15 Agustos 1936 f TERBİYE BAHİSLERİ 2 [•] Öyle ise saadetin birinci şartı sağlıktır. Sağlık ise ancak hava, ziya, hareket ve bir rejim dahilinde yaşamakla elde edilir. İşte açık hava mekteblerinin tuttuğu yol budur. Sizler memleketlerinizde on beş seneden fazla bir zamandır bunu tecrübe ettiniz ve şu noktada zannederim birleştiniz. Şehir ve köylerde ilkmekteblerin hepsini açık hava mektebi şekline girer ve bu mekteblerin yanında birer temiz oyun alaru bulunursa çocukların saadeti temin edilmiş olur. Medenî dünyanın her tarafında bütün nazarlar, şimdi artık çocuğa çevrilmiştir. kreşler, kindergartenler, çocuk yurdlan, esirgeme kurumlan, çocuk hastaneleri, çocuk dispanserleri, çocuk prevantoryomları, çocuk senaryomlan... Bunların hepsi bir gaye etrafında toplanıyor. Çocuklan korumak, onlan hastahklann tecavüzünden masun bir hale getirmek, onlann yaşamasını ve mes'ud olmasmı temin etmek! Açık hava mektebleri bu arzuya tam uygun semereler vermekte, beşeriyete sağhk tohumları ekmektedir. Onsekizinci asrın başlangıcında îngilterede yirmi beş çocukta on dokuzu beş yaşına varmadan ölüyordu. Bugün bu aded yirmi beşte üçe kadar indirilmiştir. Çocuk vefiyatmı en asgarî bir hadde indiren Yeni Zelandadır. Orada yirmi beşte yalnız bir çocuk ö'lüyor. Bu muvaffakiyetler içtimaî hıfzı sıhhat teşkilâtında bütün komitelerin elele verip çalışmasile elde edilmektedir. Münferid çalışmalardan büyük netice beklenemez. Bütün hayır müesseseleri biribirinin yardımcısı olmah. Bütün hüsnüniyet sahibleri bir araya gelmeli, her memleket nasıl yollar ve şimendiferler için bir nafıa programı yapıyorsa ayni şekilde bir içtimaî hıfzı sıhhat programı yapmalı, ço cukları korumak, hastalıklarla savaşmak için seferberlik ilân etmeden evvel mükemmel bir harb plânı kurmalı. Bundan elli yıl evvel «Açık hava mekteblerinden» bahsedilse bunu hayretle ve belki istihfafla karşılıyacaklardı. Bu çok yakın olan mazide hıfzı sıhhat kaidelerini bilmediklerinden veya ziya ile temiz havanın faydasını takdir etmediklerinden değil, Allahm bu büyük nimetlerinden çocuklar tatillerde istifade ediyor ya (!) bu yetişir sanıyorlardı ve mekteb denince hatırlarına muayyen eb*adda yüksek tavanlı, kapalı dersaneler geliyordu. Belçikada bugün bu zihniyet değişmiştir. Ve o sebebledir ki Brükselde, Anverste, Liyejde, Gandda, Ostandda ve bunlardan daha küçük sehirlerimizde açık hava mekteblerinin adedi her sene artmakta ve hastalıklar onlardan uzaklaşmaktadır.» Doktorun söyledikleri beni düşündürdü, hiç şüphe etmiyorum ki çocuklanmızın talim ve terbiyesini üzerine alanları da ayni derecede düşündürecektir. Melctebler Giris sartları Harbiye mektebi 1 Bu sene Harbiye okuluna ve askerî hâkim ve muallim sınıfına Millî Müdafaa Vekâletinin göstereceği nisbet içinde Türk talebe kayid ve kabul olunacaktır. Kayid ve kabul şartlan aşağıdadır: A ) Liselerden olgunluk imtihanı ve rerek mezun olanlar Harbiye okuluna girebilirler. Bunlardan bir sene sonra müracaat edenler imtihansız, iki veya daha ziyade sene sonra müracaat