10 Haziran 1936 CUMHÜRİYET Keçiören yıldan yıla güzelleşiyor Ankaranın bu güzel semti bu sene Büyük Atatürkle şerefleniyor Biz bize Bir yıldönümü Harb Şarkta kopacak gibi Keçiörenin Keçiörende sekiz yıllık sürekli bir yaşayışıa tam dört yıldır hasreîini çekiyordum. Buradan aynlalı birinci bahanmı Yalo vada, ıkınci bahanmı Bursada üçüncüsünü Edirnede geçirdikten sonra işte dördüncü bahardır ki onu da İstanbulda bitirmek üzere idim. Fakat dört yıldır Keçiörenin kokulu ve renkli bahannı her yerde arar, hasretini unutamam, meğer nekadar haklı imişim! Geçmişte ben buralarda yaşarken sa bahlan bir çelik zindeliği ile uyanır, yatak odamın penceresini açınca içcriye güllerin, şebboylann, zambak ve hanımellerinin birbirine karışmış ilâhî kokularından rutunuz da telâkkiye göre bir genc kız teninin â şıkları çıldırtan bayıltıcı ılık kokusuna kadar bütün güzellıklerin esanslannı taşıyan bir cennet havası dolardı. Ben bu kokulu havayı ne Bursada, ne Yalovada, ne de Meric kıyılarında bulamadım. Onu Keçiörende bırakmıstım. Tevekkeli değil, Ankaranın balı dünyanm cn nefis ve kokulu balıdır. Çiçeği böyle çılgın manalar ve keskinlikler taşıyan bir yerin balı ne olmaz ki... Keçiörenin bugünkü sekenesinin kim ler olduğunu söylıyeyım mi? Bunlardan birisi oradaki bir dostunu ziyarete gel miş, sonra burada bir köşk kiralamak hevesine düşmüş, daha sonra bir toprak edinmek arzusundan kendini alamamış, ve nihayet orada bir bağ ve köşk sahibi olmuştur. İşte bugünkü Keçiörenlilerin muhakkak dörtte üçü hep böylelikle Keçiörenin sempatisini santim santim ölçerek, h.avasmın uygunluğunu katre katre ıçerek beğenmiş ve derin bir gönül bağlılı ğile gelip burada yerleşmiştir. Bu hava güzelliği değil midir ki yıllardanberi vakit vakit gazetelere burada bir sanatoryom yapılacağı söylenir. Keçiörenliler kadara yurdunu sevenler görmedim. Bugün Keçiörenin ortasmda hiç değilse 15,000 liralık bir fedakârhğm mahsulü mükemmel bir kazino vardır ki bu kazino sırf Keçiörenlilerin teşebbüsü vc fedakârlığile kurulmuş, sonra tekâmül Dün Beethoven öleli tam yüz dokuz sene iki ay ve on üç gün olmuştu. Bu münasebetle bugün size meşhur san'at kârın karakterini gösteren bir hkra an latmak istiyorum. Pek az kimse bilir ki Beethoven bü yük bir antiemperialist idi. Fakat poli tika ile fazla meşgul olmadığından, zamanmın en büyük adamı olan N.i poleon'u, imparatorluklan yıkmağa ça lışan bir kahraman olarak tanımışü. Kanaatlerinde çok heyecanlı olan san'atkâr, 1803 senesinde en güze! e serlerinden biri olan Üçüncü Sympho nie'yi besteledi. O sıralarda bütün ilhamını Napoleon'dan aldığını ve bitirdikten sonra da eseri ona ithaf edeceğini yakın arkadaşlarına söylemekten çekinmezdi. Symphonie tamamlandıktan sonra Beethoven, birinci sahifenin kapağına «Kahraman General Bonapart'a» diye kendi elyazısile bir ithaf yazmıştır. Fakat bu hâdiseden birkaç gün sonra, güzel yolu imparatorluklan yıkmağa çahştığı sanıetmiştir. Bugün Ankaranın en gözde me lan Napoleon'un İmparator