hâdise, halk ihtiyaclarile alâkadar ve vazifedar müesseselerin icab ettiği kadar bu işlerle meşgul olmadığmı göstermek tedır. Yoksa koca İstanbul şehri muaz zam belediye teşkilâtına rağmen ekmeksiz kalmak tehlikesile karşılaşmazdı. Sahabiye medresesi kapısı medresenin cephesi açılıp önii temizlenince çeşme ayak altında kaldığı için kitabesile birlikte nakledilerek medrese hizasına alınmış ve bu hareket çok uygun olmustur. Diğer Anadolu şehirlerinde çok kıymetli abideler yaptıran Fahreddin Alinin Kayseriye de kıymetli bir yadigârı olan Sahabiye medresesi methalden giriş istikametinde biraz mustatilî bir plân üzerinde iki tarafı revaklı (revaklar yıkılmış bir haldedir) bir açık avluya girilince geniş bir kemer içinde karşımıza dershanesi çıkar. Bina içli dışlı kâmilen kesme taş mimarisine uygun olarak yapılmış nefis bir Selçuk medresesidir. Mahperi medresesine benzer. Içerisi sadelik ve sükun içinde bir ciddiyet arzetmekte olup kapısı içeriden ve dışarıdan fevkalâde emekli ve müzeyyendir. Bu akşamki konser İstanbul Konservatuarı orkestrası bu akşam saat 9 da, Beyoğlundaki Fransız tiyatrosunda ikinci konserini verecektir. Orkestra Cemal Reşidin idaresindedir, ayrıca piyanist Ferdi von Ştatzer solist olarak konsere iştirak edecektir. Programda Antonio Rossini, Franz Liszt ve Felix Mendelssohn'dan müntehab parçalar vardır. 19 tarıhlı nüshamızda (Posta Tasarruf Sandıkları) adlı Alâeddın Cemilin makalesınde Pbsta Tasarruf Sandıklarının azamî kabul edebılecekleri pa ralardan bahsolunurken yirmi bin frank yerine yanlışlıkla iki bin frank yazılmıştır. Düzeltirız. hangisi cami hangisi medrese tefrik edilemez. Fakat içindeki taksimatı görünce sağdakinin medrese ve soldakinin cami olduğunu anlarsınız. Halk dilinde (Hacı Kılıc) namile anılan bu abidelerin banisı (Ebülkasım bin Ali Tusî) tarihleri de (647. H ) 1249 dur. Cami plânda namaz safları istikametince mustatilleşiyor ve gene birçok ayaklar ve kemerler üzerinde yayılmış bir haldedir, fakat Mahperi camiinde olduğu gibi ayaklar yuvarlak maktalı yekpare sütunlar olmayıp kesme taştan örölmüş ve murabba kaide üzerinde yükselmiş ayaklardan ibarettir (Bursadaki Ulucami gibi)... Bu kemerlerin üzeri tonozla örtülmüştür. Minaresi yıkılmıştır.. Kapıdan girince plânm tam mustatil şeklinin kapı tarafındaki cephede bozulmuş olduğunu gördüm. Fakat bunun sebebini, yanındaki medreseye girince ancak anlıyabildim ki cami ile medrese bir tek kompozisyon olarak vücude getirilmiş olup günün birinde medreseye bitişik olan bu kısımdaki üç tonoz kemerlerile yıkılmış. Restore ctmeğe lüzum görmeden içeride kalan ayaklar arasına moloz duvarlar çekerek kaparmışlar ve yıkılan kısımlan medrese avlusuna terketmişlerdir. Medrese plân itibarile Mahperi ve Sahabiye medresesinden aynlmıştır. Ayni senelerin ve ayni san'atkârlann eserleri olduğu halde bu medresenin plânmdaki değişikliğin sebebi: Cami ile bitişik olarak yapıldığı için o vakitki vaziyete göre arsa hususiyerinden ileri geldiği hatıra geliyor.. Camiin fevkalâde nefis Selçuk çinilerinden brr mihrabı vardır.. Medresenin dahilî aksamı gene sükun için olduğu halde her iki binanm methalleri haricden fevkalâde ince ve külfetli menhutatla müzeyyendir. Mimar SEDAD ÇETİNTAŞ muş, gözlerini faltaşı gibi açmış, mutlaka söylemeğe