22 Ağustos 1936 CUMHURIYET Sporcularımız dün geldiler Cumhuriyetin büyük Avrupa anketi IBO9 tarafı 1 inct sahijede] Sporcularımızı karşılıyan genclik kütlesi \naştara1ı 1 ind sahifede] filemîz de bu sabahki ekspresle şehrimize gelecektir. #** Yaşarla mülâkat Bize Almanyadan bir dünya birinciliği getiren Yaşan gece saat sekizde ziyaret ettim. Her taraftan gelen tanıdık, tanımadık yüzlerce ziyaretçinin kendisini rahatsız etmelerindcn kurtarmak için ^ aşan bir arkadaşmın evine götürmüşler. Ben burasmı keşfedip içeri girdiğim zaman Yaşar şen şatır bir sofranın başına geçmiş yemek yiyordu. Sordum: ' Anlat bakalım, seni dünya şam piyonu yapan güreşler nasıl cereyan etti? O gece Danimarkalı ile karşılaş tım. Iyi bir güreşçi idi. Fırsatını bu'up bir künde yaptım. Yere düştü. Sol ka burgası kırıldı. lkinci karşılaşmayı Japonla yapt m. Japon çok iyi bir güreşçi idi. Esasen bü tün Japonlar kuvvetli ve çevik adamlar. Nitekim benim rakibimden başka hiçbiri tuşla yenılmedi. Benim rakibimi de Finlandiyalı ve İsveçli ancak sayı hesabile yenebilmişlerdi. Onu ne ile yendin? Ne ile olacak? Hazreti künde ile.. Amma sakın hazret dediğimi yazmaym. Japon güreşçi maçtan sonra beni buldu. Ve gelecek sefer Tokyoda beni gürese davet etti. Uçüncü karşılaşmayı İtalyanla yap tım. îtalyan güreşçr beni yeneceğıne e minmiş. Maçtan evvel öyle söylemiş. Güreşe çok çetin başladı. On dakika onu oyaladım. Sonra sıra yerde güreşm "ğe geldi. Ben üstte güreşiyordum. Bir kündeye aldım, kurtuldu. lkinci defa aldım, sırtı yere değdi, fakat hakemler kabul et mediler. Bir üçüncü defa daha aldım, bu sefer sırtı sağlamca yere yapıştı. Dördüncü defa Letonyalı ile karsıU*tım. Bunu da sayı hesabile kazand.m. Böylelikle finale ancak üç kişi kaldık. Ve neticede şampiyon oldum işte.. Galibiyetinden sonra seninle aiâ kadar oldular mı? Almanlar beni çok alkışladılar. İki, üç yüz tane mektub aldım. Fakat hepsı almanca, ingilizce, fransızca idi. Bunlan baskalarına okuttum. Çoğu kadınlardan pa şehirlerinden hiçbirinde tesadüf etmedim. Eşsiz olduğunu başkaları da söylüyorlar. Geceyarısı Brendizide siluetini gördüğüm Avrupayı artık mücessem bir halde, biraz gözönüne getirebiliyorum. Avrupa bir devdir. Garb medeniyetinin en büyük mucızesi, beş kıt'anın bu en küçük parcasını, bu cüceyı, güzel san'atlarla ve tck nikle okuyup üfliyerek bir dev haline getirmek olmuş. Avrupa büyüklük, Avrupa aydınlık, Avrupa temizlık, Avrupa düzgünlük, Avrupa kalabahk, Avrupa zenginlik, Avrupa canlılık demektir. Orada herşey büyüktür: Bina, cadde, meydan, mağaza, liman, gar; orada herşey aydınlıktır: Kılovat çağhyanları halinde akan ışıklarla, hayat, neşe, yaratıcıhk a rasındaki nisbet orada ıdrak edılmışîır; orada herşey temizliktir: Caddeler var dır ki şarktaki Beledıye reislerinin yatak odalarından daha temizdir ve daha düzgün; orası dünyanın en küçük kıt'ası ol duğu halde en kalabahk yeridir ve can lılığı da, zenginliğı de, sıkışmanm büyüttüğü kesif cemiyet duygusunun ve tem belı gebertmekle tehdid eden faaliyet mahşerinin içindeki tüyler ürpertici rekabetin mahsulüdür. Avrupa ile bizim aramızdaki farka dair yazılmış ve söyleı r.iş şeylerin hepsi, asıl hakikatin üstüne düşmüş soluk ısık lekeleridir: Fotoğraf, sinsma, resim, roman, seyahatname bu farkın kendi gözlerinize vuracak asıl çizgi lerini