Hara çok güzeldi. Vapurun ist güverte- | sine oturmuş etrafi seyrediyordum. Öğle yemeğinde, yoğurtlu kebabı biraz fazla ka- | çırmıştım. Bunun için üzerişne şiddetli bir —— Ha uyurum, ha uyuyacağım... run gürültüsü bana tatlı bir ninni gi- geliyor, gözlerimi güç hal ile açabiliy: dum. Adaya kadar hafif bi gekrieme yar m bu esnada karşıma iki kişi oturdu. Gayet.yüksök sesle konuş- mağa başladılar. Bunlatdan biri yanın arkadaşına tuhaf, merâklı bir hikâye latmağa başladı konuşuyordu ki, be- ki birkeiç kişi daha onu ışı alâkam gittikçe ziyadöle- daki âdârmü anlattığı hi- laltıklarına siyordu. Karşı kâye şu idi - Pek gençtim, Zayif, çelimsiz hastalıklı bir çocuktum. Babam tersi olduğu için ben de kendime bu mesleği seçmiştim. İntanbu- Jun tenhaca bir semtinde küçücük, kuş ka- fesi gibi bir dükkünım vardı. Vakık çok iş olmuyordu amma aç da kalmıyordum. Dik- tiğim elbiselerle pekâlâ geçinip gidiyordum. Bir sne Şeker bayramına doğru İdi. İşler artmıştı. Birçok kimseler bayramlık elbise- erin! diktiriyorlardı, Dükkünda benden bâğ- Ka bir de çırağım vardı. Siparişler birden- bire fazlalaştığı için gebeyi gündüze kata- rak çalışıyorduk. Bayrama yatiştirmek üze- re birkaç kostüm almiştik. İşte bu sıralarda benim giği zayıf, çelim- si bir genç dükkânıma geldi, Hiç unutmam lâeiverd, çizgili bir kumaş getirdi. Elbise yaptırmak yor: — Aman bayrama Yetişsib... dedi. Eibiseyi dikmemiz için delikanlının ver- diği para mükemmeldi, Buna tamah ettik. Onun da kostümünü bayrama kadar yetiş- tireceğimize söz verdik. Lâkin delikanlı sı- Kı sıkı tenbih ediyor: bayramın tik güpü mutlaka bu mek mecbhriyetindeyim. Her- de yetiştereceksiniz değil mi? abli tabii yetiştiririz... dedik. aktı, Gipti. Artık biz faali. ârttrdik. Artık bayrama e başka sipariş almıyor- Yalnız çelimsiz delikannin Jâçiverd elbi- gesi kalmıştı. Onu da herhalde bayram sa- bahına kadar yeliştirecektik. Zaten elbise- nin provaları da bitmişti ya, | Lâkin biz de harap olmuştuk. Çırağımla | beraber geceleri de çalışıyorduk. Hiç unut. mam bayram gecesi idi. Gene karşılıklı geç- ami, dikişle meşguldük, Dükkânın kepenkle- rini kapamıştık. İçeride çalışıyorduk. Bu vakanın geçtiği zamanlarda geceleri dük- kânlarını filinca saatte kapanacağına dair bir usul yoktu. Vardı ise bile kimse bunu bik etmezdi. Dikişten gözüm yorulduğu için kendi dime beş altı dakikalık bir istirahat ver- meği düşündüm. Elimdeki işi bıraktım, Bir sigara yaktım. İşte ism bu esnada dükkünin kepenkle- rine bir iki tekme indi. Kâh bir s0 dışa- rıdan bağırdı: n terzi Şevkinin dükkân burası de- Bil mi2. İçeride kim var?.. Kepenklerin arasında ışık görüyorum... Heyy.. Açın şu kepen z Çırağımla ben biribirmize bakıştık. Bu da kimdi bu vaktinde kepenkleri niçin or ve bağırıyordu? Dışarda» ki adam gürültüyü biarz daha arttırmea kalktık, Kepenkleri açtık. Dükküna çam yarması gibi iriyarı bir adam girdi. Gözleri kan çanağı hali hayli çakır ke- ilnde bir paket vardı. Dükkâna girez kadar bile ehemmiyet ver- 2dü vkl sen misin külhani?... efendim bendenizlim!... dedim, öyle ise... dedi, senin kim olduğu- m anladık... Şimdi söyle bakalım... Bina nt erler? Kekrledim: — Bilmem efendim... Zatı âlinize kim der- ler ki Kızdı — Eesece? Benim izim olduğumu bilmi- yor musun sen... Cahil herif... Bana