7 Birincikânun 1936 CUMHURtYET Japonlar tarafından açılan bu kanal ikmal edilince Pasifik denizinin kilidi ve Uzakşark yollarına hâkim olan Singapur ehemmiyetini kaybedecektir Çin denizile Bengale kör Bütün köylülerin iştirafezini birleştirecek kanal kile vücude getirilecek Yunan Bursa (Hususî muhabirimizden) Bursada ziraî satış kooperatifleri kanunî hükümlerine göre bir hayvan satış kooperatifi teşkil edilmek üzere bulunuyor. Vilâyetin iktısadî inkişafında mühim bir rol oynıyacak olan bu teşekküle bütün köylüler ve yetiştiriciler dahil olacaklardır. Bilhassa Merinos fabrikası kurulup işlemeğe başladıktan sonra çok fazla bir kıymet kazanacak olan Merinosçuluk bu işin hemen başında gelmektedir. Bir tarafta Karacabey harası ve Merinos yetiştirme ciftliği, diğer tarafta Eskişehir harası gıbi ziraî ve baytarî devlet müesseselerinin ortasmda bulunan Bursa ve hinterlandı, güzel ot veren mer'aları ve yaylalarile hayvan yetiştiriciliği bakımmdan en müsaid bir yerdir. Bugün hayvancılığm ferdî çalışmalarla ilerliyebilmesi imkânı pek azdır. Şimdiye kadar hayvan, tek başına memleketimizde bir kıymet sayılmaktan uzak tutuIuyordu. Halbuki ırkların ıslahı, hayvan randımanlannın artırılması, hayvan sıh hat zabıtası işlerinin temini, hayvan salgın hastalıklarının önüne geçebilmek için icab eden tedbirlerin alınması münferid çalışmalarla başarılacak işler değildir. Bu bir teşkilât meselesine dayanmak ister. Nitekim; Merinosçuluk için devletin kurduğu yetiştirme müfettişlikleri ve çiftlikleri bu sahada muvaffakiyetle çalışan teşekküller olmuşlardır. Bugün devletin kurduğu bu programlı teşkilât gibi hal km ve yetiştiricilerin de kendi aralarında toplu bir teşekkül vücude getirmeleri günün zarurî icablarındandır. Köylünün ve yetiştiricilerin ellerindeki hayvanların üretilmesi, cinslerinin ve ırklarının ıslahı da; yem, bakım gibi muhtelif işlerle beraber derli toplu bir teskilâtla yürütülecek noktalardır. Bittabi satış ve ihrac keyfiyeti de bu tesekkülün bellibaslı ve ehemmiyetli bir mevzuu olacaktır. Biz, bu tesekkülün lüzum ve ehemmiyetine kaniiz. Yetiştiricilerimizin de böyle bir teşekküle kendi menfaatleri noktasından dört elle sanlacaklanna eminiz. Uzakşarkın en hassas noktası Bursada Hayvan Atina Günleri : Satış kooperatifi Amiral Sakelaryu ile Averof zırhlısında Amiralı, donanmam her zaman ve her yerde Türk bahriyesinin emrine âmadedir; diyor İstihaleler eşer tarihi, hakikate doğru yürüyüş filmidir. Cibillî bir iştiyakla tutulan bu yol düz bir şose değildir. Hendeklerle, çukurlarla, uçurumlarla, taşlar ve dikenlerle doludur. Ayni zamanda muhtelif istikametlere ayrılmıştır. Âdem oğullan küme küme o istikametlere dağılmışlardır, sağlı sollu ve fakat daima zikzakh bir yürüyüşle asırlar ve asırlardanberi yürümeğe koyulmuşlardır. Aştıklan yolların zahmetini unutup ulaştıklan menzilin zevkine kani olanlar var. Durup dinlenmek nimetine eremeyip hâlâ yürüyenler de var. Tarih filmi, bütün bu vaziyetleri tesbit eder, gösterir. Singapur limamndan bir görünüş Pariste intişar eden L'İntransigeant gazetesi «Midshif» nam müstearile neşrettiğı bir makalede, Japonya, Kra berzahını açtığı takdirde, İngilterenin Pasifik denizindeki kilidi mesabesinde olan Singapurun bütün sevkülceyşî kıymetini kaybedeceğini ileri sürerek diyor ki: Şu sırada, Akdenizde, bilhassa Ispanya sahilleri açığında cereyan eden ve milletlerin mukadderatının