? Kânunueval ANADOLU TARIİHTEN YAPRAKLAR: Yunan tarihinin güzellik ilâhesi Afroditiye benzetilen en meşhur veen dılber fahişesi idamdan nasıl kurtulmuştu? — ©: © e aa Frini küçük iken kırlarda, bayırlarda ot toplayıp satardı. Bir gün Atinada İKeramikos mahallesinin meşhur orospular duvarında şu isim goznlstü. Frini ..- şHeykeltraş Praksitelli ve ressam Apelli bir güî)na yalvardılar: Gel, Fri- ni, çırılçıplak soyun!.. Senden Afroditin heykelı'm'n bir eşini çıkaracağız! Sahife 9 Yazan: Orhan Rahmi Gökçe Turpotu, radikâ, pikrunya, re- zene satıyordu yavrucuk.. Trespiya| kasabasının kırlarında, etekle- rinde, anası, babası ile beraber yalınayak dolaşır ve sonra, top- ladığı otları bir bohçanın içine doldurur; şehrin sokaklarını: — Radikâ, pikrunyal Diye diye, avaz avaz bağıra- rak dolaşırdı. Onu herkes tanı- Yordu: —Misaretil. Nasılsın Misareti! O, büyülü, esrarlı ve hiç bir Zaman manası anlaşılmıyan iri Bözlerini, muhataplarının çehre- Bine diker, yanaklarını çukurlatan fatlı, aydın bir gülüşle: — İyiyim efendimiz -derdi: bir az ot alırsanız benden; daha ')'ıleşınm Yunan güzelliğinin bakımsız, Yoksul, canlı ve sokaklar, sah- Talar dolaşan bu minyatöründe, (unan tarihine geçecek sehhar, üsunkâr ve muhteşem bir kibar Srospunun inkişaf etmekte ol- Yuğunu hiç bir kimke bilmiyordu. Misareti saçından ayakların Tnak ucuna —kadar özenile, enile, ölçülle, tartıla işlenmiş bir küçük şaheserdi.. Bir - gön, :' tapının önünde duran genç B.ı_Yun.n atleti ona baktı —Misareti değil, Frini demeli Snal ÇN Dedi. Yanındakiler: X Evet -dediler- güzel bir buluş doğrusul. ta, onu çağırdılar: ** erkek ve kadının gözünde ı len eski manalar, şimdi ta- | E.""" değişmiş bulunuyordu. | ha kler ona, derin bir iştiyakla Akiyorlardı.. Gençler: | l_nFrım sen bir mabudeye — “WYeceksinl | Diyorlardı.. - Frini, bu müb- hem, bu manalı ve izahsız şey« lerç karşı, kadın cinsinin nadir bulunur kahkahaları ile gülüyor ve kaçıyordu.. — Frini, Frini! Frini Viyötiya civarında görü- len bir kurbağanın adı idi. Rengi, bembeyazdı Bu kurbağanın.. Üs- tünde hafif çiller bulunurdu. Kü- çük otcu kızın beyazlığı da öy- leydi; tatlı, mat, harikulâde be- yaz.. Ve, yüzünün şurasında, burasında da, onun bususiyetini artıran bazı çil serpmeleri gözü- küyordu. Adı, Frini kalıvermişti. Her doğan gün içinde bir az daha parlak, her geçen gecenin sabahında bir az daha serpilmiş ve kızlığın bahar sicaklığını al: mış olarak on yaşına girdiği vakit, artık onu herkes tanıyordu. Çarçabuk serpilen ve mutedil bir iklimin havası ile soğuk p narların suyunu alan Frini, tam '©a iki yaşında iken bir gün kor- ka korka annesine şunu söyledi: — Ben, artık dünkü kızınız değilim annel İhtiyar kadın hakikati anla- mıştı Frininin kızlığı, dün ak- şam renklerle dolu, yangın alev- leri gibi bir grubun peşi sıra, sessiz, tenha tarlaların arasında batip gitmişti. Fakat o günden sonra Frini için, başka bir ih- tişam, bir orospuluk ve güzellik ihtişamının doğuşu başlamıştı. Ağızdan ağza, kulaktan ku- lağa gitti Frini. Artık anası, babası ot toplamıyorlardı. Çün- kü ihtiyaçları kalmamıştı. Uzak- tan, yakından, gençler, zengim ler, büyükler bu emsalsiz ve yeni açmış çiçeği koklamağa ge- Uyorlardı. Hem de avuç dolusu paralar, kucak dolusu hediye- lerle.. ihtiyar otçuyu toprağa verdi- ğinin akşamı, kimseyi kabul et- medi, Bu akşam yalnız kalarak, düşünmek ihti, içinde idi. Şarab bardaklarını hiç durma- dan