17 Şabat Faydalı bilgiler: Mendil İstimal tarihi ve geçirdiği safhalar|Tehlike her zaman beklenebilir. Bir seyyah hatıralarını anlatıyor Pek çoğumuz, her gün cebi- mizde taşıdığımız şu mendilin tarihini - bilmiyoruz. — Halbuki, mevsime göre bir çok işlerimi- ze yarıyan hele nezleli ve terli zamanlarımızda elimizden düş miyen mendil, tarihte mühim bir yer işgal etmektedir. İnsanlar, 15 inci asrın son- larına kadar mendil nedir bil- mezlerdi. En kibar ailelere men- sup kadınlar, burunlarını etek- lerinin ucile ve orta seviyede olanlar da, kâh kollarile ve kâh da ellerile silerleri 16 190i asrın ipti Roterdamda verilen büyül ziyafette bir prens, mendile olan ihtiyacı duymuş ve dört köşeli bir bezin kenarlarını dan- telâ ile süsliyerek bir mendil yapmıştır! Mendil, ilk zamanlarda, yal- nız yüksek tabakaya mensup olan kimselere münhasır kalmış ve pek güç bir halde taam- müm edebilmiştir. Mendil, 16 ıncı asrın sonlar rına kadar kenarzları dantelâlı bir halde kalmış ve ekseriya da, yalnız erkekler kullanmıştır. Mendilin en çok kıymet kes- bettiği zamanlar, 16 ıncı asrın ortasıdır. 1645 tarihinde, mendil, aile- ler ârasında mücevherat — dere- cesinde kıymet bulrmuştu. Hat ta, mendilin miras bile bırakıl- dığı ve bir kaç mendili tevarös edenlerin, büyük bir iftihar duye dukları vakidir. Büyük Britanyada (Anna) nın düğününde, binbir çeşid çehiz arasında dört deste mendilin bulunması, son derece dikkat nazarlarını çekmiştil!. En yüksek aileler arasında mendilin geçirdiği devir, çok şaşaalıdır. Bir mendil için biri- birinden ayrılan çiftler, tarihte eksik değildir. 16 mcı aşrın sonlarında en güzel kızlar, zarif mendillere bayılırlardı. Hollandada, mendille başla- rını örten güzel kızlar, en kibar ailelere mensup olanlardı. 18 inci asrın ortalarına kadar Avrupanın bir çok yerleri men- dilden hâberdar değildi.. Mendilin kıymetten düşmesine sebep olanlar, enfiye tiryakile- ridir. Bir kaç asır, kenarları dante- lâlı ve çok süslü bir halde ka- lan mendil, yavaş yavaş renk- tea renge girmiş ve nihayet bugünkü şeklini almıştır!, 'Polyonun muarızları, men- dil taşımak âdetini edinmemiş. ler, diye Napolyon — taraftarla- rını kabalıkla itham ettikleri devirleri okurken, zavallı men- dilin bugünkü haline hayret etmemek mümkün değildirl. B. Şefik Erol Marmaris kaymakamı B. Şe- fik Erol mezuniyetle şehrimize Yalaa — GÜ2 Ü9 1 ANADOLU İssız ormanlqdn ve Kızıl derililer arasında:| Evlenmek iştihası Bu seyahatler bazan çok nazik oluyor! Meksika yerlilerinin bir köyü Geçen nüshalarımızda Tibe- tin garib ve bizce meçhul âdet- leri üzerine malümat vermiştik. Bu dafa da Kanadanın esrar- engiz yerli hayatını tetkik eden yıllarca, vahşi kabileler arasın- da yaşıyan genç kâşif Paul Co- zei okurlarımıza tanıtacağız. Malümdur ki bu aylar, kâ- şifler için Pariste bir az din- lenme aylarıdır. Afrikanın ka- ranlık köşelerinden gelen ve her biri birer akâdemi tarafın- dan gönderilen -kafileler, azar azar seyyah kulüplerini doldur- maktadır. Bir aylık istirahat onlar için kâfidir. Seyyahların içinde 15 yıldır Parise gelme- miş ve vatanı görmemiş - olan- ları bile vardır. Geçen hafta bir gazeteci Paul Cozeu ziyaret etmiş, ona bazı sualler sormuş- tur. Meselâ: .;ıyyalı. Kırmızı derililerin muharibi kıyafetinde — Seyahat — hayatınızın en korkunç ve - tehlikeli hatırası nedir? Sorgusuna geaç kâşif Paul Coze bir az düşünmüş ve ölü. me aldırış etmiyen bir — İaüba- likle: — Vallâh; demiş, size söylü- yecek kıymette hemen hiç bir şeyim yok.. İsrar, — kilitli - kapıları derler. Gazetecinin inadı soğuk kanlı seyyahı da söyletmeğe muvalfak olmuştur: — Evet, 1937 yılında — idi. Hindistanın insan ayağı değmi- yen büyük ve hududsuz orman- ları içinde yürüyordum. Birden Eyevrim yükseldi. Baştan tırna: ğa kadar aleşler içinde yan- yordum, halsızliğim anide son dereceyi bulmuştu. Bir taraftan karşıma çıkması muhtemel bir kaplanla, diğer taraftan hasta- Dkla _hni'"llıık elbette müşkül- dü. Çünakü hastalığımın — nevi kendini belli etmişti, — Tifonun pençesinde inliyordum, Ölüm, saat besazt yanıma Yaklaşıyor, hayat gittikçe benden Uzaklaşı: yordu. açar, PR UŞ x ” vLŞ eaiç iştiyakı her tedbirin fevkinde- dir. Ben de yaşamak için ve ssız ormanların, kaplan yatağı iklimlerin bedbahat bir ölüsü olmamak için bütün — irâdemi sarfettim ve tifodan kendi ken- dimi kurtararak yaşadım. İkinci bir hatıramı da söyli- yeyim: Lâkin bunda korkunç bir cihet aramayınız! 1931 de Kanadanın eâ dip ve sapa yerlerinde, kasabadan haftalarca ve aylarca uzak gizli köşelerinde tek başıma seyahat ediyordum. Evvelâ şu yanlış kanaati tamamen tashih etmeli- yim: Şimal Hindlilerinin ve kır- mizi derililerin beyazlara karşı çok vahşiyane davrandıklarını, onların vahşi hayvanlar derece- sinde zalim olduklarını iddia etmek — baştanbaşa — yalandır. Yalnız bir şartla: Onların mem- leketlerinde gezebilir, yemek- lerini yir, huzur ve sükünetle yolunuza devam edersiniz. Bu şart, yerlilerin âdet ve ahlâk- larını tanımak, bu âdetlere hür- met etmek, şeflerini âdetleri üzere selâmlamak, tanışma me- rasiminde yarım saat kadar sü- kütu muhafaza etmek ve tek bir kelime söylememektir. Geçen sene böyle bir kabile tarafından kabul edildim. Ka- bul merasimi mükemmel geçti. Onların ananalarını iyice bild- ğim için şahsıma gösterd kleri teveccüh sonsuzdu. Günlerce evlerinde yattım, yemeklerini yidim. Memleketlerini terketti- ğim zaman bir de rütbe almış bulunuyordum. Rütbem: ( dört kartal tüyü ) rütbesiydi. Bir yıl sonra yolum gene o tarafa düştü. Eski dost- ları bir defa ziyaret etmek el- bette lâzımdı. Kabilenin bulun- duğu gölü bulmakta güçlük çekmedim. Çünkü, ancak kabile tarafından malüm olan bu yok ları yabancılar bulamazlar, bü- tün bütün şaşırırlar... Göle doğru ilerlerken anğızın yolumun üstünde bir çadır gör- düm. İçinden bir Hindli çıka- rak yola devamıma mani oldu ve sordu; — Ne istiyorsun? — Nereye gidiyorsun; Cevab verdim: —Ben, (dört kartal tüyü) yüm, dedim.. Dikkatle beni süzdü. Tekrar tekrar üstüme başıma baktı. Sonra geri dönerek, delikanlı çocuklarına emir verdi: Çocuklar büyük bir süratle gözden kaybo'dular, Kimisi ka- yıkla gölden, kimisi hayvanla karadan koşuşuyorlardı; Tam —— birlikte bekledim. Kendii kabarmış! Sultan 150 tane genç zevce almış dli, — Tuhaf iş.. yorlarmış? — Bilinen yalnız şu var.. Bu günlerde bayan Gündüz uçakla gelini alıp gelecekmiş.. Kızlar çınarın dibinde gülü- şerek söyleşip dururlarken, ak- şam yollarında çıngırak — sesle- rine karışan melemeler uzandı. Ve Fadimenin kuzularile bera- ber