denizlere ne kadar bağlı olduğunu bir kere daha isbat eden hâdiseler, Uzakşark hududlarında da, başka bir «hassas nokta» mevcud olduğunu ve Almanya ile Japonya arasmda imzalanan son itilâfın, haritanın bu Uzakşark noktasını hayli karıştıracak tehlikeli bir mahiyet arzettiğini unuttur mamalıdır. Bengal körfezini Çin denizile birleştîrecek bir kanal Felemenk Hindistanı ve şarkî Hindistan matbuatı, sözde Siyam tarafından memur edilen bir takım Japon mühendislerinin, Bengal körfezini Çin denizine bağlamak üzere Kra berzahında bir kanal açmak maksadile son zamanlarda gösterdikleri harikulâde faaliyeti mufassalan izah ederek, ortalığı, müteaddid defalar, ciddî surette telâşa vermişlerdı. Batavyada oturan bir dostumun, bana geçenlerde gönderdiği bir gazete maktuasmda şu mütaleayı okudum. «Bu kanal 1940 senesine doğru ikmal edilir edilmez, Uzakşark yollarına hâkim ve Pasifik denizinin kilidi mesabesinde bulunan Singapur üssübahrisi bu ehemmiyetini kaybedecektir. Çünkü, Japon donanması, bugün, Hindistana el uzatabilmek için evvelâ Malaka Boğazında müthiş surette mütekâsif olarak mevcud bulunan Ingiliz toplarının ateşine göğüs vermek ve Ingiliz Amirallığmın bu civarlarda bulundurduğu müteyakkız filotil lâlarla boy ölçüşmek mecburiyetinde olduğu halde, mevzuubahs kanal acıldıktan sonra, bir harb vukuunda, Hindistanı doğrudan doğruya tehdidi altında tutabılecektir.» Teknik malumat Bu izahatı, ayni yerden aldığım başka bir makaleden şu teknik malumatı çıkararak itmam ediyorum: «Insaatın idaresi, son zamanlarda, Siyamlı doktor Luan Pradite tevdi edilmiştir ve söylenildiğine göre, Dahiliye Nazırı Prens Voravuru, bu zata hududsuz salâhiyet vermiştir. Şimdiden, Putschaburide müteaddid fabrikalar faaliyete geçmış bulunmakta ve bu fabrikalarda, Japonların sevk ve idaresi altında, Siyamlı işçiler, bilhassa vücude getirilen Japon mjkınelerınin süratle montajını bitirmeğe çalışmaktadırlar. Malakanın şark sahilinde, Bangkok, Radburu, Penak demiryolu güzergâhında ağır kamyonlara mahsus olarak yapılan bir yolun ınşaatı, gene Japonların nezareti altında nihayete ermek üzere olup bu yolun başlangıcı AoBandan körfe zinde bulunmaktadır. Orada da, muaz zam tarak dubaları, Kra nehri munsabmı derinleştirme ameliyesine var kuvvetle çalışıyorlar. Ayni zamanda KoRa adacığınm sjmalinde kâin tepelerde de kazma ameliyesine başlanmıştır. Son alınan haberlere göre, ihzarî işlerde Siyamlı MUSA ATAŞ 120,000 işçi ve 300 Japon mühendisi çalışmaktadır. Kanalın inşaat masrafına gelince, 6 milyon İngiliz lirası olarak tah lumata istinad ederek kat'iyetle söyliyebilirim ki, Japon Amirallığı, Londra ile min edılmiştir. arasmda mevcud eski itılâfların ilgasın* Kanalın açılması masrafı dan ve Japonyayı Almanyaya bağlıyan Bazı Alman mühendislerin ve bu ha rabıtanın vücud bulmasından sonra, Sinvalıyi bıldıklerıni iddıa eden Alman mü gapurun elinden ehemmiyetini almak i tehassıslann söylediklerine göre, bu ka çin bu pratik çareyi ciddiyetle tetkikten nahn açılması için yapılacak masraf, Pa bir an hâli kalmamış ve Singapuru, Bü nama kanalına sarfedilen muazzam meb yük Britanya devletinin başlıca sevkul lâğlardan çok daha fazla olacaktır. Ve ceyş merkezi mevkiine çıkaran bahrî ve gene ayni kimselerin iddiasına nazaran, havaî tefevvukunu kapmağa çalışmakta bu sermayeyi itfa etmek imkânı asla bu bulunmuştur. lunamıyacaktır. Zira, bu yol üzennde