D UK anastırın TEPATNLATEYERELAN. — Menelâkl Meaelâk| Meneliâkl ge —Menelâk! Me..ne.. B1 Şıhirden on sekiz saat uzakta bulunan Pontürüs Manastırının mermer dehbi zleri için- de, dört genç — rabil trkadaşları Menelâki çağrıyorlardı. Bu kuy- tu ve derin binaaın neresinden — seslense- | niz, akislerle birlikte sesiniz hedefi bulmak» ta hiç gecikmezdil Bu sabah menelâk biçin ortada yoktu? Sabah dünm başlar mak üzere idi. t Dört nh?mkrır ağıma ğ Z— M::dlkl Mene- lâki Ma.. nmelâki Çünkü Menelâkı ve- zife başında bulmi- yân #rz peder kim bilir onun için neler düşünebilirdi! Şu halde içlerinden birisinin Menelâkı araması muhakkak ki lâz'md! Dözt rahib aralarında Safrüsü bu işe memur ettler. S irüs, s'yah eteklerini top- Iyarak dehlizla dört asirlık o kalın ve esmer merdivenlerinden kuş gibi uçtuş hücrelerin büyük k: p sınd yaklaştığı zaman kendi kendine söylendi: —Bu ne kadar değişmel! On ylık arkadaşı o'mama rağmen Men aki bu tahavvüle, Tanrı $ hittir ki hiyret etmekten ken- <iami-alamıyorum. — O ki hepir m'7'n en zah'di, o ki hepimizin en mümini Ve en uhrevisi son zamanlarda ne buhranlar geçi- riyor böylel.. Her rah'be mahsus demir ka- pili ve tek pençereli odalar, manastırın alt kısmmını müstâ- kim bir hat dahilinde kuşat- mişti. Sıfrüs bu odalardan en ortada bulunanının kapısında durdu, Etrafı dinledi. Her yer d_ı sess'zlik ve havasızlk hü- kugı(mıı idi, irden kulağına çerpan ge- rip bir h çkırıklı Sıçl:i:. ol:n- ğu yerde dona kaldı. Bu hiçkiık ineredon — göli- yorlu? .lı!eı Minastırda pekaz ra- bip bulunduğu için o, banların odalarını, ayak seslerini, elbisz- lerinin hışırtılarını. —öksütüzle rini velhasıl herşeylerini ince- den inceye tanıyordu. Evet, bu ses, bu derinden derine gelen — hiçkirik - sesleri nereden geliyordu? Ayaklarınin ucana basarak yavaş yavaş demir bir kap ya doğru ilerledi. İçeriye kulik verdi! 4 İçeride ses seda yoktu. Tekrar Menazlakın odasına te- Vece'ih ettil Hayretl. Deminki hıçkırıklar bu - ode- 'ân geliyordu. faklarına inanam'yan Saf- rüs demir kapısın ince yarık- larından - birine gözlerini da- yadı, İçeriye baktı, ğ Acaba içerde iki kişi ml İ vardı, Bu düşünce ile, odanın içini tetkike vakit bulmadan birden: bire başını geriye çekti. ğ Kendi kendine: İ — Ey Tanrım! Günahımı af &l ded'. Beni tece Siğeden, başkalarına aıd kötü iki günlük hikâye: Genç Rahibi ç düşüncelerden eralt eylel. Kir- lenen - içimi temizle Tanrım! Yalvarırım sana.. Salrüs, civanmerd bir papas- tı. Ne olur, ne olmaz, arkada- gı Menelakın herhangi bir sır- ni gizlice keşlfetmeğe — çalış- mak cıun için bir alçıaklıktı. Lâkin vazifesini de bitirmek mecburiyetindeydi. N> yapan? Menelaka — kapısına — gene yaklaştı. Yüksak — sesle öksür meğe ve biraz sonra da kap>- ya hafif hafif vurmağa baş- ladi. İçeride de:hal gürültüler ke- sild.! Sanki, deminki hıçkırık — ser- leri, rüya imiş gibi birer hatıra bırakarak ortadan kayboluverdi. Safrüs tekrar kapıya vurdu ve bu defa, — Menelak! Menelak! Sâbah düası başlıyor! Vazifeni unut- tun mul Diye bağırdı. Üç dakika içinde kapı açıldı. Safrüs korkar gibi odanın eşi- ğgini atladı. Acıba Menelak yalnız mı idi! Gene kendi kendine, — Tanrım, günahlarımızı af- fstl Diye mırıldandı. Beni ar« kadaşımdan şüphendirmel, Onu möşkül vaziyste kovma! Ona sa- lâh ve nmecat bahşeylel.. Sıfrüs ilk deladır ki başını yerden kaldırdı. Gözlerile Me- neckın gözlerini aradı. Gözler, srlırımızın