10 Mart Sinema Dudak izlerinden hediyeler! Sinemada — .—— Ağız tadı ile öpü. şülmüyor! Eskiden nasıl artistlerin ya- zılarını toplamak merakı var idi ise, şimdi de yıldızların du- dak izlerini biriktirip kolleksi- yon yapmak modası başlamıştır. Amerikada kadımlar dudak- larının fazla yağlı olan boya- larını silmek için küçük kâğıd parçaları kullanırlar. Meraklılar meselâ kuaförlere veya güzel: Ek enstitülerine giderek, büyük sinema — yıldızlarının — burada böyle ruj izleri bırakıp — bırak- madıklarını soruyorlar. Bu moda son zamanlarda o kadar yayılmıştır ki güzel bir kadın artist (galiba Key Fran- sis) bir hayır cemiyeti menfaa- tine yapılacık satış için duü- duklarının kızıl izlerini taşıyan altı dane kartpostal hediye et- miştir.. F bu vesile ile birşey öğreniyoruz: Yirmibeş se- nedir beyaz perdede hiçbir za- man hakkile bir. puse “teati,, edilmemiş. Bunu haber veren sahne vazır Vilyam Velman meseleyi şöyle izah ed'yor: Si- yah ve beyaz renkler için kuk Tanılan makyaj malzemesi o ka- dar koyu ve yağlıdır ki, insan yüzünde bu maddelerden ka- hin bir tabaka bulundukça har kik? bir öpücük aldığım iddia edemez, Halbuki renkli filmler için kullanılan makyâj malze- mesi, kadınların sokağa çıkar- ken kullandıkları ruj veya pud- radan farksızdır. - Onun - için. Velmann ancak renkli filim çeviren artistlerin “ağız tadile,, öpüşebildiklerini söylüyor. ——— M. Ditrih Holivuddan çekili. yor mu imiş? Marlen Ditrih bir filimde Bir habere nazaran Marlen Ditrih, Holivuddan ayrılacaktır. Sebebi belli değildir. Paramunt şirketi, mukavele — mucibince, Marlenle yeni bir flim çevire- cekti, Şirket bundan vazgeç: miştir. Ufo şirketi, şimdi mukavele- nin mütebaki kısmını satın a- mak için Paramunt şirketile te- masa geçmiştir. Artistler için ko- nan yasaklar Artistler mukaveleleri muci- bince bazı şeyleri yapab.lirler, bazı şeyleri de yapamazlar. Bun- lar her artiste göre değişir. Meselâ Tayron Pover tehli. keli sporları yapamaz. Yaparsa film şi keti hemen onun aley- hine bir dava açar vetazminat ister. Spenser Trasi fudbol oya- ’îehîrcilik bahisleri: — Görülmiyen ihracat İnıın yaradılışı itibarile dai- ma yenilik ister. Bu meyanda değişik diyarlı seyabat et- mek arzusu tabiidir. Çok ge- zen, çok bilir, zevzektir, zeki- dir, dedikodu ve bikâyeleri de boldur. Beşerin bu ihtiyacını karşılamak için eskidenberi yol: lar yapılmış, türlü arabalar, güzel faytonlar imal edilmiş, seyahat edene kolaylıklar gös: terilm'ş ve nihayet bugün de- vasa gemiler, en âpart- manlar kadar rahat ve ü vagonlar meydana - gelmiştir. Bu yollar üzerinde geçen ma-> ceralar edebiyata yeni mevzu sahaları bile açmıştır. Seyahat- ler devirlere göre dini, hissi ve teknik gayelere erişmek için yapılmıştır. Bugünkü şehir hayâtının be- den ve ruh üzerindeki kötü tesirlerini herkes bilir. İnsanın daimt surette yaşad ğı yeri mu- vakkaten — terketmesi bugünün muhakkak bir ihtiyacı haline girmiştir. Bu yer- değiştirme memleketlerin iktısadi ve mali