tiGerçi, îngiltere, vakit ve zamanile carî münakalât pek yavaş surette artabi tedbirlerini ittihaz etmiştir. Zannederim lecektir. Bankokta, 1909 da imza edilen ve Bu iddialar, Berlin Tokyo anlaşma Kra berzahı da dahil olduğu halde, yasından sonra, Japon elçiliğinin mütead rımadanm Siyam topraklarını Ingiliz nüdid defalar tebliğ ettiği şu tekzible kar fuzu altına sokan itilâflar mucibince, Büşılastırıldığı takdirde, şayanı dikkat bir yük Britanyanın resmî müsaadesi olma" mana alıyor: «Siyamda Kra kanahnda dıkça o havalide hiçbir faaliyette bulu yapılacak inşaata aid bir projeden bah nulamaz. Siyam, Rajburu vilâyetinin seden şayıalar, tamamen asılsızdır. Bu cenub hududu ötesinde birkaç jandarma şayialar, harb müsebbıbi olmakla ıtham ve polis mevkii müstesna olmak üzere, edilen Japon siyasetinin en az şüphelı bu havalide üssübahrî veya askerî gar maksadlarını, daima suıniyete müstenıd nizon bulundurmıyacağmı taahhüd et bir sekilde tahrif eden Japon aleyhtarı miştir. bir propagandadan başka bir şey değil Bununla beraber Felemenk hükumeti dir.» ve Ingiliz Hariciye Nezareti, önce Tok" Mikadonun elçilerile Alman mütehas yonun, sonra da Berlinin, bir tesadüf e sıslan arasındaki bu müşterek tekzib, müş seri gibi, Bangkokla tesis ettikleri sıkı ve terek bir parolanın mevcudiyetini gösteri samimî münasebetleri, alelhusus, Ingiliz yor. dostu bir şahsiyet olan son Siyam Kralının tahttan feragatinden sonra dikkatle Singapurun atisi tehlikededir Çok iyi bir membadan aldığım ma gözönünde bulundurmalan lâzımdır. Meşhur Averof zırhlısı bütün Yuna nistanın göğsünü kabartır; ve Yunan bahriyesi Averoftan daha az meşhur olmıyan Amiral Sakelaryu ile mağrur dur. Averof ve Sakelaryu bugün yalnız Yunanistanın değil, bütün Akdeniz sahillerinin duyduğu, tanıdığı ve öğren diği iki isim olmuştur. Averof.. Bu ke limede, biz Türklerin çok acı hatıralarımız saklıdır. Atinanın bu sırada pek seyrek olan güneşli bir gününde bizi Faler iskelesinden alan istimbot Ave rofa doğru yollandığı zaman biran bunu düşündüm. Zira Averof öyle bir isimdir ki sade bir telâffuzu bile belki arzumuza rağmen bizi çok yakın bir Lâkin şurası muhakkaktır ki beşer hatarihin yapraklarmı şöyle bir çevirmeyatında en kuvvetli bir tebarüz kenğe sevkeder. Güneşin altında azametli dini teşhis ettiren hâdise, fikir istihalelebir pırıltı ile yanan bu toplar... Fakat ridir. Eski çağların tutamizmi, animizmi, Averofu ziyaretten az evvel kendisile naturizmi yavaş yavaş brahmanizm, buberaber bulunduğumuz Başvekil M. | dizm, israilizm, eglizm, islâmizm oluyor Metaksas beyanatı arasmda burada gösve son çağda bunların yerini başka fikirterilmesi yerinde olan bir söz söylemişler ve prensipler işgal ederek nihayet orti: «Milletlerin iyi dost olabilmeleri iAmiral Sakalâryo taya sosyalizm, komünizm, faşizm çıkıçin tarih bilmemeleri lâzımdır.> mamasındadır. O, istiyor ki her Türk yor. Tarih filmi apaçık gösteriyor ki Averofun temiz merdivenlerini çı bahriyelisi her Yunan bahriyelisini tanasyonalizme dayanan cemiyet en mes'ud karken galiba Nızameddin Nazifin aç nısın ve dost olsun. Hatta her Türk, mıya teşebbüs ettiği bir bahse General her Yunanlıyı tanısın. Ve gülerek ilâve içtimaî heyettir. Diğer istihaleler, hakikate doğru yapılan yolculuğun seraba Metaksasm bu güzel mukabelesini ha ediyor: « Ben askerim, politikadan anla bağlı şeklini ifade eder. tırladım. mam. Sizikle