4 Künennani KARA KORSANLAR ŞEFİ GK T SKOA KS T L LA Dilber kadın korsan BK Aşktan başka kuvvete baş eğmiyen deniz kızının macerala, Nakıli: Faik -— — Y Şemseddin BENLİOĞLU Pandor kaptanı korkunç korsan, her akşam mu- çonun hayaleti ile karşılaşmağa başladı Kazazede sörüne devam ede- rek: — Bu hâdisenin ertesi günü güverte özerinde bulunuyordum. Çarviçin düdük çaldığını duy- dum. Usul üzere muçoyu çağı- rıyordu. Aradan on dakika geçtiği halde muço görünmedi. Bunun üzerine Çarviç güverteye çıktı. Çok ciddi ve hiddetli idi. Ve bana: — Teokrar geldi mi? Diye sordu. — Kim? Dedim. — Muço.. Onu dün öldür- düm, denize attım. Halbuki dün akşam gene geldi. Onu öldürdüğümü unutmuştum. Bu- nun için rom getirmesi için düdüğü çalmıştım. Tam düdüğü çaldığım sırada onu öldürmüş olduğumu bhatırladım, ve romu kendim almak için kamaradan çıkmıştım, fakat kapıdan çıkar kan muço ile karşılaştım. Tepsi ve rom şişesi elinde idi. Şişeyi tekrar aldım, bütün kuvvetimle başına fırlattım. Şişe kafasından sanki su içinden ge- çen bir kök gibi geçti, duvara çarptı, bu gün de ayni iş oldu. Gene unutarak Muçoyu - çağır- dim, elinde tepsi ve rom şişesi olduğu halde geldi, ben de fırlattım. Ve bir az nefes almak, aklımı başıma toplamak - için güverteye çıktım.kEh.. Danyel Çayis.. Sen bunlara ne dersin? Dedi, Ben bu hâdişeye hiç bir «hemmiyet vermedim, Çarviçin yalan veya şaka söylediğne hükmettim, olabilir ya, vicdan azabi ile hayallenmiştir. -Fakat bunları bana söylerken herif kat'i surette sarhoş değildi. Sar- hoş olmaması bir az beni de düşündürdü. Bunun için kapta- na, beraber kamaraya inerek tetkikatta bulunmağı teklif et- tim, Kamarada araştırdık, hiç bir şey bulamadık. Sade bir ke- narda şişe kırıkları vardı. Bu- nun üzerine Çarviç bana: — Haydi sen yukarı çık, ben bDi:du yalnız kalmak istiyorum! ü Ben çıktıktan bir çeyrek saat sonra, Çarviç de güverteye Çaktı; yanıma gelmedi. Ben de Sİ Dilimize çeviren: Şükrü Kaya yanına gitmedim. Çünkü bu he- rifin ne istediğini, ne düşündü- ğgünü evelden anlamak mümkün değildi. Ertesi akşam Çarviç yanıma geldi ve sakin bir halle: — Dün akşam da geldi! De- di. Hem de senin gittiğinden pek az sonra... Öyle sanıyo- rum ki, kendisini bir kimsenin görmesini istememektedir! Ben de onu kamarada yalnız bıra- kıb yukarı çıktım. Denizden yeni çıkmış gibi ıslak idi. Saç- ları da kandan kırmızı halde idi. Danyel beni dinle: Sen şimdi bir sandala binecek ve gemiden uzaklaşacaksın. Neye karar verdiğimi de sefer defte- rine yazdım. İşte fener ışığı al- tında imı okuyabilirsin. Ben feneri aldım, bana uzat- ARADCO ADLİYEDE tığı defterden şunları okudum: *19 Haziran akşamı Pandor ge- misi cephanenin ateş alması yüzünden batmıştır. Bunun da sebebi Muçosunun tekrar ge- miye gelmiş olmasıdır.,, Hayret içinde kaldım ve ken- disine: — Gemide servet ve bir sürü esir ne olacak? Diye sordum. — Gemi ne olursa, servet ve esirler de o olacak! Ben kama- ramda kalacağım. Ben hayatta hiç bir şeyden ve hiç bir kim- seden korkmadım, küçük bir Muçodan da korkmam. — Sen eğer hayatını kurtarabilrisen ve İngiltereye dönersen gemimin sefer defterini alâkadarlara ve- rirsin. Biliyorsun ya.. Ortakla- rım vardır. — Sonu var — Bir yılda görülen işler Müddeiumumi ile hâkimlerimizi takdir ve tebrik ederiz. 