edenler as kerî liselerden birinde olgunluk (bakalorya) imtihanına tâbi tutulurlar. Lise mezunlarından gayri, sınıf ve ihtısas okullan ve liselere muadil oldukları Kültür Bakanlığınca tasdik edilmiş olan ekalliyet ve ecnebî okullanndan mezun olan Türk talebe askerî liselerden birinde olgunluk imtihanı geçirmedikçe ve Türk diline tam vâkıf olmadıkça Harbiye okuluna kabul edilmezler. Kongrelerde insan neler öğreniyor? Yazan: Selim Sırrı Tarcan 1931 de yirmibir devletin murahhaslarının iştirakile Brükselde toplanan «Açık hava mektebleri» uluslar kongresinde Brüksel Üniversitesi profesörlerinden teşkilât komitesi reisi (Dr. Rene Sand) kongrenin açılma toplantısında şunları söylemişti: «Açık hava mekteblerinin ehemmiyetini ve lüzumunu benden daha iyi takdir eden böyle bir güzide heyete ben ne söyliyebilirim? Talihin bir lutfü beni bundan birkaç yıl evvel büyük İngiliz romancısı ( H . G. Wels) ile karşıkarşıya getirdi. Üstad, yaşı hayli ilerlemiş ve büsbütün kendini edebiyata vermiş olmakla beraber gencliğindeki mesleğinden yani hocalıktan büsbütün ayrılamamıştır. Çünkü onun yazılan ve konferanslan daima bir ders mahiyetindedir. Londra üniversitesinde yaptığı bir musahabede ilraî veya felsefî araştırmalar yapmak üzere lâboratuarlarına veya kütübhanelerine kapanan ve gayrisıhhî bir hayat geçiren büyük adamlann yaşayış tarzlarını tenkid ederken: «Ben bu zatlara (gentlemen mal ventiles) fena havalanan jentilmen adını veriyorum» demişti. Şimdi açık hava mekteblerini kurarak pedagoji âleminde büyük bir inkılâb yapan sizlere müsaadenizle ben de bir isim vermek istiyorum: (Ventileur des enfants) çocuklara hava verenler! Çocuğun vücudile fikir ve karakteri öyle bir vahdet teşkil etmektedir ki vücudünü havalandırırken onun fikir ve karakterinin bundan nasib almamasma imkân yoktur. Havalanma! Yıllardanberi kapalı bir muhit olan mektebin yalnız kapılarını ve pencerelerini açmak manasına gelen bir (symbol) değil, bir teceddüdün, bir inkılâbuı ifadesidir. Birçok sahalarda olduğu gibi burada da bu selâmet yolunu bulan hıfzı sıhhat veya daha geniş manasile tababettir. Tababetin açtığı çığırdan fiziyoloji ve psikoloji girdiler ve onlann arkasını (sociologie) takib etti. Bizim gayemiz önce çocukların bedenî, fikrî ve ahlâkî varhklannı tetkik, tahlil ve sonra onları dogru yola imale ve inkişaf ettirmektir. 1930 kışında (Wasington) da Hariciye Nezareti binasmda toplanan (Çocuklarm talim ve terbiyesi) kongresinde Amerika Reisicumhuru şu kıymetli sözleri söylemiştir: «Her çocuğun ilk hakkı, kendisinin üzerinde nüfuz ve hakimiyeti olanlar tarafından anlaşılmaktır.» Anlaşılmak! İşte bugüne değin çocukların en çok mahrum edildikleri bir hak! Brüksel mekteblerinde disiplin ilim donelerine, müşahedelere, uzun tetkiklere değil, bir an'aneye istinad ediyordu. Bugün artık hamdolsun maziye karışan bu (Ecole caserne) kışla mekteb veya (Ecole prison) mahbus mekteblerin bizlerde yalnız kötü bir hatırasından başka birşey kalmamıştır. Asrî pedagojinin ihtiva ettiği en büyük