17 Afustos 1935 CUMHURÎYET Müfterilere cevab: ((Türkîye Yahudilerin, cennetidir)) Bir Musevi yıırddaş, dünkü yazımız üzerine Türkiye Yahudilerini harekete geçmeğe davet ediyor Geçenlerde gazetenizde Türkiyede Yahudilerin bazı tazyikata maruz kal dıklarını ve bu yüzden Yahudilerin hicrete lüzum hissettiklerini haber veren galiba Selânikte çıkan bir fransızca gazeteden naklen bir havadis neşredilmiş ve bittabi gazeteniz tarafından pek haklı olarak ve nefretle tekzib edilmişti. Bu yalan havadisi okuduğum zaman yüreğimde bir damar burkuldu ve hemen kaleme sarılarak bu havadisin esassızlığmı ve Türkiyede yaşıyan Ya hudilerin hiçbir zaman hiçbir nevi tazyika maruz kalmadıklarını, bilâkis halis muhlis bir Türk vatandaşı sıfatile her türlü sosyal ve siyasal haklardan müstefid olduklarını ve hiç olmazsa rahat ve huzur ile mütevattın bulundukları, biricik memleket olan Türkiyede Yahudilerin rahat bırakılmaları lâzım geldiğini ve böyle yalan havadis neşri suretile iki ırk arasmda tefrika zuhu runa meydan verilmesinin pek şeni bulunduğunu Türk civanmertliğile bes lenmiş bir dimağm fışkırtıları ve Türk muhabbetile yuğurulmuş bir yüreğin sızmtıları arasmda bağırmak istedim. Fakat bu vazifenin benden evvel ve daha büyük salâhiyetle Türk Kamutayında Türk Yahudiliğini temsil eden saylavımıza düştüğünü düşündüm. Bugün ise daha fazla beklemiyerek gazetenizin dünkü nüshasında bizi pek haklı olarak yerimizden oynatan bir davetinize cevab vermeğe koşuyorum. Pariste çıkan «Enformasiyon» gazetesinin 13 ağustos tarihli sayısmda Londradan almdığı söylenen özel bir habere at fen Türkiyede Yahudi aleyhtarhğmm bir müddet durduktan sonra tekrar başladığı ve Türkiyenin her tarafında halkı Yahudiler aleyhinde kışkırtan ilânlar yapıştırıldığı ve esasen Yahudilerin birkaç aydanberi Filistine ve batı Avrupasına gitmek üzere Türkiyeyi terketmekte oldukları yazılı imiş. Ne yazık... Enformasiyon fransızcada bir şeyin aslını tahkik etmek manasmdadır. O şey doğru ise doğru, yalansa yalandır ve tahkik edildiği gibi haber vermek bu tabire yakışan en dürüst manada bir yoldur. Yoksa yukarıda ismi geçen gate doğru diye işae etmek enformasiyon değil, enfirmasiyondur, enkoreksiyondur. Londradan Paris gazetesine verilen bu haberin tamamile uydurma olduğunu, Yahudilere karşı Türkiyede hiçbir tazyik yapılmadığmı, Yahudilerin Türkiyede rahat ve huzur içinde yaşamakta olduklarını ve iş ve güclerile mesgul ve memnun bulunduklarmı bilmem na. sıl bağırmahdır? Bu yalan havadislori vermekle ortahğı fesada vermek isti yen ve medenî ve münevver geçinen bu yalancılara karvı bilmem nasıl feveran etmelidir? Düşündüm... Münferid mukabelelerle iktifa edilmiyerek müşterek hamlelerle bu yalanları geldiği yerlere, çıktığı kaynaklara iade etmeli ve bu yolda yürümelidir: 1 Türk Kamutayında Yahudi saylavımız doktor Abrevaya temsil eylediği Türk Yahudiliği namına bir be yanname neşri suretile bu havadisin esassız ve yalan olduğunu ilân etmelidir. 