— Niçin yüksek konuşamu- yorsun? Korkuyor musun? — İşitilmektea korkuyorum... Evet efendim. — İşitilmekten mt korkuyor- sun? Lâkırdılarımızda fena bir şey yok, Planşe; bundan başka, kimse için de konuşmuyoruz! — Ah efendmi! Şu Bonas- yönün bakış arını çok şeytanca ve dudaklarının oyaayışıaı pek manalı bulmuştum.. — Şimdi Bonasyö nereden hatırına geldi?.. — Efendm, olmuş şeyi dü- şöameliyiz; o'acağı değil. — Sen korkaksın, Planşe.. — Efendim, ihtiyatlı olmağı korkaklıkla karıştırmıyalım; ih. tiyatlı olmak akıllılıktır. — — Sen çok ihtiyatlısın, Plam ge, öyle değil mi? — Elendim, karşımızda pa- rıldıyan tüfek mamlısı değil mi? Başımızı iğersek daha - iyi ob maz mı? M. dö Trevilin nas'hatleri aklına gelen delikanlı söylendi: — Doğruş doğrusu, bu hays wan herif beni de korkutacak. —— Dedk Ve atını dörtaala sür. dü, Planşe de efend sinin göl- gesi imiş gibi ayai bareketi yar yanıbaşında dörtaala, yü. — Bütün gece böyle çide €ek miyiz? dedi. —Hıyı senin !idıı:eğîn ası! lııııoı;i!ırıe— gek miyim? Ya siz? e Evet, ben bir az daha — Aman, efendimiz, —beni burada yalaız mı birakacaklar? e- Hayırş şunu- düşünmenizi rica ederim ki, gece pek soğuk olur, rutubet romatizma yapar, ve romatizmalı bir hizmetçi - ise sirin gibi çevik bir efendi- mla biç işine gelmez. — Pek âlü, eğer üşüyorsan, ğ .ı_.&ıuııı Mmeyhanelerden bi- — gine gir. Fakat sabahleyin saat _!M bııihp—ıı önünde dim, bu sabah verdi- Mülılıııvmıdı ved'in '-io!hıi—u için, Üşüyecek — Tehika No 92 Mahmud Şevket Pııı.ııı ver diği yirmi dört saat müh'et bit- mişti. Sultan Hamidin veyi mürteci.erin Çatalca hattını ele almaları ve takviye etmeleri mühtemel olduğundan bura'arda fazla tevakkula ve kan döcük mesine mahal kalmamak üzere yıldırım süratile hareket icab ediyordu. 3 nisan sabahı irtica ile bütün hesapları tem'zlemek üzee Selânıkteki on sek zinci nişancı taburu ila yukarıda ismi geçen iki jandarma taburu, on dördüncü ve on beşinci topçu alayları, Seânik - Serez güzem — güh üzerindeki otuz altıncı a â- öyün iki taburü ha HEki Ka d e —84 ... olursam cebimde bir su ble yok. — Al sama yarım pislol. Ya. rın sabah görüşürüz. Dartanyan atımndan - sıçrayıp indi, d zginleri Pianşeye attı ve mantosuna — sumsıkı — sarınarak seğirlip gitti. Planşe, — efendisini — gözden kaybedince bağırdı: — Hey Allabım! Ne kadar Üşüyorum! Dedi, Sonra kendini ısıtmak hevesile koşa koşa yakındaki bir meyhaneye giderek kapısını çaldı. Bu esnada dar bir yo'a sap- miş bulunan Dartanyan hizli hızlr yürüyerek Sen K oda gel mişti. Fakat büyük caddeden geçeceği yerde şatonun arka- sına saparak tenha bir yoldan Yazan: Aleksand- Bu esnada dar bir yola gelen Dartanya: hı li hızlı yürüyerek Sen Kloda gelmişti geçip mektupta söyenmiş olan paviyonun önüne vardı. Pek tenha bir yerde bulunuyordu. Paviyonun köşesinde bulunan yücsek bir duvarın bir ucu yol boyunca gidiyor ve diğer ucun- da da küçük bir kulübenin bahr çesi bulunuyordu ki, bu bah» çen'n etrafına çit çevrilmişti. Buluşacak yere gelmişti; fa- kat geldiğini baber vermek üzere bir işaret tarif edilmemiş olduğa için bekledi, Hiç ses sada işitilmediği için şehirden yüz fersah kadar uzak- laşmış gibi zannolunuyordu. Dartanyan, etrafına bakımd k- tan soma çite dayandı. Bihçe çitinin ve kulübenin ilerisini kaba bir sis kaplamış olduğun- dan bu sis içinde uyuyan Paris şebrinin matem kandilini andı- ran sönük ışıkları