dostum Ahmed Şadi ile karşılıklı geçip göyle bir iki saat dereden tepeden konuş- maktır, Hele bu yakmlarda Ahmed Şadı ie çeneçalmak benifh için daha büyük bir zevk meselesi olmuştur. Çünkü herkesin aksine olarak yaşlı ahbabım Katiyen poli- tikadan, muharebe haberlerinden bahset- mez. Amerika harbe girecek mi Imiş? Yoksa girmiyecek mi imiş? Flandras'daki son vaziyet ne imiş? İtalya nasıl bir katla hareket takip edecekmiş? İspanya hakika- ton Cebelüttarık'ı istiyormu imiş?.. Bütün bunları ihtiyar dostum öyle uzun uzun ağ- na alıp da karşısındakine anlatmaz. On- tatlı tatiz dir şeyler gençliğine ned Şadi gayet | Meselâ eski Yeryüründeki bütün ağırlardan dünya ve havadisleriMe ald kelimeler 4ö- Wgü $u şamanda böyle tatlı şeylerden bahseden bir dosta malik olmak az uz rden r SAMAKIM. Uzun yalar m Ahmed Şadinin ötedenberi hasretini çektiği bir şey var- dır, İkide bir: — Ol of, der, yirmi yaşında olsam!,, İşte onun en büyük Basreti budur: Tek- rar yirmi yaşına di » Bazan ona e: Yirmi yaşına dönmek çin bu kadar aızlanıp duruyorsun... Bunu â ya. Lâkin farzet KI şu dakikada bir el sana dokundu ve tekrar yirmi yı Ne yaparsin?. dostum esrarengiz bir tavır alır, hulyalı bir şekilde © gözl da cevap verirdi: — Ne mi yapardım? Ne mi yapardım?.. Mânalı bir gölümsemeden Sonra ilâve ederdi — Hele sen bana o yaşı ver, G #aman.. Şu dünya denilen lıklı acayip şeyin a çıkardım. Ah bir kere daha o yaşa döne- bilsaydim de o zaman sen beni görseydin İçlerine girilmesi en imkânsiz gibi görünen Görürsün nurla ki- gönüllerin kapılarını .ne büyük bir kolay- | lıkla açtığım görüp şaşsaydın.. Ah me her şey kolay Dostumunu artık bu sözlerine alışmıştım. Biliyordum ki onun karşısına mucizeler yaratabilecek biri çıksa da kendisine sorsa: — Bir milyon lira mi istersin? Yüz elli sene daha mi yaşamak istersin? Yoksa tekrar yirmi yaşına dönüp on genelik bir gençlik huyatı mı istersin? Bunlardan biri- ni seç.. dese Ahmed Şadi muhakkak: — Aman derdi, na yüz eli sent yâşa- mak isterim. Node bir mliyön tirâ,, Hep- si senin olsun. Tekrar yirmi yaşına dö- nüp on sene istediğim gönüllere hâkim ol- mak İsterim. Yirmi yaşında olmak!.. Dünyada hiç bir şey onun için bu derece cazip değildi... Ve bu hiç bir şeyle değişilemez, hiç bir şeyle mukayese edilemezdi... Bundan bir müddet evvel ihtiyar ahba- bin yeni bir eve taşındı. Bu evin arka #ında bir yaz bahçesi vardı. Önü de tram- vay caddesine bakıyordu. Ahmed Şadinin penceresinin tam karşısında bir tramvay Şun gibi bastırdığı günlerden biri med Şadiye gitmiştim. Öteden bı huşuyorduk. Ahined Şadi beni pnce: Terek dışarısını gösterdi! Bak azizim bak. tramvay İs- tasyonunda duran genç adama bak.. Tam yirmi yaşında görünüyor değil mi Sex- gilisini bekliyor. İki gündenbel buluşuyorlar. Sonra bizim evin arka lara» aki bahçeye gidip diğdize oturuyorlar. Bugün de öyle yapacaklar galiba. Lâkin sevgili hâlâ meydanda yok. Lâkin baktım, yirmi yaşındaki kanlının vaziyeti gibi değildi. Bir kere beklediği durağı vardı. Sıcakların birdenbire, kur- deli- yer ©n burada | pek öyla hoşa giderek | derece güneşli idi. Ne küçücük bis çatı, ne de Üç dört yapraklı ska bir fidanmi gölgesi yoktu. Biçare genç eritlimiş kur- şan gibi bir sıcağın içinde bir yandan