2 Benim gibi eli kalem tutar, doğ• ru ve dürüst düşünen Yahudi kardeşlerim münferiden birer cevabname tahririle memleketin bütün gazetelerinde ayrı ayrı bu yalanları, bu uydurma havadisleri tekzib etmelidirler. Kız kapısı, vezir kapısi Cihanbeylide Uzunbey köyünden Aii Rıza imzalı bir mektub aldım. Bu mektubun sahibi diyor ki: «Cumhuriyet gazetesinin 5 ağustcs 935 tarihli nüshasında (Kadın satılık mal mıdır?) serlevhalı yazınızı okuyunca, bizzat içinde bulunduğum Cihanbeyli ve Haymana havalısınde takıb edılen evlenme sısteminden bahsetmek arzusunu duydum. İçtimaî hayatımızda büyük bir yenilik yapan medenî kanun buralara tesırini gösterememiştır. Bir genc, kendısine yuva kurabilecek 'kabiliyete geldi mi, anne ve babasını derin bir düşünce alır. Çünkü karşılaştık ları mesele çok mühimdir. Bu işin güçlüğünü bir darbımeselimiz mükemmel ifade eder. (Kızlar kapısı, vezir kapısı.) Evet, bizim Cihanbeyli ve Haymanamızda kız kapısı vezir kapısıdır. Belçikada açık hava ffiüGUNDEBUJ Horozdan şikâyet mektebleri çoğalıyor . » Yolculuk notlan Orada ülkü, bütün ilk okulları, çocuğa sıhhat veren bu şekle sokmaktır Brüksel Büyük Harbin ilk senelerinde Berlinde bulunuyordum. Beni bir gün Berlin Kültür direktörü, Valdşule dedikleri bir orman mektebine götürdü. Mekteb bir çam ormanınm içine kurulmuş barakalardan ibaretti. Direktör o zaman bana şunlarrı söylemişti: olunmaz. Temizlik, sağlığı korumak, beden terbiyesi, oyun, jimnastik, hava, güneş, aydınlık bunlar olmaymca çekilen emekler boşa gitmiş demektir. Bundan yirmi beş yıl önce açık hava mekteblerinin değeri pek anlaşılmamıştı. 1914 yılından evvel Almanyada veya Fransada açılan açık hava mektebleri o kadar çoğaltılamamıştı. Fakat şinıdı bütün medenî dünyanın gözleri aydınlığa, güneşe çevrildi. Franaada 1931 de 450 açık hava mektebi vardı. 1934 ittatistiklerine göre bu aded bir misli artmış. açık hava mektebleri 902 olmuş tur. Amerikada 1930 da 1500 açık hava mektebi vardı. Şimdi kimbilir kaç olmuştur. Ibrahim Nom 3 Türkiyede münevver Turk Ta hudiliğini etrafma alıp bu memleketin cidden samimî arzularına tercüman olmağa çalışmış ve bu ülküde bir hayli | yararlıklar göstermiş bulunan (Bennberit) cemiyeti tarafından bütün dür*ya Musevi gazetelerinde birer tekzib name neşri suretile bu yalan havadislere kat'iyyen inanılmaması ihtar edilmeli ve Türkiyede Yahudilerin her türlü kanunî müsaadelerden. siyasal ve sosyal haklardan istifade etmekte bulunduğu ilân olunmalı ve içlerinde bu bağrılan hakikatlerden şüphe eden varsa birer muhbir irsali suretile mahallınde tahkikat icrasma davet edilmeüdir. 4 Türkiye ve îstanbul hahamba şılığı cismanî meclisi hemen toplanarak keyfiyeti derin ve lâyık olduğu ehemmiyetle tetkik ederek bu mesele et rafında koparılmak istenilen yaygara ları susturacak surette kat'î ve resmî bir lisanla tekzib etmelidir. 5 Hükumetin izni ve müsaadesi almarak herkesin gelip dinliyeceği sinagonlarda ve diğer bazı umumî içtima mahallerinde söylevler verilerek müş terek surette bu bühtan ve iftiralars karşı isyan eder tarzda gösteriler ya pılmalıdır. Bu icrasmı ihtar ettiğim beş nevi gösteriden, bana düşen ve ikinci kalemde yazıian vazıîeyi ben, buyuk bir samımiyetle hemen ifaya koşuyorum: Türkler, samimî ve kardeş Türkler geliniz de kalbimi bir açınız. Bir menfaat veya diğer bir hayal sevkile yalan söylüyorsam kahrolayım, içinde yer tutmuş ne kadar hissiyatım varsa birer birer tahlil ediniz, bunlarm her birinin ayrı ayrı tarihin, vakayiin, emsalin teksif ede ede daldığı minnet ve şükran terlerile nasıl cızladığını, içinde Türk muhabbeti namına topladığım