bünyelerine tesir etmekten hali kalmamıştır. Biz * bilhassa bu son nokta üzerinde bir nebze durmak istiyoruz, : Bugün turizm âdeta şabhsı nevine münhasır bir ticaret ma- tabı- halindedir. P.yasaya her arzedilen mal gbi rekabetten bile kurtulamamıştır. Otelcilik ve türizm sanayii, mali kalkın- ma uhsuru, görülmiyen ihracat ler turizmin iktısadi mahiyetini yâvâş yavaş ortaya daha bar'z - bir şekilde koy- muştur. Hatta daha ileri gidi- lerek türizmi ikt.sadi Bir” memleketler pek çoktur. Acaba turizmde sermaye ne- dir? Tabit güzellikler, tarihi eserler, medeni tesisat ve teş- kilât, teknik ilerlemeler işte sermaye. — Bunlardan — istifade ancak bulundukları yerde kabil olabilir. Bu meyanda turizm yaratıcı unsürlar da meydana ııkıııı Münakale vasıtaları, otel- , gıda maddeleri gibi. Turizmi teknik yönünden mü- talen edersek: 1 — Elimizin altındaki — ta- bil, tarihi ilâh.. zenginlikleri tebarür ettirmek, kıymetlendir: PEEEAUAAR KOU CEREMEAN AT M DD yamaz. Cea Reymond ata binc- mez. Koledet Ko.ber de pati- naj yepamaz. Karol Lombardın - saçlarını sarıdan başka bir renge boyat- mağa hakkı yok'ur. Jın Par. kerle Bet Davise güneş ban- yosu yapmak yasak edilmiştir. Robert — Mosgomerinin de tayyareye binmesi yasaktır. Fakat artistler de ekseriya şirketlere kendi şartlarını kabul ettiriyorlar. Meselâ Key Fransis filimle- rinde mayo ile görünmeğe mec- bur değldir. İren Dün, Kons- tans Benet ve Katerin Hepbör- nün bacaklarını göstermemek hakları “mahfur, dur. Kaliforniyada filim çevirirken sigara içmek yasaktır. Fransız aktörü Fernan Gravey mukave- lesine, bilâkis, filim çevrirken sigara içebileceğini kaydettir- miştir. Şarl Buaye de, filimlerinin kendisinden başka biri tarafın- dan Fransızca Duble edilmeme. sini şart koşmuştur. Bu şartlardan en tuhafı Pol Müni tarafından ileri sürülmüş olanıdır: Hiçbir. fotoğrafçı bu artisti, resim çekerken gülüm- semeye icbar edemiyaor. YAZAN: Bülend Üstündağ mek çarelerini bulmak. 2 — Müşteriyi kabul etmek için bazırlıklı bulunmak, 3 — Propaganda yapmak. Faaliyetimizin bu üç esas üze- rinde tekâsül etmesi icabeder. Türkiye ve hususile İzmirimi- zin bilhassa tabii ve tarihi ser- veti kabuğunun içindeki inciye benzer. Bunu evvelâi kabuğun- dan dışarı çıkarmak, sonra te- mizlemek ve nihayet: — Bizde böyle birşey vardır, gelin görün. Demek, ilân etmek İâzımdır. İzmiritmizin içinde, civarında, konşu vilâyetlerde; grintili, çe kıntılı, düz, ağaçlarla bezenmiş sahiller, p âjlar, akar sular, or- manlar, yüksek karlı tepeler, rakit satıhlar üzerinde c.varın türlü manzaralarını aksett.ren berrak temiz göller vardır. Tarihi eserler hususunda belki medeniyet nia izlerine en ziyade İzmir ve civarında tesadül et- mek mümkündür. Vakur heybe- tini hâlâ kaybetmiyen, şehrin en yüksek yarinde daha asır- larca hâkimiyetini ilân edecek olan. İzmir kalesi, burçlar, mü- zemiz, Efes va Bergama gibi yerlerimiz de pek çoktu-. Niçin bir. Bavyeralı, bir Tirollü, bir Brotanyalı kadar Türk köylüsü de