köye indiğini gördüler. Fa- dime dalgın dalgın çınar dibine yaklaşınca, kızlar etrafını ala- rak: — Fadime, Fadime sana bir müjdemiz varl! Dediler. — Hayır ola? Yavuklularınız askerden mi döndü? — Yook, daha dönmediler amma, başka bir düğünümüz var. — Canım Emine lâfı ne diye uzatırsın? — Tadı böyle çıkar da onun için uzatıyorum. — Kız söyle artık, bak Fa- dimenin rengi uçtu. — Dur bari ben söyleyive. reyim. Yakında düğünümüz var Fadime. Hem öyle bir düğün ki kırk gün kırk gece şenlik ya- Niçin - bilmi- Sarayı; son derece moder bir şekilde yapılmış, telefon, radyo ve medeniyetin buna ,benzer bütün eserlerile süslen- | son temadiyen yeni zevceler almak- ta ve bu husustaki iptilâsını yenememektedir. pacağız.. Sen neler giyeceksin Kano sultanının aldığı genç, | Pakalım. — ç şimdiye kadar 150ye baliğ —- Sl_nkl sen lâfı uzatmadın olmuştur. değil mi? Sözün kısası Bay Elli beşi geçmiş olduğu halde Doğan evleniyormuş. karı almaktan, upuzun sarığını inciletmekten vazgeçmiyen Kano sultanı, resmimizde elinde sal- tanat asasile görünmektedir. İtalya 44 Ticaret gemisi yapıyor.. Paris, 16 (Radyo) — Roma- dan haber veriliyor: İtalya, 44 ticaret gemisi yap- mağa karar vermiştir. Yeni va- purların mecmu hacmi 250 bin ton - olacaktır. Macaristan parlâmentosu açıldı Peşte, 16(Radyo) — Meclis, iki ay fasıladan sonra dün açı- mıştır, Gizli rey usulünün tesisi Fadime hiç bir şeyler diye- medi. Rengi bal mumu gibi sararak çınarın gövdesine da- yandi kaldi. Kızlar bu hâl kars şısında sinsi sinsi gülüştüler. — Kız Fadime, sen bugün nerelerde idin? — A sahi seni aramadığımız yer kalmadı bugün.. — Nerelere saklanıyorsun ku- züm.. Pınarlı köyden gelenler boyunlarını bükerek geri gittiler. — Haberin var mı Fadime? Pınarlı köyün ağası Veysel on- başı seni istiyor.. Artık buna da bir diyeceğin kalmadı? — Düğününü Doğanın düğü- nile beraber yaparız. — Kız aklınla bin yaşa Ayşe emil Çıfte düğünler ne de ke- hakkındaki kanun lâyihası ya- | yifli olur. kında müzakere edilecektir. — Ben allar giyeceğim Fa- Pragda iki tayyare | “me.. ; — Kız Ayşe sen neler giye. çarpıştı ceksin? Prag, 16 (Radyo) — İki as- — Ben de sarlarımı giyece.- keri tayyare Nizita üzerinde ğim, çarpışmış ve düşmüştür. 4 ölü — 'Fülima Fadıma ; n n vardır. bir şeyler söylesenel Ne dikilip len | duruyorsun? hemen hiç bir izahat isteme- Fadime, dayanmış olduğu çı- dim, Usul bu idi. Üçüncü gün | narın gövdesine saoki mıhlan- geldi. Gölü, küçük ve büyük | mıştı. Alov alev yanan yüzü, kayıkların bir uçtan bir uca | büsbütün karanlık gölgeler çö- doldurduğunu hayretle gördüm. | ken çınarın altında görünmü- Demek kızıl - derililerin hepsi, ordu. Kızlar yavaş yavaş da- şeflerile birlikte ' beni ” karşıla: ;_.,,k_ eee balkyen ll mağa geliyorlardı, en öndeki BAA A ı-ndılf(hmm ve basiretkâr) | Ftraran köyün içine süzülmeğe olan şef şerellendiriyorlardı. | Paşladı. ç Bu f, beni n seneki döstüm Komaistii. — S |— Doğan ginirli sinirli odasında dolaşıyordu. O gece hiç rahat uyuyamadı, içini kemiren Üzün tü gittikçe derinleşiyorda. Ây- lardanberi hiç dinlenmeden ça- lışmak mı acaba vücudumnu böy- le yormuştu? Kendi de bilmi- yör, durmadan düşünüyordu. Hele o geceden somra — rahatı büsbütün kaçmıştı. O korkunç geceyi düşünürken Fadimenin beyaz