gölge içinde bırakır, kâfi derecede aydınlatamaz. Bu mevzua, ölünciye kadar, bi.cok yazılarımda geleceğim. Çünkü bu fark tan başka Türk meselesi yoktur. Ben, Avrupanın içinde, oraya gitmeden evve' bir damla suyu deniz sanan, fakat ası' denizi görünce hayretten tıkanan adama döndüm. Bu hayretimin ne neviden fi kırlere ıstıhale ettığıni ayrı bir makale serisinde yazmağa hazırlanıyorum. Muzaffer Yaşar anasının elini öpüyor Çok iyi idiler. Çoğu talihsizl'ğe kurban gitti. Yoksa daha çok güzel peticeler alabilecektik. Bu sırada bahçeye biri bir gramofon getirdi. Kurarken Yaşardan özür dilcdir Kusura bakma! Hiç bir dans plâkı yok. Hepsi alaturka! Etraftan bir kahkaha yükseldi. Me£er Yasar müthiş bir dans meraklısı imiş. Bilhassa fokstrota bayılırmış. Dansı da bir nevi spor gibi yapıyormuş. Son olarak sordum: Sence pehlivanhğa daha doğusu kuvvetli olmağa en çok yarıyan şey ne dir? Uyku! diye cevab verdi. Uykuya bayılırım. Esasen uykum da ağırdır. BenYaşar babasile kucaklaştrken ce beni dünya sampivonu yapan şey de gelmişti. Benden imza ve resim istiyorlar bol b>f uyuyabilmemdir. dı. Ben de fotoğraflarımın üstüne türkçe Yaşan arkadaşlan arasında neş'e içinolarak «dünya 61 kilo şampiyonu Yaşar de bırakarak ayrıldım. Erkan» diye yazdım. Af. S. Getirdiğin meşe ağacını ne yapa caksın? Yarın kulübde Bay Cevad Abbasa, yahud Yusuf Ziyaya vereceğım. Bunlann vasıtasile Atatürke armağan eHükumet merkezimiz olan Ankara deceğim. Bu fidandan yetişecek ağaclar bugün bir ılım merkezi haline gelmiştır. yüz seneden fazla yasarmış. Siz de Parise mi? diye sordu. Orada yüksek okullara ve liselere de Millî marş çalınırken başıma konan vam eden talebe barınacak bir yurd bu Hayır Madam, Montröye gidiyo defne dalını da kendim saklıyacağım. lamadıklarından dolayı müşkül vaziyet rum, dedim, biliyorsunuz ki orada kon Şimdi nasıl bir programın var? lerde kalmaktadırlar. Bunu gözönüne a ferans var. Çalışacağım. Dokuz ay sonra Av lan Türk Maarif cemiyetinin yüksek oKadın biraz düşündü: rupa güreş birinciliği var. Oraya da isti kullarla liselere devam eden Türk ta H a . . . dedi, Türklerin değil mi? rak edeceğim. Daha sonra da Tokyo O lebelerinin barmmalarını temin edecek Benim Türk olduğumu bilmiyordu. limpiyadlan için çalışmağa başlıyacağım. bir yurd binası yapmağı düşünmekte olduğunu memnuniyetle haber aldık. Hakkımızdaki fikirlerini serbestce söylı Bizim öbür güresçiler nasıldılaı? Ankarada bir Talebe Yurdu açılıyor Tren şimalî Italyayı geçiyor. Bilmerr, buralarda, yeni doğmuş bir çocuğun avcu kadar küçük, ekilmemiş bir toprak parçası bulunabilir mi? Her taraf yemyeşildır: Bağ, bahçe, bostan, tarla, or man... Bu havali İtalyanları daha zıyade yemişçilikle geçiniyor ve birçok Avrupa memleketlerine ıhracat yapıyorlar. Şehirleri içi ve dışı, göllerin ve orman ların kenarından geçen, yakın ve uzak bütün yollar asfalttır. Çiçeksiz, boyasız, tertibsiz, biçimsiz tek bir istasyon, ev, yol, köşe, bucak göremezsınız. Tabiat te burada insayn güzele ve mükemmelc doğru gidişini çok teşvik etmiştir: Alp dağlarının eteğinde, ormanlar arasında, her kıyısından çiçekler fışkıran Kom gölü, Avrupanın en güzel sayfiyelerinden biridir. Her tarafı köşklerle, villâlarla, bahçelerle çevrilen bu gölün ortasında, zümrüd salkımları halmde, yemyeşil a dacıklar vardır. Iklimin görünmez