havayi saadetin nasıl birden dışarı fışkıracağını göreceksiniz.. Sizden tazyik görmek mi? Sizden fena muamele görmek mi?... Bu nasıl bühtan, bu nasıl iftiradır. Bir Türk, civanmerttir. Bir Türk efendidir. Kendisinden rıfk ile. şefkatle muamele edilmekten başka asırlardır bir şeyi gördüğümüz yoktur. Mekteblerinizi çocuklarımıza, topraklarınızı çalışan ellerimize açtmız, kültürünüzü, düşündüklerinizi bize kendinizden başka bir şey değilmişiz gibi ibzal ettiniz, bizi ta harimi ismetinize ka dar kabul ederek namuslu bir yurddaşa gösterilen itimadda bir gün olsun tereddüd etmediniz. Kimimiz avukat, kimimiz doktor, kimimiz mühendis olduk. Birçoklarımız tacir, esnaf ve sair sıfatlarla memleketin her noktasında rahat rahat « Büyük şehirlerde iyi bakılamıyan ilk mekteb çocuklarmm bazıları çelimsiz, cılız, kansız, dayanıksız oluyor. Bu gibileri ayırıp açık hava mekteblerınde okutuyoruz. Dört beş yıldır yaptığımız tecrübeler çok faydalı neticeler verdi. Şimdi bütün Alman şehirlerinde bu okulları kurduk. Her yıl da çoğaltıyo Kızlar babaları için hazır bir serma ruz.» yedirler. Aynen satılık bir mal gibi. Hem Benden bir yıl önce terbiye ışleıile de çok kıymetli bir mal gibi. Bin nazla, uğraşan bir arkadaşımm da bu mek Belçikada 1934 senesi içinde muhtelif bin sözle, ve binlerce lira ile satılırlar. | tebe uğradığını, mektebin hatıra defte şehirlerin açık hava mekteblerine 8800 Kız tarafından muvafakat sözü alındı rindeki imzasından öğrendim. Bir veya ' çocuk devam etmiştir. mı pazarlık başlar. Artık Allah kayın iki yıl sonra bu pedagok İstanbulda Fakat bu açık hava mektebi nedir? peder olacak adama insaf versin. Oğlan Çamlıcada böyle bir açık hava mektebi Bu bir sanatoryom değildir, bir pre tarafı zengince ise düğünün bilânçosu şu kurmak hevesine düşmüştü. Barakalar vantoryom değildir. şimdiye kadar biyaptırmış, birçok ta para sarfetmişti. zim telâkkimiz şeklinde mekteb de dedur: Vay sen misin yenilik yapmak istiyen; ğildir. Öyle ise nedir? Tabible mürebBaşlık: 1500 lira arkadaşımm bacağına ipi taktılar, alay binin elele verip bağdaştığı bir yurd . Nişan masrafı: 500 » ettiler, eğlendiler, güldüler. Nihayet zir dur. Orada pedagoji metodları çocu Düğün: 500 » zopluğuna hükmettiler. Mekteb de par ğun fiziyolojik kabiliyetine göre üleş 500 » Elbise ve hediyeler: lamadan söndü, doğmadan öldü. tirilir. Muallim fikir ve ahlâk gıdaları Yekun 3000 » 1929 da tekrar Berline gittiğim vakit verirken, doktor temelin sağlamlığını Düğünde kesilen kurbanların bedeli genc yaşında kara toprağa gömdüğü kontrol eder. Herkesin dilinden düsmini de hesaba katarsak umumî masraf müz sefir Kemaleddin Sami beni Prus ven bir söz vardır: Salim fikir sağlam 3500 lirayı bulur. Gelinhanım eve gel ya Maarif Nazırı M. Beker ile görüştür bedende bulunur. Öyle ise salim fikrin dikten sonra, evde bir günde iki zıd ha müştü. Kendisine Berlin kız ve erkek kılavuzu muallim, sağlam bedenin de va eser. Biri saadet. Çünkü gelinhanım mekteblerini görmek istediğimi söyle doktordur. Açık hava mekteblerinin hula damad memnundur. Diğeri felâket, diğim zaman nazır bana: cBilhassa açık susiyeti işte bu kafa işlerinden anlıyanhava mekteblerimizi görünüz. Kışla gi larla, bunun bütün inceliklerini bilen Çünkü kayınpeder iflâs etmiştir.» Bu