elindeki mendili le alnının terlerini sile. rek, gözleri yolda bekleyip duruyordu. Za- man zaman yanından geçen otobüslerin, kamyonların, otomobillerin kaldırdığı toa bulutu arkasında kayboluyor. Sonra yeni- den meydana çıkıyordu. Müthiş bir si- cakta güneş altında, bu koyu toz bulutları insanın derisine kıvılcım gibi kızgın gızgın yapıştığını bildiğim için ona bakarken ben olduğum yerde terleyip duruyordum. hâlâ zavallının sevi Halbuki onu on on beş dakika danbari pencereden seyrediyor duruyor- duk. Güneşten, yüzünü gazelelerdeki mü- harebe vaziyetini göste, i çizgi buruşturmuştu. Yeniliği uzak- farkedilen iskarpinleri her halde aya- ğını sıkıyordu sanırım. Çünkü bir aralık eğildi. İskarpinlerinin bağlarını gevşetti, Yarım saat geçti, Hâlâ canandan eser yok... Onu aayrederken biz yirmi yaşındaki bu delikanlıya nazaran âdeta büyük bir #aadet içinde Mik. Bir kere gölgeli odamız pek serindi. O kızgın güneşin altında, si- cak boz bulutunun İçinde, ayaklarında sıkı Wkarpinile buram bura: bol ziyadan buruşmuş gözleri İle yollara bakarken biz püfür püfür, oburmuş buzlu çilek şerbetlerimizi orduk. Hattâ ona bakarak gülüyor, gönül eğlendiriyorduk. Ben kendi hesabıma şimdi şu tramvay istasyonunda yarim saattenberi kan ter içinde bekliyen delikanlı He ne vaziyeti. mi, ne de yaşımı değiştirmeğe razı değil- dim. İçimden: «Zavallı diyordum. Bari be- men eve gitse de sırtına bir kuru havlu filân soktursa.. Kimbilir ne kadar terle- migtir... Üç çeyrek saat geçti, mekten bitkin bir hale geldikten sonra sevgül hanım kırıta kırıla, dalına salına belirdi. Özür dilemek şöyle dursun, deli- Kanlıya üstelik bir de çıkıştığını biz uzak- tan farketdik. Nihayet arka taraftaki bahçeye gittiler. Bir masaya oturdular. Bir münakaşa, bir münakaşa. Kıscağız bişare çocuğu burgu gibi dırdır yedi, bitirdi. Ondan sonra da birdenbire fena halde kızmış gibi dellkan- yı olduğu yerde bırakarak kalktı, gidi Çocuk kendisini tal etmeğe davrandı. Lâkin sert bir bakışla çivi gibi olduğu yere mıhlandı. Kız gittikten sonra kundura- larını çıkardı, Hayattan bezmiş gözlerle, mahzun, bitkin ufuklara daldı gitti Mu- hakkak ki şu esnada ona sorsanız size: «Dünyanın en bedbaht insanı benim, der- di. O kadar hürün içinde idi. Genç adamı seyrederken ben kendi he- sabıma © lüzumsuz ve bitmez tükenmez heyecanları, kiç yoktan kederleri, iztirap- ları, le yirmi yaşına dönmeği bir daha ba- ydan- bekienen randevuları, yorucu takipleri, üzüntülü ayrılıkları ile yirminci yaş daha hatırasile bile beni yoruyordu, Lâkin Ahmed Şadi hâlâ; — Ah ah diyordu, her şeyi ile her şeyi İle yirminci yaş... Acıları ve zevkleri ile be- raber yirminci yaşa bir daha kavuşmak için üsler vermezdim ki... Hikmet Feridun Es MEİN KAMPF ADOLF HİTLER'in KAVGAM İsimli eseri Hüseyin Cahit Yal çın tarafından tercüme edilmiş- tir. İki elit 225, ciltli 250 kuruş. AHMET HALİT Kitapevi a haritalar gibi | Delikanlı bekle- Gül bahçesi İzmirde Kültürparkta bir köşe ayrıldı İzmir (Akşam ) — Kültürpark, İr- mirin en güzel istirahat ve eğlence yeri halimi almıştır. Burada vücude getirilen gül bahçesinde gezenler, muhtelif renkte gül fidanlarının çıkardığı kokular ve on- larm gözleri fevkalâde okşıyan renkleri karşında hâyran kalmaktadır. Gül