pencereleridir. Bu pencsrelerdeki kalın perdeleri kaldırıp içeriye bakabilrsek, rüh evinin bütün rengini gör- memiz mümkündür! Likin buna hiç to hacet kal- madı. Çünkü Menelak odanın içinde çıplak denecek derecede uryan bir balde idi. Gözleri ağlamak- tan kan çanağına dönmüş, saç- ları've bağn darmadağın ol- muştu! b Menelak, hakikaten ne güzel bir erkektil Silfrüs onu, ancak bir defa yıkanırken görmüştü. Şamdi ise gözünün önüade, mukaddes ki- tapların anlattığı o erkek i'âh lardan biri düruyor sand.! Et- nin tazeliği ve kızıllığı, göğsü- nün kabıran ve ipince sarı tüylerle muhat bulunan çev.esi we tabil bir dolgunlukla gittikçe aheakleşen mütevazin kalçala- rile Menelak, muhakkak ki, bü. tün kadınlırı çıldırtacak derc- cede güzel bir adamdı, n itirafları İ_qulrdcn: İrfan Hazar yaptı şükürler olsun, çok güzel ge- Menelak, Safrüsün örtünmek İlüzumunu bile duy- madı. Ona ağır ağır yaklaştı; el'an bıçkırıklarla dolu olan sesi, odada titriyerek akislor — Hoşgeldin Sofrüs kardeşi Herhalde beni sabah duasına çağırıyorsun! Fakat görüyorsun ki, hastayım! Soğuk almışım! Gelemiyeceğim! Mazeretimi lüt- fen aziz pedere söyleyiniz! Poki Menolak kardeş! Şimdi dediklerini yaparım. — Safrüsi Söyle bana, gün lerin nasıl geçiyor? Bu boğuk ses, sanki Mene- laktan değil de bir mağaranın ibiydil Bafrüs eşikten atlamak üze- reyken hemen geriye döndül. — Günlerim nasıl mı geçiyor dedin Menelak! Tanrıya bin çiyor. Mesibin huzuru, uhrevi lezzelin sonsuzluğa, İToragatin tatlı meyvaları ve Tasrımın ber gün biz âciz kullarına bahşet tği macevi ziyafetleri - içinde biz faniler nasıl mesud olma yız Menelaki Ben de senin gibi mesudum! Hep — mesud değil miyiz zaten? Gene mağarada, dört duvar arasında kalmış bir. adamın feryadını andıran ses, odayı bölüp geçtir — Mesud muyuz dedin? Safrüs, göğsündeki gümüş haçı anide kavadı. Dudakla- rına bir kaç dela götürerek onu derin derin öptü: — Ey Mesihl Günahlarımızı affeylel Bizi irşad eylel Bze nur ve hidavet göster! Bize dar kapılarını aç! D.ye düa etmeğe baş'adı, Ba sırada Menelak, tavana yaklaşan küçük pencereye göz lerini dikt. Gökyüzünü, içini çeke çeke seyretti. Sonra Safk rüsür Öönüne geldi. Ona da uzan uzuün baktı ve mırıldandı: — Sen belki, fakıt ben, evet ben mesud deği'im Safrüsl Me* sud değilim. Tam on dokuz yıldanberi bu dört duvar ara- sında yaşıyorum. Düşün bir kerrel Tam on dokuz — yıl, şu dört duvar arasında yaşamak, sekiz kiş'den başka insan — yü- zü görmemek, insan sesi - işi- tememek, musikisiz, şarkısız, ağaçsız, ormansız, kuşsuz Ve neşidesiz, ne i.kbaharın güzek liklerini, ne sonbaharın ne yaz ve ne kışın kendine mahsus lezzetlerini duymadan ve tab madan gençliğimizi boşu bo- şuna öldürmek, dünya nimet- lerinden mahrum kalmak, mev” ud cennet için budalacasına bugünkü hayatımızı cehenne: me çevirmek, söyle bana Saf- rüs saadet midr? R'yadan vaz- geıçi Zaten Mesh bize, (iki yüzlü olmayınız! İçiniz de dışır nız gibi görünsün! İki yüz'üler, benim inayetim- kavuşamıyar caklar ve her iki c handa mu- ammer olmiyacakiardır, deme- miş miydi?) Şu —halde beni ayıplama! İçimi olduğu gibi sâ- na söy.