mecbur edecek bir tavır takınmıştı. Yeis içinde, ona ağır ağır herşeyi söyledi. Hayretinden Cemal donup kaldı. Demir, gene önceki yeisli haline dönmüştü. Artık ne o bir kelime söylüyor, ne öbürü kendinde yeniden sormağa kuvvet duyuyordu. Adeta buna ye'sin son haddi denebilirdi. Fakat birden Cemal yerinden fırladı. Onu şiddetle sarstı: Deli misin?.. Kendi haline bıraksam neler kuracaksın!.. Bu adam seni kıskandığı için çathyor.. Bir dakika o nun yüzünü görse bütün servetini vermeğe razıdır. Kalkıp ta sözüne inanıyorsun Ve bunun üzerine, hiddetle neş'e a rasında hudud gibi görünen çığlığa benzer bir kahkaha ile güldü: Yalan söylüyor!.. Farkmda değil misin? diye devam etti. Seni kederinden öldürmek istiyor. Demir yeis içinde, başını kaldırıp: Ne kazanacak?.. diye sordu. Cemal, kaşları çatık, hiddetli, bir çocuğu azarlar gibi cevab verdi: Ne mi kazanacak?.. Seni de kendi gibi azab içinde görmeden daha büyük Tashih Hacı Kılıç binaları Sahabiye medresesinin yanından geçip istasyona giden cadde üzerinde iki kıymetli Selçuk abideesi daha vardır.. Yekdiğerine benziyen iki kapısile yanyana r Yukarıda Sahib Ata medresesi avlusu, aşağıda Hacı Kılıç camisi mihrab çinileri kuruş kadar artmıştır. Maamafih buğday fiatlarındaki yükseliş henüz un fiatlarına tamamen tesir etmemiştir. Buğdaym bugünkü fiatı sabit kalsa bile unun beheı çuvalı önümüzdeki hafta içinde 100 kuruş kadar yükselecektir. Geçen ay yumuşak buğdav fiatları vasatî olarak 5,24, azamî 6,12, serı buğdaylar da 5,59, azamî 6 kuruştu. Bu ayın ikinci haftasında yumuşaklarm va satî fıatı 5,59 sertlerin 5,77 kuruşa çıkHüseyin Cahid Yalçının mensur şiiri mıştır. Dün borsada yumuşak buğdaylar biraz felsefeye, biraz içtimaî ruhiyata is6,50 • 6,75, sert buğdaylar 6,15 6,30 tinad ediyor ve güzelliğini ise edebiyattan kuruş arasında muamele görmüştür. Şehrin ekmeklik ununu teşkil eden alıyor. Ben bu ince mevzuu canlandıraf buğdaylar dün borsada 4,50 kurus an cak tarihî bir örnek aradım, şu vakıayı 6,90 kuruşa kadar muamele görmüştür. buldum: Buğday fiatlarının yükselmesi, evve'ce de Onaltıncı asırda bir Hüsrev Paşa varyazdığımız gibi, yapılan ihracatın fazla dı. Tam otuz yıl Budin Valiliği yapmışlığından ileri gelmektedir. tı. Onu Tebriz'den Marakeş'e, Alman Şimdiye kadar 20,000 tona yakın buğ payitahtından Hind denizine kadar uzıday ihrac edilmiştir. Fakat Almanyanın yan topraklar üzerinde yaşıyanlann heparka arkaya verdiği siparişler ve Holan si tanırdı. Çünkü bu geniş çerçeve içinde da ile garbî Avrupadan birçok talebler yıllarca at oynatmış, bahadırlıklar gösvaki olması ihracatı bir hayli arttıracakrır. termişti. Bir gün devrin padişahı ona kızMaamafih buğday fiatlannın artma dı ve kendisini valilikten azletti. Hatta sında dünya buğday piyasasının süratle paşahktan da çıkardı, sade bir «Hüsrev» yükselmesi ve alıcılarımızın bu fiatlarla yapıp bıraktı. talebde bulunmaları da amil olmaktadır. Ünlü vezir, şahsiyetine indirilen darbeMemleketimiz için bu sene bir buğday nin şümulünü ilkin pek anlamadı, evine kıtlığı mevzuubahis değıldir. Yalnız fazçekildi, hatıralarile yasamağa koyuldu. la ihracat karşisında ekmeğı pahalıya yememiz ihtimal dahilinde bulunmaktadır. Lâkin inziva, harekete alışkm bir vücud Buğday fitları niçin artıyor? Geçen ay sonunda