hakikat, Belçikada 1920 yılı 16 şubatında intişar eden maarif kanununun bir maddesinde şu kayidle tevsik edil EDEBİYAT Sembolizmin ellinci yıldönümü Serr^olizmin bugünkü şekli ve Paul Valery 4 [*] Bundan evvelkı makalelerde sembo lizmin, muhtelif sembolist şairlerde mevcud olan estetik temayüllerini tebarüz ettirmeğe, ve bu cereyana neler ilâve ettiklerini göstermeğe çalıştık. Hususî bir noktai nazara göre yaptığımız bu izahlar sembolist şairler kadrosunu dar gösterebilir. Halbuki, psikolojik ve musikili şiir zevkini azamiye vardıran A. Samain, bedbinliğini karanlık fakat yakalanabilen bir güzellik içinde ifade eden J. Laforgue, şiirlerinde derin bir san'at ve sembolizmin ötesine varan bir uçuculuk bulunan H. de Regnier, G. Kahn, St. Paul Roux ve C. Mauclair gibi Fransız olanlar haricinde, M. Maeterlinck ve Andre Fontainas gibi Belçikalı, Stuart Merill ve F. VieleGriffin gibi Ameri kalı, Jean Mareas gibi Yunanlı olanlar da vardır. 17 nci asırdanberi geçirmekte olduğu buhrana, ona yeni hayat vermek suretile nihayet vermek olduğu muhakkaktır. Nouvelle Revue fr.in eserlerini neşrettiği Şairler Antolojisinin başına ilâve ettiği «Questions de Poesie) adlı yazısında şair bu niyetinin menfi manada, yani şiirden ne anlaşılmaması icab ettiğinden bahsettiği sırada, şiir anlayışının bir itirafını yapar. Fakat bizce, nazarî olmaktan ileri gitmiyen bu fikirlerden ziyade, şairin bizzat şiiri yaparken hassasiyeti tarafmdan ıdare edılışınm büyük bir ehemmiyeti vardır, ve bunun tahlili şiir bakımından daha büyük bir ehemmiyet arzeder. 19131922 seneleri arasında nesredilen şıirlerin toplandığı Charmes adlı eserinde mevcud manzumelerden Le Cimetiere Morin adlı manzumesinde Valery, deniz kenannda bulunan bir mezarlıktaki felsefî bir tahayyülünden bahseder ve Jeune Parqueta ve Fragment du Narcissete mevcud olan refekkürünün esaslı bir temini inkişaf ettirir: Beser hayatı demek olan daimî değişme halile ölü bakiyele rinin avdet ettiği maddi âlemin hareketsizlik ve ayniyet halini, ve gayrişuurda uyumuş kâinatın istirahat halile, ferdî ruhun endişeli halini karşı karşıya ko yar: Bu kâinat ferdî ruhta in'ikâs ettirmek kasdile, hareketsiz ve ezelî karşısına müteakıb ve anî olanı koyması için on daki durgunluğun bulanması kâfidir. Çünkü: Peres profonds, tetes inhabitees, Qui, sous le poids de tant de pelletees, Etes la terre et confondez nos pas, Le vrai rongueur, le ver irrefutable N'est point pour vous qui dormez sous la [table, II vit de vie, il ne me quitte pas !... Kırk gün, Kırk gece! Selim Sırrı Tarcan [•] Birinci yazı 2 ağustos tarihli nüshamızda çıkmıştır. Hindistanda ihtilâl hazırlığı Kalkütadan Londraya verilen bir ha miştir: «ÇOCUK MEKTEBDE bere göre, Bengal hükumeti geniş mik MES'UD ÖLDUĞUNU HİSSET yasta bir ihtilâl hazırlıyan bir suikasd şeMELİDİR.» bekesi keşfetmiştir. İddia edildiğine göre, Filhakika mürebbilerin başlıca vazifesi ki ekseriya unutulur ve ihmal edilir çocuğun hal ve istikbalde saadetini temin etmektir. Fakat bu beşer yavrusunun saadeti neye