b Sahife —© Milâstaki hafriyat Karya medeniyetine ait kıymetli eserler bulundu. Bir mezar, birkaç kilise ve bazı ev- lerden mürekkep bir site meydana çıkarıldı. Hafriyat sahası ve gazetemize beyanatta bulunan Profesör Aksel Person Milâs, ( Hususi ) — Milâsın Gencik mevkünde (Karya) me- deniyetine aid eserler bulmak maksadile İsveç alimlerinden Üpaala Üniversitesi arkeoloğu profesör Aksel Person tarafın- dan hafriyat yapılmaktadır. Hafriyat Martta başlamıştır. Bu kazı, İsveç Veliahdini baş- kanlığı altında bulunan bir hey- et namına yapılmaktadir. Ka- zıda çok mühim eserler bulun- muştur. Profesörün verdiği ma- lümata göre, yalnız Karya me- deniyetini alâkadar eden eşya aranmaktadır. Çok nazik olan profesör Aksel Parson, kazı ve maksadı hakkında bana şu ma- lümatı vermek lütfunda bulundu: — Şimdiye kadar Karyalılara aid bir mezar bulunmuştur. Bu mezar, Milâttan önce 1200 yı- Hüüanur” KEMİKTET TOPYAK Ç| de olduğu gibi durmaktadır. Kazdığımız yer küçük bir ste- dir. Burada bir kilise ve milât tan evel 300 üncü yıla aid bir mabed çıkmıştir. Kilisenin için- de birçok mezarlar vardır. Bu mezarlar milâttan sonra 500 ün- cü ve hiristiyan me- zarlarıdır.. Maksadımız Karya medeniyetinin diğer medeniyet- lerle olan münasebatını ara- maktır. Biz, bunun için çalış'- yoruz. Birçok şeyler bulduk, bunlar bizi alâkadar etmez, Bu- lunan eserlerin ekserisi eski Yubanlılara aittir. Bir de Karyalıların Türk olup olmadıklarını anlamak için tet- kikat yapıyoruz. Karya mede- biyetini iyice tetkik ettikten sonra buna karar vereceğiz. Daha birçok sondajlar yapa- cağız. Kazıyı yakında bıraka- cağız. Gelecek yıl tekrar gele- ceğiz. Yapılan hafriyatta Kar- yalılara kadar inilmiştir. Esra- rın kuyruğu elimizdedir. Bizim hafriyatımızın eski Yu- nanlılarla ası yoktur. Biz bu gördüğünüz mabet ve eşya- ları bulmak için — çalışmıyoruz. Karya medeniyetini, bu mede- niyetin ilk zamanına ait olması icab eden iptidat eserlerle am lamak istiyoruz. Bu — suretle umum! medeniyet hakkında bir fikir sahibi olacağız. Bu kazı için şimdiye kadar 7030 lira sarfedilmişt Kazı yapılan yer küçük ve yeşilliklerle çevrilmiş bir. sırttır. Bir mabetle bir Hıristiyan kili- sesi çıkmıştır. Buralarda birçok Mezarlar numaralanmış olarak görülmektedir. Her mezarda iki ölü vardır. Böçok ta eşya bulunmuştur. Bulunan eşya bir heykel, vazo- lâr, bakır ve bronz paralar, yü- “ük, testiler, muhtelif soral ler, mabed taşları, yunan kita- belerden ibarettir. Bulunün mezarı gördüm. Bir küpten ibarettir. Dişler, kırıl- miş kafa kemiği, kol, bacak kemikleri görülmektedir. İske- letin bir eli küçük bir kabın içindedir. Küpün içi toprak dolmuştur. Bulunan eşyanın bir kısmı Milâsa nakledilmiştir. İskelet- ler de Milâsa nakledilecek ve muvakkaten - bırakılacaktır. Terimler Talebeye süratle öğretilecek *Tlk ve orta öğretim terimleri hakkında Kültür Bakanlığından şehrimiz Kültür drektörlüğüne aşağıdakı bildirim - gelmişlir: 1 — Ulu Önder Atatürkün yüce kurucu ve koruyucu baş- kanlığı altında bulunan Türk Dil kurumunun ilk ve orta öğ- retim ders kitaplarında geçen matematik, fizik, mekanik, kim- ya, biyoloji, zooloji, botanik ve jeoloji terimlerinin Türkçe, Os- manlıca ve Fransızca karşılık- larını bavi olup muhtelif tarih- lerde okuliarımıza — dağıtılmış olan broşörlerde yanlış yazılmış olan terimlerin düzeltilmiş şe- killerini, bir de sözü geçen bro. şürlerde bulunmayıp yeniden ilâvesine lüzum görülen terim- lerin Türkçe, Osmanlıca ve Fransızca — karşılıklarını olarak Türk D.