kim der- ler biliyor musun?... Gözlerini büsbütün korkunçlaştırarak yü- z#üme doğru eğildi, dişleri arasında kelime- leri âdeta yiyormuş gibi geveliyerek ilâve etti: Bana «Üsküplü, derler. . Birdenbire dehşet, içinde kalmıştım. <Üs- küptü mü?» Üsküplü ha?... Eyvahlar olsun! Kendisine.bu «Üsküplü lkabı verilen ada- min ne kadar belâlı bir insan olduğunu ku- Jaktan kulağa işitmiştim. Onun kırdığı ce- de pek müsaltdi &le bir Ali kıran baş kesendi.. Bazıları onun hayatında bir kere olsun «Üsküpse gitme- diğini söyledi. Fakat «Üsküplüs, adı ile şöh- ret salmıştı. İşte şimdi bu adam karşımda idi, Üsküplü elindeki paketi bana doğru atarak — Al bu kumaşı... dedi, yarın sabaha ka- dar yetiştireceksin. Arladın mı? Şaşırmıştım: — Fakat efendim, dedim, yarın sabaha kadar bir elbiseyi hami yetiştirebilirir.. Elimde işlerim de var zaten... Sonra malüm Âliniz yarın bayram, Üsküplü bu sözüm üzerine kükredi: — Ne dadin? — dedin kelimesini dadin şeklinde söylüyordu — ne dadin?. Yapa- maz misin? Ailmallah seni doğrar Şiş ko- bâbı yaparım... Yarn bayramsa daha iyt ya... Bende bayram günü bunu giymek is- tiyorum. — Fakat bir elbisenin provaları vardır... Provasız dikiş olur mu? Üsküplü onun da kolayını buldu Ben ölçümü al... Yeter... Ben bu kumaş- tan bir sibise istiyorum. Nasıl olursa olsun. İlâ velâkin yarın sabaha hazır olmalı. Belâya çatmıştık bir kere. dim)...» cevabını vermekten başka çare yok- tu. Üsküplünün ölçüsünü aldık. O gece #a- baha kadar gözümüzü kırpmadık. Güneş doğduğu halede hâl «Üsküplü nün elbi- sesi bitmemişti. Bereket versin ki, belâh sdam henüz ortada yoktu. Elbisenin bir kolları kalmıştı. Onları da dikip bitirdik. Artık gene yorgun argın »Üsküplüsyü beklerken bir de baktık İçriye çelimsiz de- Ukanlı girdi. Zavallının elbisesini bitire- memiştik ki.. Dökkâna girer girmez bü- yük bir hevesle sordu: — Elbise hazir mu Boynumuzu bükt — Bitiremedik... dedik. Fena halde öfke- lendi, üzüldü: — Canım, söz vermiştiniz.. Niçin bilire- mediniz?... dedi, — Ne yapalım? dedik. Bir «Üsküplü» gel- di. Bizi tahâld etti. Bir kumaş getirdi. Onu dikdik. Sizinki kaldı. «Üsküplü» bu... Şaka- ya gelir mi? Zayıt genç bu sözümüz üzerine ne dese beğenirsiniz; — Alah Üsküptüyüm. Çırağımla ben gerç adamın son dertes çö- Iimsiz vöcüdüne baktık. Onun horoz gibi ih, dedi, o Üsküplü ise ben de ince sesile «ben de Üsküplüyüm: demesi pek | tuhafımıza gitmiş. Katıla katıla gülme- ge başladık, neden sonra: - Haydi canım siz de.. dedik, herhalde şaka ediyorsunuz... Siz Üsküplü olamazsı- NİS.. O israr ediyor, yırtınıyordu: — Vallahi billâhi ben de Üsküplüyüm.. — Haydi canım siz de... Öyle şey mi olur? Siz Üsküplü görmemişsiniz.. Genç çırpınıyordu: — İki gözüm çıksın ki, Üsküplüyüm... İş- te nüfus kâğıdım... O nüfus kâğıdını çıkarırken içeriye ha- kiki Üsküplü girdi — Ver bizim elbiseyi be... dedi. eketi şöyle giydi. Fena bulmadı. Paket yaptırdı. Dikiş parasını vermedikten ma- ada çıkarken bana bir de bağırdı. Biz onun arkasından baktık. Delikanlıya: Sen kim İşte... dedik, Üsküplü bu. . «Pekâlâ efen- | Bursada merinosculuk Bu #ene 23 bin Merinos koyunu yetiştirildi Bursa (Akşam) — Vilâyetimizde merinosculuk, mühim inkişaflar kaydet mektedir. Merinos mıntaka müfettişliği, yeni sene için bir program hazırlamıştır. Son