büyük süzgeçlerinde elenmiş temiz ve güzel kokulu bir rüzgâr, vagonun ıçıne bir bahçe tadı getiriyor. İçim renk dolup taştı. Karşımda, çocuğ]]e beraber, bir Fransız kadını var. Kocası, garda gördüğüm genc bir Fransız, Mılânoda bir şirkette çalışıyormuş. Kadın iatil aylarında ço cuğile beraber onu görmeğe geliyor, şıtndi de Parise dönüyor. yebılmesi için ilkönce milliyetimi gizie dim: Evet, dedm, ben de ecnebi gazelecisiyim, oraya gidiyorum. Siz Türkler hakkında ne düşünüyorsunuz? Onları tanımam hiç. Kocam bir sene kadar Türkiyede bulundu. Ne tarafmda? Konstantinoplda. İstanbul diyiniz madam, Türkler şimdi İstanbul diyorlar. Evet. Kocanızın Türkler hakkında fikri nedir? Haksızdır o Türklere karşı. Ben Türkleri tanımıyorum, fakat müdafaa ediyorum. Siz Türkiye ile alâkadar nıısınız? Evet madam, ben de îstanbuldan geliyorum, Türklere dair bir kitab ya zacağım. Aleyhlerinde mi bulunacaksınız? Evvelâ sizin fikrinizi öğrenmek is terim. Kadın kaşlarını kaldırarak derin bir nefes aldı: Oh... dedı, ben... Bakınız... Ko camla nerede ayrılıyoruz... Kocam si mallıdir, cenubluları hiç sevmez. Şark mılletlerini de se\Tnez. Donuk adamdır. Hissiz diyebihrim. İtalyanları? Onları da sevmez. Tuhaf şey, hep sevmediği yerlerde çalışmış! Ne yapsın, vazife... Ben Türkle rin iyi adamlar olduklarını biliyorum. Nereden biliyorsunuz? Kardeşim Türkiyede bulundu. Çok sever o Türkleri. Zeki ve saminr imişler. Oyle midirler? Pek doğru. Kardeşinizin hakkı var. Bazı ecnebiler de öyle söylüyor lar. Montröde ne var? Türkler Boğazları kapatmak ist; yor. Fransız kadınına vaziyeti anlattım. Fikrini sordum: Hakları var, dedi, eğer AvrLpa Türkiyenin müracaatini kabul etmezse kuvvet taraftarlarına fena bir misal ver miş olacak, değil mi? Pek doğru madam. Siz de Türk taraftarı görünüyor sunuz. Evet madam. Bütün kuvvetimle. Fakat kendisile meşgul olunmadığı i çin canı sıkılan çocuk o kadar derin ıçini çektı kı onunla da konuşmağa mecbur oldum. Kız çocuğu idi. Esmer yüzünd? kara üzüm taneleri kadar küçük göz'eri vardı. Ona bir bilmece söylerken annesi sordu: Siz hangi millettensiniz? Size teseekkür etmekte geciken bir millettenım. Türküm, madam. Hakıkî fikirlerinizin üstünden nezaket örtüsünü kaldırmak için milliyetimi gizledim. Ah, dedi, bu hiç aklıma gelme mişti. Fakat Türk olduğunuzu bilseydim de baska türlü söylemiyecektim. Türk müdafii olduğunuza göre şüphesiz; ya aleyhimizde olsaydınız?.. Fransız kadını çantasından çıkolata çı kararak çocuğuna verdi: Evet, dedi, kardeşim bçni de Fürkiyeye götürecekti, istemedim, şimdi pişmanım. Diyorlar kı Halıc cok güzelnıi». Ah, ister istemez tasdik ettim, fakat sonradan ilâveye mecbur oldum: Halicden çok daha güzel yerler var, madam. Hatta, demin geçtığimiz Kom gölünden daha güzel verler... Yeni mi öğreıiyorlar? ofya muhabirmiz bize bir mektub yolladı, Polonya profesorlerinden krinin bütün Bulgaristanda dikkat ve brız da hayret uyandıran bir konferansını lildirdi. Bu mektubdan anlaşıldığma gör Polonyah profesör, Bulgarlarm Türk ır.ma men sub olduklarını anlatmış ve iln delıllerle de bu hakikati aydınlatmış. Lkn kon feransı dinliyenler, yahud bu îczlerden gazetelerin d^lâletile haber alarl<nn çoğu bir hayret devresi geçiriyormıç Bizim gazete, malumu ilâmdan'baret olan bu konferanstan ziyade hlgar komsulanmızm hayretini