enteri lmasın. İklim ve irkının tesirlerini hislerinin süz- gecinden geçirerek harice ak- settiren türlü renkte elbisesi bilhassa — işlemeli ve sırmalı çepkenile yüzü kırışıklar!la dolu tris giden hayvanının üzerinde önünüzden geçen efenin seyrine doyummu olur. O ki, yumuşak ve tatlı bakışı, vakur hareket« Yüzünün “Çizgileri, giyiniş şeklile bütün bir tarihin en canlı bir zübdesini teşkil eder. Milleti her- bakımdan - dimdik tutan köylümüz, dünya - iktısadi şart- larının -değişip yüzüne güldüğü gündür ki, o da zevkini özene bezene ortaya koyacaktır. Marsilyanın, Napolinin kor- nişleri yanında kordonumuzun aşağı kalan yeri yoktur. Gece- leri, şebir ışıkları daha kuvvelt olsa, Karşyaka sırtlarındaki iki kahveden İzmirin mehtaplı bir gecedeki manzarası İsviçre göllerini aratmaz. Kültürpark, Fuar, Burnava Ziraat mektebi, ilkokullarımız asrımıza — layik eserlerdir.. Bu mevzua giren daha neler neler vardır. say- makla bitmez. Turisti kabul etmek için lü- zumlu şartlar nelerdir? Rahat nakliye vasıtalarile en güzel yerlerden geçirerek — misafiri şehre sokmak İâzımdir. - Faal turizmin yanında istirahati t min eden yerlerin modernleş- tirilmesi, otellerin islahı en belli başlı vazifelerdendir. Biz de maalesef bu cihet çok nok- sandır. Elimizde mevcud. bir, iki iyi otelin arzettiği konfora mukabil, talep ettiği ücret fa- hiştir. Avrupa şehirlerinde otelciler ve türizm ceryanından istifade edecekler, aralarında sendika- lar vücude getirmektedirler. Bu teşkilât beled ye ile elele ve- rerek en müsmir bir şekilde çalışmaktadır. Propaganda işini de gene bu sendikâalar — üzerlerine alırlar. Propaganda, dünyanın dört bir tarafına turizm mataım.zı en kurnaz ve en güzel bir şekilde arzetmek — marifetidir. Zengin, orta halli, talebe, tarihçi, hasta vesair türlü insanları memleke- te celbetmek büyük bir mari: fettir. Bütün bu insan — zümre- - ANANOLU Fayda yerine zarar gelmiş Zehirli ıineğin_ has. reti çekiliyor! Tabiat, hiçbir zaman icbar edilemez. — İnsanların, — bazan yapmak istedikleri ve kendileri için faydalı zanettikleri — işte, tamamen âldandıkla 1, pek çok hâdiselerle sabıt olmuştur. Son zamanlardı, cenubi Al- rikanın birçok yerlerinde, sene- lerdenberi türeyen zehirli bir sinekle mücadele açılmıştır. Ba sinek, yazın ısırdiği insanlarla hayvanları, mutlak surette öl- #dürürmüş. Cenubt Alfrikaya gi- den İngilizler, bu sinekle mü: cadeleye başlamışlar ve filvaki, az bir zaman içinde bu zehirli sineği imhaya muvaffak olmuş- lardır. Fakat, bir kaç sene için- ide çoğelan hayvanlar, ağaçlara saldırmağa başlamışlar ve çok geçmeden - ortalığı, kürü - bir mer'aya çevirmişlerdir. Bu hal, Alfrika ahalisini düşündürmeğe başlamış ve zehirli sineğin tah: ribatına nazaran, çok tehlikeli telâkki olunmuştur. Tasavvur olunsun: Ormanları mahvolmuş bir memleket, ne zararlara gi: riftar olmaz? Bir kere hava bozuluyor, sonra büyük bir ser« vet kayboluyor. Bu itibarla,Af- rikaliların, zehirli sineğin imha- sından sonra husule