sene zarfında alınan verim, Merinos davasının memlekette tamamile tutundu- ğunu erecek mahiyettedir. Önceleri, asırlık itiyadını bozmak is temediği ve müsbet neticesini görmediği için, köylüler tarafından gösterilen mu- kâvemet ve kararsızlıktan bu; kalmamıştır. Devletin sistemli bir çalış- ma ile sarfettiği gayret, nihayet muzaf- fer olmuş ve köylü, Merinos davasının, her şeyden ziyade kendi faydasına yarn- dığını tecrübe ile görmüştür. Bu anlayış, ve kavrayışın eseri olarak geçen sene on bin Merinos elde edilmişti. Bu miktar Bu sene 23 bini bulmuştur. Tecrübe yılları içinde Macar merinos- ları yetiştirici üzerinde bir kararsız- hik uyandırmıştı. Bunlar yün bakımından çok iyi semere verdiği halde, et itibarile beklenen faydayı vermemişti. Halbuki, Alman merinosları her iki bakımdan da köylüyü tatmin etmiştir. Bunun üzerine Alman merinosları üzerinde çalışılmış ve daha birinci jenerasyonda fevkalâde bir netice alınmıştır. u cins koyunlar için Bursa ve hava- lisinin pek ziyade uygun şartlarla en ek verişli bir mıntaka olduğunda şüphe kal- mamıştır, Diğer taraftan, suni tohumlama faali- yeti, gittikçe azaltılmağa - başlanmıştır. Yetiştirilen ve yeniden getirilen koçlar- la, tohumlama ve üretme işi, daha kolay başarılmaktadır. Suni tohumlama istas- yonlarından yalnız dört isnesi bırakıl mış, kalanı kâmilen kaldırılmıştır. Bu s€- ne köylüye verilmek üzere 1700 koç ha- zrlanmışyır. Bunlar, üç ay müddetle, yi- yeceği ve bakıcısı da Merinos teşkilât tarafından temin olunmak üzere, köylü- lere ve sürü sahiplerine teslim edilmek- tedir. Serbes döviz muamelesi gören yünler, Bursa Merinos fabrikası tarafından de- ğer pahasına ve köylünün ayağına kadar gidilerek peşin para ile satın alındığı için yetiştiriciler vaziyetten çok memnundur- lar, İzmir limanı temizlenecek İzmir 23 (Akşam) — Limanlar umum dürtüğü, İzmir limanının sığlaşan bazı kısımlarının temizlettirilmesine karar ver- miştir. Bü maksadla İzmire gelen liman mütehassıs ©. CSAI tedkiklerine başla- mıştır. Mendirek içinde, bilhassa gümrük anirepoları önündeki medhalde vakiile birkaç şat batmış ve çuvallarla çimento dökülerek burasını çok sığlaştırmıştı. Ted- kikat neticesinde işin ne kadar para sarfı- ni icap ettireceği tesbit olunacak ve gön- derilecek tarak makinelerile temizlik ame- liyesine o başlanacaktır. Bu oşmeliyeden sonra pasaport binasından Alsancağa doğ- ru uzanan rıhtım önünde de tarak maki- nelerile temizlik yapılcak ve bu kısım da derinleştirilecektir. Göçmenlere çift hayvanı veriliyor izmir CAkşam) Geçen yıl vilâyeli- mizin muhtelif yerlerinde iskân edilen Bulgaristan ve Romanyalı gözmenlere çift hayvanı tevziine başlanmışlar. İskân vo veteriner müdürlerinin de iştirakile teşkil olunan mübayaâ komisyonu, şimdiye ka- dar Bergama, Kuşadası ve Menemen ka» zalarından 168 baş çift öküzü satın al- miş, bü hayvanlar, derhal göçmenlere tev- zi edilmiştir. Mübaynaya devam edilecektir. Tuzak içinde Tuzak 'Tefkika No. 168 — Peki, Pervinin yanına bırakılan kız7... Onun da izi kayboldu... Ne Povin var meydanda ne kız.. — Kadın ölmüş. Genç arabacı : — Kimmiş bu Pervin? - diye sordu. — Eski bahçıvanın karısı... Cena- zesini de Korsankayaya naklettiler, Bu sirada vapur yanaşmıştı. Bir motör, yolcuları iskeleye çıkardı. İki