görünüyozdü. Fakat Dartanyan için bütün bu manzara saadete bürünmüş, bütün düçünceleri neşe baline girmiş ve bütün karanlık şetfaf bir ışık şeklini almış bulunü- yorda. Buluşma saati çalmak üzere idil Filhakika, bir kaç dakika sonra Sen Klodun çan kulesi madeni sadası ile ağır ağır on defa çalmıştı. Gecenin karanlığı içinde e& rafa yayılan maden iniltisi ade- ta hüzün veriyordu. Fakat buluşma saatini tamam- hyan bu swet varuşlarından her N yazinin dört yöz mevca'lu gönüllü taburile Sandanski ve Pançenin kumanda — etttiği ki yüz mevcatla bir Bu'gar çete sinden maada bir fırkası üçüncü ordudan diğer bir fırkası da ikinci ordudan verilmek s ıretile teşkil ed'len ve Hareket ordusu adı verilen tariht ordu böyle İstanbula akına başlamıştı. Üçünecüğ orduya meüsab Er. kanın kumandanlığına Selânik redif fırkası kumandanı Ferik Hüseyin Hüsnü Paşa tayin edik mişti. Bu fırkamın erkâ uharbiye reisi de erkânrharbiye Kolağası Müustafa Kemal bey (Atatürk) idi. Yıldıram - gibi durmadan ilerEyen bu fırka ikinc ordu lurııımdıı evel Ohleı hattı üdalaasının Va —a biri delikanlının kalbinde abenkli bir türeme husule getirmişti. Göz'erini, bir nci kaltaki bir tek pencerelerinin kepenkleri kapalı olan, duvar köşesindeki poviyona dikti. Bu açık pence- reden çıkan hafif bir ışık bah- çe dışında bir. arada bulunan bir kaç ıhlamur ağacının yap- raklarna düşerek gümüş gibi yakldızlıyordu. Bu küçük pencerenin bu tatlı işğı arkasında güzel madam Bonasyöyünün kend sini bekle- mekte olduğuna şüphe yoktu.. Tatlı düşüncelere dalmış bu- lunan delikanlı, sıbirsizlik gös- termiyerek yamm saat bekledi. yaldızlı tirizlerle süslü tavanın bir kısmını görebilmekte olduğu| küçük köşke d.kilm'ş olan göz- lesinde başka taraflarındaki 22- ralet tecessüm ediyordu. Sen Klodum saat külesi on buçuğu çaldı. Bu esnada Dartanyan damar- larında, sebebini bilemed ği hal- de, soğuk- bir titreme hisset» mişt, Bu titreyiş ihtimal ki so- ğuğun tesirindendi ve fikıisi sıkışrırmakta olan düşüncelere karşı bütün mubakeme kuwvet. ler ni topladı. İlk aklına gelen şey mektuba yanlış okumuş olması ve buluş- ma vaktiınin on br olabilmesi o'muştu. Peacerenin yanına so- kuldu ve ışığın mektup üzer ne | d şebileceği bir yeri seçerek cebinden mektubu tekrar çıkar rp okudu. Fakat yanılmamıştı; buluşma zamanı saat onda idil Tekrar eski yerine çekilerek beklerken, bu sessizlik ve yak nızlık içnde canı sıkılmağa baş- lamışt. Sıat on biri çald! Dartanyan bu sırıda mada- min başına bir. felâket gelme- sinden korkmağa — başlamıştı. <ların her zamanki işareti oduğu için üç kere elini çırp- tış fakat cavap veren — almamış ve hatta aksi sada bile işitme- Duvarım yanınt — giderek tır manmak is'edi. Fakat duvar yeni sıvanmış olduğu için tutu- nscak bir- yer bulamamış ve beyhude yere tırnaklarını acıt- mışlı. Bu sırada hahırına. yaprakları Inkılâb hatıralarından çüncü orduya mensub fırkanın kumar“«nlığına Selânik redif fırkası kumandanı Hüseyin Hıısm P :şa tayin edilmişti <gal etmişti. —— isın. kemali hürmetle anılacak bir zattan hıahiv dinin ulak bir teşvikle isyan har lüne inkılâb etmesi, pek kanlı vekayic sebeb olması çok dü- şinülecek bir mesele halini ab- mıştı. Hareket ordusunun hare- kâtından ma'ümattar olan Hıfz Paşa, kanlı br hâüd'seye mey- dan vermemek için Nisanın be: şaci pazar günü sabahı, © güne kadar hareketi isyan'yeye iştirak etmiyen efradı içtima ettirmiş