olduğu hasırelerinden biri olmuştur. Şehirden ge beri bütün Avrupada bir bomba gibi len temiz asfalt yol üstünde otobüsler, patladı. otolar halkı pazarlan buraya taşımakla Bunu ögrenen san'atkâr, sahifenin bitiremiyorlar. Ellerinde ceketleri, ku kapağmdan General Bonapart kelimelecaklannda toplan ile Keçiörenin futbol rini çizmiştir. sahasma, tenis korduna koşuşan gencler O zamandanberi bu esere, sadece iğde ve akasya kokulan ve gölgeleri alSymphonie heroique derler. tında şuh ve şen kahkahalarile şakıyan işte bundan tam yüz dokuz sene iki çiftler, buranın en canlı unsurudurlar. ay ve on üç gün evvel ölen Beethoven'e Çocuk Esirgeme Kurumunun (Ana dair küçük bir fıkra size. kucağı) müessesesi Türkiyenin biricik inN. cisi şefkat madalyası gibi Keçiörenin göğ«üne takıhdır. Cumhuriyetimizin tarihile birlikte doğmuş olan bu kıymetli müessese henüz kundağmda iken anadan babadan mahrum kalmış ya\Tulan bağnnda toplar, besler büyütür, Keçiörenin ilkmektebinde okuttuktan sonra daha yüksek san'at mekteblerine göndererek nihayet cemi yete gürbüz ve hayırlı bir evlâd katar. Uzerinde çok durulmağa değer bu mü Denizyollan idaresinin elindeki va essese ile gazetelerin arasıra meşgul ol purlar kabotaj ihtiyacına kifayet etme ması pek yerinde bir iştir. mektedir. Hele bu vapurlardan bir ikisi Çin anarşi içinde kendi kendini bulamıyor! Memleketi kurtarmak için dört taraftan devayıkül tavsiye ediliyor. Fakat ortada şamatadan başka birşey duyulmaz! Amma, diyeceksiniz ki, bu haydud generallerin haricinde, Çinde yurdseverler de yok mudur? SunYatSenler, bütün o liberaller, o Kuomintang radikalleri ne oldu? Çinin büyük üniversitele rinde, tezahürat yapan, ve yeni devirlerin açıldığını ilân etmekten bıkıp usan mıyan o binlerce sosyalist ve cumhuriyetçi talebe ne yapıyor? 1895 tenberi, bu talebe ve bu profe sörler daima rehberlik etmişlerdir; Çin Japon harbi bozgunluklannın sebeb olduğu hiddet ve hacalet, bunlara, seslerini İşittirmek fırsatı vermiş ve o tarihtenberi felâketler birbirini öyle takib etmiştir, ki, bu adamlar, kendilerini dinliyecek kulaklar bulmaktan hiçbir zaman mahrum kaîmamıslardır. SunYatSenin, peygam berliğini yaptığı 1911 ihtilâlinin ajanlan gene bunlardı. Onlann siyasî radikalizmi, sonradan, Hu Shihin tasavvur ettiği bir edebî radikalizmin müzaheretine nail oldu; fakat, sadelestirilmiş bir yazı sistemi sayesinde an'anevî edebiyatı ve faydah bilgileri Çin kütlelerinin anlıyabileceği şekle koymağı istihdaf eden Hu Shihin, bu 1926 radikal idealizmi ta rafından çabucak geride bırakıldı. Çinli bir muharrir diyor ki: «Bugün, komü nizm. memleketteki hemen bütün mekteb muaHimlerinin büründüğü renktir.» 