boşaltıyordu. Tarihin meş- hur sevda ve fuhuş kahraman- ları Mersini, Aspasya, Leyano, Sania, bu genç orospunun hü- viyetinde fazlası fazlasına yatır yorlardı. Birdenbire ve kararını verdi: — Atinaya gideceğim.. Ati- nayı yakacağım! Doğrulduğu vakit, duvara vu- doğruldu ak gölgesine baktı ve tıdı bıı zafer heyecanı, sert, yu- varlak göğsünü kabartıp geçti: — Gözlerim İskenderin orta- lığa baş eğdiren kılıcından daha kuvvetli, vücudüm, onun ordu: sundan daha yakıcı olmazsa, mabutlar bana lânet etsin! diye mırıldandı. Frini bir kaç gün sonra Ati- nada idi. Kronikos mahallesinde bir ev satın alıp yerleşmişti. Burası eteralar ( oruspular, fa- kat kibar oruspular) mahallesi idi. Ertesi gün, Kronikos ma- hallesinin, geniş, bembeyaz du- varında, yabancı bir genç kadın gözüktü ve duvara adını yazdı. Bu duvar, her oruspunun, bil hassa yeni gelmiş olanların isim- lerini ve hatta istedikleri parayı gösteren bir nevi ilân tahtası idi. O gidör gitmez, mahallenin bir kaç kadını koşup geldiler: — Çok güzel bir kadın -de: diler- acaba adı ne imişl. Okudular, şaşa kaldılar: Frinil. Tuhaf şey, beyaz kur- bağa adı.. Gösterdiği rakam yüksek amma, haklı!. Çok değil, bir kaç gün sonra bütün Atina onu duymuştu. Frini duvarın dibine bir daha gitmedi. Eski otçu kız, tabiatin kendi- sine verdiği bu yüksek mümta- ziyeti, ayni zamanda boşu boşuna| harcıyacak bir kadın değildi. Dehşetli bir servet ve şöhret ihtirası, her tarihi orospu gibi, onu da kendi pençesine almıştı. Mahalledeki eteralar, öğleden sonra muhakkak bir kere kendi mahalleleri içindeki sokakları dolaşırlardı ve kadın için gelen- ler de, bunları seçer, takip eder, yahut ta mahud duvarın dibine gelerek isimleri okurlardı. Frini ise artık evinde idi. Ser- vet, rağbet, aşk, şöhret ufukları açılmıştı. Atinanın — güzideleri, sık sık, Frininin kapısından iç- lerini çeke çeke - dönüyorlardı. Frini, kısa bir zaman içinde, ÂAtinanın en zengini olmuştu. Fakat eski otçu kız, sanki ken> disinin ve ecdadının çel telâfi etmek istiyormuş gibi, ka- naat denen nesneye katiyen ya- naşmıyordu. Şimdi de; Yunanistanın en ta- nınmış, en ileri gelen edipleri, ressamları, heykeltraşları ve ha- tipleri ile tanışmak isteyordu. Ona bilhassa Proksitelliden bah- setmişlerdi: — Öyle bir heykeltraş ki, gü- neşin heykelini ışıklarile beraber havada yapacak.. Hem de ga- yet güzel bir erkek.. O gün, Frini, gayri — ihtiyari bu meşhur Yunan heykeltraşını tahayyül etmekle yvakit geçirdi. Akşam olunca, bizmetçisi, genç bir kölenin bazı hediyelerle gel- diğini söyledi. — Kim imiş gönderenl. — Heykeltraş Praksitelli... Frini, heyecana kapılmıştı, gâyri ihtiyari bağırdı: —Praksitellil.. O hal.. Onun be- diyeleri hal.. Çabuk; köleyi içe- riye all, Frininin sevincine payan yok- tu.. İskender Kebirin fethedemi- yeceği büyük san'at iklimlerini © Meşhur - san'atkârların kalble- rini; o kendi ayakları dibinde görecekti. Praksitelli o gece, bu tarihi kadının yanında idi. Praksitelli sordu: — Apelliyi tanıyor musunuz? — O da kimdir? — Yunanistanın büyük ressamı?. — Hayır, ismini işittim, fakat tadımam.. — Peki filezof Ksenokhartı tanımıyor musunuz? — Hayırl.. Meşhur san mı?, — Meşhur bir insan değil, insanlar üstünde büyük bir kıy- met.. — Sizin gibi, öyle mi; Prak- sitelli?. eee h — Hayır Frini ben insanların iş şeklini yaparım. Ö, her şeyin iş varlığını araştırır. — Nerede oturur? — Atinanın bir kenarında; kimsesi yoktur, fakat galiba