ve onlara — İstanbuldı ti vekayif — masla- w w! qînıek suretile Timek abalaA tına karşı Yaş meyvacıuğımızın inkişa- fında, hariçten tohum ve fidan getetmek suretile Tariş (Ürim Kurumu)dun açtığı yolda yücü- mek zarüreti vardır. Bu, yalnız meyva ve sebze- Terimizi harice sürmek bakımın- dan lâzm deği, yabancı ülke- lerden getirmek mecburiyetinde ka dığımız mahsullerin memle- kette yetiştirilmesine imkân ver- mek için de elzemdir. Bir misal alalım: Türsiye, portıkal, mandalin yetiştiren bir ülkedir. Son yıllarda por- takal ve mandalin istibsalâtı- mız artmıştır. Küçük mikyasta ihraç bile yapılmaktadır. İstih- lâce yeuıkıeu başka harice de sürmeğe imkân veren ba kadar bol portakal ve mandaln ye- tiştiren bir memlekette limon da yetişeceği pek tabiidir. Bu ta- bülik içinde hariçten limon it- halâtı yavılmamak İâzım de- gl midir? Halbaki Türkiye her yıl hariçten külliyetli miktarda limon getirtmek mecburiyeti » dedir. Buna sebep, Timön is- tihsa âtımızın ihtiyaca kâfi gel meyişidir. Bugün İta yadan |- mon gelmediği takdirde limo- nun tanesi bıkkalda beş kur ruştor. Her yıl, binleree lira, Kimonluk, portakallık bir mem- letetten harice limon için akı- tılmaktadır. Türkiye, — harice sürmek durumunda o'duğu bir meyvayı dışarıdan almağa mec- bur kahyor. Dıişarıdan Timon getirtmemenin çaresi araştırı" İyor mu, bilmiyoruz. Kanaati- m'zce, hariçten limoa getirt- memekliğin en başlı çarelerin den biri, hariçten Emon fidanı getrtmek, buaları nümune |- monluklarında yetiştirmek ve bılâhare fidanları istihsal mn- takalarımna dağıtmaktır. Bu su- retle, iyi cins limon yetiştir. mekle beraber istihsel artımış ve hariçten İimon getirtmeğe lüzüm kalmamış olur, Nejad Bögürt'en hââ aşık parıldiyan üzerinde ağaçlar geldi ve bunlarda) biri yola doğru iğilm'ş bulunduğun dan üzerine çıkacak olursa odur men içini görebileceğ ni düşündü. Ağaca çıkmak kolaydı;. bun dan beşka, Dartanyan, daha yirmi yaşında bulunduğu için mektep çocukluğu — âdetlerini henüz unutmamıştı. Bir hanr lede ağaca çıkmış ve keskin gözlerini açık pencereden par viyanun içne dikmişti. (Sonu var) uzun uzadıya izah ettikten sonra ubudiyet ve sadakatlerini arz va izhar etmek için efradın Yıl- dıza gtmelerini söylemiştir. Bu v zifenin ifası için de kendilerine mezuniyet verdiğ'ni beyan ey em ş ve fakat bu gıdip gelmeleri bir süretli müntaza» müda tem'n etmek üzere si âhsız olarak İs anbula gönderdiği eb radın Başına da itimada şayan zabitanr memur eyliyerek, trene bindirerek — İstanbula gönder. miştir. Bu askerler, Yldıza gi dip gelinecye kadar hareket ordusu piştarı icab eden mevz- leri işgal etmiş ve arkada trem de Bekliyen kıt'alar da Çıtalk cayt geçmişler ve Ayastafanosa gelmiş'erdi. — Söne var — < ZP G ahi — 34 Hafız Durmuşa zımdı amma kimi bu'malı? Sonra gerdan kımp — omuz çalkalıyarak titriye, titriye ar kaya doğru kaykılmağa baş a- dı; © şekideki başı, Hahz Durmuşun kucağına geliyordu. Kıvırcık saçlı baş — kucağa doğru yaklaştıkça dünya b-tün bıziyle fhnl, £ril dönerek Ha fızın beyninde müdhiş Ertınar lar koparıyordu. “Yaşşa, sadar ları, saz sesleri, kadın — kıvirti- ları içinde; Habz Durmuş; bir mâyon. Nârasiyle beraber ayının fır- laması bir oldu. Saçları, sakak ları, biyıkları; — rüzgüra — karşı koşan beygir yeles. |bı nin eleği masanıa üstünde ne var, ne yoksa hepsini yere sü- pürmüştü. — Hafızın kıs acına düşen Saniha, ayağından