mektub, «Kadın satılık mal mı dır?» yazısına gücenenlere susturucu bir cevabdır. O yazıya bilhassa kadınlar çok kızmışlar... İnsanlar böyledir... Neka dar fena bir mevkide olurlarsa olsunlar bu mevkilerınin yüzlerine çarpılmasına dayanamazlar... Fakat vakıalar, vakıalardır... Üzerine cilâ sürmekle değişmezler... Ben bu kötü işten kadınlar mes'uldür, demedim... Bu ıktısadî bir meseledit... Aile, içtimaî külün bir cüzüdür... İçtimaî akideler, içtimaî telâkkıler kanunların değişmesile değil, iktısadî bünyelerin değişmesile değişir. Aile bugünkü ikhsadî mahiyetini kaybettiği gün, yani bir alışveriş, bir mülkiyet olmaktan çıktığı gün, bu vezir kapısı da, vezirlerin kapısı gibi kapanacak tır. Bugün bu vezir kapısından yalnız cebi dolu olanlar giriyorsa, kız, babası için bir sermaye oluyorsa, iktısadî kuruluşta ailenin mahiyeti böyle olduğu içindir. SABtHA ZEKERlYYA iş görmekte, çocuklarımız, genclerimiz, kadmlarımız her yerde kardeş muamelesi görerek asude bir hayat geçirmek tedir. Bu hakikat gözönünde bir güneş bibi parlak parlak şualarla ortahğı tenvir edip dururken bazı yarasa ruhlu kimselerin kim bilir hangi gizli emellerle işae ettikleri bu yalanlara karşı nasıl isyan etmeliyim... Bu mösyölere çok rica ed.erim, gölge etmesinler, kendilerinden başka ihsan istemiyoruz. Avukat ÎBRAHİM NOM (Eski isım ve adile AVRAM NAOM) rada genc kızlar nekadar erken yetişip gelişirlerse gelişsinler, Aryanın göster mek istediği hikmet hazinesini toplamak için birçok senelik tecrübe lâiim.» diyordu. Zihninden geçen bu düşünceleri bir denbire keserek söze başladı: • Sırası gelmişken sorayım, siz kaç yaşındasınız? Aryan, o sırada anlattıklarına uymı yan bu söze şaştı: Sırası gelmişken, ne demek? Dedi. Konstantin izah etti: Size baktığım zaman on yedi yaşında görünüyorsunuz, dinlediğım vakit bana otuz sene yaşamışsınız gibi geliyor; hem de boş geçirilmemiş otuz sene... O zaman anlıyamıyorum... Aryan onun sözünü kesti: Bir kadını mutlaka anlamak lâ zım mı ki? İnsan onu sadece alıverir! İşi uzun tutmağa ne hacet? Konstantin yerinden sıçradı ve bir saniye kadar cevab veremedi. Sonra Ar yan Nikolaevnanın kuvvetli mantığının mubahaseye verdiği tona uyarak, onun kendisine sıra ile çapkın bir kız, ve masal dinlemiyen tecrübeli bir genc kadın gibi göründüğünü alay ede ede anlattı. ugünkü Akayın ahu babasî rahmetli Idarei Mahsusanın kaptanlarından, hoşsohbet bir Ahmed kaptan vardı. Mahud Neveser cariyenizin, yanmda transatlantık gibi görüneceği meşhur 4 numaralı vapuru idare ederdi. îdare e • » derdi diyorsam, Tanrıya sığınarak, A • dalara kadar götürür, getirirdi. Bir gün, bu vapur, Marmaranm orta yennde durmuş, muayene edilince de, makine cıvatalarından birinin fırladığı anlaşılmıştı. O zaman: Yahu! Geminin eksiklerini, sakatlıklannı idareye niçin bildirmezsin? Diyenlere, Ahmed kaptan: Hepsini bildirecek olsam, sade bir, bir saymasına benim ömrüm yetmezl Cevabını vermişti. Bız, gazeteciler de, tenkid ve ikaza. şikâyete ve ayıblamağa giriştiğimiz za man, bütün ayıblanacak tenkid edile * cek, kötülüğü gözönüne konacak her şeyi, bir, bir yazmak istesek, bizim de ömrümüz vefa etmez. Meselâ, insanların rahat ve huzurunu selbeden muhtelif sokak güriiltülerini kaç defa sayıp döktüğüm halde, horozu u nutmuşum. Olur a? İnsanlık