şehrimizdeki am için ağır gelir. O da birkaç gün sonra Birkaç gündenbir yükselmekte olan bar ve silolarda 4107 ton buğday ve de sıkıldı, atlanıp gezmek istedi. Odasından, buğday ve un fiatları dün de bir miktar ğirmenlerde de 11,561 ton buğday ve ahştığı gibi vakarla çıktı, gene vakarla artmıştır. Bir hafta içinde buğday fıatla* un vardı. Geçen hafta silolardaki stok aşağı indi, binek taşma doğru yürüdü ve rındaki yükseliş vasatî olarak kiloda 35 miktan ise 6110 tonu buğday ve 10451 birden sendeledi, çünkü orada vaktile 40 para kadardır. Bunun neticesi olarak tonu un ve buğday olmak üzere 16561 kendini bekliyen küme küme hizmetkârekmeklik unlar da çuval başına 70 80 tonu bulmuştur. lar yoktu, süslü kaftanlı muhafızlar yoktu, renk renk külâhlı kavaslar yoktu. Külüstür bir at ve külüstür bir seyis vardı. Hüsrev Paşa, anî bir uyanıklıkla dört yana baktı, hakikati bütün fecaatile kavradı: Biz, dedi, ölmüşüz de haberimiz yok. Olüler gezmez, uzanıp yatar. Ve odasına döndü, kapıyı kilidledi, bir köşeye çekilip büzüldü. Sekiz gün sonra onu ölü buldular ve mezara götürdüler. Tarih, bu vakıayı kaydederken Hüsrev Paşanın açlıktan öldüğünü söyler. Hüseyin Cahidin «însan ne vakit ölür» yazısını okuyunca anlıyoruz ki Hüsrev Paşa, valilikten atıldıktan, paşahktan çıkarıldıktan sonra ölmüştü ve onun son günleri ölü bir yaşayıştan ibaretti. Moda Deniz kulübü tarafından kendi azasımn çocuklarına mahsus olmak üzeBu, gerçekten ince ve yaşlılar içjn ise re her sene verilmekte olan balo hu sene de verilmiştir. Miniminiler, bu baloda pek ince bir mevzu!.. saat sekiz buçuğa kadar kalmışlardır. Kendilerine müteaddid hediyeler verilmiştir Yukanki resim, baloya giden yavruları grup halinde göstermektedir. M. TURHAN TAN I Deniz kulübünde çocuklar için verilen balo adamrL Cumhuriyetin lctlmaî romanı: 67 Yazan: Hilmi Ziya Biraz önce Şevkinin ağzında sonu gelmiyen cümle bu anda tepesinde pathyan bir bomba gibi onu kendinden ge çirmiş olduğu halde, neden şimdi onu sarsmak, boğazına sarılmak ve bunu ispat edecek bir delil istemek için yerinden fırlamıyordu? Bir baş dönmesile kendinden geçip gidiyordu. Şevki, hâlâ korku içinde onun üzerine atılacağını, «delil isterim, delilin var mı?..» diye bağıracağını bekliyor ve bir parsm önünde donup kalan yırtıcı kuşlar gibi hareketsiz duruyordu. Fakat Demir gittikçe daha fazla bu çö küntü içine dalıyor. Haberi olmadan ansızın ben bir muşta ile yıkılmış gibi kendinden geçiyordu. Şevki onun artık hiç bir hücum yapmıyacağına kanaat geti rinciye kadar hareketsiz, korku ile bek ledikten sonra, nihayet usul usul kalktı. Dudaklan arasından mırıldanarak: 4 Akşam Cemal, onu bu halde buldu. Ne sorsa cevab alamıyacağını anladığı zaman, kederli bir adamın yanında na sıl durulması icab ederse öyle yapmada kusur göstermeden sofrayı hazırlıyarak, odanın ezici sükununu gevşetmek için küçük işler icad ederek onu söyletmeğe en müsaid zamanı bekledi. Bir halk şarkı sının nakaratile iş görürken zaman za man sesini yükseltip onu güldürmeğe çalışıyordu. Nihayet Demir, istemeksizin kapıldığı asabî bir gülüşü men için kaşlarını çat mak istiyordu ki, Cemal omzundan kavradı: Çocuksun, yahu! Ne oluyor? Mukavemetine meydan vermemek için kâ ğıdlarını tomarile kapıp kanapeye fırlattı: Bırak bunlan! Neyin