üyorum Sıfrüs|! Sen be- ni muhakkak ki br günahkâr telâkki edecek ve belki de ne bileyim, eski — sıdkım, — eski muhabbetini benim üzerimden nezedeceksin, Varsın öyle ob sun! Kimseyi aldatmak stemi- yorum! Ancak — Allahın bana bahşettiği şu dudakların, şu ANADOLU ıHoüvütta uğur- suzluk mu var? Çok tanınmış 6 kişi ansızın ölü- verdiler Fılim şehri olan Holivut, ma> lem içinde bulunmaktadır. Bu şehirde en ziyade sevilen altı kişi, âni bir ölümle -öbür dün- yayı beyiamışlardır. Radyo şirketinin kumral ve genç artisti Lyda Röberli, kalp sektesinden ölmüştür. Bu genç artistin ölümünden birkaç sâat sonra, senarist Kubec Glasmon yda şiddetli bir sinir buhranını müteakıp — gözlerini — dünyaya yummuştur . Bir iki gün sonra, yıldız'arın diğer doktorlara tercih ettiği Hory Blond ile kadın elbiseleri rTeşmetmekle tanınmış - ressam Ernest Dryden, senarist Austen Parker ve sahne vazilerinden Dear Appel muhtelif hastalık- lardan sırtı sraya ölmüşlerdir. — Sardunyadaki İtalyan kıtaatı Emre amade bir vaziyette imiş Roma, 14 (Radyo) — İtalya veliahdi prens Omberto, bugün Musol! ziyaret etmiş ve Sar- dunyadaki — İtalyan kitaatının daima hazır bulunduklarını söy: Temiştir. Müsolini veliahda teşekkür etmiştir. nın mümessilile konuştu Berlin, 14 (Radyo) — Papa: mın mümessili, bugün Almanya Haric'ye Nezaretine gitmiş ve Hariciye Nazın Von Ribent- Ağzın, şu göz.erin, ve vücudum- daki bütün zevk uzuvlarının hakkını niçin onlara birer bi- rer vermiyeyim? Niçin - onları zencirler içinde hapsedeyim? Tanrı diğer kulları için kadını, kadın sesini, va üryan kadın vücudunu mübah görüyor da niçia bizi bu nimetlerden me- ned yor? Böyle tezad olur mu hiç Safrüs! Allah, (bütün — kul- larım benim nazarımda müsa. vidü) diyordu. Hani müsavat? Nerede müsavat? — Devam edecek — Von Ribentrop papa- # Binbir kınal,' O da eği' i Ağaç gibi yap- raklı uzun değnekleri dışarıya çıkarmak istedi, fakat muvaffak olamadı. Karnımız dehşetli su- rette açtı. Günlerdenberi ağır mıza bir lokma koymamıştık. Benizlerimiz sarı, karınlarımız içine çöküktü. Biz aşağıda uğraşırken, bir aralık kövvetli bir sarsıntı >ile yerimizden sıçradık. (Ne oluyo- ruz) diye yukarıya koştuk. Ar- kadaşlarımız telâş - içinde idi. Nasih reis bir taraftan diğer tarafa koşuyor, kısâ - sırilarla denizdeki « yah bir noktayı kak- tırıyordu. (Fakir) de faaliyete geçmişti. Adadan kurtulduğumuza ham- düsenalar ederken şimdi yeni bir derdle karşılaşmıştık. Meğer ki bu nokta oralarda kesretle bulunan kesici kayalardan biri imiş. Böyük gemileri bile bu taşlar bıçak biçer gibi b çerler ve denizin dıbine gönderirler- miş.. Nasih bana seslendi: — Aman Sendbad; dedi. Sen de şu sırığı al, Hindlinin bu: lunduğu yerdan benim kaktır: dığım gibi taşa kaktır. — Sınk nerde? — Görmiyor musun?, Sırık dediği şey baston gibi ince ve işe yaramaz bir değ. mekti. — Nasih reis *dedim- bun- dan başka elimizde b.rşey yok mu? — Hayır! — Ya ambarda? — Orasını araşt rmağa vakit bulamadım. Elime geçirdiğim şu yelkeni ve yelken direğini güç hazırlay-bildim Sendbadi! Nasih reisin hakkı vardı” Eğer onun çekirdekten yetişme denizcilik kabiliyeti olmasıydı, şimdi hepimiz iş sayı- hrdık, Kendisini sevindirmek istedim. — Aşığıda var Nasih reis! Amrü ile beraber gördük. Evet, uzun uzün siriklar. var. Amma bunların etrafında yeşil yaprak- lar da dizilil — Hakikat mi söylüyorsun? — Evet reis! — © halde hepimiz aşağıya inelim. Bu sırıklardan yukarıya çıkaralım. Dört kişi salın üstünde kal. mak üzere altı arkadaş ambara girtdik. Bin zorlukla ç kardığı- miz uzun ağaçlar bütün yolcu- ların hayretini celbetti. Çünkü bu ağaçların etrafında yaprak: lardan maada Hindistan cevi- zine benziyen iri iri, top gibi birgöyler asılı idi. Nasih