30 Haziran 1936 CUMHÜBtVET KONFERANS imBALARI Gazetcciler sıkılıyor! Birisi oturmuş; ırapur yolcularını sayıyor, öteki dipîomatların bllandığı kelimeleri hesablıyor, bir karikatürü de «Karikatür yaşıyormuş!)) Montrjx 26 haziran. Bu gazeteciler tuhaf famlardır. Eğer merak verici bir havacfbulamazlarsa sıkıhrlar. Burada da iki fıdenberi sıkılıyorlar. Dün akşam bir ktıı Jeneve gitti. Bugün de bir kısmı gecek. Burada az birşey kalacak. Belki ada merak ve heyecan uyandıracak hâjeler bulurlar. Hiç olmazsa ümidleri böedir. *** Hakikaten, dün mühiıbir kısmını tanımaya başladığım gazeîileri çok sıkılmış görüyordum. Bir Iris gazetesinin genc bir muhabiri var.Ruhunda hem genclik, hem gazetecilik»eyecanı hissediliyor. Sinirli sinirli doiyordu, belli ki sıkılmış; beni görünce Hısız usulü gırtlaktın bir «oh!» çekti tilâve etti: Bu konferans çauzıyacak! Ben telâş ettim, mümh olsa yarın bitmesini istiyeceğim. «Nen?» diye sordum. Cevab verdi: Çok tecrübem v, Bir konferans, ne zaman delegelerdei>ir veya birkaçı kalkar da bavullarını ır, kapının önüne gelir ve tam otomole ayak basacağı sırada ötekiler eteğineapışarık gitme sine mâni olurlarsa işto zaman biter... Halbuki bu mübarek elegelerden hiç birinde böyle bir alânt yok! Gazetecilerin ne dece sıkıldıklarını anlamak için size başı misaller de gösterebilirim. Geçen günü Harice Vekilimizi ya kalayıp kendisile mlkat yapan ve o gündenberi de yapaa yeni bir şey bulamadığından müşta olan dığer bir Fransız gazetecisi m'ak etmiş, otelin dört köşesini dolaşmı Diyor ki: Bu otelde gab birşey keşfettim. Insanlarla domuzlar arasında sıkı bir münasebet var! Otea altında (Montröpalas otelinden barediyor) kırk kadar ' domuz bulunan bir er gördüm. Bu domuzlar insanların ynek artıklarile besleniyor. Sonra da aınlar kesilip insanlara yemek oluyorh tetkik ettim; bu devir daimî içinde mnlann adedleri hiç kırktan aşağı düşrrzmiş! Zavallı gazeteci demek sen de bu rada tetkik edecek>aşka birşey bulamadın. Onu teyid ecrek kendisine derd ortağı olmak istedi.: «Hiç olmazsa, gazetecileri de birazıavadis artığile besleselerdi!» dedim. Bu söz hoşuna.'itti. «Evet, dedi, biz de ne domuzlarız! Bu gazetecidenlaha çok sıkılanları da var. Dün sabah tanıdığım bir Alman gazetecisi akşamüeri Palas otelin bü yük salonunda d«ize bakan bir köşede koltuğa yaslanmi' göle doğru dalgın dalgın düşünüyoru. «Wie geht es? diye bir söz atıp lâfa çekmek istedim. Çok kötü!» diye ce vab verdi. Acaba konferas için fena bir haber mi var?» diye diünerek korktum. «Nasıl, çok kötü?» cdim. «isviçrede iktndî vaziyet!» diye cevab verdi. Meğrse, adamcağız merak etmiş, o gün birkç defa pencere önün de oturup göldeişliyen vapurlarla be raber yolculan lymış. O saate kadar gözünün önünde geçmiş olan on va purun birinci sırfını teşkil eden güver telerinde yalnız eksen iki insan sayabilmiş. Şu hesabagöre vapur başına 8,2 yolcu isabet ecyormuş. Bu vapurlarla daima ecnebilergezdiğinden: «Bunun la Isviçre nasıl gçinir?» diye derdli derdli düşünüyor! Allah cflmleıizi beterinden saklasın, bundan daha dfdlileri de var. Bir Ma car gazetecisi ıe kendisini kuvvetli bir merakın pençesıe kaptırmış. Dün ben, bir aralık, husuî