21 riazıran Cumhuriyet MÜSAHABE: Hey ecan! Dayinler komeransının mukarreratı Osmanlı borçîarmı esasmdan halletmeği değil, muvakkat hafifletme tedbirlerini kabul ediyorlar Parİs 19 (A.A.) Havas A 1 jansı bildiriyor: Osmanlı eshammın Fransız, Alman, Belçika'lı, İtalvan, Fele menk'li ve Isviçre'li hâmilierini temsil ve 13 haziran 1928 ta rihli mukavelenameyi imza eden birlikler konferansı, Ankara'ya memuriyeti mahsusa ile gidip avdet eden Osmanlı borçları hâ millerinin murahhaslarım din ledikten sonra bu murahhasların tarzı hareketini tasvip etmiş ve 13 haziran 1928 tarihli mukaveleden feragati ret ile ancak hali hazır vaziyetinin hakh ve meşru gösterdiği muvakkat hafifletme tedabirini kabul edebileceğini ilâve eylemiştir. ) Konferans, hâmillerinin te • mayülâtı hakkında şimdi daha \ doğru malumata malik olan Tür j kiye hükumetinin yukarıki esaslar dahilinde Osmanlı borçlarile münasebattar bütün menfaatlerin himaye ve siyaneti namına şayani arzu olan bir uzlaşmiya vüsulü temin maksadile yakın bir atide müzakerata tekrar başlanmasına karar vereceği ümidini izhar etmiştir. Birlikler, Osmanlı borçların daki hisselerini henüz kabul etmemiş olan Yugoslâvya, Bulgaristan ve Yunanistan'ı bu işi daha ziyade geciktirmemeğe sevk 'nıımııımiUllllllllüllllllllllll'lüllülllllltinilllllMmnı İHEM NAL1NA MIH1NA ve ikna için metbu hükumetleri ve mensup oldukları memleketler efkârı umumiyesi nezdindeki mesailerini taz'ife karar vermişlerdir. Nihayet bazı hükumetlerin Osmanlı borçlarındaki hisselerini resülmal şeklinde esham itası suretile ödemek niyetinde bulun duklarını nazari itibara alan konferans, verecekli memleketlerin mevcut mukavelât ve muahedatı tatbik etmemelerinden doğup borsalarda esham ve tahvilât fiatlarının düşkünlüğü ile tezahür eden şimdiki gayritabiî ahval den dolayı bu tarzda bir uzlaşmiya yanaşılmıyacağı netice sinde karar kılmıştır. Veraset' intikal vergisi esasları hazırlandı Vergiye tâbi müntakil haklar ve müstesnaları hangileridir ? Ankara 20 (Telefonla) Veraset ve intikal vergisinin son esas • ları şunlardır: Gerek veraset ve vasiyet tarikile, gerek bedelsiz her hangi bir tarzda ıvazsız olarak hakikî veya hükmî bir şahıstaj» diğerine intikal eden menkul veya gayrimenkul umum emval ile veraset veya vasiyet suretile vaki intifa hakları ve kanunlarına göre tescile tâbi bütün hukuk ve menafii bu kanun mucibince vera set ve intikal vergisine tâb?dir. Şu intikaller vergiden müstesnadır: Umumî, miilhak, hususî bütçe lerle idare edilen devlet müessesatı ile belediyelere ve köylerin manevî şahsiyetlerine vaki umum intifaler, umumun menafiine hadim cemıyet lerle umuma mahsus ibadethaneler, meccanî hastane, darülâceze ve yetimhanelere vaki intikaller. Veraset tarikile intikal eden bütün ev eşyası. Füruğ ve karı koca ve ana ve babaya intikal eden menkul mallardan ber biri 300 lirayı geç miyen iratsız hisse senetleri. Akraba, ehibba gibi şahıslar arasında alınıp verilen resmî bir daire tarafından tescili mutat olmıyan ve tescil edilmiyen, miktarı ne olursa olsun bütün menkul hediyeler. Yabancı hükumetlerin sefirlerile sefarethaneleri memurlarına ve