reis kahkaha ile gü meğe ve salın ortasında zıpla- ropla bir asaat kadar konuş- mağa başladı. Zavallı kaptanın muştur. aklından şüphelendik! AELMU KAESARAŞMI TC AAA LARŞTA DK Acaba Nasih reis neye se- viriyordu? Her halde sâlın bu. sırıklar vasıtasile karadan kurtulacağına memnun oluyordu. Öyle amma, Nasih Reisin kahkahası bitib tükenmiyordu. Eyvab, onu hakikaton çıldır. mış imi görecektik? Tanrıya bin şükü-, böyle bir halle karşılaşmadık! Çünkü Nasih reis ağır ağır kendine geldi. Ve kenarda du. ran seyyahları da yanına top- hyarak şunları söyledi: masallarından Seyyit Sendabadın Harikulâde deniz seferleri Nakleden: İrfan Hazar MERMNEEN Nisan 15 x K Gi ea — Eğil bak, dedim. Zorlu- — Nasıl sevinmiyeyim arka- yorum, zorluyorum çıkaramıyo- | daşlari Kaç gündenberi karanı- rum; bunlar n:dir Allah aş- | miz zil çalıyordu. Önünüzde gördüğünüz bu ağaçlarda asılı duran şu - toparlak meyveler: yok mu, işte.onlar dünyanın en İleziz cevizleridir. Gıda iti- barile insana âdeta hayat ve- rir, kuvvet verir. Zamanı evail- de birçok hükümdarlar sırf bunlardan üç beş adet edine- bilmek için büyük büyük deniz seferleri yeparlardı. Öyle sanı- yorum ki ba meyveler, ayni zamanda insanın gönçliğini ya- ni erkekliğini de ebediyen mu- hafaza edermiş! Ben reise sordum: — Yamyamlar niçin onlas, buraya koymuşlar da, — saray mahzenlerine götürmemişler!| Sualime (fakir) cevap verdi; İçinde bulunduğumuz bu sala hıç kimse giremez. Yalnız yamyam hakanile, büyük ku- mandan ve bir de gemici her yılın haziranında buraya gelir: ier, Yanlarında kabilenin en genç ve güzel kızları da bulu- nur. Gezinti zamanında bu ne- Es meyvalar hem yenir, hem de kız'arla zevk edilir.. Çünkü, kaptanın dediği gibi bu mey« valar insana çok gençlik, çok zevk ve çok şehvet verirmiş. Mukaddes — otlara dair eski bir kitaptan okuduğum pare çada bu sala ve bu meyvalara ait de epeyce malümat vardı. tenezzüh esnasında gebe kalan kızların çocukları yamyam ma betlerinde ruhani reis olurlare mış!.. Nasih reis artık lar üzerinde durmadı. —Onlarda mevcut olon cevizleri topladık. tan sonra ağaçlardan birini de- nize sarkıttı; bize de: — Hep beraber, dayanınız! Diyanınız, dedi. Bu ağaçlar iki taraflı işimize yaradı. Sal, kaktırmalarımız neticesi yerinden oynadı. Bu felâketten de kurtulmuştuk. Artık bayram yapmak sırası bize gelmişti. Hep beraber meyvaların bar şına oturduk. Bunlar Hindistan cevizine benzemekle beraber renkleri sarıydı. İçlerinde — çok tatlı. ve çok İlezzetli bir süd vardı. Onları yedikçe — vücudu- muza küvvet, neşe, canlılık ya- yılıyordu! Ey Allabım! Sana nasıl şük» redeyim? Beni kaç defa aç bı- raktın, ve kaç defa en ve İeziz taamlarla beni yurdun! Karnimiız doyduükça — mazi- mizi hatırlıyor, salımız ufukla. rın sonlarında kaybolurken ölen zavallı kardeşlerimizi ve yam- yamların ellerinde kalan güzel kızlarımızı düşünüyorduk. nelis do- Amerika tayyare fabrikaları harice tazy_drı satmıyacak aşington, 14 ( Radyo ) — A.ıO_nh hükümeti; — tayyare fabrikalarının, bir müddet için ?ı!nız hükümetin siparişlerile iştiğal etmelerini ve harice tayyare satmamalarını - te: p ve fabrikstorlara ona göre teb- liğat yapmıştır. Almanyaya giden İtalyan çiftçileri .Rouıı. 14 (Radyd) — Şim diye kadar İtalyadan Almenyaya giden İtalyan — çiftçilerinin, on beş binc baliğ olduğu bildiril. mektedir. Hakanla büyük kumandandan, bu ha gö el l eli d eti llli KĞ DG ll at —Devam edecek— ——— 'i