ictimaın sessiz ve hatta biraz da cansız filmini seyrederken benden öğrendiği hem macarca, hem de türkçe bir cümleyi başka bir şekle sokarak bana macarca «Montreux'nde şok diplomat van!» dedi. Ben de türkçe «Evet, dedim, «Montreux'da çok diplomat var!». «Merak ediyorum, diye de vam etti, acaba bu dipîomatların her kelimeleri mensub olduklan milletlerin bütçelerine kaça mal oluyor?». Hakikaten merak edilecek bir mevzu idi! Kendisini tetkike teşvik ettim. Baş ka yapılacak iş olmadığı için bunu yap mayı çok arzu ettiğini, fakat, elde mun tazam zabıtlar bulunmadığı için de ha kikî maliyet hesabını bulmaya imkân olmadığını söyledi. Bizim Hariciye Vekilimizle umumî kâtibimizin, çok şükür,, hepsi de dostu muz olan bütün buradaki devletleri de biribirlerile tamamen dost yapmak ve bunların fikirlerini birleştirmek için kaç gündür hakikaten çok nefes tüketmiş olduklannı tahmin ettiğim için kendi he sabımıza düşündüm ki kelimelerin bize maliyeti herhalde çok ucuzlamıştır! Burada beynelmilel şöhret sahibi bir Macar karikatüristi tanıdım ki, kendısı gibi diğer bir arkadaşile birlikte hayat larını hep böyle konferanslarda, büyük toplantı yerlerinde, gazeteciler, diplo matlar, büyük adamlar arasında geçiri yorlar. Bunlardan bir tanesi var ki kendisini anlatırken şöyle söylüyor: «Ben karikatür yapanm, karikatür görürüm ve karikatür düşünürüm!» Bunu söylediği zaman kendisine sordum: «Peki, amma, dedim, burada sizi pek faaliyette gör müyorum. Ne yapıyorsunuz?» « Etrafımda o kadar hareketsizlik var ki, dedi, burada da ben karikatür yaşıyorum!» *** Görüyorsunuz ki gazeteciler sıkılıyorlar. Ben de, Boğazlar münakaşası mü nasebetile muvakkaten seferber edilmiş bir ihtiyat gazeteci, gazetecilerin bu sı kıhşına bakarak bir taraftan memnun oluyorum: Tecrübe ile bilinm ki hangi konferansta gazeteciler sıkılırlarsa o konferanstan müsbet işler çıkar! Lilyan Ditz Alman sinema artisti memleketimîze geliyor Cenevrede hazîn bir istikbal Necaşi ile. Ras Nasibıı sarılmış, ağlaşıyorlardı Gara yüzlerce Cenevreli toplanmıştı. Birden şiddetli alkış koptu: «Yaşasın Imparator!» Paris Soir gazetesi, Necaşinin Ce nevreye gelişine da ir aşağıdaki tafsilâtı veriyor: Tren gelmeden on dakika evvel, gann avlusuna güç lükle girebildim . Yüzlerce Cenev reli, gann çıkılacak kapısı önüne yığıl mıştı. Halkın arasından süzülüp geçmeğe çalışırken konuşulan lara kulak misafiri oluyordum. Herkesin ağzında «zavallı adam» sözleri dola Cenevreye gelen Necaşı Lonara şımendıjer ıstasyonunda şıyordu. Arasıra, bateşyi eduiyor zı kimseler, Necaşinin Cenevreye yaptr litisi kabul ederek kendisile görüşmüştür. ğı bu seyahatin beyhudeliğinden bahse Umumiyetle söylendiğine göre, Milletler diyordu. Cemiyeti asamblesine mumaileyh riyaset Ras Nasibu, kâtiblerin ve müşavirle edecektir. rin ortasında, zahirî bir sükunet muhafaBu mülâkat esnasında, Haile Selâseza ediyordu. nin, asamble karşısında, tezinin müda ~ Biraz sonra, trenin yaklaştığını haber faası vazifesini Ras Nasibuya tevdi ni veren çan çaldığı zaman telâş göstermeyetinde olduğundan bahsettiği söylen ğe başladı ve heyecanlandı. Bozgundanmektedir. beri yüzünü görmediği «împaratorunun» Sahte