bunların aileleri efradına vaki olacak bütün intikaller (mütekabiliyet şartile). Harpte veya eşkiya müsademe lerinde ve yahut bunlardan aldığı yaraiar neticesinde olen asker ve jandarma efradının, vazife esna sında ölen polislerin füruğ, karı ve ana, babalanna intikal eden bütün mallar. ( Türk Tayyare Cemiyeti piyango Muhalefet tayfası! « Hakimiyeti Milliye » de şiddetli bir makale çıktı Ankara 20 (Telefonla) Bugünkü Hakimiyeti Milliye'de Falih Rıfkı Bey neşrettiği bir makalede ezcümle diyor ki: « Muhalefet tayfasının ta ilk gündenberi başlıca hedefi H. Fırkası reislerinin ve şöhretlerinin şahsî şerefidir. Bu gazeteler Ankara'yı keyif, kazanç ve rahattan başka bir şey düşünülmiyen ve aranmıyan bir sefihler şehri halinde göstermek tedirler. Daha dün, işte bir karika tör: Cumhuriyetin saltanat arabası, diye bir otomobil resmi ve içinde bir vekıl. Ve bir başmakale: Hemen her satırında apaçık bir yalan! Meb'uslar ayda 500 lira alıyorlarmış; ya lan! Vekiler ayda ayrıca 500 lira makam maaşı ahyormuş; yalan! Bu düşmanhk havasına bir son vermek zamanı gelmiştir. Ankara; bugüne kadar bütün Osmanlı sal tanatı, istibdat ve meşrutiyeti, bü tün devirlerdeki iktidar mevkilerinin en mütevazn, en az masraflısı, en feragatlisidir. Ankara'da saltanat yoktur. İnsanı, bazan bütün bir cemaati hareket getiren, coşturan, bu derunî kuvveti biimem nasıl tarif etmeli. Heyecansız ne edebiyat olur, ne de musiki. Bir edip veya musikişinas eserlerini ibda edebilmek için he • yecana muhtaçtır. Bu bir derunî ilhamdır ki hayatta muvaffakiyetin anahtarıdır. Bu manevî kuvvet her muşkülü iktiham eder. Orduları zafere, kâşifleri gayesine ulaştıran heyecandır. Paris nefis san'atlar akademisinin dehlizlerinden birini tezyin eden harikulâde san'atkârane yapılmış bir heykel vardır. Bunu ibda eden ar tist sefalet içinde bir kış gecesi donarak ölmüştür. Zavalh adam gayet fakir olduğu için atölyesi eski bir pansiyonun tavan arasında küçük bir odadan ibaret imiş. Paris'te şiddetli bir kış gününde bir gün buz gibi soğuk odasından sabahtan akşama kadar killi çamurdan bu emsalsiz eseri meydana getirmiş olan artist gecenin ayazından kilin içinde kalan hava kabarcıkları buz haline gelir de heykelinin şeklini tağyir eder endişesile sırtına örttüğü biricik yorganı heykele sarmış bu suretle bu kıymetli eseri kurtarmış ve hayatı pahasına kurtarmıştır. Çünkü sabahleyin odasına gelenler biça reyi ölü bulmuşlar. O killi çamur dan başka ellerin kopya ettiği mermer âbideyi hayretle temaşa edenler onu ibda eden ellerin heyecan uğruna nasıl soğuktan donduğunun farkında değillerdir. Heyecan hâdiselere ve eşyaya büsbütün başka bir mana verir. Heyecanla çalınan bir hava, oynanan bir rakıs insanı galeyana getirir. Musiki meraklısı bir genç bir gün Mozar'a: Bir şey bestelemek istiyo rum nasıl yapayım? Diye gidip danışmış. Mozar cevaben ha!! Daha çok sabretmeniz lâzım! Demiş, fakat siz benden daha çok küçük iken bestekârlığa başlamışsınız diye mukabele görünce Mozar: öyle ama insanda heyecan olunca da nışmağa hacet bırakmaz. O kendiliğinden tezahür eder. Cevabını vermiş. Glâdiston: Elzem olan şey genç likte heyecan