Sahife, , 9, Hz. Parisin meşhur delileri, Musa ve Napolyon! Biri dedi kiz & | & Asilzade kadının cevabı: Şimdi Madrid- Seviştiğim Kralların isim- den geliyorum lerini ben bilirim! Vaktile at kuy- BELA AŞ EZL ö ruğu tıraş ederek Nap0ıyon ıs_e Ot'o - mobil peşinde! geçinirdim —e Fakat benim de kendime göre | tedavi - usulüm var. Bilirim ki, '" kürelarz saçlarından tutulacak £ : : olursa ağırdır; göbeğinden tu- ., tulursa hafiktir. Asilzadelik hastasile filezof Auguste bıkııllıkn söyledikten ve peggamber "Musa SŞT '"... d, vesini içiyor. Uzun saçları ve — Ya ginldi Ca yapaotle- yıllıhk:ı: yekpareleşmiş pis z bir sakalı var. Diye ”d'.-' LesuwCrist Montparnas buk- v Iit ve pirelerle muharebe | / vinın — müneccimi, ressamı, edeceğim. filezofu velhasıl herşeyidir. Asıl Cevabını '"?' ismini sordum: — lsmim Soun Von Roung, dedi. Gobi çölünü geçmekte olan bir kervan devesinin göl- Bu kadının İsmi Fransızcada cevahir manasına gelen “Biju. eee ae D Te dur. Her akşam, gece yarısına | Ç Şinde doğdum.. ğ " Çiçekçi deli doğru, Fonten sokağının dört | — Sihir ve müneccimlik hak: 'ariste ortalık kararınca, aya: | yol ağzına gelip oturur. kındaki ilk bilgimi, Tibetin zamanda endişeli ve acıklı bir vaziyette bulunan bazı acayip kimseler, karanlık inzivagâhle: rından çıkarlar. Bunlar yırtık olbiselerine ve sefalet içinde geçen bayatlarına rağmen bedbaht — değildirler. Onları herkes tanır ve, tama- men hayalt bir hayat içinde, Paris gece halkının lütufkârhık- lariyle yaşarlar. Bunlar hakkında röportaj ya- pön bir Fransız muharriri “Vü, gazetesinde şunları yazıyor: Çiçek satarak geçinen La Fleur Auguste, Parisin “Halles, mahallesinde “Uğur getirici, bir adam diye tanınmıştır. Ol- dukça ihtiyarlamış başını dim- dik - tutarak ve elleri lâlelerle dolu olduğu halde, taş üstünde oturur. Her gün biraz daha yenilenen macerası, bir intirika romanına benzer. — Kendisine rasgelince sordum: — Eh! Auguste, ne havadis var bakalım? — Bu sefer Madritten geli- yorum, dedi. Orada, Fransa he: a harbettim. “Halles, mahal.esinde hemen hemen on senedenberi çalıştığımı biliyor- sunuz. Ben esas Montpellier mahallesindenim. Orada at kuy Tuğu tıraş etmekle geçinirdim. Sonraları, Havre şehrinde ham- mallık ettim. Bence iş, herşey- d_— üstündür. Kadınları seve- rim. Ş.mdiye kadar tam altı çocuğum oldu. Her zaman te- İİEC“ yaşarım. Ve herşeyi gö- rürüm... Beiki bir delidir. Fakat ea ziyâde parlak bir mazisi oldu- ğuna inanan ve hayal paşinde koşan bir kadındır. - Kolları dirseklerine kadar cam bilezik- lerle örtülüdür. Parmakları ve gerdanı, gene camdan yüzük ve pantentiflerle kaplıdır. Yani, tam manasile panayır- lardakifsahte cevahir camekânı. Yüzü Mussolininin yüzüne ben- ziyor. Dudaklarında rujunu hiç eksik etmez. Elinin serçe par- mağını kibarlık alâmeti olarak daima biçimli bir vaziyette ta- tar. Yanına yaklaşarak: — Siz meşhur bir kadınmış- sınız, diye sordum. — Evet - dedi - meşhurum. Beni tanımıyan yok. Romada, Berlinde, Nevyorkta hep ben- den bahsolunur. Ben gece pe- risiyim, Montmarter mahallesi- nin kraliçesi ve