var; anlat bakalım. Rahatsız ettim, kusura bakmayın Bir iskemle çekip kollarını kavuştur <3iye çıkıp gitti ne kazanc olabilir? Kafayı çekip bunu akranlarına anlatacak, sızıncıya kadar kahkahayı atacaklar! Ve benzini kül gim bi gördüğü zaman hıncımı aldım diye sokak sokak etrafa bu haberi yayacaklar. Cemal, onu kolundan tutup adeta sürükler gibi kaldırdı. Dışarıdan hazırlıklı gelmiş, soğuk yemekler, söğüş, kuru balık, salata ve yemiş getirmişti. Ali Sabiri çağırdı; içeriden Niyazi geldi. Sofraya oturduklan zaman onlara kendi neş'esini yaymak için zorla gülmeğe çalışıyor, tuhaf hikâyeler anlatıp kahkahalar atıyordu. Demirin zaman za man kendini unuttuğu halde, gene üstüne ağır bir hüzün dalgası çöktüğünü görünce: Delili var mıydı? Yalan, yalan!.. diye bağırdı. Ve hemen, Ali Sabiri bile yerinden oynatan bir kahkaha attı. Demir, yemekte ve sonra yavaş yavaş açıl" mağa başlıyor. Cemalin sarsıcı sözleri yüzünden kendme geldıkçe, az önceki kederinin lüzumsuz bir kuruntudan başka birşey olmadığma kani oluyordu. Yorgunluğun ve ihtimal biraz da sözlerin tesirile, erkenden uyumuştu. Gecenin ilk kısmmı kâbus içinde geçirdi. Kendini ordan oraya atıp işitilemiyecek de recede yüksek sesle anlaşılmaz bir şeyler mırıldanmış. Cemal bu sırada odasır.da dolaştığı için kaç kere kendini çağınyor zannile koşup gelmişti. Evde herkes uyuduktan sonra, bu sayıklamayla kanşan rüyalar geceyarısına kadar devam etti: Tersine çevrilen bir filim gibi karma kar:şık bir yığm vak'anm hücumuna uğramıştı. Garibdir ki, bütün gün kendini kıvrandıran hâdiselerden hiç birine iliş • meksizin çok uzak şeyleri, çocukluğuna aid korkulu vak'alan görüyordu. Akşam, neharilerle kaçarken köşe başında o abus yüzlü korkunc mubas?ır tarafından yakalanıyor. Bütün talebelik hayatını dolduran mubassmn kocaman karga burunlu, çatık kaşlı, pos bıyıkh suratı işte gene gözünde canlanıyor ve ne tuhaf! Bu sefer tam eskis igibi değil, ona daha yakın, daha tanıdık bir yüz halinde görünüyordu. Dikkatle baktıkça her köşede karşısına çıkan ve artık mektebden en uzak bulunduğunu zannettiği bir yerde, tenha bir odanm içinde bile iki korkunc mazgal gibi gözlerini diken bu mubassırın büsbütün o eski adam olmadığını, ona adta başka bir adamın karıştığını, sanki zamanla istihaleye uğ ramış gibi daha tanıdık, daha yakın, fakat bir türlü çıkaramadığı bir yüz halini aldığını görüyordu. Sonra birdenbire, karşılaşınca ürperme geçirdiği bu karışık yük kayboluyor. Yerine gitgide koyulaşan, müthiş bir karanlık çöküyor. Çocukluğunda yalnız başına, bir odada uyu maya mecbur olduğu zaman ona musallat olan bütün gölgeler, püsküllü perdeler arasında uzanan korkunc yüzler bu karanlık içinden kolsuz, bedensiz kuru kafalar halinde brirer birer çıkarak ardı arkası gelmiyen bu hayalet yığını ona hücum ediyordu. Ve işte o, bu sırada ellerinden kurtulmak için can havlile ko şuyor. îmdad!.. diye bağırdığı halde boğazmm tıkandığmı, her adımda dizleri nin biraz daha kesilip neredeyse yıkıla cağını hissediyor. Bütün bu depreşmeler içinde o, gene kurtulacağma inanıyordu. Guya büyük bir adam kim olduğunu o da pek iyi bilmiyor. Fakat her halde bu ona sanki evvlce yüzünü görmüş, kendisile tam şıyormuş gibi görünüyordu, hayaletlerin boğucu takibinden kurtulması için beyar bir at verecekti.