uyandırmaktır. İster parlak bir zekâsı olsun, ister biraz gabice olsun her gencin hayatta bir işe yaramak nasibidir. Onların maneviyetini kuvvetlendirmek, onlarda yapacakları iş için heyecan u yandırmak iktiza eder. Diyor. Halkın karşısında konferansını veren, şiir okuyan, keman veya piyano çalan, taganni edenler içinde ilk sahneye çıktıkları gün ebedî bir şöhret teminine muvaffak olanlar görülmüştür. Bunun yerleri dünyayı tutanlar duydukları heyecanın dinliyenleri teshir etmesinden başka bir şey değildir. Büyük ihtilâllerde şöhret alanlar, az zaman zarfında isimleri dünyayı tutanlar duydukları heyecanı başkalarına sirayet etti • rebilenlerdir. Büyük Gazi'nin Afyon'da duy duğu heyecan düşman askerlerini şaşkına çevirdi. Bu heyecan karşı sında mağlupler kaçmadılar, fakat uçtular. Başkalarının bir senede elde edebileceği fütuhatı Napolyon'a on beş günde yaptıran o büyük kumandanın heyecanıdır. Evet! On beş gün! Yalnız on beş gün içinde Napol yon altı büyük muzafferiyet, yir mi bir sancak, elli beş top ve on beş bin esir aldı. Vurdum duymaz, kaygusuz, lâkayt insanlar ne beldeler fethedebilir, ne gönüllerde yer tu tabilirler. Harikalar heyecan mah • sulüdür. Bir şeyi başkalarına inandırmak için ona iman etmek onun için heyecan duymak lâzımdır. Bazı adamlar vardır, insan onlarla beraber bulununca neş'eyap olup ü mit ve cesareti artar. Kederlerini unutur. Çünkü onların bir hususi yeti vardır. Heyecanlıdırlar, nik bindirler. Her şeyin iyi tarafını bulurlar. Hiç bir vakit yese kendile rini kaptırmazlar. Yüzlerinde tebessüm eksik değildir. Heyecan yalnız bir eseri ibda edenlerde kalmaz. Saridir. O eseri okuyan, temsil eden, hatta temaşa edenlerde de tecelli eder. Bethoven'in tercümei halini ka leme alan bir muharrir şöyle anla • tıyor: Mehtaplı bir kış gecesi Bonn şehrinin dar sokaklarından birinden Bethoven ile birlikte geçiyorduk. Birdenbire büyük san'atkâr bir küçük evin kapısında durdu. Ve bir hayret nidasile haykırdı. Kulaklarıma inanmak istemiyorum. İçeride benim f a Sonatımı çalıyorlar.Hem de ne büyük bir muvaffakiyetle! Parça bittiği vakit içeriden şu acı sözler duyuldu: Mümkün değil artık de vam edemiyeceğim. Bu parça o kadar güzel ki onu istediğim gibi çalamamak beni ümitsizliğe düşürü yor. Ne olurdu, biraz param olsaydı da Kolonya'ya kadar gidip onu konserde çaldıklan zaman dinliye bilseydim. Bir başka se» cevap verdi: Kardeşim ne beyhude üzülüyorsun, biz neyle Kolonya'ya gidebiliriz, evimizin kirasını bile veremiyoruz. Hakkın var! Fakat ne bileyim, hayatımda bir defa olsun bu güzel parçayı güzel çalanlardan dinlemek isterdim. Bethoven birden galeyana geldi ve bana: Girelim şu eve! Dedi. Girip te ne yapacağız? Ona istediği parçaları çalacağım. Bu evde duyan bir ruh, heye can taşıyan bir kalp var. O sırada kapı açıldı. Biz de gir dik. Küçük bir odada bir adam eski kunduralara pençe vuruyor. Bir eski piyanonun önünde solgun benizli bir genç kız oturuyordu. Bet hoven hemen söze başladı: Sizi taciz ettiğim için beni affedin. Dışarıdan güzel çalınan bir piyano sesi duy dum. Sonra konuştuklarınızı da işittim. Ben de bir musikişinasım. İstediğiniz