1911 liberal ideologları mütecanis bir idareci heyet teşkiline muvaffak olamamışlar, millete, onun ihtiyaclarını anlı yabilecek, arzulannı ifade edebilecek ve emellerini tahakkuk ettirebilecek meb uslar verememişler; arkalannda kargaşalık ve hayalden başka birşey bırakmıyarak geçip gitmişlerdir. Ingiliz ve Amerikan üniversitelerinde yetişen ve Hu Shih gibi Anglo Sakson radikalizmi ile meşbu radikaller ne bir parti teşkiline, ne devlet adamları yetiştirmeğe muvaffak olmuşlardır. Onlar, Çin üniversitelerinde sığınmakla kalmışlar ve Amerika üni versitelerinde konferans turnesine çık madıklan zaman tedrisatla meşgul ol makta bulunmuşlardır. Memlekete ne sosyal bir bünye ,ne bir fikir çerçevesi vermişlerdir. Onlardan sonra, komünistler bir med gibi geldiler ve bir cezir gibi çekilerek, yollarının üstünde rasgeldik lerini yıktılar, geride, takriben 6,000,000 nüfuslu, Bolşevikleşmiş birkaç cenubu garbî vilâyeti bıraktılar. Bugün bile, mekteb muallimlerinin ve talebenin zi hinlerini bulandıran bu komünizm ça murudur. Hepsi gelip geçtiler; bugün. paralanmış, intizamını kaybetmiş, şaşkın bir halde kalan Çin, mensubu olan insanlann biribirine hürmeti âdet edindikleri ince, zarif, eski bir medeniyete musallat olan demokrasinin ne zararlar yapacağına en parlak delildir. Demokrasinin, 1911 denberi Çinde yaptığı tahribatı hiçbir şey, hatta Moğol istilâları bile yapmamıştı. Hatta, demokrasinin, Çinden bir eser bıraktığı iddia edilebilir mi? Bolşevik leşen cenubu garbî Nankinde yerleşen merkezi hükumetin nüfuzundan haric kalmaktadır. Moğolistanla Tibet, eskidenberi Çinle olan tabiiyetlerinden tama mile sıynlıp, birisi Rusyanın nüfuzu altına girmiş, öteki İngiltereye yaklaşmıştır. Mançukuo adile istiklâle kavuşan Mançuri Japonlaşmış bir imparatorluktur. Şimal vılâyetleri, muhtariyete gıtgide daha ziyade yaklaşmaktadır ve denilebilir ki, büyük limanlar ve sahil mıntakalar hari Nurüaynimin hikâyesi k saçlı bir bay, yanıbaşındaki dostuna birşeyler anlatırken boyuna tekrarlayıp duruyordu: İşte böyleydi nurüaynim, işte böyleydi nurüaynim. Tarihin hurdelerini ayınp kafasına geçinnekte gerçekten meleke sahibi olan arkadaşım, sayısı belki sekseni bulan bu nurüayinleri gülümsiyerek dinliyordu. Birden kolumu dürttü: Bu ihtiyar, dedi, Topkapı sarayına giren ilk pırlantayı bana hatırlattı, onun da adı Nurül'ayn idi. Amma yaptın ha. Böyle ad mı olur? Evet, böyledir. İstersen bu taşın hikâyesini sana anlatıvereyim: Bundan yüz elli yıl kadar önce dünyanın en büyük elmaslan İranda bulunuyordu. İkisi bir çift teşkil eden, biri de tek taş olarak elde edilmiş bulunan bu elmaslann çift olanlarına: Guhü nur, Deryayı nur adı verilmişti. Üçüncüsüne de Nurül'ayn deniyordu. Guhu nur, bir kargaşalık sırasmda Efganistana, oradan Hindistana ve sonra İngiliz müzesine geçti. Deryayı nur kayboldu. Nurül'ayn da Nadir Şahın ölümünden sonra Hazinedar Cevher Ağaya, ondan İmamverdi Han adlı bir derebeyine geçmişti. Bu derebeyi, ünlü elmas yüzünden başına bir belâ geleceğini düşündü, elaltmdan onu satmağa kalktı, İstanbullu bir tacire haber yolladı. O da Uçüncü Sultan Selime işi anlattı. Gerçi o sırada harb vardı, hazine darlık çekiyordu. Fakat Sultan Selim, elmasın şöhretine dayanamadı, biraz pey verip onu îstanbula getirtti, Bedesten kâhyalanna gösterip