937 senesinde Adliyemizin götdüğü işler hakkında bir ista- tiştik hazırlanmıştır. Bu istatis- tiğe göre, aeçen bir yıl içinde İzmir Çumhuriyet. Müddeiumu- miiğine 9141 dava evrakı gel- miş, bundan 6378 i ait olduk- ları mahkemelere gönderilmiş- tis, Bunlardan 1976 sı meşhud suçlar kanununa göre takıbedik miştir. Gene müddeiumumiliğe 937 yılı içinde 5549 ilân gel- miş, bunlardan 5352 si infaz edilmiştir. Ağırcezada Bir yıl içinde Ağırceza mah: kemesine 481 dava — gelmiş, bunlardan 306 sı intaç edilerek karara bağlanmıştır. Diğer mahkemelerde zmir Birinci, İk nci ve Üçün cü Asliyeceza mahkemelerine bir sene içinde 2859 dava gel miş, bunlardan 2357 si karara bağlanmıştır. Birinci Hukuk mahkemesine 896 dava gelmiş, 518 i hükme bağlanmıştır. İkinci Hukuk mah- kemesine 3317 dava gelmiş, 2599 zu intaç edlerek hükme bağlanmıştır. Yazan: Hanri Bero 16 Ümit ederim ki bunda bir görmezsiniz değil mi? —h:;öqöl Ne 0? Gülüyorsu- nuz Benim gibi bir adam- dan lıınııuııı'ı manasız bir 4€y olduğunu söylemek istiyor- sunuz. Evet evet amma pek güven- meğe gelmez hal Bir şey sordunuz. Bu sualiniz hoşuma - gitti. Garsonu çağın- niz da içecek bir şey ısmarlaya- hım. Sigaranızı bitirinceye kadar size arkadaşlık ederim. | —İ- * Yüz kiloluklardan olup olma- dığımı soruyorsunuz! — Evet efendiler onlardanım ve bununla iftihar ederim. Bu cemiyet akıllı uslu adamlardan mürekkeb bir cemiyettir. Zannederim ki insanların biri- birine hoş gözle bakarak vakit geçirdiği yegâne - ve son ce- miyette budur. Bu, zayıfların hiç bir vakit tadına varamıya- cakları bir zevktir. Zayıllar ak- silik, titizlik ve korku içinde yaşarlar. Zayıf biradama tesadüf etmek bir kadid görmüş gibi diğer bütöün alızları korkutur. Halbuki biz ayardaâki şişman. Ticaret mahkemesinde: Ticaret makkemesine 642 da- va gelmiş, 355 dıva karara bağlanmıştır. Şehrimizdeki üç Sulheeza mah- kemesine bir senede 7349 dava cvrakı gelmiş, bunlardan 5299 u karara üağlanmış, 2050 si yeni seneye devredilmiştir. Sorgu hâkimlikleainde: Bir senede birinci sorgu hâ- kimliğine 421 evrak gelmiş, bunlardan 388i karara bağlam muış, 33 ü yeni yıla devredik miştir. Bundan başka 289 tali- mat gelmiş, 283 ü intaç olum muştur, İkinci sorgu hâkimüiğ'ne 405 evrak gelmiş, 370 intaç edilmiş, 35 i yeni yıla devrolunmuştur. Bu kadar yüklü bir faaliyet yılında işlerin süratle - başarıl- masında alâka ve muvaffakıyet- leri görülen müddeiumumi B. Asım Tuncay ile başmuavıni B. Sedad Çumralı, müddeiumumi muavinleri, mahkeme reisleri ve heyetlerile hâkimler;mizi tak- dirle karşılamamak — haksızlık olur. Kendilerini takdir ve teb- rik ederiz. lar bilâk s içimizden en şişkinini görmekten bir zevk duyarız. Bu hal bizi müteessir değil, müte- selli eder. Dünyada her şey nisbidir. Yüz kırk kiloluk adam- ları görmek benim ağırlıktaki delikanlılara hafiflik hissi, incelik hayali verir. Zaten her şeyin esası hayaldır. File nisbetle bo- ğa elbette ince bellidir. Ben yok mu ben; o geniş ve kocaman arkadaşların yanında ben kendimi âdeta kanadlanmış sanırım, — Onlardan ayrıldığım vakit kaldırımlar üzerinde âdeta sekerim. Bundan kaldırımlar bile hayrete düşer. Memnun ve mütebessim Eyolcular arasında yağ gibi geçerim hatta azizim bir mucize gibi tramvaya gider- ken