| kurumunca tan- zim olünup Bakanlığımızca bas- tırılan “İlk ve orta öğretim te- rimleri; düzeltme ve eklemeler, adlı broşürü Devlet Basımevin- den gönderilec:ktir. Bu broşür- lerin ilkokul öğretmenlerile orta okul, lise, öğretmen okulları ve meslek okullarının bütün öğ- retmenlerine sür'atle dağıtılma- sını rica ederim. 2 — Bu broşürler, İstanbulda Devlet Basımevi tarafından be- şer kurüş fiatle ayrıca satılığa çikarılacaktır. Öğretmen ve ta- lebeye önemle tavsiye edilme- si ederim. 3 — Bu broşürü eline alan her öğretmen, Bir taraftan ken- di dersine ait terimlerden dü- zeltilmesi icap edecekleri bu broşürde yazıldığı veçhile tale- beye düzelttirecek, öte taraftan broşürde kendi dersine ait ola- rak yeniden yazılmış olan te- rimleri bundan önceki genel: gelerde izah edildiği üzere ta- lebeye öğretecektir. 4 — Bundan önceki terimler gibi bu broşürde yazılı terim- lerin de talebemize biran önce öğretilerek hazmettirilmesi Ba- havi | ANADOLU Deliren bir ba- banın yaptıkları 2 yaşındaki çocuğunu öldürüp gözünü, yelek cebine koymuş. Strasburgta oturah bir deli, iki yaşındaki kendi kız çocu: ğunu öldürmüştür. Hâdise şöyle olmuştur: Pol Kuhi bir akşam evine geldiği zaman, pek sinirli imiş. O akşam, mutfakta yalnız kaldığı bir 8 rada, orada yatmakta olan iki yaşındaki kız çocuğunu birden- bire boğmuş. Fakat, bununla da kalmıyan deli — katil, eline geçirdiği bir çekiçle zavallının kafatasını parçalamıştır. Sonra, ölü çocuğu bahçeye götürerek, orada zavallının ça- kı ile bir gözünü çıkarıp yele- ğinin cabine yerleştirmiştir. Deli, bu sessiz sedasız yaptığı için, hesini celbetmemiştir. Nihayet, Pol Kuhn, çocuğu bezlere sarıp koltuğuna alarak *götürmüş, ilk rasgeldiği hasta- haneye girip karşısına çıkan hastabakıcılara ölü çocuğu tes- lim etmiştir. Bu manzara karşısında ürken hastabakıçılar çocuğun gözünün ne olduğunu sormuşlardır. Deli, Deyip cebinden çıkarmıştır. Herifin deli olduğunu anlı- yan erkek ameleler, onu yaka paça edip zabıtaya vermişler- dir. Oradan da tımarhaneyi boylamıştır. 6 5-938 Üzüm satışları C. Alıcı 60 F. Solari 18 K. Taner 7 D. Arditi 6 F. Tta a. 91 Yekün 1272690 Eski Yekür 127181 Umum Yekün Piyasa Hiatleri 6-5-933 çekirdeksiz orta fiatleri: No. 13 16 50 14 75 16 üzüm Ssü 3 Vag. Arpa 17 M, D. 100 Ton Bakla » P. çekir. 70 275 B. Pamuk Nebatat Hastalıkları İÇİN Müstahzar yeni ilâçlarımız geldi Hacı Davud Zade Rahmi Karadavud Halimağa Çarşısı No. 31 KA M E TELEFON 3809 HODA BAD KOKT D kanlığımızca önemle müitezem- dir. Bu işi bütün öğretmen ar- kadaşlarımın çok itina ve dik- katle takip etmelerini kendile- rinden bilhassa bekler, hepsine başarılar dilerim. Şimdi Martının ihtiyar baba- sile konuşup dost olmak sırası geliyordu. Fakat işte bu yenilir yutulur şey değildi. Yumruk kadar lokmayı herif avurdunas tıktımı idi, yüzü bir yandan tümseklenip katmörleşiyor, bir gözü kapanıyordu. Kaynar çor- bayı soğutmak için çanağın içine körük gibi üflüyor, koca tahta kaşıkla atıştırıyor, siğir sıpadan dem vuruyor, koca ka- tırın kösnediğinden ve bağlı bulunduğu mezaristanda, sağrı- sinı mezar taşlarına sürte sürte evliyalardan Kandilli dedenin koca kavuklu taşımı devirdiğ'n- den, bu yıl fidanları sığır teze- gile değil, fakat beygir fışkısile gibreliyeceğinden bahsediyor- du. İşte herifin böylesinin ya- nından o hurtopu gibi Martıyı idi, A alıp kaçmağa bakmalı canım ihtiyarla yaşıyacak değildi kere onunla görüşmeğe katla- nıverirdi. N:hayet evlendiler ve Şefik Uluvalp Martının tahsiline, yani göyeceği, içeceği, nasıl “Hoş enli| geldiniz, , nasıl “Safa bul- dutuz, —diyeceği, ne edayla oturup kalkacağı hakkında ders- lere başladı. Martının eti evelce sıcak sıcak insaa eti, gövdesi tertemiz inşan gövdesi kokar- ken, şimdi tepeden tırnağa kremlere, pomadlara bulandı. Kız bir berber dükkânı gibi kokuyordu. Haydi koyâlım ki yaradılışmn ötesi berisi tashih edilebilir. Fakat Martı ay bakınca artık kendi yüzünü tanımaz oldu. Bay Şefik balayında Martıya sevgisinden de uzun uzadıya bahsetti. Kocası gözünü kaydıra kaydıra Tamburi bay Cemilin kemanda kuzu meleyişini taklid eden santimantal bir sesle ince sevgisine temas edince sanki bir cam gıcırtiım duymuş gibi sinirleniyordu. Çünkü tabii bir insandı. Tabit şehrin yeri an- cak tabii olduğu kadar - olabi- lirdi. Böyle saatlerce okşanmak ve okşayıp durmağa mecbur olmak, ona, bir tımarhanenede bir Üeli ile ayni hücrede kapa- tılmış olduğu duygusunu veri- yordu. Bay Şefik Ulualp hakikatte onu bir sevgili av köpeği, bir kanarya kuşu sevdiği gibi se- viyordu. Onu köylü bildiği için saf, budala ve gövdesi büyü- müş bir çocuk sanıyor, hatta onu insan telâkki etmeği ona karşı yapılmış büyük bir lütuf addediyordu. Bu duyguları ise gayri mer'i mevcelerle Martıya varıyor, Martı onları duyuyor, kanı, ne etse adama isınamı- yordu. Eve misafirleri gelince, arkâ- daşlarına, Martıyı apartmanına almış olduğu güzel bir mobilye imiş gibi teşhir ediyor, ve Ay. şe bir söz söylerse, “hele gör- dünüz mü? Benim kırmızı te- peli cici papağanım nasıl tıpkı insanmış gibi “hoşgeldiniz der,, Halikarnas Balıkçısı manasına olan bir bakışı, mi- safirleri üzerine fır dolayı dön- dürüyordu. Martı ise o anda çocukluğundanberi deniz kena- rında geçirdiği günleri — hatırlır yor, kumlar üzerinde daha ar- cak yürümeğe başlamış adım- ların gayri muayyen izlerini bı- rakak, nasıl deniz kısriyesini topladığını, mandalin ve limon ağaçlarının manzarasını, onları nasıl — budadığını, aşıladığını hatırlardı. Hakikaten Martı bir ağaca bakarken, bir ağacı ye- tiştirirken, bir insan bir ağa- ©€ mı tımar ediyor, yoksa —bir kardeş bir kardeşe mi bakıyor, bilinmezdi, Hele koyun ve ku: zu beslemekte onun köyde bir eşi daha yoktu. Martı o saati sastine ziyaret- lerden, iki saat süren misafir- liklerden herkesin karşısındağini gözden geçirerek, karşısında- kine göre ne söylemesi müna- sipse onu söyliyerek, hiçbir in: sanın kendi düşündüğünü değil, fakat herkesin hiçbir realiteyi ilade etmiyen, ortada gayrimev- cut hava ve cıvadan mürekkep bir “münasip, e göre, İâf söy- liyerek zavallı masum vaktin boşluğuna, dudak — ve ağız gü- rültülerile tecavüz etmesinden, üstelik, kendisinin de bu sahte basma kalıpları söylemek mec- buriyetinde — bırakılmasından, usanmış bezmiş'ti. Hayatının pek, boşuna akmakta olduğunu ta- mamen anlıyacak zekâsile için için illâllah diyor ve dişini sı- kıyordu. Bu ciddi — şeylerden başka vbir de Bay Şefik Ulualpın eğ- lence dediği şeyler vardı. Bun- lar Martıya bir işkence oluyor- du. Otomobille gidilecekti. Fi- lim seyredilecekti. Bay Şetfik Ulualp allandıra ballandıra do- lu dolu ağızla “Hayat efendim!, diyordu, başka demiyordu. Bu hayatsa umumi felce uğramış olanlara elektrik şaklarla yapı- lan tedavilere benziyordu. Çün- kü onların bacakları, kolları kendi kuvvetlerile oynıyamıyor- du. Hareketleri bir elektrik ce. reyanına dokunanlar gibi asabi bir aksülümelden ibaret oluyor- du. Hoplayıp sıçradıkça hare- ket etmiyorlar, fakat hareket Imal etmiş oluyorlardı. Hayatsa hareketti yal Ölüler hiç olmazsa mozaristanda raer hat rahat uzanarak — tefessüh