baglıdır? Onu tehdid eden hastalıklardan, fenahklardan, ruhî veya cismanî zararlardan korumak, o nu salim bir hayata kavuşturmak değil midir? bu şebekenin maksadı Hind köylüsü, Hind işçileri ve talebe arasından aza toplıyatak Büyük Britanya yabancı bir devletle harbe girdiği takdirde, Ben galde derhal bir isyan çıkarmaktır. Bu yabancı devletin ismi söylenmemektedir. Yalnız, bunun, Hind ihtilâlcilerine silâh ve mühimmat vermeği vadettiği haber alınmıstır. B) Ana vatan dışından okula girmek istiyen Türk talebenin de askerî liselerden birinde bakalorya imtihanı vermeleri, Türk diline vâkıf ve Türk tâbiiyetinde olmaları lâzımdır. Olmıyanlar bir sene zarfında Türk tabiiyetine geçeceğine dair sened verirler. (Bir sene zarfında tabiiyetini değiştirmiyenler olursa okul masİlk sembolist şairlerden Verlaine ve rafı kendilerinden alınarak okuldan çıkanlırlar). Mallarmeden bahseden makale ile, semC) Istekliler (16) yaşını bitirmiş ve bolizmin estetiğinden bahseden makalede bu şiir mektebinin düştüğü ifratları, (23) yaşına henüz girmemiş olmak. D) Üniversitede okurken askerî hâkim ve bilhassa şiiri gayet karanlık ve anlave muallim olmak istiyen talebeden bi şılmaz bir hale sokan temayülünü gös rinci sınıfa girmek istiyenlerin en yukarı termiştik. Sembolizmin bu ifratlarına ak(22), ikinci smıfa (23), üçüncü smıfa sülâmel olarak doğan NeoClassique (24) yaşlarını bitirmiş olmaları lâzım mekteb, tıpkı sembolizmin yaptığı gibi, dır. gene kendinden evvelki mekteb içinde E) Vücudünün teşekkülâtı ve sıhhatı hazırlandı, ve bir sembolist olan Jean (tam teşekküllü heyeti sıhhiyece yapılan Moreas tarafmdan kuruldu. Programı muayenede) orduda ve her iklimde faal «Rönesansın membalannı istismar ede hizmete müsaid bulunmak. rek Yunan an'anesile irtibatı temin et F) Ahlâk ve seciyesi ve ailesinin hiç mek ve biraz daha genişliyerek kurunu bir fena hali ve fena şöhretler sahibi vustayı da içine almaktı.» Bu sonuncu olmadığına daır vesaık göstermek. (İca temayül ona Romane mektebi adınıri vebında okul kumandanlığınca muhtelif rilmesine de sebeb olmuştu. Hiçbir na kanallarla yapılacak tahkıkat neticesi zariyesine istirak etmemekle beraber bu mü«bet çıktığı takdirde okula kayid ve şiire doğru tekâmül eden H. de Regni kabul olunur. Menfi zuhurunda ise ka ernin de içinde bulunduğu bu mekteb, bul olunmaz. Müracaat edenler bu hubütün gayretlerine rağmen sembolizmin susta hiçbir hak talebinde bulunamazgayretini ve devamını imkânsız hale so lar.), kamadı; ve bu şiir mektebi Yeni Sem 2 Birinci maddedeki şartlan haiz boliz/rt adı altında Paul Fort, Francis olanlardan İstanbulda bulunanlar ber Jammes, Paul Cîaudel ve Paul Valery sene mart başından temmuz nihayetine tarafmdan devam ettirildi. İlk üç şair, kadar doğrudan doğruya Harbiye Okulu Kumandanlığma ve îstanbul haricinde şiirin eski mekteb an'aneleri dahilinde bulunanlar bulundukları askerlik şubesi devam eden, fakat vezin ölçüleri daha başkanlığına en geç temmuz nihayetinde fazla nesrin derunî ahengile muayyen şiir Harbiye okulunda