bah çesinde istirahat için şezlonklar ve bun- İarin yam başlarında da küçük kütüpha- neler vardır. Bu kütüphanelerde bulu- nan kitap, metmun ve gazeteler, okun- duktan sonra yine yerlerine bırakılmak- 8 ve herkesin istifadesi temin olunmak» tadır. e kadar Kültürpark, ek ve ziyaretçileri daha çok memaun edecek (yeniliklerle beze- necektir, Edirnede imtihanlar Edirne (Akşam) — Bir mektepler şehri olan Edimede #on günlerin en mühim hâ- disesi imtihanlardır. Umumi müfettiş Kâ- zim Dirik son hafta içinde hep birden im- thanlara başlamış bulunan büyük küçük bütün mektepleri maarif müdürü Yusuf Ce- mall ile birlikte teftiş etmiş ve mekteplerin ihtiyaçları üzerinde müdürlerle konuşmuş- tar, Edirnede köy kâtipleri ve muhtarlar kursu Keşan (Akşam) — Merkez kasabuda açi lan köy kâtipleri ve muhtarlar kursu 10 günlük bir tedris devresinden #otra niha- iştir. Kursa, kazaya bağlı 57 kö- ıtarı ile 9 köy kütibi iştirak elmiş- ti. Kursun açılışında olduğu gibi kapanı- şında da kazamız kaymakamı Sabri Bar- kan tarafından köy işleri etrafında faydalı bir konferans verilmiştir. Gece Halkevi ve avcılar klübü tarafından bir ziyafet verilmiş ve bunu temsil kolunun (Kanun adamı) adlı bir piyesi takip etmiş- tir. Amerikada nüfus artmasi Amerika müttehid hükümetleri iyetinin nüfus hareketine dair ga neşrolunan malümata göre bugünkü teza- yüd nisbeti deram edecek olursa 1960 yılın- da nüfus azami hadde varacaklır. 1921 senesinde üç milyon küsur doğum ol- duğu halde şon senelerde bu miktar iki milyon ç yür bine inmiştir. Buna rağmen tezayüd çoktur. Posta ittihadına dahil olmıyan ecnebi memleketler: Seneliği 3600, alta aylığı Başmuharrir: 20565 — Yarı işleri: 20765 İdare: 20081 — Müdür: 20197 Rebiülühır 29 — Hızır 3? 8. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yata 880 435 835 1200 201 429 1212 1612 1938 2138 İdarehare: Babidli cirarı Acımusluk sokak No. 13 Eminönü Yerli As, Şubesinden: Yüksek mühendis Raşit Turgudun kısa bir zamanda şubeye müracaatı. “dermanı kesiliyor. Kolları tutmuyor, ba- 'Tetrika No, 84 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Cucinin mağlübiyeti Cengize bir ders olacak ve bir daha bu taraflara yani yurdumuza göz dikmiyecek A — Moğulların sırtını yete getirdik. Bun- dan sonra Moğollar yurdumuza göz dike- mezler, Diyordu. Eğer Celâleddin, babasının im- dadına yetişmemiş olsaydı, Moğolların bu harbi kazanacaklarında $i Özcan bu harpte çok büyük yararlıklar göstermişti, Yanında binden fnzla er yok- tu. Buna mukabil karşısında bin beş yüz- den fazla Moğol akıncısı vardı. Harbe bi n, Moğolların ok mehareti ve pala sallayışları hi tünlüğünü hemen ilk hamlede gi olmakla berader, Özcan kıyı ediyor ve askerine soluk aldırmıyordu. Dö- vüşte öyle biran geldi ki, Özcan okçuların hücumuna uğradı, fakat sırtında zırhlı el- bise yardı, gelen oklardan zarar görmüyor- du, o zülen elindeki kalkenile kendini ok hücumundan korumasını da çok ilirdi, Özcan bir ara Moğolların içine düştü. Ya- binda sekiz on muharip vardı. Kendisi ve adamları at üstünde idiler, Özcanın kullan- dığı kılıcı iki kişi zor kullanırdı, hem çok büyük ve uzun, hem de çok üğir idi Fakat, Örcanın bilekleri o kadar kuvvetli ve ba- zuları o derece şişkindi ki, kılıcını savurdu- ğe