içimden geldiği gibi konuşuyorum. Burada geziyor ve görü Bizi her tarafı bir ev kadını titizliğile Bu mevzulara temas etmek hiç hoşutemizlenmiş olan Averofun küçük bir yorsunuz. Bilmem halkm kalbini sez ma gitmez. Çünkü bana tadsız bir iş gibi salonunda kabul eden Amiral Sakelar diniz mi? Ben iyi bilirim. Türk Yunan görünür. Lâkin meşhur şair Maarriden yu, Giridden başlıyarak bütün Yuna dostluğu bir ıhtiyacdır. Fakat ihtiyac elime geçen birkaç şiir, fikir istihalelerinnistanı sarma alâmetleri gösteren son dan ziyade bir histir ve binaenaleyh deki garabeti çok canlı surette tasvir ettiVenizelos isyanmda mühim bir rol oy çok kuvvetlidir.» Fotoğraf çektirmek için zırhlının gü ği için ben de imrendim, şu satırlan yaznamıştır. O zaman kıyas kabul etmiyecek kadar küçük bir tekne ile asi bir vertesine çıkıyorduk. Türk ve Yunan dım. Bu büyük şairin eserleri ingilizceye, Yunan torpito muhribini bir paket gıbi donanmaları bütün Faler limanmı göz almancaya, fransızcaya çevrilmiştir. sımsıkı bağlıyarak nihayet teslim ol alan bir zenginlikle ve haşmetle dol Fransah müsteşrik G. Salmon da dâhi mıya mecbur eden Amiral, daha sonra durmuştu. Amiral Sakelaryunun ve şairden seçtiği parçaları «Poete aveugle» isyan halinde bulunan bütün gemile receği öğle yemeğine gelmekte olan adı altında neşretmiştir. re tabir caizse yelkenleri suya in Türk zabitlerini geminin bandosu se Işte bu tercümelerle şöhreti bütün dündirtmiş ve General Repasın havacılık lâmlıyordu. Amiral, irili ufaklı bütün taki yararlığını denizde göstermiş Yunan parçalannı elile işaret ederek: yaya yayılan kudretli filezof şair, bakıtir. Zaten bu faaliyetlerinden sonradır < Bu donanma her zaman ve her nız, ne diyor: ki Saklaryu amiral rütbesine yüksel yerde Türk bahriyesinin emrine ama 1 «Şaşarım kisraya ve ümmetine ki miştir. dedir, dedi. îçine girip istedikleri emri inek sidiğile yüzlerini yıkarlar. verebilirler.> «Şaşarım Yahudilere ki kan akıtılmaVe gülerek ilâve etti: Amiral Sakelaryu hakikî bir Türk sını, yanık et kokusunu seven bir ilâha « Bunu şimdi efrada tebliğ edece dostudur. Bütün teessüfü iki dost memtaparlar. leket denizcileri arasındaki münase ğim.> «Şaşanm nasaraya ki döğüle, söğüle bet ve temaslarm kâfi derecede sık ol CEM1L F1KRET çarmıha gerilmiş bir adama Allah derler. Bunlar ne acib itikadlardır. Bütün benibeşer, hakikati görmek hususunda körmüdür ler? Safranboluda yapılacak çelik fabrikası 2 Bana diyorsun ki sayısız yıllar mezarda kaldıktan sonra tekrar dirileceğim ve gene diyorsun ki o zaman bir bahçede oturacağım, nefis tatlılar yiyeceğim, nefis şarablar içeceğim, karagözlü huriler ve dilber çocuklar arasmda bulunacağım. Fakat zavallı adam, beynine nasıl bir derd musallat oldu ki bu saçmalan söylüyorsun? 3 Şu kütle şaşırdı, bu kütle dogru yolu bulmadı. Beriki hayrete düştü, öteki dalâlette kaldı. Acaba inanmayıp akıllı olmak mı iyi, yoksa inanıp akılsız yaşamak mı?.. îstihaleden istihaleye intikal eden, kalıbdan kalıba giren içtimaî fikirlerin özüFabrikanın inşası bittikten sonra alacağı şekil nü bence Maarrinin bu sözlerinde görmek Times gazetesinin İstanbul muhabiri şebbüsleri için de hayırlı bir alâmet teşkil ve bulmak mümkündür!... Safranboluda kurulacak çelik ve demir etmektedir. Mukavele, müthiş bir rekaM. TURHAN TAN sanayiinin bir Ingiliz firması tarafından bete rağmen elde edilmiştir. Son dakikada birçok müşkülât