atlarım.. Hele bizim sofra! O, ne hoş; ne Müferreh, ne parlak ve ne mebib bir manzaradır: 0_ geniş çehrelere dünyanın | bütün salleti yayılmış gibidir. ai k%"n 'ğ-“) ANADOLU Bir Fran»:z çazstecisi « Çin denizlerinde korsan kraliçenin bir baskını Kapı açıldı, bir kadın #- e.0 EaM —— girdi. Tabancasını çevirip bağırdı: KIMILDAMF"AYIN. Eski bir korsan gemisi Gazetesi için meraklı bir rö- portaj hazırlamak sevdasına dü- şen bir Fransız gazetecisi, Çin denizlerinde bir seyahat yap- mış. Ve, zavallı gazeteci, mes- lek uğruna, oldukça tehlikeli dakikalar geçirmiş; korsanların baskınına uğramış.. Güç belâ canını kurtarmış.. Size, aşağı- daki satırlarda, bu korkunç bas- kını, Çin korsanlarının kraliçesi hakkında dinlediklerini anlatı- yor: (Siti of Kanton) un güverte- sindeyiz. Saat yirmi. Makao - Henkong adasında işliyen gemi- miz, bir saat sonra, Uzak Şar- kın Montekarlosuna, Makao li- manına vasıl olacak... Daha bir saat yolculuğumuz var... Fakat bu ne? Bu silâh sesleri nereden geliyor? Herkes koşuşuyor, bağrışıyor, yan par- maklıklardan sarkıyor, bakıyor ve sorüyor: A — Ne var? Ne oluyoruz?.. Gemi kaptanının âmirane sesi işitildi: — Bütün yolcular yemek sa- Tonunal.. Çabuk!... Kadın, erkek bütün yolcular, ne olduğunu bilmeden, anlama- dan biribirlerini iterek yemek salonuna girdiler.. Kadınlar, ço cuklar ağlıyorlardı. Erkekler şa- şırmışlardı; ne - diyeceklerini, ne yapacaklarını bilmiyorlardı. D şarıdan tabanca ve mitral- Ne kadar davetli varsa o ka- dar da gemici feneri gibi-parlak ve yuvarlak çehre vardır de- mektir. Hele karınlar, o tombul gö- beklerin üzerine şişmanların pek sevdiği beyaz bileklerin gerildiği © canım yuvarlak tombul göbek- ler biribirinden kabil olabildiği kadar ayrılmış şişmâan butlar üzerine kat kat dökülen o güze- lim karınlar! Kırmızı somaki mermer tabakaları gibi yakaya geçirilmiş peşkirin üzerine dö- külen iki üç dört katlı o mü- cellâ gerdanlar!... Yemek kokusu başladı mı İş- tahtan yanaklar kızarmağa, mini mini yumuk gözler ışıldamağa, kulaklar krişlenmeğe başlar. Öncel gelen arkadaşlar rahat — rahat yerleşir. Şen ve Şâtır biribirle- rini selâmlarlar. A llk söz muhakkak yemeğe dairdir. Kiraza benziyen mini: mini burunlar tavaların koku: yöz sesleri geliyordu, geminin güvertesinde bir boğuşma olu- yordu; faka boğuşanlar kimdi, niçin buğuşuyorlardı, bu ne ka- dar devam edecekti? Beş daki- ka mı, yoksa bir saat mi?. Geçmiş olsun madamlar, mösyöler! Yemek salonunun kapısı açıl- dı, geminin kumandanı göründü. Arkasında, ellerinde karabina- lar bulunan tayfalar vardı: — Geçmiş olsun madamlar, mösyöler.. Güverte yolcuları ara- sına saklanan Çinli korsanların taarruzuna uğradık. Bereket ver- sin, yakınımızda bir İngiliz tor- pidosa bulunuyordu. Onun yar- dımile canlarına okuduk. Artık müsterih olabilirsiniz... Sönen lâmbalar yeniden ya- kıldı, arkestra çalmağa, yolcular bir az evel geçirdikleri tehlikeyi untarak, dansetmeğe başladılar. Çehrelerdeki korku eserleri ta- mamile zail olmuştu. Güvertede, bir düzüne Çinli- nin kanlar içinde yerde yaltığı görülüyordu. Tayfalar, tulumba- larla kanlarını yıkıyorlardı. (Siti of Kanton) yoluna devam ediyordu.. Taliimiz yardım etti, yoksa.. Yolcular arasında bulunan İs- viçreli bir dplomât, mösyö Dar eniker: — Talihimiz