kapa- ba tutulmuş kancık saosar g. bi, cıyak, cıyak ötüyordu. Bir lâhzada kadınla hafz, top gibi, karyolanın — üstüne düşüler. Kanuncu Garbis ağa: — Mega aslas, dünyanın çar" kıfel ği değşti, ne oldu? D.ye feryad ederken Altındiş Nazif, insiyakt Bir — itiyadla, sandalyayı kapınca lâmbaya savurdu. Şimdi mese'e tamamlanmış, ortalık zi'i T ka #abk olmuştu. Şangırtıya koşan çaça, evde- ki erkek misafirlerle sermaye kızlar, çalgıcısından defçisine kadar hazıran, hep beraber karyolaya atılarak boğulmak üzere bulunan Sanihanın ümda- dına Voşuştular. Karanlıkta bıçaklar parıldı. küfrün bini bir paraya gidiyordu. Bacaklarına balat — atılarak güreşten çekilen pehlivan deve g bi zorle yürinden cüda di şürülen Hafiz Durmuş kudur- muş, eline ne geçerse sağa, sola savurarak etrafa saldırmağa başlamışti. O sırada bir: — Yandıml Sasi yükseldi. Bu ses, çaça- vin aklını başına getirdiğ: için düdüğü bastı. Kızlar koşuşarak mutfaktan iktıyat gaz lâmbasını getirirlerken polisler de kapıya dayanmışlardı. Ondan sonrası malüm... Hanende hahfız, veresiye — ta- rafından, bir bıçak yemiş; yer- de yatıyor. Ortalık “kaa reven | içmde.. Yakalar - yırtılmış, ber- kes soluk soluğa.. Saniha kar- yolanın üslünde, cansız bir ce- sed g bi, baygin yatıyor.. Ve nihayet hep beraber ka- | rakola gidiş, istievap ve Haf.zn lh':ı: ve Nozille birlikte, deliğe tık lışı... ... İş mahkemelik. Çaresi yok, Hafız Darmuşa Bir avukat bul- mati. Acaba bunun vekâletini kim kabul eder?. Hafim karako'dan afp Hilâl eczakanesine getirdikten sonra Kemal Kömille bu ciheti mü- zakere ediyoruz. Bereket — ver- sin, ayının şansı ga 'p.. Nitekim biz düşünürken, kapınıa önün- B RASREĞDİN HAOCADAN | VGt Lam Yeni TT ektupları. b 5 *yute bir avukat lâ- den bay H fiz Mustafanın geç Üğai gördük. — * Duruler mu?, — Kış Kemal.. Şa Kemal Kümlde de isti- dad namına hiç bir şey — yok. Avukat Bay Halız Mostalamıa arkasından — Ne var ulen?. — Gel sana yağlı bir müş- ; teri bulduk amma tereyağlı * değil içvağlı... 5 — Kimmiş o ferhâneci? — Ferhâneci mi, me, ci 'mi gel de gön — Nerde?. — Burada, içerde., Kaçırır m? Hemen geldi ve içeride Hafız Durmuşu görünce kiç tereddüd buyarmadan “se- lâmünaleyküm, ü basltıktan ve Hifiz Durmuşün — “vealeyküne selâm gayrik, cevabını duy- duktan sonra yakasına yapışlı: —LÂâ yecüzü birrikâbi anil has süri evil itHlâf, ezekantel vakli — fil vilâyeti İSn d runde at a surratında bir şatlayış şal anladın mı ülen fe hâneci? Mil,,, — Ânin ya; sen nerelisin? Ben, Haltıngaç - vilâyetivta Te kırdak kazasına tâbi Cırtlan- bolu nahiyes'nin Sepe'çiler kar- yesinden Keçikuyruk oğulların- dan Sarı Esmanın - torunu Pç Süleyman yok mu?. — Hece.. — İşte orun damadının ko> cas Murad Çıvuşun emmioğlu Giara Veli dayının yakıa akra- basıyım, hemşehri sayılırız. — Benimle he?. — Yok babanla... — Bubamı n reden biliyon?. — Hamamdan.. — Hımamdan mı?. — Öyle ya... Nah (beni işar | ret ederek) şu enayi dümbeler ğime sorsan a; Kızılkubbe ha. mamnda tellaklık ederdi. Hatfız hiddetle sordu: — Bubat m?7 — Yok ulen sen de.. şe Kemal Kömit, Beriki ıuııd bamamın meydancısı idi, a — Dime?: .— Yalan — söylüyor: kargalar gözümü - oy: lğlll hırı çaylarda boğulayım, ?ı_ vW lahana, kem billahana.. — Sonu var — FAKVİMH Rüdaa * 3034 Y acadi - —lu f! İ K 4 İ İ İ Şubar 12 *UBA!' Ş B Cuma ı sı şuA—ı--—J. ır J 6,34. KA Z7 PX e A n e y a| Y,36 1584 P| lamak Li 3,06)|