kıymetini sordu. Ustalann üç beş bin yüz kise (bugünkü rayice göre kırk milyon kuruş) paha biçmeleri üzerine kumusyoncu tacirle pazarlığa girildi, tam beş ay çekişildi ve sonunda on milyon kuruşa satın alındı. Lâkin elmas, pek büyük ve pek saf olmasına rağmen tıraş edilmemişri. Üçüncü Selim Felemenk hükumetine müracaatle ustalar getirtmek istedi, muvaffak olamadı. Fransaya başvunıp iki mahir kuyumcu getirtti, elması altmiş bın kuruş masraf ederek, ustalara da beş yüz bin kuruş ücret vererek tıraş ettirdi, pırlanta haline koydurdu. Alışverişe tavassut eden tacire de beş yüz bin kuruş kumusyon verilmişti, işte nurüaynin hikâyesi!.. [*] Denizyollan Bazı posta vapurlarmı daha satın alacak Son yıllarda Keçiörene sarfedilmiş olan emek onun tabiî güzelliğini coştur muş, sun'ilik beklenirken sanki daha ta biileşmiş ve bu modern tesisat hakikî güzelliğe bir tuvalet mahiyetinde candan ve samimî bir renk vermişhr. Yaradılışm ,bu kadar .yüksek, servetlerine sahib olan Keçiören bu sene en \>üyük bir mazhariyete daha kavuşmuştur ki bu mazhariyet Keçiörenliler için yıl lardanberi sönmez ve ölmez bir dilekti ve bu dilekleri de Atatürkümüzün tevec cühlerine mazhar olmaktı. Nihayet yıl lardan sonra bu da tahakkuk etmek üzerçdir. Bütün Keçiörenliler sevincle' Atatürkten bahsetmekte ve onun köşkü vc köşke geçecek yolun güzergâhı hakkında tatlı ve heyecanlı nazariyeler, mütalealar yürütmektedirler. Dört yıllık derin bir hasretten sonra bir uğrak yapabildiğim bu sevimli köşemizi ve onun sakinlerini sevgi ve saygı ile selâmlıyorum. tamir için havuza alındığı zaman ise vapursuzluk sıkıntısi büsbürün artmak ta, bu yüzden seferlerde mütemadî arızalar olmakta, hatta bazı postaların ilgasına zaruret duyulmaktadır. Avrupa tersanelerine yeni vapurlar jsmarlanmasi malî şeraitte uyuşulama mak yüzünden daha bir hayli miiddet uzayacak gibi görünmektedir. Bu vazi yette ise bugünkü vapur ihtiyacını ber taraf etmek için âcil bazı tedbirler ahnmasına lüzum hasıl olmuştur. Hükumet, haricden kullanılmış vapur alınmasını prensip itibarile menettiğin den dısarıdan eski vapur da alınama maktadır. Denizyolları idaresi bu vaziyet kar şısında, Vapurculuk şirketi haricinde kaldıkları için, elyevm satın alınmamış olan bazı posta vapurlarmı satın almağa karar vermiştir. Türk armatorlara aid bulunan bu vapurlarm isimleri Bursa, Nilüfer, Adnan, Adana ve Asya vapurlarıdır. İktısad Vekâleti bu vapurların De nizyollan idaresince satın alınmasını tensib ve keyfiyeti Denizyollan idaresine de tebliğ etmiştir. Yalnız, Denizyollan idaresinin mu bayaa hususunda ileri sürdüğü bazı ağır şartlar yüzünden bu vapurlann sahibleri ellerinde kalan bu vapurlan uzun müddettenberi işsiz ve bağlı bulunmalanna rağmen satamamaktadırlar. Keyfiyetin İktısad Vekâletince tetkik edilerek bir karara bağlandıktan sonra bu vapurlann da Denizyollan idaresince satın alına cağı anlaşılmaktadır. SEDAD ÇETÎNTAŞ cinde daima harekette bulunan ve ordu larla yağmacı generallerle dolu Çinde millî