zaman birkaş Insan kellesini birden ye- ürüyor, ve düşmanın üzerine ölüm saçan bir dehşetle saldırıyordu. Moğollar owun hücumundan çok yılmışlardı. Özcan bu suretle düştüğü çemberden, yüzlerce Moğol - öldürerek ve yaralıyarak kurtulmuştu. Özcan Kendi karargâhıns döndüğü 2a- | ran, kendi adamlarından meydan harbin | de sağ kalan bir kimse bulamadı. Birçok | yaralı vardı, Etrafta inleyen ve haykıran- ları dinledi: — Keşke ben de ölseydim, dedi, düşmanı | bozguna uğratlık umma, Celâleddin yetiş- meseydi muağlüp olacaktık. Yaralanıp a&- lamak ve inlemek neye yarar, Bir muharip ya muzaffer olmalı, ya gerefile ölmeli Özcan o kadar meyus, o derece heyecan» lıydı ki, kendisinin yaralandığının bile far- kında değildi. Güneş batarken . dizlerinin şında uğultular hissediyordu. Yerde yatan | bir zabit, Özcanın arka omuzunda pıhtılaş- miş kan lekeleri gördü: — Sen rurulmuşsun, koca aslan! Hâlâ neden ayakta dolaşıyorsun? Şurada soyu- nup yaranı sarsan a Özcanın o zaman aklı başına gelmişti, Derhal sırtındaki yelesini çıkardı ve düş- manla dörüşürken omuzuna #aplanan bir oku elile wasıl çekip attığını hatırladı. He- men koynundan bir küçük keçi boynuzu içinde sakladığı merhemi yarasına sürüp bağladı, Ve başını bir bişa dayayıp uyudu. Sultan Mehmed karargâhı dolaşırken, Ör“! n bir Balde yaktığını görmüşlü. Özcanın adamlarile konuştuğu 2 zaman harp- te gösterdiği fedakürlıklar: da öğrendi. Ya- vaşça atından inerek, Ozcanın alnından öp- vü. Özcan o sırada rüya görüyor ve rüyasın-| da sevgilisini sayıklıyordu: «— Nürucihan.. Nürucihan.. Nerelere saklardın Kimin koynundu yaşıyorsun? Seni bana çok mu gördüler? Seni benden ayıran imi var? Neden benden kaçıyorsun?» Sultan Mehmed, #trafındâki zabitlere sordu: Kimdir bu Nürücihan?... Zabitlerden biri cerap verdi: — Özcan onu (Karakale orada tanimişlı. Bazı kimseler (Nürucihar Fars beyinin gözdesidir!) dediler. Özcan o #amandanberi Nüruciyanı seviyor. — Nerede bu kadın şimdi? — Harzem ilinde saklanmış diyorlar. Nerde olduğunu, kimin yanında yaşadığını bilen yok. Sultan Mehmed muhafızlarına emir ver- di: — Yurda döndüğümüz zaman, bu kadını — eğer Harzem ilinde yaşıyorsa bülup canın â Tuzak içinde Tuzak Tefrika No, 178 Ragıb, arkasını dinlememişti bile... Koşuyordu... Kaptansa, hemen ösketini çıkardı. Hızla soyundu... Usta bir bahriyeli olduğu için, ya- şına râğmen, çevik bir hareketle ken- dini sulara attı... Bütün kuvvetile yüzüyordu. Uzakta, bir vücüdün tehlikeli akın- tıya doğru hızla ilerlediğini görü- yördü. Fâkat Burhan kaptan, daha iyi bir yüzücüydü. Ona yaklaşacağını umuyordu. Fakat, kayadan adacık, Şermine daha yakındı. Akıntı da onun ötesin- deydi. Kiz sayet burâdan saparsa kendini kaybederdi Nitekim öyle yaptı... Kaptan dönemeci çevrilince karşı- sında Kızdan eser görmedi, Akıntı akıyordu. Şerminin izi yoktu. Dalgalar, yavrucağızın üzerine kapan- çamişta, Öte taraftan, Ragıp, küreklere asil- muş, bütün hızile yaklaşıyordu. San- dalda yalnızdı ve rüzgâr zıd istika- metten esiyordu. Nakleden : (Vâ - NüJ O da bakıyor: Su üzerinde hiç birr alâmet yok... Yalnız kaplan bülün gayretile yü- züyor. Birdenbire daldı. Şayet bu tapındıkları kız mahvolur- $a kendisi için de, karısı için ebedi bin matem devri