yardım etti, yok- sa halimiz haraptı. Herifler, bi- sunu almakla meşgüldür. Hiç bir kimse yanındakine sıhhati hak- kında boş ve manasız sualler sormaz! Herkes - biribirinin sıh- hatini — iştihasından anlamağa çalışır ve emin olunuz ki cevab- lar dasma emniyetbahştır. Vakit geçsin diye çocuk babaları ceb- lerinden yavrularının — fotoğraf- larim“çıkarırlar. “Eüleri budları bütün cemiyetimize şetef veren bu tombul, gürbüz — bebekleri gördüğümüz zaman bütün çeh- relerimizde bir inbisat hasıl olur. Geç kalanlar salona girdikçe odanın döşemesi gıcırdamağa başlar. Ekseriya o zaman dişar- dan zayıflar sin gibi sivri ve kansız burunlarını — camlara ya- Pıştırarak bize bakarlar. Onlar.. Öyle bakmakta dur Sun, aradan bir kapi açılır, sevimli bir arkadaş yuvarlanarak içeriye girer, muhterem bir ar- kadaş (yani yüz otuz - kiloya rimizi sağ bırakmıyacaklardı. Dedi. Karşıda oturan bir ke- dını göstererek sözüne devam etti: — Sebebi de şu kadın. O, Honkongta büyük bir tüccarın karısıdır. Korsanlar, kendisini alıp götürmek, sonra kocasından mühim bir para koparmak isti. yorlardı. İşte bunun için gizlice gemiye girip saklanmışlardı. Bu sularda o kadar cinayetler yapılmış, o kadar kanlar dökül. müştür ki, Amerika gangester. lerinin döktükleri kanlar bunun yanında hiç kalır. Merakla sordum: — Ne diyorsunuz, hâlâ kor. san var mı? Bu sözüme Makaoda doktor- luk yapan bir İspanyol cevap verdi: — İki sene evel tıpkı bu gün: kü gibi Makaodan Honkonga geliyordum. Yolcular arasında Kantonlu bir banka direktörü, kibar ailelere mensup bir çok kimseler vardı. Kadınlar, suvare elbiselerini giyinmişler, en de- ğgerli elmaslarını takmışlardı. Gece yarısına az kalmıştı. Ya- vaş yavaş kamaralarımıza çekil- meğe başlamıştık. Birdenbire silâh sesleri işidilmeğe başladı. Tayfalar koşuşuyorlardı. Geminin, korsanların taarru- zuna uğradığı muhakkaktı. Kor- sanların arasıra böyle — taarruze larda bulunduklarını biliyorduk. sanlar tarafından kesilmiş, gü- verteye üç mitralyöz yerleşti. rilmişti. Kımmldanmak — imkânı yoktu.. Güvertede bir çok sarı renkli baydudlar vardı. Gemi zabitle» rinden biri kafa tutacak oldu, derhal öldürdüler. Sonra bütün yolcuları salona tıktılar, erkek- leri bir tarafa, kadınları diğer tarafa dizdiler. Gemi (Stop) et mişti. Kumandanın ve birinci makinistin öldürüldüğünü bik miyorduk. Salonda, her şey altüst olmuş- tu. Duvarlarda kan lekeleri gö rülüyordu. Viski, şampanya şi- şeleri yerlerde sürünüyordu. Erkekler titriyorlar, kadınlar ve çocuklar gözyaşları dökü- yorlardı. Köşenin birinde, yaşlı — Sonu 10 uncu sahifede — basan bir arkadaş, bir vatandaş) göründü mü herkes alkışlar ve yeni gelen de bütün vücudile eğilerek selâm verir. Çünkü böye leleri için başını gövdesinden ayırarak selâm vermenin imkânı yoktur. Nihayet bütün mile geldiler mi sol oturulur. Bütün gecelerini şarap kilerinde geçireceklerinden titriyen gar- kantanın sahibi gözlerini uğuş- turarak odanın duvarlarının çadır gibi yukarıdan biribirine kavuşup Ukavuşmıyacağına bakar. Fakat gene sağlamdır. Dayanır ve ye- mek te başlar. İşte o vakit her biri ayın on beşi gibi yuvarlak çehrelerdeki burunların nasıl açılıp kapandı» ğinı görmeli. Mutbahin kapısı bir su bendi gibi açı'v, arks *Arkası varı | vetliler tamas —