yeni bir eserin münakaşasına hazır- lanıyor... — Ne imiş acaba bu eser? — İşittiğime göre (ruh, beden ve mabudlar) imiş.. Ksenokrati, bu üç şey ara- sında acaba nasıl bir münasebet görüyordu? — Onları biribirine nasıl bağlıyacak, nasıl alâkadar edecekti?. Düşünüyordu: Kendisi de güzeldi. Uzak, eski günlerde bir atlet, ona: “Sen bir mabudeye benziyeceksin, demişti. Onu hatırladı ve bir az bir in- Frini Atinaya giderken en kendi kendine şoyle düşün- müştü: Ben Atinayı ele geçireceğim!. / Genç kadında müdhiş bir servet ve şöhret ihtirası alabildiğine tutuşuyordu H Frini on beş yaşına girdiği g vakit, ayni yıl içinde, anasını da J | kaybetmişti, babasını da... Eski — Pisl.. Uğursuz, çirkin, ma- budan şamino uğramış. bir'insan,» Bu ihtiyar ve zengin maymun, hem âşık rolü oynuyor, hem de avacunu — sıkiyor.. Halbüki ihti- yarın aşkının yanıbaşında “ken- di sikletince altın bulunmak gerektir. Praksit-lli, bu hükmün kat- iliği karşısında sustu. Frininin bu: zayıf tarafım zaten biliyordu. Heykeltraş bir âralık doğruldu: Afrodit (Venüs) heykelinin fotoğraf lıı'lı;l İ[a geydirilmiş bir şekli sonra meşhur heykeltraşın derin, hayran — nazarlarla — kalçalarımı süzdüğünü farkedince, — gururun bir başka çeşidi ve saadetin doyulmaz bir şekli ile başı dön- meğe başladı. O, güzelliğinden emindi. Ve, hayat, boşa akmaması lâzımgelen bir nehirdi. Onu, en güzel, en renkli, en ışıklı, en çiçekli toprak parçalarının için- den geçirmeliyd!. Frini, o gece, devrin en büyük heykeltraşını da kendine yaklaştırdığını anla- mıştı. Fakat sanat'kârın — gözle- rinde, ayni zamanda, vücudünün en ince noktalarına kadar tetkik eden, arıyan, ölçmek, hendesi münasebetler bulmak istiyen bir bakışta görmüştü. Bunu hisse- der etmez, bir şaheser gibi yatan ve hatlarının keskinliği, kabaran kısımlarının baş dör dürücü güzelliği kimseye nasip olmıyan vücudünü, baştan aşağı ve tamamen çırılçıplak göster- memeğe çalıştı. Muvaffak ta oldu. Praksielli o vücudü, ancak aymn ayrı parçalar halinde görebik mişti. Artık dost olmuşlardı. Güneş, eski Atina ufukların- dan yeni gülümsüyordu ki, kapı çalınmıştı. Hizmetçi geldi, ha- ber verdi: — Eltiyasın uşağı, bir takım hediyelerle geldi. Frini, yüzünü nefretle buruş- turdu: — Praksitellirin — bulunduğu eve, Eltiyas giremez!.. Ve hizmetçi ç.kınca ilân “Lazaalii eeei el e ÜB — Söyle Praksitellil.. — Sizden bir şey istiyorum.. Pencereden giren şu ışığın tam karşısına gidiniz! Frini itiraz etmedi. O yürür: ken heykeltraşin gözleri derin: leşiyor, yüzü değişiyor ve kalbi çarpıyordu: — Şimdi soyunun, üstünüzde- ki bornozu atın, bırakın da to- puklarınıza düşsün! Frini beyaz dişlerini gösteren bir kahkaha ile başıni geriye attı, saçları kalçalarından- aşağı döküldü. — Hayır -dedi- hayır Praksi- tellil, Sizin hayalinizde benim vücudümden çok güzel vücutler vardır, olamaz. Ve Frini heykeltraşın bütün ricaları karşısında ısrarla muka- vemet etti. Halbuki heykeltraş, onu ilk defa bir âyinde görmüş ve kafasının içinde yaşıyan en yüksek şaheserin ilhamını, ondan alacağını ummuştu. Aylar geçi* yordu. Praksitellinin - yanında, başka bir sima daha belirmişti: Meşhur ressam Apelli, İki büyük san'atkâr, ayni ka- dının yolunda birleşmiş ve hiç bir kıskançlık göstermeden, sanat uğrunda anlaşmışlardı: Birisi onun heykelini, diğeri de tablosunu yapacaklardı. Fa- kat onu çırılçıplak soymak lâ- zımdı. Halbuki Frini buna yanaşmı- ini bir gün Praksitelli-