hali bu! Şımdı, horozdan canı yanan okuyucu larımdan Tuhdar Erbelli bundan dolayı beni suçlu çıkarıyor. bi büyük mekteblerden ziyade bu ba insanların elele vermesinden doğmuştur rakalarda çocuklar daha gürbüz, daha Belçika ilkmekteblerinde okuyan çoserbest, daha şen yetişiyor» demişti. cukların bazılarının çelimsizliği, cılız Bu sefer Romada bir hafta kaldım. lığı, mangafalığı. dalgmlığı, fazla yaraİlk tedrisat direktöründen açık hava mazlığı veya pısırıklığı bundan yirmi mekteblerini görmek için izin istedim. yıl önce mekteb müdürlerinin dikkati Roma Kültür direktörü ile beraber bir ne çarpmış ve bunların sağlığına bir kaç açık hava mektebi gördüm. Milâno yardım icin her yıl büyük tatillerde dedakileri de gezdim. Belçikaya gelince niz kıyılarında, orman kenarlarınd.i. sergide ilk gezdiğim paviyonda en önce havası güzel köylerde (kamp) lar kur gözüme çarpan açık hava mekteblerinin ma?a baslamışlar. Sîhhati bozuk olup ta resimleri oldu. Brüksel açık hava mek hava değiştirtmek icin köye götürmpŞe ailelerin çocuklannı tebleri umumî direktörü profesör (De parası olmıvan mekteb idareleri muallimler refakatinmasure) in yardımı ile Brükselde birkaç açık hava mektebi gördüm. Sonra de bu kamnlara göndermeğe basiamıs Ostande, Anvers ve Liegedekileri de zi lar. Güne«in ve acık havanm favdalı yaret ettim. Artık tamamile inandım VP tesirleri bir yandan pedagokların, öbur iman ettim ki bir milletin çocuklarım yandan doktorlarm gözünden kacma sağlam ve dirayetli bir insan yaprr.ak mış ve 1918 den sonra bu tatil gezinti için ilk yapılacak iş açık hava mekteb lerini. kamplan her ne pahasma olursa olsun bir te<=kilâta bağlamaSa karar leri kurmaktır. Şimdi konuşabılirız: vermislerdir. Beloikada acık hava ha Diyebiliriz ki içinde yaşadığımız medeniyet asn şehirlerde veya köylerde ol yatınm beş türlüsü vardır: 1 Tatil kolonileri. sun mekteb mefhumunun manasını ve2 Gündüz kürleri, ya telâkkisini büsbütün değiştirmiştir. Şehirlerde ve köylerde okutup yazdır3 Oyun alanları. mak dileğile tıklım, tıklım odalara dol4 Açık hava mektebleri. durulan ve ekseriya ziyadan ve hava. 5 Prevantoryomlar. dan mahrum edilen çocukların açık haÇocukların sağlıklarını korumak ve va mektebleri imdadma yetişmiştir. Vakıâ birer kışla gibi kalm duvarlı binalar onları ölümün kara pençesinden esirgeda çocuklar bir şeyler öğreniyorlar, ze mek için bu yuvaların adedi her yıl kâları parlıyor, hafızaları malumatla arttırılıvor. Belçikada ülkü, günün bi doluyordu; fakat buna bedel çoğunun rinde bütün ilk tahsil veren mektebleri sıhhati bozulujor, renkleri soluyordu. bu şekle sokmaktır. Fakat şimdiki halÇocuk ana babaları yavrularını (kud de yalnız çelimsizlerin yardımma koşaretleri varsa) tebdili havaya götürmek biliyorlar. Bu sağlık yurdlarmı komünler kuruyor. Fakat zenginler de her fıriçin tatilleri iple çekiyorlardı. ' satta kendilerine yardım elini uzatıyorBugünün terbiyecilerinin mekteb denince ilk düşündükleri şey hava, güneş, ( lar. Jimnastik bayramları, mekteb eğaydınlık ve harekettir. lenceleri tertib ediyorlar, balolar, süHer ana babanın arzusu evlâdını adam vareler. konserler veriyorlar. Onlardan etmektir. Fakat yalnız okumakla adam başka da bazı çocuk seven zenginler Aryanın müstehzi gülümsemesi dudaklarında takılı duruyordu. Konstantin