başlıyacaktı. Hidayet, balkonda, bütün bu sah- neleri heyecanla takib ediyordu. Ya- nında Hâlide Vildan hanımefendi, dür- bünle denizi gözden geçiriyor. Beyhu- de yere teselli cümleleri sarfötmekten çekiniyordu. Kaptan, iki kere daldı çıktı. Halinde ümidsizlik görülüyordu. Üçüncüsünde Halide Vildan, neşeyle haykırdı: — Yarabbi şükür... Buldu... Hakikaten de kaptan, tekrar su yü- zünde belirmişti. Amma bu sefer yal- nız değildi. Dişleri arasında bir'cisim tutuyordu. Bir kadın vücudü... Belki de bir cesed... Akıntı onları almış sürüklüyordu. Şayed arkadan sandal yetişemezse iş“ leri betbaddı... Bu sırada rüzgâr arttı. Ragıp, yek ken açtı. Akıntıya doğru ilerledi. Ve tâm vaktinde yetişti. İki kazazedeyi birden sandala ala- Tak kurtardı. Bürhan kaptan bayılmak üzereydi. Şerminde ise hiç bir hareket görülmü- yordu. Hidayet, kıbleye dönmüş, ellerini açmış, Allaha yalvarıyordu. bei yavaş yavaş iskeleye yak» Şermini Kaşlar üzerine çıkardılar. İcab eden ilk tedaviye başladılar. ları arasında bulunmak ona dehşet veriyordu. Erkek, yavaşça kızın kulağına mı- rıldandı; — Şimdi umârm Ki artık benden şüphelenmezsin... Mademki seni kur- tardım, KK getirdim sayılır. Ev. deye de telâş içinde aşağı gel mişti. Kaptan kızını anhesinin kucağına verdi. Sonra Kendi de ikisini birden kucakladı. Kadıncağız, evlâdını canlı bulduğu için kocasına şükranla bakıyordu. Şef- kat ve muhabbetle Şermini öpüyor, | öpüyordu. ya Mahud faciadan sonra, kaptan, ka- rısınını gözlerinde ilk defa olarak tam müânasile, affı, aşkı okudu. Dudakları yirmi senedenberi ilk defadır birleşti. Hidayet, kızına: — Şimdi artık ölmek istemiyorsun, değil mi? - diyordu. — Anneciğim! — Yemin 6t, : Yavrucak, annesinin kucağından kurtarıcısına geçti ve ona deği ki: — Mademki benim ille yaşamamı is- tiyorsunuz, size ve anneme lâyık ola- rak yaşıyacağım... Artık üzülmeyin... Halide Vildan hanrmefendi gözleri sulanarak bu sâhneye şahid oluyordu. Elini- kaptanın omuzuna koyup: — Âdeta kahramanca hareket etti- niz... Hayatınızı tehlikeye koydunuz... Amma emin olunuz ki şu dünyada bir tek saadet vardır... Oda... —? — Sevmek ve affetmektir... Bu hadiseler üzerinden bir sene geç» | mişti, Pazialara şahid olan fki allenin ha- yatı yavaş yavaş tabii bir hal alıyordu. Viyanalı kuyumcu Samuel Rosen'in katli meçhul kaldı, Caniler ceza göre- medi, Oteldeki rezalet Kimsenin bil- mediği deli bir kıza atfedildi. Sühanın intihârını zâten gazeteler, kanun do- layısile yazmanıştı Oda kapandı. | hada yaklaşıp: Özcüna testim etsinler. Nürucihunı ona bü dışladım. K Gece, baba oğul birleştikleri zaman, C8- Vileddin sordu: — Moğullar size sulh teklifinde bulunma» dılap mı? Harbo taraftar değilerdi ki, Ben israr edince, Cuci harbi kabul etti, Ben, Kaymış #adisini göslerdim: «İşte meydan, Er olan çıksın ortaya...» dedim. O: «Biz size düş- zla ırmak boylarında çapulcu takibine çıkmıştık. Boş yere kan dedi. Onların Kaymış boyla- ia İndiklerini biliyordum. bumunu kırmak onlarla ooburdum. Cusl barbi kabul , Moğollara çoktanberi iyi 4 düşünüyordum. Sen tam vaktinde imdadıma yetişti. Ben Moğol- lârın bu derece çetin dövüştüklerini biimi- yordum. Meğer onlar anadan doğma m harip kimselermiş. Moğollar bugün mağlüp olarak Kaç- tılar, Pakut