dikkate eğer bulduğundan muhabirimizin mektiynu dünkü nüshaya koyarken o hayreti «de edecek bir başlık ta dizmeğe lüzum örmüştür. Buna, böyle nükteli bir baş^a gerçekten lüzum da vardı. Çünkü Bı garların aslen Türk oldukları bugün n. tearife hükmünü alan tarih hakikatleri, dendır. O derecede ki lise talebesinde herhan^ı bırıne sorsanız size Bulgarlanrı orta Asyadan yavaş yavas göçederek Dördüncü asırda İtıl ve Kama havzalanna geldıklerini, uzun bir müddet Hazar Türklerinın hakimiyeti altında yaşadık • tan sonra Sekizinci asırda müstakil Dır devlet kurduklarını söyler. Gene o lise talebcsi Türk camiasına mensub olan bu Itıl Bulgarlarından bir kısmının Beşinci asırda Tunaya kadar ilerledıklerini, Bizans Imparatorluğunu Gotlara karşı müdafaa ve Balkanlardaki bütün büyük hareketleıe iştirak ettiklerini tarihî vesi kalarla anlatmaktan geri kalmaz. Bulgarlar, Avarlarla ve hatta Hazarlarla kanlı temaslarda bulundular, Yedinci asrın sonunda Asparuh adh bir Hakanın idaresınde cenuba doğru çekıldiler. Tu nayı geçmeleri ve bu büyük su ile Bal kan dağları arasına yayılmaları, orada yasıvan Slâvları yenerek yeni bir siyasî varlık kazanmalan 679 yılından sonradır. Bulgarlarm Slâvlarla sıkıfıkı ihtilât etmeleri, Türklüklerini unutmağa başlamaları Sekizinci asırda başlar. Bunda siyasî, dinî, iktısadî birçok sebebler vardır ve hepsi tesbit olunmuştur. Fakat şu sütunda ızahı 3erekn\ez. Yalnız şuraMpı kaydetmek lâzımdır ki Bulgarlarm Slâvlaşmasv birçok badirelere rağmen muhafaza et tikleri siyasî istiklâlden de mahrumiyeti intac etmiştir ve kendilereini Bizans bo yunduruğuna bağlamıştır. Ortodoks ol maları da bu siyasî esaretin tabiî netıcelerindcndir. Tuna Bulgarları da, kardeşleri olan Volga Bulgarları gibi göçebeliği çoktan bırakmıslardı, yüksek bir medeniyet sa hibi olmuşlardı. Eski Bulgar Hanlarına merkez olan Pliska ve Preslav şehirleri harabelerinde yapılan araştırmalar bu hakikati gerey gibi canlandırmaktadır. Bizim yurdumuzda bunlar, bir orta mekteb sakirdi için de, mekşuf olan hakikatler cümlesindendir. Eğer komşu memleket su tarihî bilgiyi elde etmek fırsatını bir Polonyah profesörün konferansile ve henüz buluyorsa havli geç kalmıs oluyor demektir. Bunu bir lâtife olarak yazdık. Yoksa Bulgar dostlanmızın eski ve yeni tarihîerini pek iyi bildiklerine şüohemiz yoktur. Hükumet sansürünün konferanstan bah sedilmesine müsaade etmemesı de bu se bebden, yani Bulgarlarm kendilerini başkalanndan öğrenmeğe muhtac olmıyacak kadar iyi bildiklerine kanaat beslendiğinden ileri gelse gerek!.. PEYAMt SAFA bozukluğu tamirle meşguldü. Karısının geçtiğini görmedi bile. Saniha hemen kazinoya daldı. Ercümend yoktu. Kahvaltı masasının başına oturdu, acelesinden çnyını devirdı. Sonra, etrafını saran los tracı Arab çocuklarını ıterek adeta ko şar gibi kışlaya doğru yürümeğe basladı. Karannı vermişti. İcab ederse içeri girecekti. «Ya talimde iseler... Olsun, diyordu, nöbetçi zabitine rica ederim, haber verir. Bütün zabitler, şüphe etmezler mi? Ederlerse etsinler. Kimin umurunda! Onu görmek sevgili Ercümendımı görmek, ona veda etmek isterım. Ne derlerse de sinler, ehemmiyet bile vermem.» Fakat, daha iki dakika yürümemişti ki kışlaya sapan caddeden Ercümendin adeta koşar adımla geldiğıni gördü. Öyle sevındi ki gelıp geçenlere, dükkâncılara ehemmiyet bile