bir idare yoktur. Şüphesiz ki, bu hükumet taslağı, be yaz ırka mensub milletlerin elinden, evvelce kendilerine bahşedilmiş olan bütün imtiyazları ve müsaadeleri birer birer geri almağa muvaffak olmuştur. Fakat kendine o kadar az emindir ki, güçlüklerle o kadar acmacak derecede ezilmiştir ve kabiliyetsizliğine o kadar kanidir ki, büyük şefi Şang Kai Şek bu sonbaharda, sıkı bir Çin Japon anlaşmasma taraftar olduğunu söylemiştir. Kendi içinde şef bulamıyan Çin, kendini Japon tahakkümüne terkedebilir ve Japonya, ona, aradığını verecek olursa, Çin, o ezelî uyuşukluğu ve sonu gelmiyen sceptique zekâsile, bugün, hiç şüphesiz o işı yapar. Çinin anarşisi sosyal bir hastalıktan ibaret değil, manevî bir hastahktır. Çinin alelâde bir zabıta memuruna değil, hakikî bir şefe ihtiyacı vardır. Pek fazla şarlatanın ve hezeyancı müceddidin elinde kalmıştır. Lin Yutang diyor ki: «Memleketi kurtarmak için, dört taraftan, devayi kül tavsiye ediliyor. Millî teceddüdün ta hakkukuna en münasib vasıta olarak kimisi mitralyözü tavsiye ediyor, kimisi kanaatkârhktan ve ayaklarımıza sandal giymekten bahsediyor, diğer bir ta kımlan dansı, ve garb âdetleri nin toptan olarak ithalini, kimisi yalnız yerli mal satın alınmasını, kimisi beden kültürünü ve eski Çin boksunu, kimisi Esperantoyu, kimisi Buda mezhebini, kimisi mekteblere Kongosyosçu klâsiklerin ithalini tavsiye ediyor. Bunları işiten, kendini, hayatı ellerine emanet edilen hastanın ölüm döşeği başmda münakaşa eden şarlatanlar arasında zanneder. Bu, feci olmasaydı, gülünç olurdu. Ne tarafa baksanız şamatadan başka bir şey göremezsiniz. Hükumet reisleri, sıra ile, memleketin selâmeti için lâma dua ları okunması ve an'anevî «Ejder» bayramının, batıl itikadlara müstenid olduğu için ilgası hakkında kararlar veriyorlar. Memleketin kalkınması için faydah işler yapmağı beceremiyen valiler, durup dinMerak edip sordum: lenmeden, kadın ve erkek esvablan hak Peki, bu taş ne oldu sonra? kında emirler çıkarıyorlar. Kuangside Sarayda nurül'ayinler çoktu. Cangenç kızlar, esvablarının kollarmı uzat sız Nurül'ayn canlı nurül'ayinlerden birimağa mecbur ediliyorsa Szechuende, e r ne, ondan bir başkasma geçti ve nihayet kekler esvablarının eteklerini kısaltmağa bütün benzerleri gibi sınır dışma aştı. icbar olunuyor. (Maksad guya buhran Arkadaşım susarken ak saçlı bay gecMayısile israfın önüne geçmekmiş) Şan ne tekrar ediyordu: tungda, kadınların, saçlarını kıvırtmıya işte böyleydi nurüaynim, işte böycakları emrolunuyor. Hunanda, mekteb leydi nurüaynim!.. talebesinin saçlannı tıraş ettirmeleri karar M. TURHAN TAN altma alınıyor. Şekiangda, genc kızlara, korsa giymek yasaktır. Nankinde, fahişelerin göğsü ve kolları kapalı roblar ve yüksek ökçeli kunduralar giymeleri menr nudur. Pekin sokaklarında, yanında erktk köpek gezdiren kadınlar tevkif ediliyor...» BERNARD FAY Hayat Ansiklopedisi \Arkası var] Gümrük ambarlarının limana devri Bütün bir kütübhaneyi on cild içine tophyan bir eserdir. Her evde