onlar, bizi her zaman yenebi- lirler, baba! Bu harbi yapmamalıydık. Gü- nün birinde zararım göröceğiz ve bugünkü kazancımızı on misli fazlasile ödiyeceğiz. Bu derece ümldsiz olma, Celâleddin! Gerçi insan, doyağını yediğt kimseye kam kin tular amma, şu sırada Cengi: rafa inmeğe vakti yoktur. Cuci lübiyeti, Cengize bir ders olacak ve bir da- ha bu taraflara yani yurdumuza göz dik- miyecektir. — Ben böyle düşünmüyorum, baba! Ce giz han çok kinci bir adammış, Özcan otu çok yakından tarıyor. — Cengiz, bu hezimet üzerine Harzem ili he yürüyemez, Celâleddin! Allah - büyü! tür. O, bu dayaktan sonra, gene yurdumu- sa saldıracak olursa, kendisini ve oğlunu almak için her türlü hileye baş Vura- cağım... gen merak etme! Şehzade Celâlöddin, babasile fazla könü- şamadı. O gece — çok yorgun oldukların- dan — çadırlarına girip yattalar, Celâleddin, ertesi günt Özeanin konuşa» cak ve onun da nejer düşündüğünü anlıya- caktı İmat gördüklerini ve duy- duklarını anlatıyor Ertesi sabah, Moğollar kaçtıktan sonra, yaktıkları ateşlerin arkasında kimseyi gö- remiyen Elarzemiler, Moğolların hilesini an- Jamışlardı. Sultan Mehmed harp meydanında ho- Bolların terkettiği hayvan eğerlerile kar- guüar, yiyecekler, ok ve ok torbaları, yirbih etme gibi bircok ginatm ide sderek, Kı miş boylarından dönmeğe karar yermi Sultan Mehmed son gece çadırında otu- rurken, İmat, sürüklene sürüklenç sulta- m çadırı önüne geldi. Nöbatçllere sordu: — Efendimiz yatıyor — Evet. Şimdi çadıra idi Sultan Mehmed çadırdan başını çıkardı: ım var orada? Beni soran kimdir? İmad sesini yükseltti: — Sise diyeceklerim vardı. İki kendime gelememiştim. Şimdi dizlerimde biraz kuvvet buldum, yattığım çadırdan gıktım, efendimize harpte duyduklarımı ve gördüklerimi arzelmek istiyorum Sultan Mehmed, İmadı ki onunla konuşmak 1s İmad iki, üç gündür yatıyordu. al çadırın önünde görün- ce sevindi, içeriye a m genin dirileceğini ummuyordum, İmad! Allak seni yurduna bağışladı. Düş- manı kaçırtsık amma, büyük fırtına atlattık, değil mi? Bu fırtına birşey deği, velinimetim! (Arkası var) gündür Baha, Atinaya kaçarak ortakları sön teşebbüslerinin muvaffakıyetsiz. liğini hikâye öt. Zavahir hilâfına, Kolon beyler ailesi içine bir soğukluk gitmişti. Belkisin iyileşmesinden bir kaç ay sonra Ca galoğlundaki evde ve Yeşilköyde ye- hiden görüşmeler, buluşmalar başla dı, Fakat bunlar eskisi gibi keyifli ol- nwyordu. Yalnız Dürrüler atıştırıyor, gülüyor, eğleniyordu. Kudret şöyle bir | görünüyor. hemen sıvışıp gidiyordu. Kızının istikbalini hazırlamak işini büyük babaya tamamile terketmişti. Aile işlerine karışmıyordu. Maide hi nımı da kocasının bu. yeni hatlı har&- keti pek memnun ediyordu. Belkis, her ne kadar sıhhatine k8- muştuysa da mağmum düşünceliydi. Mollabey zaman zaman onu Ferhadla | yanyana getirmeğe çalışıyordu. Doğ- rusu mile, hem hakikatleri meydanâ çıkarttığı, hemde rezaletin önüne geçtiği için bu hukukçuya pek meğ- yundu. Fakat Ferhad, hakkındaki teveccühlere rağmen pek çekik ve ç€- kingen davranıyordu. Bir bahar güniydi. Ortalık çiçek, çimen içinde... Yeşilköyde yine bir toplantı vardı. Belkisin arkadaşı Kiki, Ferhad dostlarından, birile evlenmek üzereydi. Davetliler arasında bulunan Kiki, Fer” (Arkası var)