cevahiriyim, Namlı bir kumandanın kızıdım. On beş yaşımda iken, aşk için ailemi terkettim. Koaservatuva- rın birinci mükâfatını kazandım. Gayet zengindim. Atlarım, ara- balarım, apartınan ve cevahir- lerim vardı. Hepsini at yarış- larında kaybettim. Ş'mdi yalnız eş dost sahibiyim. Moris Şova- liye ile Jozefin Bayker, beni sık sık ziyaret ederler, “Birçok kflıll“n metresi olduğumu söy: I“YWİ'_': Onların isimlerini sade ben bilirim. K.barlık bunu icap ettirir, değil mi? Fotoğrafımı çekmek - istiyor- sunuz amma, buna mukabil beş yüz frank alırım, — Ben bin frank vereceğim. — İki bin frank verirsen asil- Budha rahiplerinden edindim. Mukadderat — beni bir gün R> gaya sürükledi. Orada tanınmış bir ressama model varzifesini gördüm. O zamandan beri Av- Napolyon otomobillerin Nn marasını kaydetmekle meşgüul. rupada — bulunuyorum. Fakat düşüncelerimin anâ aya sadıkım. Ba; irici âıyıiyeıiniı.i ukdiı'.:ıaiı. Bil. hassa kalabalığın ortasından görülmeden geçmesini öğren: dim ()... Uykuya ihtiyacım yok. Gözlerim açk olduğu halde, uyuyarak — yürümenin yolull.'l bilirim. Burada kadınlarla hiç bir münasebetim yok. İki şeye kızarım: Elbise ve şapka. Soun Van Rong, gözünü çay çay fincanına dikerek tefekkü- ratına dalıyor. Bu sırada yok dan geçen biri: “Eh! Bonsuvar, Josus-Tristi, Diye bağırıyor. * Napolyon, yani bir hlyılpıo- rest dahal, Lâtin maballesinin hayalperestil! Hem avcıdir, hem de kapı açıcıdır. İki sırmalı bir Hakikaten herşeyi görüyor. On metre ötede bulunan yere düşmüş bir çengelli iğneyi, ayar | zade — oldu * * Deniz sövlli gına üşenmeden g'detı- ju Z olursun. Y Türe ç aat âîıııff:'r:.uıtw P Ğ öReRe M L E -Biju vaziyet alarak: “Nasil | — Bu adam da meşhurdur. Bir — Bir gön kolera hastalığına | güzel duruyorum, değil mi?, | tek arzusu var: Polis olmak. tatuldum. Fransada dolaşmadı- | Dedi... . Slmr A akunik Si B Blal için, durmadan talim yapar. Tabi ben zenginlerden, mar: .. Lesus-Cr'st, yani Hazreti Mu- Lözlarden kimse tanımıyordum. b Dırmakta olan bütün otomo sal, Tıaçaya oturmuş sülü kah: billerin numaralarını kayded p, ANADOLU * < ğikdyctlcr L e İT İzmir içinde —— “Çandarlı açıkları,, neresidir? İzmirin işlek olduğu derecede bakımsız üç yolu var.. Hiç ba- kıldığı yok. Boyuna araba, oto- mobil sustaları kırılıp durüyor.. Ve bu yüzden birçok kazalar oluyor. Dediğim yolların her üçünü do bilirsiniz 1 — Ankarapalasın önün- deki yol, 2 — Kemer köprüsile demir- yolu arasındaki asfalt () yol, 3 — Tepeciği geçip Bucaya kıvrılan yol (ki buraya Hamam sokağı diyorlar). Ben asıl şu üçüncü yolu ta- nitmak - istiyorum, çünkü hap- sinden kötü ve hepsinden lü- zamlu. Senelerdenberi hep böyle; kışın çamurdan, yazın toz top- raktan geçilmez, çukurlarla süs- lenmiş bir yol... Bucaya gelip giden yolculara bir soruverin bu yolun halinil. Oraya bir isim de takmışlar: — Çandarlı açıkları.. Diyorlar. Otobüs buraya gir- di mi; ağır ağır, sağa sola, aşağı yukarı, dalgaya tutulmuş bir vapur gibi, yalpa vura vura, yolcuların içini altüst ede ede gider. Bu kadarla. kalsa iyi. Fakat kırılan dingilleri, çatlıyan