sözünü bıtırdığı zaman, bir amatörün tesirli bir temsil sahnesini alkışladığı gibi: Fena değil! dedi. Konstantin devam etti: Fakat dahası var; vaktine saatine göre, on yedi ve yirmi beş yaş için iki sinden de aynı derecede emm olarak bahse girerim. Her zamankı gibi hakikat ikisinin arasındadır! Bunun üzerine başka bahse geçtiîer. Biraz sonra yemeklerini bitirmişlerdi. Yandaki salondan çigan havaları gelı yordu. Konstantin Mışel genc kıza doğru iğildi ve kolunu onun yumuşak belıne dolayarak kendine doğru çekti. Aryan kaçınmadı ve kendini bıraktı. Yalnız Konstantin dudaklarile onun ağzmı a radığı zaman başını çevirdi ve erkeğin dudakları Aryan Nikolaevnanın boy nuna dokundu. Genc kız Konstantının kolunda, kımıldamadan durdu. Bıraz sonra Konstantin ayağa kalkarak sordu: Hangi kokuyu kullanıyorsunuz? Cidden pek nefis!.. Aryan şaşırmış göründü ve sadece: Bu da benim sırrım! dedi. Bir müddet sustular. Konstantin, şimdiye kadarki konuşmalarile tezad teşkil eden bir tonla sükutu bozdu. Aryrtna samımıyetı bıraz fazla sevdığıni, herşeyı sade bir şekilde görerek söylemeyi en iyı usul bulduğunu ve bunu kendisine pek pahalıya mal olsa bile bir kere daha deneyeceğini söyledi. Zaten, dedi, bu şimdi zekâsının yüksekliğini daha yakından tanıdığım genc kızın hoşuna gitmek için iyi ve en emin usul değil mi? Sizi kazanmak is tiyorum ve bunu işte açıkça itiraf edıyorum. Buna nasıl muvaffak olunabıiır? Aryan Nikolaevna, erkeklerin bir kadını aldatmak istedikleri vakit kuüanmak âdetinde olduklan usulleri size karsı da kullanabilecek miyim? İlk defa olarok önünde dizçöktüğüm kadının siz oldu ğunuza, sizi inandırabilecek mıyım? Biliyorum, yüzüme karşı güleceksınız. Lâkin herseyi yerliyerine koyarak konuşa lım. Hoşuma gidiyorsunuz; hem de son derece... Madem ki şimdi burada, ya nımda bulunuyorsunuz; belki siz de beni sempatik buluyorsunuzdur. Si zin yanınızda usanc duyabileceğımi tasavvur edemiyorum. (Arhan oar) Adada oturan sayın okuyucum, va kitsiz öten horozların sesinden rahatsız oluyor, uykusunun tadını rahatça tada i mıyormuş. Bana soruyor: «Medenî bir şehırde, horoz beslenmesi doğru mu dur?» Elbette ki değildir. Öylesine de ğildir ki, zabıtai belediye talimatnamesinde mahalle aralannda tavuk besle « mek, barındırmak yasak edılmiştir. , kime anlatırsın? «Vakitsiz ö • » ten horozun başını keserler» prensipi bugün lâfta kalmıştır. Radyoyu görüp te cesaret alan horoz, dilediği saatte, di lediği gibi ötüyor. Horoz çöplükte öter!. Birçok mahalle aralarımızm acınacak hali, oralarda horozlann barınmalarını mazur kılıyor. Gene, sayın okuyucum şükretsin ki, kendısini taciz eden mahluk Denizli cmsinden değil. Yoksa, tecvid kaidesile ve her notayı on elif miktarı çekerekten feryadı koparmağa başladı mıydı, Bay Erbelh az vakıtte Bay Terelelli olurdu. Maamafih, ben onun yerinde olsam, baküın ki Belediye aldırmıyor, Çinge nenin birine birkaç para verir, uyuşur, bu muacciz hayvanlardan kortulurdum. Hem de şıpınişi! Nihayet horoz sesinden halâs olmak için, horoz sesi duymamış bir tek altın cağız feda etmek çok değildir. Bu işin günahı, vebali Belediyenin boynuna olsun! Ercümend Ekrem TALU Yumurta ihracı Takas yohle çıkarılan yumurtalann ihracı vesikalara istinad edilerek yapıl maktadır. Fakat özel anlaşmalarda