bir hayalet gibi haykıra haykıra karanlıklar — içinde çır» pinisı oözlerinin avacınde vaven Dikkat ettim, şefin yanında çok büyük bir itina ve dikkatla yer almış bulunan bir şey vardı. İk nazarda bunun ne olduğunu anlıyamadım. Nihayet sandalla. Tın yaklaşmasile düğüm çözüldü. Bu benim, geçen yıl şefe he. diye ettiğim fotoğrafımdı. O, im bu hediyemi işlemeli Serçivelerle süsletmiş, — mavi, kırmızı, beyaz boyalarla da boyatmıştı.. Ş benim seyahat — hayatım- Büyük köy hikâyesi Billür Köşk köylü kardeşlerime armağan aa. — Ne dersin bu işe a kı? | Sahite * YAZAN: Nezihe Muhiddin dinden geçmişti. O gece yüzüne bakan masum içli gözleri ne güzeldi? Onu kollarının arasın- da kulübesine götürürken se- vimli başını nasıl da göğsüne dayamıştı. Göğsüne dayanan O güzel başın sıcaklığını hâlâ yüreğinin içinde duyuyordu. Ya nemli, taze alnını öptüğü zaman vahşi bir ceylân gibi ürkerek kaçışı; acaba Fadime kendisine darılmış mı idi? O geceden sonra bir daha meydanlarda görünmemişti. Hal- buki Doğan her gün bir çok bahaneler bulazak köye iniyor, ve bir yolunu, kolliyarak sorü« yordu. Kime sosa - omuzlarını kald.rarak: — Bilmiyoruz. Diyorlardı. Acaba Fadime herkese böyle yapmasını mı tenbiâ etmişti? Bu üzüntü Do- ğganın kalbinde bir kurt —gibi kıvranıyordu. Niçin Fadime on«s * dan kaçıyordu? Ne fenalık yap- — mişli ona? ğ Düşünceleri “derinleşsi a dıkça kendi kendine kızarak; — — Artık yeter-diyordu-bugün — de hep Fadimeyi düşündüm. Bütün günlerimi Fadimeyi dü- şünerek geçirecek değiliz yal. Darıldıysa varsın darılsın! ı Fakat içinden geçen bu söz- — lerden bir dakika sonra gene — göz'erinin daldığını gene bep | Fadimeyi andığını görerek şaşıs rıyor. Başına sarhoşluğa benzi- h yen bir ateş, bir ağırlık basır | Lordu. Bu böyle olmıyacaktı ndek merak düğümlerini ç medikçe ..T.S ıd'iııiyw&wj. Mutlaka Fadimenin neden darıl» dığını, niçin kendisinden kaç tığımı öğrenecekli. Kalktı, köye 4 doğru yürümeğe başladı. Orta- hıkta kızgın güneşten — başka kimseler yoktu. Herkes işinin başında çalışıyordu. Fadimenin evinin ne yaklaşınca durak- | ladı. Evin ilerisindeki bir ağaca dört koşulu beygir bağlanmıştı, | Uzaktan eve girip çıkanları gördü, merakla bir az daha yaklaşınca kapıdan küçük Gülk — sümün çıktığını farketti. Bu küçük kızcağız Fadimenin yeğeni idi. Kapıdan çıkıp uzaktan Do- ğanı görünce utanarak kaçıp uzaklaşmak istedi. Fakat Doğan küçük kıza seslendi: —Gülsüm, Gülsüm. Gel, sana | bir şeyler diyeceğim: ı Gülsüm gülümsi, İ şınca bay Doğan yı::;tx A | —Bu beygirlerle kimler geldi | Gülsüm? — Bu beygirlerle Fadime ab. | lama dünürler geldi. Pınarlı köyün | muhtarı Veysel onbaşı Fadime ablamı istiyor. Bunlar dünde | geldiler. ; Doğan birdenbire yüreğinin bir pençe içinde sıkıştığını duydu. Yüzüne bir alev çıl Sesi zında — düğüml: c lâkin I:ı?i.k Gı'ılonıdilt ç::ı'ıiı açılmıştı. Doğan sormâdan o - söylüyordu: 4 — Galiba ablamla Veysel Onbaşı biribirine yavuklanmış- lar.. Hani şu aşağı yayla yok » mu? İşte oradal Bir gün biri- | birlerini görmüşler.. î;ndi dür — ğün yapacağız..|Davullar, zurna. — lar çalacak.. Kasabadan çı.lgılqî makineler gelecek çengi Zeye neple, kara kiz. oyniyacaklar, | hani biliyor musun? Ze ışıldak pullu rubasını? İşi giyecek.. Ben de anamın & tanalidini tabanadlm 2