bulunacak veçhile telâkkilerile, terennüm kıymetleri hari istida ile müracaat ederler. İstidalarına cinde, şayanı dikkat bir yenilik yapmış aşağıda yazılı kâğıd ve vesikalarını bağ sayılmazlar. Muvaffakiyetleri ve ehemlarlar. miyetleri eski mektebe sadık kalmış ol a) Nüfus tezkeresi veya musaddak su malarından gelir. Halbuki, Paul Valery, reti. şair olduğu kadar büyük bir mütefekkir b) Mütehassıs tam bir heyeti sıhhiye olan bu adam, yalnız sembolizme değil, tarafmdan musaddak sıhhat ve aşı ve muasır deyir şiirine getirmiş olduğu ye sikaları (aşı vesikaları olmıyanlara as nilikle nazarı dikkati celbeder. kerî hekimlerce aşı yaptırılır.) Mallarmenin kuvvetli tesiri altında c) Mezun bulunduğu okulun şehadetyazdığı şiirlerini Album des Vers an namesi ve okulun vereceği resmî hüsnüciens altında toplıyan Paul Valery, hal kâğıdı. d) Okula kabul olunduğu takdirde 18901900 seneleri arasında hararetli tamamen ve aynen kabul ettiğini natık bir sembolistti, şiirlerinde vadedici kıyaskerî kanunlar, nizamlar ve talimatları metler taşıyan bir şairdi. Bu mektebe velisinin ve kendisinin birer taahhüd se karşı başlıyan aksülâmelden kendisine de nedi, sar'alı, uyku halinde gezer, sidik büyük bir hisse çıkaran Valery tam yirmi li, bayılmak ve çırpınmak hastalığına sene kendi içine kapandı, kendi mesele mübtelâ olmadıklarına dair taliblerin velerile uğraştı ve kafasını bu meselelerin lilerinin taahhüdnameleri. halli için, ve bu meselelerin halünde Bu gibi hastalıklardan birile okula lüzumlu bilgilerin iktisabı için zorladı; girmezden evvel malul olduğu bilâhare kasdinin şiir telâkkisine, Fransız şiirinin anlaşılan talebe okuldan çıkanlır. Ve o talebe için sarfedilen bütün masraflar ve(•) 30 temmuz, 2 ve 9 ağustos tarihli salisine tazmin ettirilir. yılarımıza bakınız. miş, kendisine «seviyorum seni» dememişti. Ona, teşbihli, istiareli hiçbir isim vermemiş, «hayatım», «sultanım», «ru hum» dememiş, sadece «Saniham ,Sani hacığım» demişti. Saniha, şimdi kendi isminin bu üç beş hecesinden büyük bir teessür ve heyecan duyuyordu. Bu alelâde, safiyane fakat müşfik ve ölmez heceleri tekrarlıyordu: Saniha, Sanihacığım! Evet, ben onun küçük Sanihasıyım. Fakat o, benim büyük aşkım olacak. Anlatılmaz bir zevk ve saadetle adeta ölüyormuş gibi içini çekti. Geç vakit, ancak sabaha karşı uyuyabildi. Fakat o gece hiç uyumıyan, onu bir kereçik olsun balkonda görebilmek ümidile, İstanbul otelinin etrafında sabaha kadar donüp dolaşan biri vardı. Saniha, bu gece, o kadar derin ve o kadar güzel, ahenktar rüyalarla dolu bir uyku uyu muştu ki sabahleyin, penceresinin önünden bir zafer marşı çalarak geçen askerî mızıkayı bile duymadı. Kahramanını, yalnız akşamüstü görebildi; alayı, kırlarda yaptığı talimlerden avdet ettiği zaman... Ercümend, bölü ğünü kıslaya bırakır bırakmaz, hemen mimozalarla dolu belediye bahçesinc koşmuş, orada kuytu bir köşede Sanihayı bulmuştu. Toz içinde idi ve çocuk saçlarına benzıyen saçları terden alnına yapışmıştı. Gene kadm, ona, bütün muhabbetile baktı, baktı