mutlaka bulunması lâzım gelen bir kütübhanedir. On cildi tamamen bitmiş ve satılığa çıkarılmıştır. Tafsilât için «Cumhuriyet Mü esseseleri Ansiklopedi dairesi» ne müracaat ediniz ve yahud şimdiden bayiinizebir takım sjpjtriş ediniz. Keçiörende, Anakucağının bir paviyonu ve yavru annelerile oynuyor birkaç Gümrük ambarlarının limana devri için İktısad ve Gümrük Vekâletleri arasında bir talimatname hazırlanmaktadır. Şehrimizde devir hazırlıklan ikmal edilmiş ve bu hususta izahat vermek üzere Gümrük Başmüdürü Mustafa Nuri AnBu vapurlar satın alındıktan sonra karaya gitmiştir. Denizyollan idaresi için bugün mevzuu Yeni liman kadrosu kanunun çıkmasıbahsolan gemi sıkıntısı kısmen zail ol nı müteakıb Vekiller Heyetine verilecek[*] İlk yazılar 27, 29, 31 mayıs, 3, 5 ve 8 haziran tarihli sayılarımızda çıkmıştır. tir. muş olacaktır. ri sokağın dönemec yerinde ve çıkıntıh olduğu için kapının önünden geçenlerin adımları yüksek tavanlı ve kubbe gibi sesleri aksettiren taşlıkta büyüyerek çmlıyordu. Babası o gün, Şadinin bir divitini aşırdığı çocuğun babasmdan müthış bir şikâyet mektubu almış. Aksine de dikine doğru bir adamdı. Evvelce de birşeyler kulağma çahnmış. Oğlunun pek sağlam ayakkabı olmadığını biliyor. Şadi bisikletini çıkarmak için kömürlüğe girmek üzere iken babası da anahtarla kapıyı açarak içeri girmişti. Kömürlüğün kapısında karşılaştılar. Babası bir adım geri çekildi, tek bir kelime söylemeden, yaradana sığınıp Şadinin suratına müthiş bir tokat yapıştırdı. «Bu gidişle sürünürsün!» diyordu. Alnının iki yanında, ceviz büyüklüğüne yakın iki yuvarlak kemik çıkıntısı vardı. Burnu da kemikli, uzun ve ortası kırmızıydı. Fazla rakı içtiği zamanlar bu renk, burnunun orasına koyu pembe bir yakı yapıştınlmış gibi artıyordu. Fakat o gün yüzünün her tarafı kızar o günü hatırlıyor? Sonra gözünün önüne dalgalar arasmdan fırlamış vapur direkleri geldi. Babası kaptandı, bir Karadeniz fırtmasında batarak ölmüştü. Kimbilir hangi vaziyette? Nasıl su yutarak, boğularak ve haykırarak. Şadi bunu çok düşünmüştü. Hatta kendini denize atmıya karar verdiği saat, birkaç defa babasının suda ölümü gözlerinin önüne geldi. Sanki denizde ona kavuşacaktı. O güne kadar nefret ettiği denizi o akşam sever gibi olmuştu. Mektebde divitini çaldığı çocuk ta gözünün önüne geldi. Fakat, ne tuhaftır, şu doktorun mekteb halini bir türlü iyice hatırlamıyordu, onun şikâyetini filân da unutmuştu, biraz ukalâ amma iyi adam, iyi adam... Şadi ona enai diyemiyor, eskiden olsaydı bu kadar iyiligi enailik zannederdi, değil mi? Bunu düşünmeğe başladı: Eskiden... Eskiden... Birden ayaklannı duvardan indirerek dizlerini kıstı: «Ben fena adam mıyım?» diye düşünüyordu. Cumhuriyetin tefrikası: 29 SERSERI Yazan: Server Bedi Doktor Şadinin elini kuvvetle sıktıktan sonra uzaklaştı. İki defa arkasma dön müş, parmağını kaldırarak ihtara benzer işaretle çekilmişti. Şadi yalnız kalınca: «Amma da ukalâ şey!» diye düşündü; sonra yürüye rek: «Amma iyi adam be... dedi, akh