arabacı, hazırlandılar, Eşyayı nüklet- mek için getirilen arabanın sürücüsü de, kahvenin kapısında çayının son damlasını höpürdetip içtikten sonra onlara yaklaştı, — işte bizimkiler geliyor... Kaptan da gençleşmişe benziyon... Bu sırada, iskelede bâbacan tavırlı, gâyet iyi yüzlü, fakat taşralılığını gizlemek lüzumunu bile hissetmiyen Sarı bıyıklı bir delikanlı belirdi, Otuz yaşlarında kadar olan bu erkekle, Kaptan el sikişti: — E... Buradan ayrılıyor muyuz, Ragıb bey... — Evet efendim... Müsaadenizle.., — Beraber gitseydik — Maalmemnuniye. Nakleden : (VA « Nü) bam gelecek... Ayni yolu takib ederiz. Arabacılar, askerlik vazifesini yap- | muş insanlar olduğu için, bu Kapta- nın karşısında adetâ general huzu- runda imiş hissine kapılıyorlardı. Aleste bekliyorlardı. İki erkek iskelede yanyana yürü- yorlar, yaklaşıyorlardı. Arkalarından da, üç kadın ve bir kız çocuğu geli- yordu. Kaptan kapalı arabaya hanımları bindirdi. Kendi de bindi. Ötekine io, hizmetçiler bindiler, Bu esnada, bir brik aceleyle gelmiş- ti. Bunun için,e Ragıb kendi eşyala. nni koyduktan sonra, atladı. Diggin- leri eline aldı, Uşağı arkada oturmuş- tu. Kaptana elile bir selâm verdikten, sonra, hareket etti, Kafile halinde — Onun gibi insanı bugünkü dün. yada azdır... Gayet zengin olmakiâ, #iraat tahsilini mükemmel yapmekia. Saadeti çifliklerini inkişaf ettirmek- te aradı... Bütün köylüler, fakir fe karalar ona bayılırlar... Pek iyi kalbi olduğunu söylerler... Kimseyi sıkbo- ğaz etmiyormuş; ekseriya hakkından bile vazgeçiyor, insanları ezmiyor- muş... Ve yol boyunca, anlatınakta devam 'Tefrika No. 74 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Gıyas, bir müddet genç kadının gözlerine, billür göğsüne, hasılı bütün güzelliklerine derin bir hayranlıkla baktı — Bu herif hâlâ uy — Evet. Umarım ki, lama, — © halde bu soğukta ölmeğe mühküm- dur. — İstersen ocağı tutuşturalım da, soğuk- tan donmasın. — Gece yapmak istediği fenalığa karşılık olarak bunu yaparsak, bize dağdaki yaban keçileri bile güler. Kulübenin kapısını Dağdan köye indiler. — Tam vaktinde gelmişiz, Riza! Kervan hazırlanmış... Biraz daha gecikseydik, bizi beklemeden geçip gidecekti Şehzade Gıyaseddin uyanırken.. Buhara ülemasından İki hoca arasında veraset meselesi yüzünden aylardanberi de- vam eden bir içtihad davasi nihayet o gün Saray kapısına kadar akselmişti. Hoca Sa- dettin ile imam Dehlevi arasında geçen bu davayı güya şehzade Gıyaseddin hallede- cel Hoca Sadeddin çok asabi bir adamdı, hey- betli görünüşü ve gür sesle Dehleviyi iskât etmeğe muvaffak oluyorsa da, halkin ve ülemanın Büyük bir kısmı Dehleriyi iü. zam ediyordu. Saray kapısı yüzlerce ülema tarafından sarılmıştı. Gıyaseddin uykudan henüz uyanmamış- & Hoca Sadeddin, şehzadenin uykusuna bi- le müdahale edecek kadar cesur ve atılgan bir adamdı; — Güneş tepemize çıkalı hayli zaman ol- du, Bu saate kadar uyunur mu? Haydi, yaseddine haber verin... Davamızda hangi- mizin haklı olduğunu bize söylesin, Diye bağırıyordu. Tam bu sırada Semerkanddan Buhara- ya gelen yolcu kervanı saray önündeki mey- dandan geçiyordu. Şalr Riza — yanındaki cariye ile birlikte — kervandan ayrılarak saraya doğru yürüdü. Sarayın nizam kapı- sından içeri girmek mümkün değildi. Riza kapıdaki kalabalığı görünce şaşırmıştı. Biraz