gelen va ziyeti tehlikeli görmeleri, pek tabildir. Şimali Afrikada, lökeşelerin imbası için bir vakit, şiddetli bir faaliyet başlamıştı. Halbuki bir müddet sonra anlaşıldı ki, bu kuşlar, mezruata çok zarar veren bir takım haşeratın düş manıdır. Binaenaleyh, lökeşeler azalınca, bu haşarat çoğalmış ve mezruat, mühim zararlara uğramıştır. . Amerikada, .bı'ykıılıılı yılan- lanlar, cidden hir yara idi. Fa. kat bunlar imha edildikten sonra, daha büyük bir yara açıldı. Ve halk, eski vııiyıtı ehvenişer buldu, Meğer — onla.» rın da faydaları varmış! Liman hareketleri Dün limanımıza 1 İtalyan, 1 lagiliz, 1 Alman, 1 Türk ok mak üzere 4 vapur gelmiş, 1 İtalyan, 1 Yunan, 1 Alman va. Puru limanımızdan hareket et- mıştir. lerinin ihtiyaçlarını sezerek ona göre hareket etmek, bu yönde en küçük teşkilâtı vücude ge- tirmek sıyası gelmiş ve hatta geçmiştir. Şehir işlerinde para yok diye sızlanmak, tenkitler yapmak kolaydır. Para kaynak- ları bulmak ve üzerinde — çalış- mak şüphesiz daha güçtür. Tanrıya — çok şükür, kendimi deryanın yüzün- de- buldum. — Ancak gene dibe batmak üzere iken gözüme bir odun parçası — ilişti. Hemen ona doğru koş tum ve iki elimle yaksladım. Bu yakaladığım odun parçası, bizim batan sandalıa iri tahtası idi. sıkı ya Öön taralı apıştım. Âr- tık dalgaların arasında çalkala- nip durüyordum. Ulfukta hiçbir şey görünmiyordu. Arkadaşlarım, yani sandalda- ki kaptanla tayfalar ne olmuş- lardı? Onlar ortalarda görün- miyorlardı. Gemi de meydanda yoktu. Oda mı batmıştı? - İçin için ağlamaktan kendimi ala- madım. Artık ben bu dalgaların arasında mahvolmuş sayılırdım, Fakat Allah korudu - beni! Tam dört saat fırtınanın içinde çalkana çalkana bir sahilin dik yamaçlarına kendimi güçle at tım. Elbisem —su içindeydi. Tirtir titiiyordum. Amma bu titreyi- şime kulak asmadan dik kaâya: ları tırmanmıya başladım. Son bir defa olmak üzere beni kur- taran odun parçasına acı aci baktım. Nereye - gidecektim. Bu ada iplasız, — içinde — ciülerin top attığı — masallardaki — adalar. dandı. Önüme — gelen — bir geçitten ilerlemiye koyu'dum. Bir de baktım ki, karşıda, uzun boylu, tepeden urnağa kadar silâhh, palabıyıklı bir adam duruyor. - Arkasında da sekiz tane küheylân, adanın uzun ot- larından otlanıp duruyorlar.. Sabrım tükenmişti. İnsan yüzü gördüğüme bin hamdüsena ede- rek: — Ey Âdem oğlu; ey Alla- hin kulu! Kimsin, nesin? Bana acı; beni himaye et! Diye üzerine doğru koştum. O evvelâ hançerine davrandı. Beni baştanbaşa süzdü; sonra yüksek sesle: —h gin Mmisin, behey insan kıyafetindeki nesne, dedi; kuş uçmaz, kervan yürümez, bu adada işin ne senin? Başımdan geçen feci vak'ayı ona Aanlattım. Ben anlattıkça silâhlı şahıs gözünü kırpmadan bana bakıyor; ara sıra: — Nel Nel, Anlamadım. Diye cümlelerimi tekrarlatı- yordu. Ey karüm! Meğerse — bizim ada diye kıyisına yanaştığımız şey neymiş biliyor musunuz? Hatırınıza geldi mi; hani kap- tanın üzerine ayak basar bas- maz devrilip sandala düştüğü siyah ada, İıtı ©, bu