sıra beni terbiye edecek. Hele dur bakalım.» Kafasının içinde bir şaşkınlık ve dağınıklık vardı. Mağazadan çıktığı andanberi birkaç defa babası gözünün önüne gelmişti. Doktordan ayrıldıktan sonra da hep onu hatırlıyordu. Kömürlüğün önünde babası ona bir tokat vurmuştu. Şadinin sık sık hatırladığı bu sahne, demin denberi, kafasının içinde yeni şekillerle beürerek dağılıyordu. On beş sene var. Babası o gün ona: «Bu gidişle sürünürsün» demişti. Sonra aklma mektebden, gümrükteki hayatmdan parça parça sahneler geliyordu. Sevineceği yerde içinde büyük bir sıkıntı vardı. Sebebini anlamıyordu. Canınm ne istediğini düşündü. Hiç birşey. Yahud da yalnız birşey: Kavga, evet, kavga. İçindeki sıkıntı kolayca ancak öfkeye çevrilebilirdi. Böyle zamanlarını çok iyi biliyordu. Başını salladı ve daha gevşek yürüdü. Yanmdan geçenleri hiç görmüyordu. Bir iki kişiye çarptığı halde ruhundaki dağınıklıktan kurtulamadı. Rahat düşünmek için bir sokağa saptı. Etraf biraz tenhalaşmca sükunete ihtiyacı olduğunu anlamıştı. Eve gidip hav^ kararıncıya kadar uzanmıya ve dinlenmeğe karar vererek hemen geri döndü. Madam Afro gözlerini uğuşturarak kapıyı açtı. Üstüne bir ağırlık bastığı için uyuyakalmış. Evin içinde hâlâ gündüzden kalma bir koku duyan Şadi bu ağırlığın esrar dumanından geldiğini hemen anlamıştı amma birşey söylemedi. Odasına giderek pencereyi açü ve sedire uzandı. Vücudünde bir kırıkhk vardı. «Hastalanıyor muyum?» korkusile elini alnma götürdü. Ateşi yoktu, fakat bacakları çok yorgundu. Yastığı ortaya çekerek ayaklannı duvara kaldırdı ve dayadı. Sokakta hava iyice kararmamış olduğu halde odanın içi izifi karanlıktı. Şadi gözlerini kapadı ve kendini evvelâ şuurunu bastıran serbest hayallere bıraktı. Hiç birşey düşünmek istemiyordu. «Neden canım sıkıhyor?» merakma bile cevab bulmağa üşendi. Elbette içinden kendi kendine birşey doğacaktı. Karmakarışık bazı hatıralar arasında gene babasının sesi yükseliyordu: «Bu gidişle sürünürsün.» Vakit akşamdı. Evle kedinin karnına çok zalimane bir tekme vurmuş, sonra kedinin yere yıkılarak kopardığı çığlığı, hele oyuklarından fırlıyan gözlerindeki ıstırabı görerek ağlamıştı. «Tekmeyi vuran da benim, ağlıyan da..» diye düşündü. «Hem hainim, hem de merhametli...» Hileyi çok sevdiği halde merdliğe de bayılıyordu. Kaç defa yollarda tanımadığı insanlan müdafaa için kavga etmiş, karakollara gitmişti. Başkalannm yaptığı haksızlıklara daima isyan ettiği gibi kendi hilelerini itiraf etmekten de hoşlanırdı. Fakat bazan öğünmek için, bazan da içi rahatlasın diye... Belli olmaz ki... Acayib tabiat... Annesi her zaman söylerdi: «Boyun devrilsin diyeceğim amma gönlüm razı olmuyor, iyî huylann da beraber gidecek.» Ne diyor şu doktor? Ufuk, istikbal, talihe hâkim olmak... Ha... şey dedi: «Artık bu meşkuk işleri, bu meşkuk hayatı, tanıdıklan bırak...» Kimi zamanlar çok merhametliydi. Namuslu adam olmak. lArJcası var] Bir kere ayaklarının arasına dolaşan bir mıştı. Daha neler söyledi? Şadi niçin hep