sus- taları, yağmurlu günlerde etraf- tan geçenlerin üzerlerine fızlır yan çamurlu suları da düşünür- sök... Bu yol işlek bir yolun ağzı- dır. Tireye, Torbalıya, Ödemişe, Bucaya giden bütün vesait bu: radan geaçiyor.. Şimdi de koşu gün'eri. Daha fazla işliyecek.. Beş altı yüz metrelik bu yol yapılmakla bu zararların önüne geçilmez mi? Eraip Tunusta Sükünet kısmen iade edildi Tanus, 12 (A.A.) — Tunus ve Susda dün bazı kargaşalık- lar olmuş ise de Tunus beyli- ginin heyeti umumiyesinde sü: künet tedricem iade - edilmiştir. Kudüste tedhiş Kudüs, 12 (A.A.) — Ted- hişçiler kalabalık merkezlerden uzak kasabalara hücum etmekte berdevamdırlar. Tedhişçiler Ta- beriya yakıninde kâin Turanda bir çok evleri yağma etmişler, bir polis memurunu dağa kal- dırmışlar ve bir çok ağaçları kökünden söküp atmışlardır. Hayfada bir çok bombalar atılmış ve üç Arap yaralan- miştir. bu hususta karakollara rapor- lar verir. Bazan, bızlı giden otomobilleri — durdurmak için düdük öttürür. Aldanıp duran otomobillerin numarasını almak ister. Yanına yaklaşarak konuşmak istedim. —Sus, dedi. Bzi kimse din lemesin. Birçok hafi işleri ben idare ederim. — Evelce ne iş yapardın? —Modern dansör idim. Alay etmeyiniz, şimdi bile oldukça iyi dansederim. Sonraları, Ahmed Hasan is- minde biriyle fakirizm işleri yaptık. — Hakiki ismin nedir? — Armand. — Ya aile ismin nedir? İs- tikbale ait projelerin var mı? — Mevsimi Belçika ve Avus- turyada geçirmek isliyorum. — Ahl Hitleri göreceksin, desen e, onu tanır misin? — Hayır, fakat ne olduğunu biliyorum. —çmaan yeeaenar A e Nakleden: Ben onlara bak. T maktansa geri ka- lan arkadaşlarımı teşvike ve Nasih reise ulaşmağa ça- Lştım, Tam sala yak- laştığımız — sırada € idi ki arkadan ye- — tişen bir kargılı zavallı seyyahlar- dan €n ihtiyar olanını, kaplan- * lardan ©en azile : sına tutturdu. Kap anlar, ar- tık evelki sükünetlerini kay- betmişlerdi. Azılı kaplanın ar- kadaşımıza — saldırışını gören diğer kaplağlar da bizim etra- fımızı çevirdiler; tıpkı Hirman mabedinin önünde olduğu gibi bize hücum etmeğe başladılar. Ne yapacaktık? Henüz sala yetişen ve onun içindeki büyük kürekleri eline alan tek kişi bizim Nasihti. (Fakir) bile sala atlıyamamıştı. Biçüre arkadaşımız önden ve arkadan — kaplanların pençesi altında eziliyordu. Onun: — Aman imdadi Aman im- dad! Beni bırakmayınız! Çoluk çocuğum varl Suretindeki yalvarmaları yö: reklerimizi yakıyordu. Bu esnada gene (Fakir) hizır gibi imdadımıza yetişti. — Seyyid Sandbadi Seyyid Sendbadi Dedi. Şu — hançeri eline all Artık son demdeyiz. Ya ölüm, ya hayatl Sen öndeki arslana, ben do arkandakine saldıracağım. — Yamyamlardan sakın korkmal Ancak, mukad- des otları elinden bırak, ve onları ağzına all (Fakir) in emirlerini hemen yerine getirdim. Onun alelacele elinden kavradım. Doğrusunu isterseniz, bu ikinci hançerin nereden çıktığını bir türlü kavrayamadım. — Acaba (Fakir) kendi kendime hançer mi imal ediyordu! Öyle ya. Biz dımdızlak gemiden çıkmıştık. (Fakir) in üzerinde alimallah böyle büyük bançerler görme- miştim! Her ne ise, cenk meydanına ikimiz de