çıkmıştır ki bunlar deruhde edilmiş olması hakkında gazeteTürkçe ve moda dersleri doğrudan doğruya Dr. Şahtm Ankaradasine şu malumatı göndermiştir: « Harbden sonra Türkiyede Ingi ki faaliyetinden doğmamış dahi olsa, Şışli Halkevinden: Şapkaçılık, çiçekçilik, biçki ve türkçe lizlerin aldığı yegâne mühim taahhüd o ziyareti zamanına tesadüf etmiş olmak itibarile mühimdir. Diğer taraftan bu mü derslerine 15 birincikânunda başlana lan bu mukavelenin imzası, Türkiye ile Büyük Britanya arasındaki an'anevî dost him işi alabilmek için Krup fabrikasının caktır. Şimdiye kadar kaydolunanlarla luğun yenilenmesine tamamile tevafuk et büyük fedakârlıklar yapmağa âmade ol diğer isteklilerin Nişantaşı Rumeli caddesindeki Halkevimize gelmeleri. tiği gibi Türkiyede müstakbel Ingiliz te duğu anlaşılmıstır.» yabancı için en göze çarpan şey bu olmalı ki, kolonyal şapkalı İngilizler, hatta kötü gözle halka bakan Yunan efzunlan yanlarına gelince biraz yavaşlı yor. Mendillerine birkaç para atıp gidiyor. Müstemlekelerinde binbir şark rengi görmeğe alışkm oldukları halde, her sefer gene bir türlü «ne tuhaf!» demeden kendini alamıyan merhametli, gülümser yüzlü seyyahlar, yalınayak, çıplak ço cuklara, ihtiyar sakit fıkaraya, gidip gelen, dolaşan bu perişan kıhklı halka dost veya düşman değil, fakat garib, şaşıla cak bir manzara, seyir için konmuş tu haf birşey, müzelerden artakalan eşya gibi bakıyordu. Bu sırada Cemal ve Demir avluyu geçip karşı kahvenin yanındaki dükkânlara doğru ilerlediler. Biraz evvel dilencilere para veren seyyahları gösterip: Bak şunlara! dedi, biçareleri nasıl kuşatmışlar. Bırak şu müraileri! diye Cemal kolundan çekti. Numara yapıyorlar. Cami kapısmda dilenip ev sahibi olanlan bilirim. Demir, bu manzaranın tazyikı içinde avluyu geçerken, gözü halka takılı kaldı: Kenarda kolonyal şapkalı zabit, dilencilere istihkarla bakıyor, bozuk dişlerini gösterip sırıtıyordu. Kalabalık gevşemeğe başladığı zaman, parmakları arasında parlıyan bir gümüş akçeyi ileride, kapı ağzındaki ihtiyarın önüne köpeğe fırlatılan bir kemik parçası gibi attı. îhtiyar başı önünde tesbih çekip duruyor du. Kıpırdamadı. Göz ucile dahi bak madı. Zabit, bir dilenciye bir de panldıyan paraya bakarak hırçın kahkaha larla gülüyordu. Birşey mırıldandı. O na doğru yürüdü. Galiba bu sırada «ni ye almadın?» diye söyleniyor ve hiddeti gittikçe artıyordu. Parayı ayak ucile itti. İhtiyar, bir an için nefretle bakıp başını salladı ve dudakları arasından bir şeyler mırıldandı. Adam gazabmdan köpürüyor, bununla beraber parayı yerden alıp ona vermeyi veya tekrar cebine sokmayı da kendine yediremedığınden ne yapacağmı şaşırmış, duruyor. Ötekiler de sankı önceden sözleşılmiş gibi yerlerinden kımıldamıyordu. Zabit, öteyanda zeytin tanesi gibi parlak kara gözleri fırıl fırıl dönen yalınayak, hurda kıhklı sekiz on yaslannda bir yığın külhaniye işaret etti. Kılıklarından boyacı veya küfeciye benziyen çocuklar aç kurd gibi paranm üstüne saldırdı. Onu yerden kapmak için, neredeyse bir boguşma o lacaktı. Bu yeni manzara ile biraz önce kızdığını unutan zabit, katılırcasına gülüyor ve cebinden bir şiling daha çıka np boğuşan çocuklara fırlatıyordu. Demir, daha fazla duramadan ko şarcasına sokağı geçti. Akşam için yiyecak aldılar. Paketlerile en yakın kahveye gidip cadde üstüne atılmış sandalyalara oturdular. Bir dakika sonra etrafla rını küçük boyacılar