ilgili devletlerden müsade almak lâzım gelmektedir. Bundan sonra müsaade verilmiyeceği için Türkofis tecimenlere bir bildirikle evvelce müsaade temin edil meden iş yapılmamasını tavsiye etmiştir. Selinik panaynna gönderile • cek örnekler Ulusal Endüstri Birliği Selânik arsı ulusal panayırına gönderilecek endüstri örneklerini hazırlamıştır. Birlik dün bu örnekleri Türkofise göndermiştir. köşklerini, villâlarım hatta çiftliklerini bu ha3'ir işine bağışlıyorlar. Önce tatil kolonilerinden işe başla mışlar. Büyük tatillerde çocuklannı tebdili havaya götürmekten âciz olan memur. küçük tüccar ve san'atkâr sınıfının zayıf çocyklarını, on, on beş gün için bu kolonilere götürüyorlar, besli yor, gezdiriyor, güneşletiyor, denize sokuyor, gene getirip yurdlarına bıralayorlardı. Tabiî bu tatil öbelerinde ders filân okunmuyordu. Yalnız oyunlarına, gezmelerine ve suya girmelerine bir muallim bayan nezaret ediyordu. Muntazam saatlerde yatırıp kaldırı yorlar, öğle yemeklerinden sonra siets yaptırıyorlar ve oldukça ku\*vetli bir gıda veriyorlardı. Çok faydası görülen tatil kolonilerinden açık hava mektebleri doğmuştur. Tatillere mahsus olan bu kolonileri ilkbahardan sonbahara kadar uzatmayı tecrübe etmişler ve o zaman tabii çocukların uzun vakit ders lerinden geri kalmaları caiz olmadığmdan mektebi açık havaya nakletmişler. Bir takım zayıf çocuklar sene ortasmda geliyor, tıpkı mektebinde olduğu gibi derslerini de okuyor. Bir takımı da tatillerde hatta pazar ve yortu günl" ni o açık hava mektebinde geçiriyorlar Gezip gördüğüm bu mekteblerin nası] işlediğini bir başka sefer anlatırım. SEÜM SIRRI TARCAN Yazan: Klod Ane " Cumhuriyet „ in edebî romanı: 18 ZvfN Çevlrenler: F. Varal ve F. Osman kendi gözlerile görüyor gibiydi. Bu tabloda zavallıhk rolü Nikolaya yüklcnınişti. Bazı aktörler azçok esrarlı bir gölge içinde geçiyorlardı. Aryan bunlar hak kında hemen hiçbir şey söylemiyor, işi dostunun leb demeden leblebiyi anlamasına bırakıyordu. Konstantin Mişel, bu sözlerden hoş lanmakla beraber daha ziyade müte reddid davranıyordu. Bu zeki, kibirli, bol nükteli ve irade sahibi genc kız kimdi? O, hayatı bir kadın gibi, bir kadın kadar biliyordu. Bazan bakışlarında bir ciddiyet sezilirdi. Alnının çizgileri, ira deli ve düşünerek hareket eder bir kız olduğunu gösteriyordu. Fakat geçen akşam siyeh pelerini ve küçük şapkasile on altı yaşıflda bir çocuk gibi gözükmüş tü. Konstantin kendi kendine «gercî o, Rusyanın cenubundan geliyor. Lâkin o Aryan çok keyifli idi. Konstan tin onun kendi hayatına dair an lattığı hikâyeleri dinlemekten derin bir zevk duyuyordu. Daha şimdiden Varvara Petronayı tanıyor, genc kızın bir yarım nişanlısı olduğunu ve Nıkola Ivanof adındaki bu adamın onunla bazı acı tecrübeler geçirdiğini biliyordu. Ne Londra oteli âlemlerinden, ne de gö'zler kamaştıran Aryanın etrafını saran perestişkârlanndan da habersiz değildi. Ak şam yemekleri, gece âlemleri, çok ay dınlanmış tarasaları, çiftlerin kaybolduğu yan karanhk yollarile Aleksandr bah çesi Konstantın Mışelin gözüne bütün Rusyanın en cazib bahçesi gibi görünüyordu. Aryan birkaç kuvvetli kelime ile geçmişteki hayatının çerçevesini ve şahsiyetlerini canlandırabilmişti. Konstan tin, hafif yürüyüşü ve dayanılmaz gü lümsemesile Varvara Petrovnayı sanki