şeyleri müsaade ederseniz size çalayım, dedi. Kunduracı biraz şaşaladı. Fakat efendim bizim piyanomuz çok es kidir. Notamız da yoktur. Deyince Bethoven nasıl notanız yok mu? Fakat ben biraz evvel büyük bir ma haretle... Bu arahk üstat kızcağızın kör olduğunun farkma vardı. Ve ne söyliyeceğini bilemiyerek, demek siz bu parçayı ezbere çalıyorsunuz. Konserlere devam etmediğiniz halde bu çaldığınız parçayı nasıl öğrendiniz. Diye sordu. Kız cevaben: Buraya taşınmadan evvel başka bir evde oturuyorduk. Bizim karşımızda zengin bir ailenin genç kızı piyano çalardı. Ben her gün o çalışırken kapısınm önünde dolaşır ve çaldığı şeyleri dikkatle dinler, eve gelir, bu köhne piyanoda onları tekrar ederdim. Böyle her gün uğraşa, uğraşa kulaktan bellediklerimi çaldım. Bethoven piyanonun başına geçti. Ben müddeti ömrümde bu adamın bu Yaliiız kacfcnlar mı? Erkekler, kadınların fazla süse müptelâ olduklarından daima şikâyetçidirler. Fakat süs iptilâsını yalnız kadınlara tahsis et mekte mana yoktur. Kadınlarda biraz daha fazla olmakla bera ber, erkeklerde de süslenmek meyli daima mevcut olagelmiştir. Kadınlar saçlarını kıvırıyorlarsa erkekler de, şayet varsa bıyıklarını bükmiyorlar mı? Hatta, ben, son zamanlarda, delikanhlar arasında kıvırcık saçlıların pek çoğaldığını görüyor, bu dalgalı saçları, tabiatin bir lutfu zanne diyordum. Berberde rast geldiğim bir, iki ondülasyon vak'ası, tabiatin, bizim memlekette, kıvırcık saç yaratmakta gene an cak eskisi kadar cömert olduğunu anlattı. Sözü fazla uzattım, maksadım erkeklerin de kadınlar gibi süslenmekten zevk aldıklarını söylemekti. Bu fikri bana hatırlatan, dün bir dostumda gördüğüm yılanderisi bir kıravat oldu: hani, şu kadınların son senelerde iskarpin, elçantası, kemer, caket ve manto yakası yaptıkları yılan derileri yok mu, işte ondan. Kadın modası, bu yılanların neslini kurutmağa kâfi gelme mişti; şimdi erkekler de yılande risi modasına kapılırlarsa» bir, iki seneye kalmaz, bu cins yılanlan da, tuf andan evvel yas ıyan hay vanlar gibi, ancak tarihi tabiî müzesinde, görmek kabil olur. i Iş Bankasımn Muğla tü tüncülerine yardımı Mısır Kralı parlâmetoyu Muğla 19 ( A. A. ) Muğla îs Bankası tütün zürraına 100 bin liraküşat etti Kahire 20 (A.A.) Kral Fuat, muhteşem bir arabaya bin miş olduğu halde asker ve polis kuvvetleri tarafından kuşatıl • mış olan caddelerden geçerek parlâmento binasına gitmiş ve parlâmentoyu açmıştır. Kralın meclis binasına azimeti esnasında tam bir sükun hüküm sürmüştür. var, garsonun enfesi orada, takı mın kristali, mutfağın mükemmeli tamam. Fakat neye yarar ki ma ( j dalyanın hep bir tarafı, yani hep lık bir ikrazda bulunacaktır. Bu iş için Milâs müdürü ve tzmir kontrolörü Muğla'ya gelerek tetkikatta bulunmuşlardır. İş Bankasımn bu yardımı Muğla zürraını çok sevindirmiştir. Çok müşkül bir vazîyette bulunan zürra bu suretle büyük sıkıntıdan kurtarılmıştır. İş Bankası Milâs tütün zürraına mühim miktarda ikrazatta bulun muştur. ikramiyeleri. Verginin matrahı; întikal eden menkul, gayrimenkul mallar ile hukuk ve menfaatlerin bu kanun mucibince tayin edilecek kıymetleri dir. Vergi mükellef