sonra bu toplantının sebebini anla- yınca, cariyeyi aldı, sarayın arka kapısına gitti. Burada harem bahçesi vardı. Erkek- lerden hiç kimse buraya giremezdi. Kapıda mizraklı nöbetçiler dolaşıyordu. Riza ve şehzadenin cariyesi at üstünde duruyor- lardı. Şair, nöbetçilerden birine kendini ta- nattı: — Gidin, şehzademize haber verin... Riza Semerkanddan, emaneti salimen ge- tirdi deyin! Dedi. Haremağaları şehzadi Rizanın geldiğini haber vı Gıyaseddin yeni uyanıyordu. Bu haberi alınca başını kaldırdı, gökyüzüne baktı: — Güneş yükselmiş... Riza iyi haberlerle gelmiş... Bugün bütün İşlerim ras gidecek. Diye söylenerek yatağından kalktı. Ha- Temağasına: Rizayı yanındaki misafirile harem kapısından içeriye alınız... Dedi. Haremağası döndü, şehzadenin emirlerini söyledi. Riza ve misafiri saraya bu suretle arka kapıdan girmeğe muvaf- ink oldular. Giynseddinin, hizam Kapısında toplanan hocalara derd arlatmağa vakti yoktu, Ri. zanın Şemerkanddan geldiği sırada Giya- seddin hocalarla nasıl uğraşabilirdi Saray muhafızı da sabahtanberi müşkül vaziyette kalmıştı. Hoca Sadeddin kapıda bağırıp duruyordu; — Şhzade Giyas hasta ise çekilip gide- lim... Gelecekse bizi daha fazla beklet mesin. Bu zamana kadar yeryüzündeki bü- tün mahlâkat uyanmıştı. O nasil uyuya» bilir? yor mu? rarına kadar da ayı- yavaşça kapadılar, ve koştular... beraber Bürhan kaptan bu yavrunun fena bit menşeden çıktığını artık hatırla. mıyacak kadar kendini asli ruhlu hissediyordu. Şermini hakiki hüviyeti ile, ferd kıymeti ile, şahsi meziyetle- rile görüyordu. Cidden sevilecek bir kizdı. Tamanile annesinin halük, yu» | muşak, tatlı huylarına tevarüs etmiş- ti. Dahası da var; Karısının gençliği. ni, canlılığını hatırlatıyordu. Bununla beraber, yâvrucak manen çok sarsılmıştı. Yıllardanberi çektiği sefaletlerin üzerine katılan son ma- ceralar onu birden yere vurmuştu. Sühanın intiharı üzerine halinde bir | gördü. durgunluk hasıl olmuştu. Kaptanla | kamsı bundan dolayı fevkalâde üzü- Tüyorlardı. Doktorlar, onun da Belkıs gibi bir beyin hummasına yahut ona benzer ağır bir hastalığa yakalanacağını sanmışlandı, Lâkin, çok şükür ki, uzun süren asabi buhranlarla fâcia atlatılmış bulunuyordu. Hekim: — Bu küçük hanımın derdi maddi değil, manevidir. Onun için kendisi- ne muhit değiştirtin. Sakin bir yerde bulunsun... - demişti. Atlo de bu tavsiyeyi tutmuştu. Korsankayadan daha Alâ sakin yer mi olur... Buranın tablatı, dekoru emsalsizdir ...Hem de genç kız çocuk- Tuğunu geçirdiği ve hatıralarını bö Gıyaseddin bu sesi duyunca hiddetlendik — gu herifleri dağıtınız, diye haykırdı burası mahkeme değil... Ben de dini dava ları halledecek bir müctehid değilim. BS işi babam bile hal Binek tas sına çıktı... Ve Giyumdiinii söylediklerini aynen tekrarladıktan sönra? — Şehademiz rahatsızdır... taciz etmeyin! Dağılın... Dedi, Fakat, hoca Sadeddin yumruklar rini sıkarak cevap veriyordu: — Davamızı kim halledecek? Benin elimde esaslı deliller var. Veraset meseleler rİ benim iddiama göre hal ve fasledilmezse, hukuku âmmeye tecavüz olunmuş; masum ların, yetimlerin hakları gasbedilmiş olur. Gıyaseddin bu işin içinden çıkamıyacaksa, davamızı sultan Mehmede gerh etsin... On” dan gelecek hükmü bekliyelim. Ve ilâ, halli arasına düşen bu şek ve şüpheyi kati