ve: Benim güzel zabitim, dedi. ütün eski masallardaki düğünler kırk gün, kırk gece sürer. Bu, gelişigüzel kabul olunmuş bir had değildır, tarıhe uygun düşen bir hesabdır. Çünkü kitablara geçmiş olan tantanah düğünlerin hemen hepsi gün lerce sürmüştür. Meselâ Abbasoğulları devrinde Halife Me'munun düğünü. Lâtaifülmaarif ve İbni Hallikân tarihi gibi kitablarda okuduğumuza göre bu düğün haftalarca devam etmiş ve koca imparatorluk baştanbaşa çalkanmiştır. Bu mü nasebetle on milyon îngiliz lirasına yakm bir masraf yapılmıştı. Gene Abbasoğul larından Muktedinin Selçuk Sultam Melikşaha damad olurken yaptığı düğün kırk gün kırk gece sürdü ve milyonlara mal oldu. Timurlengin Tevekkül Ha nımla evlenirken kurduğu dernek te öyledir, haftalarca devam etmistir. Osmanhlar devrinde ilk uzun süren düğün Kanunî Sultan Süleyman tarafmdan ve 1530 da yapıldı, yirmi iki gün sürdü. Onun torunu Üçüncü Murad, kudret ve satvetçe topuğuna bile varamadığı dedesini gösterişte geçmiş olmak için 1582 de Atmeydanında bir düğüne başladı ve tam elli iki gün İstanbul halkını ayakta bırakti. Fakat Büyük İskenderin îran Prensesile, Sezarın Kleopatra ile, Jüstinyanü sün sirk oyuncusu Teodora ile, âlim Leonun Teofano ile, Me'munun Hatice Boranla evlendikleri sırada yapılan düğünlerde, Sultan Süleymanların ve Murad ların çocuklarını sünnet ettirmek vesilesile kurduklan o uzun derneklerde eğle nen hükümdarlardır, millet değildir. Zaten o parlak ve sürekli düğünler halkı eğlendirmek için yapılmazdı, halka saray haşmetini hissettirmek ve dolayısile hal kın gözünü korkutmak icin yapılırdı. I İ Birinci mısradaki peres (babalar) kelımesi arzm derinliklerinde uyuyan ced lerimizin sembolüdür. Dördüncü mısra daki ver (böcek) kelimesi de (değişmeyi kemiren böcek), haklı veya haksız mezarın bir sembolü olarak kullanılmıştır: Hakikaten o bizim hayatımızın içindedir, ve bizim mütemadiyen değişen şuuru muzdur. Valerynin, ilk neşretmiş olduğu siir lerile, 1920 den sonra neşrettiği şiirler, muhteva noktasından tetkik vr mukayese edilirse, sonuncularda, büyük bir fa sıla devammca susmuş olan şairin çöz meğe çalıştığı meselelerin, felsefî bir kisveye bürünmekle beraber, eski şairlerde gördüğümüzden farklı bir anlatılış tar zına rastlanır. Bu tarz san'atkârın kabiliyetine aid olduğu kadar, kesfettiği ve kokulannı getirmeğe çalıştığı âlemin, l'intellectin his ve tefekkür birliğini temin eden, karanlıklastıkça hisle idare edilen, hassasiyet kesbettikçe tefekkürün tesel lilerini terennüm eden bu zengin âlemin hususiyetinden gelir: İşte, şairin sembolizme kuvvetli bir nazım tekniği haricinde getirdiği yenilik budur. Bununla beraber sahne figüranları 2 bı halkın bu düğünlerde zarurî bir mev kii vardı. Sultanlar, hükümdarlar eğle nirken halk alkışlardı ve eğlenen devletlıler bu alkısın ücretı olmak üzere halkabahşiş dağıtırdı. Tarih okunulurken bu acıklı nükteye dikkat olunmak gerektir. Meselâ yuka rıda kaydettiğimiz Me'mun Hatice dü J ' ğününde gelinin babası halk'.n üzerine. köy, cariye, at ve saire