Negüs! vagonuna atlarken gözleri yaşlanmıştı. Cenevreden verilen habere göre, cu Vagonun camından Haile Selâseyi görüyorum. Başmda, fotograflarda ve sine martesi günü, nasyonalist temayüllü ta malarda sık sık gördüğümüz geniş kenar lebelerin teşkil etmiş olduklan birliğe lı şapkası ve kahverengi pelerini var. II mensub genc bir talebe, Necaşi ile olan könce münasebetsiz bir tezahürden çe müşabehetinden istifade ederek bir azizlik kiniyormuş gibi, inmekte tereddüd ettiği yapmış ve halkın bir kısmı bu azizliğe görülür gibi oldu. Belki de sadece Ras kurban olmuştur. Nasibuyu bekliyordu. Ras Nasibu, başını Bu talebe, başına mantar bir şapka, önüne igmiş olduğu halde, vagonun ko sırtına siyah bir harmaniye, ayağına berıdorunda ilerledi ve Necaşiye yaklaştı, yaz bir pantolon giyerek, lüks bir oto kucaklaştılar ve ağlamağa başladılar. mobile binmiş ve şehrin sokaklarmda doPolisler, şimdi istasyon kapısındaki laşmış, sonra abideye çelenk koymuştur. Bütün bu müddet zarfında fotograf kalabahğı dağıtmağa çalışıyorlardı. Parmaklıkların arkasında, ayakta duran halk çılar kemali faaliyetle resimler çekmiş Imparatoru alkışlamağa başlamıştı. Ka lerdir. Bu muzib talebe, oradan doğruca dınların daha hararetle alkışladıklarını Milletler Cemiyetine gitmiştir. Milletler gördüm. Trenden inen heyet merdiven Cemiyeti memurları, bu anî ziyaretten lerden inerek kapıya doğru yaklaştıkça, biraz şaşalamışlarsa da, ziyaretçinin Nealkış artmış ve «Yaşasın Imparator!» caşiden başka birisi olmak ihtimali akıllaavazeleri, polis düdüklerini susturmuştu. rına bile gelmemiştir. Haile Selâse, bu çok hürmetkâr tarzı kabulden yirmi dakika sonra, otelin balkonundan, dürbünle, gölü seyrediyordu. Ras Nasibu, toplantıda kendisi söz alacağını ve Necaşinin sadece bir resmi kabul tertib edeceğini söylemiştir. Oğleye doğru, Necaşi, çoktanberi dostu olan Yunanistanın Paris elçisi M. Poİtalya daimî murahhası ve eski AdisAbaba maslahatgüzan M. Bova Scoppo bile bu harikulâde müşabehete aldanmıştır. Sahte Necaşi halkın mütemadi alkışları arasında Milletler Cemiyetini zıyaret ettikten sonra esrarengiz bir surette ortadan kaybolmuştur. Siyaset ibresiî apurda konuşuyorlardı. Genc olan yanıbaşındaki yaşlı adama sordu: Siyaset ibresi nasıl? O, gülümsedi: Ben, dedi, ibrettüzziraı bilirim. İnsan kolunun ucu demektir. İbretül'ur kubu da biliyorum. Bir ucu baldıra, öbür ucu ökçeye bitişik olan sinirin adıdır. Nebatatta frenklerin style dedikleri yumuşak nesce bizim eski hocalar ibre diyorlardı. Saat, dakika, saniye, rozet ibrelerınden birer nümune cebimde duru yor. Her saate baktıkça veya saatimin ayarını düzeltmek istedıkçe bu ibreleri gözümle görüyorum. Kırk yıl önce fizik okurken elektrik, miknatis ibrelerini öğrenmiştim. Hatta inhiraf, meyl, terazi ibrelerini, mütevazin ibreyi bellediğim gibi billurî ibreler hakkında da hayli bilgi edinmiştim. Bir iğneyi kanıyan bir damarın yanlarına batırıp ortasile şiryanı zorlıyarak kanı dindirme usulüne ibreli tazyik denildiğini de işittim. Anların ve benzerlerinin taşımakta oldukları iğneye eski üdebamızm ibrei hevam dediklerini çok duydum. Gene o üdeba, köylülerin turna gagası, yahud dönbaba