tarafından ve • rilen beyanname üzerine tarholu •nur. Diğer suretlerle vaki intikal lerde malların hak ve menfaatlerin hukukan tesahup edildiği tarihten bir ay içinde beyannameyi vergiyi tahakkuk ettirecek varidat idar* sine veya en büyük mülkiye ve mal« memuruna vermek veya taahhütlü olmak şartile posta ile göndermek mecburidir. Beyannamenin her mükellef için ayrı ayrı verilmesi caizdir. Veraset tarikile intifa hakkını ihtiyar eden mirasçı 50 veya daha aşağı yaşta ise verginin yarısını, 5060 arasında ise Ankara'da devletin başında ts 3 te birini, 6070 arasında ise 4 te bitanbul'un bütün saraylarını bırakarini, 70 ten fazla ise 8 de birini verrak; sokaktaşı ve kerpiçten yapıl mekle mükelleftir. Mülkiyet sahibi mış bir evde oturan ve kendine takdahi mülkiyetle beraber intifada; dim olunan 700 senlik tacı eski bir sahip olduğu tarihte yukarıki fık papuç gibi reddeden bir halk adamı ralarda yazılı suretlerden birinci vardır.» halde verginin nısfını, ikinci halde • 3 te 2 isini, üçüncü halde | , dördüncü halde 78 ni verir. kadar büyük bir kudret ve maharetje çaldığına şahit olmadım. O eski a sırdide piyano ile parmaklarının altında sanki tecdidi hayat etmişti. Delikanlı ve genç kız kendilerinden geçmiş bir halde dinliyorlar, üstat piyanoyu inle{fyd'f'd\i. Bu arahk yağı tükenen kandil söndü. Pencerelerin kanatlarını açtık. Şimdi odayı ayın ışığı nurlandırıyordu. Kunduracı büyük bir vect içinde haykırdı: Sen harikulâde bir şeysin! Kimsin? Seni Allah mı yolladı? Bethoven fa sonatını bitirdikten sonra iki genç birden ei'.erine sarıldı, sen mutlak Bethoven'sin dediler. Ve bir parça daha çalmasmı rica ettiler. Bethoven heyecan içinde (Mah tap) unvanlı Sonatını mahtaba ve yıldızlara baka, baka orada ibda etti. Ve bu fakir aşiyandan ayrılırken iki genç üstadın ellerini öperek gene geleceksiniz değil mi? Diyorlardı. Bethoven: Evet geleceğim ve kıza hitap ederek, satıa ders vereceğim, dedi. Ve bana dönerek: Aman çabi'k eve gidelim. Hafızamda sıraladığım «Sonate au clair de lune>s mehtapta sonat parçasmı nota kâğıtlarma tesbit edeyim, dedi. Eve döndük ve güneşin tuluuna kadar oturup büyük bir heye canla vücude getirdiği eseri yazdı. Yüz on senedir dünyanın dört tarafında hürmet ve tebcil ile çalınan bu kıymetli parça böyle bir heyecan mahsulüdür. Hayat heyecanla doludur. Bir çok muvaffakiyetlerin sırrı heyecandır! SELİM SIRRI KOKAİN kaklı mahallede saçayak gibi idik. Bir köşede biz, bir köşede matbuatçılar, üçüncü köşede de Edirne meb'usu Şakir Bey otu • | biz... ruyordu. Birbirimizin pencere Yazan: AKA GÜNDÜZ Agâh bir gün sinirlendi: den elini sıkacak kadar yakın • Bu böyle olmıyacak, dedi. Ben dık. Her akşam değil ya ayda bir 3 GÜNLÜK HULÂSA Ankara'da çok kazandım. Elimde Fresko barına gido.niyorduk. Ge[Rotnan Ankara'da geçiyor. Hü avcumdakini Nadi Beyin ödünç ne portatife kalmıştık. Fakat şu humet merkezinin ilk günleri. Cephe gerisinde çahşanları, tırası ge istemesinden korkuyordum. İyisi Şakir Beyler oknasaydı. ömrümlince bir eğlentiden bile mahrum e mi ben İstanbul'a gideyim, şu pa ~ de bu kadar mazbut adam den oesaitsiz, dar bir hayat. Meni racıkları