isimlerini havi'/ birer kâğıd taşıyan miskten yapılma u fak fındıklar serptirmişti. Onlardan bi rini alan adam, miski açıyor ve içinden çıkan kâğıdı muayyen bir yerde oturan memura götürerek kısmetıne düşen k^" tarla, at, halayık, ev, değırmen, her ise onu alıyordu. Gene ayni düğünde Me'mun, altından örülme bir hasır üzerine bir zembıl incı döktürerek halka yağma ettirmişti. Lâ I kin bunlar, dikkat olununca anlasılır ki eğlenenlerin eğlenemiyenîere verdıkleri sadakalardır. Halbuki düğünlere, der neklere eğlenilmek için gidilir, sadaka alınmak için değil!... * * * îstanbul Belediyesinin kırk gün kıric gece sürmek üzere yaptırmağa giriştiği senliklerin birkaçmda bulundum ve tarihin aldığı yeni istikametı bir kere daha görmekle mes'ud oldum. Çünkü hüküm darlan eğlendirmek için para ile, yemekle derneklere çağırılan eski nesillerin yerinde şimdi ancak kendi kendini eğlen diren ve kendilerini eğlendirmek için kurulmus derneklere zevkle iştirak eden bahtiyar insanlar yaşıyor. "Cumhuriyetn in tefrikaaı 37 Abidln Daver DAV'ER 14 Karı koca lokantadaki yemeklerini yedikten sonra, Saniha, arka salona gitmemek için, hemen sahile kadar inmeği teklif etti. Kocasını aldatmak için de Ercümendin bu akşam da hayatını anlatmakta devam edeceğini haber verdi ve şeytanca ilâve etti: Süha, ilk görüştüğümüz zaman, bu delikanlının iyi bir roman mevzuu olacağını bana söylemiştin de ben aksini iddia etmiştim. Şimdi anlıyorum ki hakkın varmış. Süha, hakikaten benden iyi görüşün var. Ey nekadar olsa erkeksin, tahsihn ve tecrüben benden daha fazla... Bu aksam, Ercümendden hayatı hak k:nda daha fazla tafsilât alacağım. Eğer aklından başka şeyler geçiyorsa, söyle kocacığım. Onunla konuşmıyayım, senin yanmdan aynlmıyayım. Bir akşam evvel yatmadan kocasının gururunu okşamak suretile zayıflattığı Kalbi, hiç el sürülmemiş, hiç yorulmamış, hiç acı görmemiş gibi göğsünde kuvvetle çarpıyor, yerine sığmıyor, dışarı fırlamak istiyordu. Biran oldu bağırmak, şarkı söylemek ihtiyacını duydu. Fakat Sühayı ve sessiz uyuyan koca binayı uyandırmamak için hayata tekrar gelişinin sevincli naralarını yüzüne bastırdığı yastıklarla susturdu. Kendi kendine «Ercümend benî seviyor, bir âşıkım var, benim!» demiyor, «seviyorum, onu seviyorum. Bir aşkım var, benim!» diyordu. Sonra yavaş yavaş sükunet buldu. Zihninden bir altın çağlıyanı gibi akan güzel hatıralarını külçe halinde toplama ğa, bu ilâhî gecede birbirlerine fısıldadıklan tath sözleri, ebediyete kadar muhafaza etmek için, tekrar düşünmeğe baş ladı. Kendi söylediklerini hatırhyamıyor du. Çünkü, onun yalvaran sesi müte madiyen kulagında aksediyordu: « Ben, sevdiğim zaman ıstırab çekerim, ağlarım.» Sanihaya, hayatında bundan daha müessir bir söz duymamış gibi geliyordu. Okuduğu en güzel romanlann en ateşli aşk sam'felerini hatırlıyarak merhamet ve istihfafla dudaklarım kıvırdı. Gene mülâzimin kendisine söylediği yürekler paralayıcı sözlerin yanmda bütün bunlar donuk, renksiz, soğuk kalıyordu. Uydurma aşk, ne acmacak şey, yaşanan aşk ise ne