atıldık. Her tarafımız, vahşi hayvanlarla ve kargılılarla çevrilmişti. Ben fakire teveccüh ettim: — Seydi, dedim; hakkını he- Tâl etl O da bana hazin hazin baktı: Helâl olsun Sendbâd! Haydi bazır oll Cevabını verdi. Allaha sığınarak, arkadaş- mızın bacağına dişini geçirmiş olan kaplana öyle bir hançer havale ettim ki, ey kari, vallahi siz de hayret edersiniz! Kaplan şikârını ânide bırakıp al kan içinde yere yuvarlandı! Fakat benim hamlem (fakir)in hamlesi vanında karınca mesa- besinde kal yordu. O, yalnız arkadaki kaplanı değil, dişle- rini göstererek hücuma hazırla- nan üç kaplam da yere ser- mişti. Gerek yamyam kralınin, ge- rekse vamyam kumandanlarının bağırışları gök yüzünü tutmak- taydı, Gene kargılar şakırdayor, ziller çalınıyor, tepinmeler de- vam ediyordu. Çünkü mukaddes hayvanlar birer birer yere devrilmekte idi. Yanımda keskin bir. çığlık Seyyit Sendabadın Harikulâde deniz seferleri bana uzattığı upsuzun — bir hançeri a — A — — drfan Hazar sih resti. Bizx — Hazır olunuz! Salı yantş. tırdım. Kaçalım; diyordu. (Fakir), —el'an — kaplanların içindeydi. Ben, yaralı olan ar- kadaşımızı — kaplan - cesedleri arasından alarak sala doğru koştum: — Nasih reis, bunu all Ya- ralıdır, dikkat eti Diye bağırdım. Lâkin, Nasih roise yaralıyı verirken arkamda gene kıya: met koptu. Kaplanlar, — dört tarâftan (Fakir)i çevirmis'rdi. Diğer arkadaşlara: — Dikkatl. Dikkatl, Ne — aru- yorsunuy! Bari yerden taş top- hyarak canavarların — üzerine atınız; dedim. Onlardan zatet bir medet umamazdık. Hepsi açlıktan ve susuzluktan canlı cenazeye dön- müşlerdi. Dediğimi yaptılar amma, bu* nun hiçbir kâr tevlit etmediğini kendileri de anladılar. —Artık duracak zaman değildi. İkinci defa olarak ortaya ben atıldım. Sağa sola, sola sağa yaptığım hamlelerle Fakiri müş- kül vaziyetten kurtardım. O, sanki benim bu yardımı mı bek- liyormuş gibi ölü kaplaaların üzerine basarak halkadan fırladı, Nereye gidiyordu? Ben, yapa yalnız kaplanların ortasında kalmıştım. Hem mücadeleme devüm edi. yor, hem de göz ucuyla Faki» rin gittiği yere bakıaordum. (Fakir), koşarak hakanın bu- lunduğu yere vardı. Onlar, (Fakir) i görür görmez kargı- larına davrandılar. Amma iş işten geçmişti. O, tıpkı Hazreti - Alinin şes caatini hatırlatan bir kahraman- lıkla, başında tüyler ve göğ- sünde binbir renkli mişanlar bulunan — yamyam sultanının bağrına öyle bir kılıç hamlesi yaptı ki, ey Tanrım, bunu ha- tırladıkça şimdi bile tüylerim ürperiyor, vücudum diken di- ken oluyor! > Ortalık lâhzada karıştı! Hayvanlar bile bu karışıklık- “:dhthl:î'l.:m ıI;ınııı yaptıkları Mi ni — seyrekleş- tellleri. yrekleş — Devam edecek — F landcm'n— bir makalesi Paris, 12 (AA) — Sabık Başvekil Flanden Entransikean gazetesinde neşrettiği bir ma- kalede Franko ile İtalya ara- sında çok çabuk bir sı normal münasebetlerin — te! lüzumu üzerinde ısrar eylemiştir. _Meb.uuı meclsi hariciye en- cümeni reisi olan ve Roma büyük elçiliğine namzet gibi göwterilen B. Mstler de gaze- tecilere verdiği beyanatta ayai tarzda fikrini bildirmiştir. l koptu, Bu çığlığı koparan Na-