silâhlı ada- mın söylemesine göre ada de- gil, büyük bir balıkmış. Ekse- riya bu denizlerde bulunurmuş. Bazı gemiciler ona (dağ parça- a) derlermiş.. Birçok gemiler batıran, birçok seyyahlar yutan bu canavar, köpek balığı cin- sinden, belki de onların dede- lerindenmiş. Her ne ise, ya bancı adam benim cin değil, insan olduğuma kanaat getirdi. — Arkadaşlarını o balık ye- miştir -dedi- Belki de gemiyi gene o devirmiştir. Sen haline şükretl Bir defa değil, iki defa üç defa şükretl çünkü, yarım saat daha denizde gecikseydin; beni bu adada bulamazdın. İ<i aydanberi burada, tek bir insan GATNMESE DUT KEDPULURETIRM I HEYRUE PT L KAT L Seyyit Sendabadın Harikulâde deniz seferleri Nakleden: İrfan Hazar W yi GA aa Onun üstüneçıktım, sıkı Mehrceye başımdan geçeni anlattım ve hayvan yüzü görmeden ko- oaklıyordum. Bugün müddetim bitama erdi. Şimdi atlarımı ot. laktan alıp uzaklaşmak üzreydim Seni de yanıma almaklığım lâ- zım. Çünkü burada kalırsan aç- hktan geberirsin. Benim tereddüdümü gören bu yabancı şu izahatı da verdi: — Ben, Kalküte mihracesi Nasibün — Melik'in adamıyım, Her yıl buraya gelir; Hüküm- darı zişanımın atlarını otlatırım. Bu atlardan birine sen de binip benimle gell Hükümda- rım senden çok memnun kâ- lacaktır. O böyle seyahatleri ve seyyaları dinlemeği sever. Dediğini hemen yaptım. Çan- tasından çıkardığı yarım ekme- ği bana uzatırken az kalsın çı- dıracaktım. (Canım ekmekl Mü- barek ekmek! Servet ve refah içinde senin kıymetinin bu kadar büyük olacağım hiç düşüneme- miştim! Gel seni bağrıma ba- sayım|) Nıdalarile kara kuru ekmeği dişlerimin arasına gö- türdüm. Yeni yol daşıma — hem teşekkür .;o":rkî.. de ? bana uzattığı kızarımış dığır eti- ni bir lokmada mideme gön- deriyordum. Az gittik, uz gittik; ağaçları çok, suları bol, cildleri esmer, kadınları dilber yeni bir diyara girdik. Beni küçük bir evde misalir etliler. Yedirdiler, içir- diler. Güzel bir hamama da soktular. — Baranın hamamları bizimkine benzemiyor. Başka türlü ve başka biçimdel, Sabahleyin mihraâcenin sara- yına 'revan olduk. Sağımda 30 lumda, boyunlarında elmas ta- neleri dizili ve kulaklarında . Hangi ağaçtan yapıldı- ğını pek iyi bilemediğim sarı reokli merdivenlerden çıktım. Yerlere Hind ve Acem halıları yayılmışt;. Muhafızlar gümüş ve alı büyük bir kapı açtılar; bana: — Buyurunuz; dediler, İçeriye girdiğim vakit, beni siyah sakallı, beyaz kürklü, ser- ma elbiseli kısa boylu bir adam kapıdan karşıladı: — Sefa amedil Sefa amedil Dedi. Ben, bu süslü püslü adamı Mihraceye benzetemedim. Bel- ki Mihrace içerdedir, dedim. Amma bu düşünüşüm yanlış- mış. Muhafızlardan birisi ku lağıma şunu fısıldadı: — Önünüzdeki Mihracedirl Kendinize geliniz! Hemen ileri doğru atıldım. Başırm secdeye koyarak Hün kârı selâmladım. Hünkâr, bana şu emri verdi: — Kalkınız! Kalkınız! Biz de islâmız. Başınızdan geçen emr camı sıkılmadan anlatınız; der- dinize melhem olmağa, sıkıntır larınızı gidermeğe çalışacağım- dan emin olunuz| — Sonu var —