kuvvetli şeydi. Bir an kocasının kendisi için yazdığını söylediği ve bir kopyesini de Necile Hanımefendiye gönderdiği ask mektublarını, Ercümendin sözlerile mukayese etti. Bu mektublar, nekadar sönük ve manasızdı. Hepsi bir hiçten, yaldızlı tozdan ibaretti. Halbuki Ercümend, ona, sevişenler arasında ilk söylenmesi mutad cümleyi bile »öyleme H. Bremond tarafmdan ortaya atılan La Poesie pure telâkkisini daha ileri götürerek, Valery şiire uzun zamandanberı mahrum kaldığı füsunu ve telkın edıci vasfı yeniden kazandırdığı gibi, intel M. TURHAN TAN lectin kapılarını da ona açmak suretile, gene şiiri, kendi tabirile «Peygamberle hazırhyacak» hale getirmiş oluyordu. rin sözleri gibi muhtelif tefsirlere imkân Gökten indikten sonra uzun müddet faniler arasında yaşıyan şiir, sembolizmle şüpheleri, şimdi büsbütün izale etmişti. esrar âleminin kapılarını zorlamakla, saSühanın, Hüseyin Rahmi, Resad Nuri de Fransız edebiyatı için değil, bütün gibi müstesna bir romancı olmak hulya Avrupa edebiyatı için de yeni bir terensını beslediğini biliyor, onun bu zayıf da nüm sahası keşfetmiş oluyordu. Valery marından istifade ediyordu. buna, muvazenesi kendi şartlan içinde oSüha Benim sana emniyetim var. lan bir kararsızlık âleminin ufuklannı da Konuş karıcığım, dedi. temin etmekle, maddesi itibarile şiiri, felSüha, yüzbaşı Rifat Beyle kâtib önde sefe ve ilim kadar şahsiyet sahibi hale gidiyorlardı; Ercümendle Saniha da bir getirmiş oldu. Binaenaleyh onun yirmi kaç adım arkadan geliyordu. Gene za senelik inziva hayatı bu ruhî âlemin is bit, daha doğrudan doğruya bir temasa tiğrakına aiddi, ve bu istiğrak bugünün cesaret edemediği için, kolunu kadının buhranlı münevverinin kendi bilmediği mantosunun üstünden beline doğru uzatbir tarafı ortaya çıkardı. Zaten, V^alerymıştı. Sanıhanın saçlanna sardığı eşar ~ nin kıymeti de bu bihnmiyeni izah etmepın uçları rüzgârla uçuyor ve arasıra deden terennüm etmesini bilmesindedir. likanlının yanaklarını öpüp okşuyordu. Bibliyografi. Marcel Brauschvig Ercümend, Sanihanın altın saçlarını « La Litterature îrançaises con derin derin kokladı: temporaine », Pırls 1931 ( Bilhassa Lâvantanız nedir? Sembolizmin estetlği için); Rene Lalou, Bu akşamki Nuit d'Amour! En «La Litterature française contemporaine». sevdiğim lâvanta budur. Baygın bir ko Paris 1928; G. Kahn «Symolistes et decadente». Parls 1902; A. Poizat, «Le symbo kusu var. Öyle değil mi? lisme> «de Baııdelaire â. Claudel», Parls Nuit d'Amour, ask gecesı. İsmi gr 1924; John Charpepiter. le «Symbollsme» bi kokusu da güzel, fakat baygın değil, Paris 1927; "Anthoîosie de la Nouvelle poebayıltıcı. Kazinoda, arka salonda, ilk de~ sie française», Paris: Kra, s. d.; Paul Verfa küçücük elinızi öptüğüm zamandanbe laine. «Les Poetes maudits>. Paris s.d. ; rı kokunuzu unutamıyorum. Ah, Saniha, A. Thibaudet, «La Poesie de Mallarme». Paris s. d.; Jean de la Tour, «Examens de siz, beni bırakıp ta uzaklara gıttığıniz Valery», Paris 1936 zaman, kokunuzu daima duyacağım. ŞERİF HULUSt lArkası varl