ediyorlardı ve tefessühleri bir değişme, bir gübrelenme, bir hareket, bir kuvvet oluyordu. Buradaysa sanki herkes kendi nâşini sırtında taşıyor) önüne gelene “Bu kukla mı , * oynat. sanal, diyordu. Martıyı, bu hoplayışlı, sıçrayışlı, gümbürtü- lü ölüm eğlendirm yor, üzüyor: du. Önun için, gitgide B. Şe- fik Ulualptan uzaklaşıyordu ve uzaklaştıkçâ da uyanıyordu.He- men okumasını öğrenmişti, kül- türe istidadlı olduğu için, öğ- rendiklerinin kara cihaletten beter bir ilim olmak tehlikesi hiç varid değildi. Kafasını işle- tiyor ve herşeyi müstakillen mu- hâkeme - edebiliyordu. — Tıpkı sevdiği ağaçlar gibi inkişaf edi- yordu. Ağaçlar büyürken, da- vul dümbelek çalarak büyümü- yorlardı yall Alman imparatoru ise istediği kadar trampet ate- şile kıyametler koparsın, mev- T lince sessiz portakal çi- çeği hiç açmaktan mı vazgeçer- di? Masmavi bir kâinat vardı. Martının da artık kanadı açıktı. Apartmanı da gönlünü sıkıyor- dü. Tipki bir sarnıç gibiydi. Pencerelerden manzara olarak ancak öteki sarnıçların bün ve ablak sırtları, yanları görünü- yordu. Bunların üstüste tepeden Aşağıya dizili taraçaları vardı. Hepsinde mutlaka çamaşırlar kurutulurdu. Rüzgâr estikçe bu çamaşırlar sahiplerinin ruhlarile ruhlanıyorlardı galiba.. (Ruh bir rüzgârdı ya) Donlar, gömlekler, pantalonlar, fanilâlar. Kafaları, elleri ayakları ke- silmiş, gebeşleşip tulumlanan yahud yamyassı cılızlaşan mah- lüklar yekdiğerine elsiz kollarile işaret ediyorlar, ayaksız bacak» larile birbirlerine alabildikleri» ne tekme ve çifte - atıyorlar, çalkalanıyorlar, kefen gibi sar- kıyorlar. Gayri mer'i ve kor- kunç cereyanlarla kabarıp şişi- yorlar. Sonra rüzgârin esişine göre hep birden taklalar atı. yorlardı. Martı bunları görünce kendini sokağa ativerdi. Bu seler de dört taraftan sipsivri yükselen binalar, sokakta ge- zenlerin üzerine biner gibi olu. yordu. Her bina, lisanı hal ile “sen kim oluyorsun? Hele bo- yuma, ağırlığıma bak, üstüne bir oturursam seni yamyassı ezerim, diye haykırıyordu.Köy- deki koca deniz ise göklere ser çeken koca dağ ise ona başka türlü fısıldayorlar, ona “sen insansın, diyorlardı. Bir tıuı sokakta otomobil altında ir insanın — ezildiğini gördü. Kendi vatanında, güneşin © Türkiyesinde, fıkaralık ©o ka- dar sefil değildi bare. Apartıe manında oturan Martı, cicili bi- cili Kütahya saksısına dikilen bir çınar ağacına benziyordu. Zaten Martı apartımanından zyade kendi Ege kıyısının rü- yasında yaşıyordu. Güya bay Şefik ile Martı ayni dairede ikamet ediyorlar ve ayni yatak- ta yatıyorlardı. Fakat hakikatte hiç de biribirile münasebeti o- ı âlemlerde vatandaş- ler. Bu iki insanın hakikatte hü- viyetleri ise, ikametgâhları veya yataklarile — değil, ':.ıudırlı'ıı kendi âlemleri idi. Martı deniz kenarındaki uzak vatanında ana nebatın koynunda büyüyen çi- çek gibi neşvünema bulmuş açılmıştı. Oradakiler kabasaba da olsalar - bu sözün bile yeri yoktu ya * hakiki insanlardı göz- il ibaret bir sahne mas kesi değil Duyduklarını inan dıklarını söylüyorlardı. Ancak, burada B. Şefik Ulualpın ya- lancıktan komplimanını dinle- mektense ...İı yüzüne karşı sahici bir küfürü işitmek, ona daha kolay gelirdi. Zaten bir insan medhüzem edilebilir mi idi hiç? Bir insan neyse o idi. Ne çıkardı zemden de, medh: ten de, Martının sevdiği iş ve« ya işleri ve duyguları vardı. Odları yapmakta — olduğuna inandıkça cehennemde mesud, yapamadıkça ise cennetâlâ gö- züne ceheonem görünürdü. Doğ. çlarını, denizdenn esen — Lütfen çeviriniz — ünelr AT üeü lin zeataetileikineetddİntünidi üÜ ni