sardı. İçlerinden, galiba, en çe\iği kutuyu öne sürdü: Bu, az önce yağmaya girenlerden biriydi. Demir, ayakkablan boyanırken gene karşı ağaclığa bakıyor ve gözile dilencileri, kolonyal başlı zabiti, yağmagerleri arıyordu. Bir ara: Dikkat et! Taşıracaksın, diye söylendiği zaman, başını kaldınp kendine bakan bu kara oğlanla göz göze gelmişti. Birden hayretle bağırdı: Vay Yusuf, sen.. ha! Ne arıyorsun burada? Öteki bir teviye kundurayı parlatır ken, sırıtarak ona bakıyordu. Şimdi de boyacılığa mı kalktm? [Arkası var} bacalann aralıklanndan sokulup kuytu izbelere kadar giriyor; bütün şehre görülmez, tehlikeli ve korkunc bir zehri yayıyordu. Bu kara ve korkulu hayali zih nindan atabilmek için saatlerce çırpınıp Cumhuriyetin içtimaî romanı: 55 Yazan: Hilmi Ziya durduktan sonra, nihayet yorgun ve der Hayır, dedi, yalnız cephe gerisin düğü, «ahmakça» bulduğu bu korkuyu mansız, koltuğa yığılıp kaldı. de birkaç ay... O sırada hep hastalıkla dağıtmak için bir sigara yaktı. Pencere 5 uğraşıyordum. Tecil, tecil... Nihayet nin dibine oturup ışıklı bir gece altında Cami yanındaki avluda, bir sıra kü Mütarekeyi bulduk. panîdıyan temiz damları ve gölgeli, ka cük camekânh tezgâh kuruluydu. BuraBir müddet hepsi birden sustular. Ge ranlık, kuytu sokağı seyretti. Bu sefer da kehribar tesbihler, akik ve zümrüd ceyansı olmuştu. Niyazi Efendi için şim zihnini birteviye bu damların içinde ko yüzükler, sedefli, oymalı tütün tabakaladilik sofada, kanape üstüne iğreti bir ya nuşulan sözler, bütün şehri kaplıyan yan n, ağızlıklar, saltanatm dört ucundan tak hazırlandı. Az sonra, Cemal ve De gın, biraz önce kâtib ona heyecanla anla kervanlann getirdiği, bir garbli için şarkı mir odalarına çekilip lâmbalan söndür tırken dudak büküp geçtiği o korkunc de ifade eden bütün o ince, küçük ve değerdüler. dikodu dalgası sarmışh. Mutlaka her siz şeyler satılırdı. İkindi üzeri cami civan hergün oldu Demir odada yalnız kaldığı zaman, o yerde ondan bahsediyorlar. Kimbilir vakte kadar tamamen unuttuğunu zan kahve köşelerinde, karanlık sokaklarda ğu gibi dolmuştu. Gevşek adımlı yolcunettiği kuruntulann yeniden hücumuna ne fısıltılar dolaşıyor! Onun için ne söy lar, kendi haremlerindeymişçesine kayıduğradı. Gözüne bir türlü uyku girmediği lüyorlar!.. Artık eskisi gibi «ne zarar sız, geziniyor. Yunan efzunları köşelerîçin yatağından fırlayıp aşağı yukarı ge var, ne çıkar?» diyemiyordu. Şimdi gö de durup şüpheli gözlerle, çıkanlara bazinmeğe başladı. Farkına varmasınlar di zünde bu sözler büyüyor; görünmez, kıyor. Seyyah kıhklı İngilizler, adım baye lâmbayı yakamıyordu. Usulca perde tehlikeli, büyük bir salgm halini alıyor, sında bir etrafı hayretle seyrediyor ve yi kaldırdı, pencereyi açtı. Dağılmakta bu karanlığm dibinde, gözleri patlak, kehribarcıların önünde işaretli, anlaşıl olan bulutlar arasmdan zayıf bir ay ışığı saçlan karmakanşık, çukur yüzlü, kazma maz bir pazarlığa giriyorlar. Ötede, parmaklığın dibine bağdaş odanm ta ortasına, karyola kenarına ka dişli bir acuze kan büyük bir kazanı karıştırıp duruyor. Orada, dumanlar ara kuran ak sakalh dilenciler, tevekkül içindar geliyor, duvarda gölgeler sallanıp kımıldadıkça onu izah edilmez, garib bir smda binlerce küçük cin havaya karışa de boynunu bükmüş hareketsiz melâmet ürperme kaphyordu. Kendi kendine gül rak bütün şehre dağılıyor; pencerelerin, heykelleri gibi duruyordu. Burada bir adamrt