bur” hanlarla izaleye muvaffak olumayı” Gıyaseddin, hoca Sadeddinin sesini duy- dukça hiddetinden küplere biniyor ve: — Bu herifi hâlâ neden söyletiyorlar? Ortalığı fesada veren, mânasız düsturlarla, halkın zihnini çelen ve imanını sayıflalanı bu adamı defediniz! Diye bağırıyordu. Nihayet muzraklı nöbete çiler yetişerek, atlarile halkın üzerine yü” rüdüler ve kalabalığı dağıttılar. Gıyaseddin, sevgilisile başbaşa... Şair Rizanın Semerkanddan getirdiği ca» riye, Buhara sarayında çoktanberi kapali duran (Azrü)nın dairesine yerleştirilmişti. Giyaseddin, şair Rizaya; — Bu işi senden başka birinin beceremi- yeceğini biliyordum. Şimdi, ne dilersen, söy“ ls bana. İstediğini vereceğim. Diyerek, kendisini sonsuz iltifat ve he- diyelerle taltif ediyordu. Cariyeyi hamama, sokmuşlar, yıkamışlar, pembe beyaz vücu- düne şehzadenin sevdiği kokulardan sür- müşler ve süsleyip giydirmişlerdi. * Gıyaseddin, yeni cariyesini odanın kapa aralığından görünce, şaire; Söylendiğinden fazla güzel... Demekten kendini alamamıştı. Gıyased- din, odasında sabırsızlıkla genç kadını bek- Tiyordu. Bir aralık Rizaya sordu: — Adı ne bu kızcağızın? — Bilmiyorum, şehzadem! Semerkandda da sordum... Yollarda da sordum... Söyle- medi, sAdımı ancak şehzadem bilecek...» dö di, Yeni eariyeyi iki sant içinde süsleyip ha“ grlamışlardı. Haremağalarından biri, UX müjdeyi verdi — Adsız cariyeniz perde arkasında emri nizi bekliyor! Gıyas odanın perdesini açınca, güneş kare şısında gözleri kamaşan insanlar gibi, bir- denbine sendeledi ve gülerek yanına git- ti... Cariyesinin kolundan tutarak, odanın saray bahçesine bakan pencere önündeki sedire oturttu. Bu sırada şair Riza ile ha- remağası odadan birer gölge gibi süzülüp gittiler. Gıyas, yeni gözdesini çok sevmişti, BİP müddet genç kadının gözlerine, billâr göğ- süne, uzun parlak saçlarına, endamına, ha» sılı bütün güzelliklerine ayrı ayrı ve derin bir hayranlıkin baktı: — Sen hangi has bahçenin gülüsün... Ner- de yetiştin.. Nasi büyüdün? Bu yaşa kâ- dar seni hangi mesud canlar kokladı? Han- Zi bahtiyar kulların dizinde yattın? Söyle büküa Dedi ve balmumundan yapı! rif ve mevzun parmaklarını avucunun içine alarak, yercesine öptü. Şhzadenin cariyesi, yeni efendisine kısa- ca cevap verdi: Onu fazla (Arkası var) zendirdiği bir muhite dönecekti. Bundan doleyi memnun olacağı tâ bildi. Arabalar ilerliyordu, Dereler, ça- yırlar, hasadlar, sürüler... Bunlarla göz oyalânıyordu. Köylüler duruyor, arabadan tanıdıkları için efendileri selâmlıyordu. Kaptanın iki arabası, Korsankaya köyünün biricik yoluna girdiği vakit, Bürhan, Ragıbın ilerden giden ara basının bürmdaki çardaklı kahve önünde durduğunu, delikanlının da muhtara konuşarak gâzoz içtiğini Arabalar yaklaşınca, sarı bıyıkle genç de gülümsiyerek yanlarına geldi. Ragıb yolda iken genç kızı görmüş, battâ onunla tanışmak fırsatını bulk muştu. İyi bir yol arkadaşlığı yap- mışlar; gülüşmüşler, konuşmuşlardı. Şermine: — Küçük hanımefendi... ketimizi nasıl buluyorsunuz? sordu, — Samimi cevap mı istiyorsunuz, pek sâkin ve hareketsiz, beyefendi... — Tabil: İstanbul olamaz... — Ah... İstanbul... Oradan pek mi hoşladığımı © sanırsınız... İstanbul, benim nazarımda cehennemdir... -di- ye acı acı gülümsedi, Memile- - diye (Arkası var) zesisefayum dj!