dedikleri ıtır çiçeğine ibretürrâi adını taktıklarını herkes bilir. Eski edebiyatta bir de ibretülhayyat tabiri vardı ki terzi iğnesi demekti ve bu tabirle şunun bunun hizmetinde ömür çürütüp sonunda sefil kalan kimselerin felâketi ifade olunmak istenilirdi. Fakat siyaset ibresini bilmiyorum. Bir sorup yüz dinliyen genc, kafasına bir tutam iğne atılmış gibi, biran kıvranır göründü, sonra kendini topladı: Tegafül ediyorsunuz, dedi, siya set ibresi pek çok ve sık sık kullanıîan tabirlerdendir. Politika dünyasındaki tahavvül veya istikrar temayüllerini anlatmak için kullanılır Evet. Siyasetin hava gibi bir ta kım kanunlara bağh olduğu devirlerde böyle bir tâbirin var olduğunu hatırlamıyor değilim. Fakat bugün o tabirin ne yeri, ne değeri var? Tuhaf şey. Bugünün siyaseti ib resiz mi? A evlâd, neden anlamamazlığa geliyorsun? İbre dediğin nihayet bir iğnedir. Haydi sen mubalâğalı düşün de iğneyi çuvaldız kadar büyült. Hiç iğne ile, çuvaldızla bugünün siyaseti ölçüiür mü?.. Yirminci asrın siyasî havası turna katarlarını piliç kümesi kadar cılızlaştıran sürü sürü tayyarelerin pervanelen ne, eski devirlerin çarkıfeleklerini Eyüb oyuncağına ceviren heybetli tankların tekerleğine, balyemezlerle emsalini gülünc^ lestiren kırkikiliklerin ağzma bağlı. cak bu korkunç âletlerin yekununa ve onları kullanacak devletlerin iştihasma bakıp siyaset havasınin bıçimini ölçmek mümkün olabilecek. Böyle bir devirde ve böyle tehlikeli bir mikyasın tüyler ürpertici azameti karşısında siyaset ibresi tâbiri nasıl dile alınır. Artık o tabiri unutmalı, siyaset fabrikaları ne çıkarı , yor, demeli. Bu bile az amma siyası iğne ucuna bağlamaktan daha isabetli bir şey!.. Lilyan Ditz Muhtelif Alman fılimlerinde güzel sesi ve iyi oynayışile nazarı dıkkati celbetmiş genc Alman sinema artistlerinden Liliane Dietz temmuzun ikinci haftası içinde şehrimize gelecek, burada hem temaşaya lâyık yerleri gezip görecek, hem de bazı yüksek lokallerde şarkı söyliyecektir. Artist bundan sonra Ankara, İzmir ve Bursa gibi diğer sehirlerımize de gitmek niyetindedir. POLİSTE PENCERE CAMLARINI SİLER KEN Aksarayda Hacıkadm cadde sinde 38 numaralı evde oturan Nadide, evinın pencere camlarını silerken mu vazenesıni kaybetmiş ve altı metro yukseklikten sokağa düşerek yaralan mıştır. Nadide Haseki hastanesine kaldırıl mıştır. TRAMVAYDAN ATLADI, YARA LANDI Fatıh Beşıktaş hattına işliyen 512 numaralı tramvay Gulhane parkı önünden geçerken, 10 yaşlarında Ali tramvaydan atlamış, yere düşerek iki ayağından yaralanmıştır. BİR AMELE YARALANDI Unka panında Behçetin boya fabrikasında çahşan amele Habil, motör kayışları üzerıne düşmüş ve kayışlar arasında kalarak sol kolu kesilmıştir. Yaralı ölüm halinde Cerrahpaşa hasanesine kaldırılmıştır. CAMİ DUVARLARINI YIKAR KEN Evkaf müdürlüğü tarafından ângada Mımarkemaleddin mahalle sindeki Çobançavuş camisi yıktırılmakadır. Bu camının yıkılma ameliyesin de çahşan amelelerden Armanak ev velki akşam camının bir duvarının üstüne çıkmış, kazmasile taşlara vururken duvar yıkılmış. Armanak ağır su rette vücudünün bırçok yerlerinden yaralanmıştır. MUFTELİF YERLERİNDEN YAN • DI Tophanede, Tophane garajında çahşan Mehmed, garaj