ağız tadile bir ekeyim. görmedim vesselâm. müskirat kanunu da var. Gizli ka Hem oranın barları böyle değil. Bir gün bizim odada bir miting paklt bar kurmaktan da bıkılmış. Sanki biçilmiş kazasker binişi... Nihayet bir hamle yapılıyor ve Anaktettik.Ankara Serkldoryam hep kara devletinde ilk bar meydana ge Gibi gitti, Cumhuriyet gazetesinin hazır bulundular. Çıktım sedirin liyor. Fakat, şahısları malum olan mes'ul tnüdürlüğünü kuşandı. Gene üstüne: romandaki adamlar, bir tiirlü yer yapayalnız kaldım mı ben? Karşı Ve ilallahimüştekâ! De lefip rahat edemiyorlar."\ evden ajansçı Kerami'yi ayarttım. dim. Bu Şakir Bey den nasıl kurO da Rauf kaptanla Fethi Beyin tulalım? Kendimizi Mekkei MüFresko Efendinin sabit barı tekmesini yemişlerdendi ama,boyaldı yürüdü. Arada bir gidiyor nunu çabuk kurtarmıştı. Benim ka kerremenin ortalık yerinde sa nıyoruz! duk değil götürülüyorduk. dar haini vatan değildi. Yüzde Hiç kimse bir kurtulma çaresi Geniş, ferah, muntazam, şık beş noksandı. Ehveni şer diye bulamadı. Polis müdürü Dilâver: ıir yer. Fakat içi?... Kanaryesiz çif beraber oturduk. Fakat ağzımı tehaneden farkı yok. Müzini alâaı zın tadı kaçar gibi oldu. Dar so • Ben inzibata memurum, rey EDEBİ TEFRİKA : 4 veremem. Dedi. İnzibat bölüğünden K. Hamdi: Ve dahi ben de öyle, dedi. Kalemi mahsus müdürü rah metli Ercan ince ince gülerek: Ben her türlü kararınızı şimdiden kabul cdiyorum. Dedi. Müzakere, münakaşa iki saat sürdü: Şakir Beyi mahalleden kaçıracağız?! Bir romancı sıf atile insanların psikolojilerini kafamdan geçir dim ve çaresinin çaresini bul dum. Hemen bizi;n müşterek E mine'ye döndüm: Çaresini sen bulursun, de dim. Çenesini kaşıyarak kürsüye çıktı: İçinizde nutukçular var, şarkıcılar var, saz çalanlar var, tastamamsmız. Bir hafta her gece buraya toplanın, pencereleri a çın, sabaha kadar verin patırdı yı, verin çalgıyı!... Aşkolsun Emine'ye! Bir hafta sonra Şakir Bey değil mahalleden, Ankara'dan gitti ve bir daha semtimize uğramadı. İşte bu (Hususî ferahlı) gün lerde idi ki Ankara'nın bir yüzlü ilk barında ilk tekâmül eseri meydana geldi: Kara kuru, kaknem bir levanten kadmı bara geldi! Ankara mehafilinde bir heyecan: Bara kız gelmiş meşhur! Ankara piyasasında bir me rak: Koca sarı halkalardan küpeleri de varcnış be! Meşhur (Dayko) da bile aykırı bir tecessüs: Gözlerini çok metettiler a be beyim! Yalnız tekâmül yarıda idi. Gelen sütlü çikolata; Amerikan bar tarafında yalnız içki veriyordu. Şu softalar mürailer çok ya man adamlardır. Bilmiyenleri öyle korkuttular ki.. Nitekim bar açıldı, maşallah! Bara kadın geldi, maşallah! Fakat Amerikan bar tezgâhında rakı, viski gene gizli veriliyordu. Neden? Korku sinmiş te ondan! Hayatımda böyle blöften tethişleri çok gördüğüm için bili rim, bir kaç kişiye: Ne duruyorsunuz be? De dim. Çekin kadehleri! Görecek siniz ki bir şey olmıyacak. Siz kadehleri havaya alenen kaldırdığınız dakikada itiraz edecek olanlar, hem gusül apteslerini tazele:nişler, hem ikinci uykula rını kestirmişlerdir. Bu tethişler en küçük birer cür'etle tuz buz o« lur. Kaç softanın kaç muharebede tek yara aldığını duydunuz, gördünüz ? (Mabadi var)