vermeden zabitin boynuna sanlmak istedi. Ercümend, dedi gidiyorui, şimdi gidıyoruz. Delikanlı, nemli göz yaşlarile genc kadına baktı. Boğulur gıbı bir sesle: Biliyorum, dedi, Çağanoz geiıp haber verdi. Zaten, dün gece, odama çekildıkten sonra, içime doğdu. Derunî bir ses bana «gıdecekler yarın sabah» diyıp duruyordu. Bütün gece uyuyamadım. Bu M. TURHAN TAN sabah saat beşte geldim. Otelin etrafında dolaştım. Hiç ses sada yoktu. İçime enrr tııyet geldi. Kendi kendime «Pırlanta doğurdu, yarın gidecekler» dedim. Kışlaya gittim. Saniham, Sanıhacığım, nihayet gidi yorsunuz ha! Kirpiklerinin ucunda yaşlar titriyordu. Saniha, perişan ona bakıyordu. Ercümend ağlıyordu. Harbler görmüş geçirmiş olan bu kahraman zabit, kendisi için ağlıyordu. Onun gözyaşları karşısında yüreğinin parçalandığını hissetti. Haydi Belediye bahçesine gide lım; kocam otomobılı ile meşgul. Bahçede yalnız kalamayız. Derenin öte tarafına gidelim. Orada, bu sa • atte kimse yoktur. Ayrılmadan, ağzınızdan öpmek isterim. Bayram gecesi beraberce kol kola gezdikleri yolu takiben acele yürüdüler. Kimseler yoktu. Ercümend, gözyaşlarını siliyordu. Sesinde sonsuz bir hüzün vardı: Bu sabah, hiç te yüreğim rahat degıldi. Kocanızın bir iki gündenberi şüphelendiğıni hissediyordum. «Gitmek isti* yor, Saniha ile veda etmeme, onu, ağ , zından bir kerecik olsun öpmeme vakit I bırakmadan gitmek istiyor» diyordum. , İArkası var) "Cumhuriyet,, in tefrikası Abidin Daver DAV'ER Saniha, köpeğine kızgın kızgın bakı roT ve içenden: «Hain, diyordu, ben senin hayatını turtardım. Sen beni bir günlük saadetten tHahrum ediyorsun. Zavallı Ercümendi ie aldattın, ümidini boşa çıkardın. İkimiıt de ihanet ettin. Nankör köpek!» Çabuk ol Saniha, bu akşam Adatıaya varmak istiyorum. Vakit kaybetmiyelim. Ihtarlarına rağmen, karısının tembel Umbel sallandığını görerek sinirleniyor: Kuzum bu halin ne? diyordu. Gören Pırlantayı değil; seni doğuracak sa nır. Ben gidip otomobile bir bakayım. Y arım saat sonra yola çıkacağız. Saniha, heyecanlı bir istical ile çabuk ç,abuk giyinirken kendi kendine «zavallı Ercümend, diyordu, dün akşam, bu sa bah gitmiyeceğimize o kadar emindi ki, bir gün daha kalıyoruz, diye o kadar mes'uddi ki... Şimdi gideceğimizden haberi bile almıyacak.» Her şeyi karmakanşık bavula tıkıyor ve düşünüyordu: «Bu saatte onu nerede bulmalı? Kışladadır ama nasıl haber göndermeli? Onu son bir defa görmeden gitmek iste mem. Burada kalabilmek için merdivenden düşüp ayağımı incitmeğe razıyım. Yeter ki onu göreyim. Nasıl haber yol layım bilmem ki. Sersem Süha, dün ak şam zabitlere veda etmedi. Oyle alaycı bir hali vardı ki onlar da, bir gün daha kalacağımıza hükmettiler. Ah, Ercü mend, Ercümend! Seni görmeden mi giSanviıi genc zabıte, Ercıımend, şimdi gidıyoruz, dedi. deceğım sevgili askerim?» O böyle üzüntü içinde kıvranırken, ça mı boyatmak istiyorum. Kos, ona haber ver. Biz hemen şimdi ğanoz, imdada yetişti. Ali Dayının gargidiyoruz. Sonra, çantasından bir lira çıkardı. sonu, sabah kalhvaltısını getirmıştı. Genc kadın, Çağanoz gittikten biraz Al bunu, dedi. Çocuklarına şeker Tepsiyi hemen kazinoya götür. alırsın. Mülâzim Ercümend Beyın şımdı sonra, merdıvenlerden koşarak ındı. KoOrada kahvaltı edeceğim. Kunduralan nerede olduğunu biliyorsun değil mı? cası avluda otomobilin altına girmiş, bir