içinde temizlik yaparken elmdekı benzinli paçavraya mangaldan kıvılcım sıçramış ve paçavra birdenbire tutuşarak yanmağa başamıştır. Mehmed elinden paçavrayı aamadığından ateş üstüne sirayet etmiş, zavallı vücudünün birçok yerlerinden yanmıştır. Mehmed Beyoğlu hastanesine kaldı rılmıştır. MUHÎDD1N BİRGEN Mudanyada güzel bir plâj yapıldı Bursa (Hususî) Bursa halkının yazın deniz ihtiyacını gideren Mudanyada şimdıye kadar bir plâj yoktu. Herkes açıkta denize girer ve ağaclann gölğe lerinde barındı. Mudanya Beledi yesi bu sene artık bu ihtiyacı hissede rek güzel bir plâj yaptırmış bulunuyor. Eski adı Arnavudköy olan (Yeniköyde) yapılan bu plâjda ayrıca küçük kamp evleri de kurulmuştur. Bu evler Bursalılara kıraya verilmektedir. Bir de plâj boyunca birer kişilik so yunma odaları yapılmıştır. 7 metro uzunluğunda bir büfesi de bulunan bu yeni plâjın yanında güzel köy evleri de vardır. Denizin derin kı sımları yüzülen yerlerden demirlere merbut halatlarla ayrılmıştır. Yazın pazar günleri Bursa bomboş bir şehir manzarası alır. Çünkü, rutu betli ve bunaltıcı sıcaklar, halkı daima kırlara ve deniz kenarlarına sürükler. Bunun için İstanbuldan ve diğer şehir lerden pazar günleri Bursaya gelenler burada hemen hemen kimseleri göre mezler. Halkın mühim bir kısmı Mu danyaya akın eder. Bu sene Devlet Demiryolları idaresi Mudanya Bursa hattında çok tenzilât yaptığından halkın Mudanyaya göste receği rağbet daha çok olacaktır. Bayan Sabiha Gökçenin uçuşları 'M. TURHAN TAN ftalya Hava Nazırı Berlinden döndü Berlin 29 (A.A.) General Valle tayyare ile Romaya gitmiştir. General Michel, kendisine Berlin zi yaretinin bütün Alman tayyarecileri üzerinde derin bir tesir bırakmış oldu ğunu temin etmiştir. Berlin 29 (A.A.) General Miche İngıliz tayyare sanayii sergisinde ha bulunmak üzere Londraya gitmiştir. Kadın tayyarecimiz Bayan Sabiha Gökçen dün de uçuş tecrübelerine devam etmiştir. Resimlerimizden birisi kendisini dün havalanmadan evvel tayya resinde gösteriyor. Diğeri tayyare yerden ayrıldığt strada alınmıştır. Evet. Belki biraz yorgunsun da ondan. si için yalvardı. Serseri, ölümden nasıl kurtulduğunu, ablasma ilâc almak için eczaneye gidince orada bir kadmın elinden elli lirasmı nasıl kapıp kaçtığını da anlatırken Sa bahatin gözlerinde magnezyumlu bakış lar parlamağa başlamıştı. Şadi: Evet! dedi, bugünkü arkadaşını zın parasını çalan da benim. Harikulâ de bir tesadüf daha!.. İnsan romanlarda okusa inanmaz. Sen bugün onunla be raber pasaja geldiğin zaman ben orada ıdım. Sizi gördüm. Ne kadar şaşırdığımı tasavvur edersin. Hemen kaçtım. Eve geldim. Benim hasta olduğumu size söylemesini Suzana tenbih ettim. Hasta değildim, tabiî; fakat hastadan beter dim. Kendımden nefret ediyordum, nefret... Içimi sana boşaltmak için bahane anyordum. Çoktandır buna hazırlanmıştım. îçimde bir ateş yanıyor. Görecek sin. Ya ben namuslu ve zengin, ço"k zengin bir adam o!acağım, yahud bu sefer denize atılarak değil, kurşunla beynimi parçalıyacağım. Fakat buna mecbur ol mıyacağımı hissediyorum. Yanndan itibaren demin sana bahsettiğim o otomo bil şirketinde çahşacağım. Göreceksin ne kadar muvaffak olacağım. Beni bir gün o şirkeiin ortaklan arasında görecek Cumhurfetin tefrikası: 46 SERSERI Yazan : Server Bed i Şadi başını salladı: Anlaşıllı! dedi, sıkıldmız bu kadar yeter. Kiz kendi ıaline hayret eden bir eda ile: Içimde tuhaf birşey var. Ağlamak istiyorum gibi dedi. Ağlarrak mı istiyorsunuz? Şadi kıza yaklaştı ve elini onun saçlanna doğru jötürmek için uzattığı halde cesaret edemyerek çekti: Niçin." dedi. , Bilmyorum. Anlaftığım şeylere mi kecjerlendiniz? Oyl« olacak. Bilmiyorum. Şadi hemen dışan çıktı. Odaya geldiği zaman Sabahati sedirin üstüne uzanmış buldu. Kızın yüzü bembeyazdı ve alnmda ter damlalan vardı. Şadi suyun bir kısmını ona içirdi, bir kısmını da yüzüne serpti. Sabahat kendine gelerek oturunca Şadi: Haydi, diyordu, rica ederim, evinize gidiniz... îstirahat ediniz... Fakat Sabahatin halinde anlaşılmaz bir tereddüd vardı. Şadi onu koluna ^irerek kaldırmak istedi, fakat kız: Durunuz biraz... dedi ve gözlerini kapadı, sımsıkı yumup açtıktan sonra: Çok tuhaf... dedi, bir türlü aynl mak istemiyorum. Buradan mı> Su Acaba?.. Sabahat birdenbire durdu ve elinin tersini ağzına götürerek derisini ısırdı, düşündü, düşündü: Haydi, dedi, devam et. Devam ediniz. Hayır, Sabahat, sen istirahat et melisin. Geçti. Sonuna kadar dinlemek istiyorum. Çok merak ediyorum. Yoksa bu gece ben uyuyamam. Fakat... Kısa kesmeğe mecbur olacağım... Zaten mekteb hayatı aşağı yukarı böyle... Şadi Sabahatin yüzünde bir rahatsızlık emaresi görecek olursa hemen kesmek üzere mektebden sonraki hayatını da kısa ve canlı çizgilerile anlattıktan sonra ablasının hastalığına ve son bir sene içinde çektikleri müthiş sıkmtıya geldi. întihara teşebbüsünü anlatırken Sabahat, kısa birkaç hıçkırıkla ağladı, sonra kendini toplıyarak Şadiye hikâyesine devam etme le bunu itiraf etmeğe lâyık olmadığımı biliyorum. Kendim! Anlamıyor musunî Benim içimde bir «ben», bir de «ker dim» varım. Herkes gibi benim içim de en aşağı iki parça. Kendim fena, ahlâksız, adî, serseri olabilirim; fakat «ben» öyle değilim. Bunun için «ben», «ken sın. Sabahat birdenbire ayağa kalktı, Şa dimi» ayıblıyorum. Demek ben başka diye yaklaştı ve onun elini tuttu: yım, kendim başka... Ben kendimi ıslah Vadeder misin? dedi. etmedikçe, kendimi bana lâyık bir hale Şadi hemen cevab verdi: getirmedikçe sana nasıl lâyık olabilirim? Muvaffak olmak için kendimi Hayır! Tecrübe ve hayat bana çok şey parçalıyacağıma en sevdiğim ablamın ö öğretti. Sen daha tecrübesizsin. Bana lüsü üzerine yemin ederim. merhamet ediyorsun. Sus! Ben bu kadar ağır yemin isSabahat gözlerini önüne eğerek: temiyorum. Söz versen kâfi. Çünkü... Yalnız merhamet değil, dedi. Senin o şirkete ortak olman için sana Belki bana karşı daha güzel hisleşimdiden sermaye vermeğe hazırım. Şadi Sabahatin gözlerine baktı, baktı rin var; belki bunları söylersen ben seve bir elini tutarak dudaklanna götür vincden çıldırabilirim. Fakat sakın söy leme. anladın mı? Çünkü lâı/ık değilim! dü: Hayır! dedi, bugün böyle bir iyi Hatta benim senden bir ricam var. Buliğe lâyık değilim. Sana, seni sevdiğımı günden itibaren biribirimizi görmiyelim. bile söylemeğe lâyık olmadığım için kallArkası varj bimden hiç bahsetmiyorum. Kendime bi