AKŞAM 17 Mayıs 1946 Jale, on sekiz yaşlarında bir kızdı. Pek güzel değildi amma, tazeydi, göz leri mânalıydı. Onun için sokakta yü- rüyenler gene dönüp dünüp ona ba- karlardı. Şapkacılık yapan bir mülessesede çar Mışıyordu. Dört senedenberi hayatta yalnızdı, Beyoğlunun arka sokaklarında bir oda kiralamış oturuyor, hayatını na- musile kazanıyordu. Geceleri biraz ürküntüyle odasına girer, bu yalnızlıktan ütriyerek uyuma- ön çalışıdı. Fakat sabahın aydınlığı kendisine kuvvet ve cesaret verirdi. He- men bahçesile meşgul olmağa başalrdı. Bahçesi, bir sayfiye evinin bahçesi de- ğildi, hayır. Pencer. atel; bu fesleğenleri, karanfilleri coşkunlukla ! anlatırdı. On sekiz yaşındaki kızlar gibi o da âşık olmuştu. Ümidlerle, parlak bir iş tikbalin hayalile dolu olan bu Tomanını günbegün yaşıyordu. Kendi müessesesinin o şopkalarından bazılarını satan bir hazır eşya mağaza- sında kasadarla tanışmıştı. Bu genç onun dikkatini celbetmişti. Otuz yaşlarında kadar görünen mazhzun yüzlü, tatlı sesli bir genç, daha ilk rasladığı günden itibaren onu alâkadar etmişti. Seviyor- du... İş için mağazaya'her gönderilişin- de bu delikanlı ile azıcık çene çalar, bundan dolayı nihayetsiz bir saadet du- yardı. — Bugün hava güzel... Çoktanberi yağmur yağmadı... - gibi incir çekirde- ğini doldurmaz İâfler... Bunların aşkla münasebeti ne?... Hiç, şüphesiz... Fakat bu müddet zarfında gözler, öyle bambaşka hissiyata temas ediyor ki... Ah şayet duygularımızı anlatmak va- sıtamız sadece rimiz olsaydı, kar- şımızdakine içimizi öyle az dökebilecek- tik ki... Bereket verin gözlerimiz im- dada yetişir. Jalenin de bakışları şunları ifade edi- yordu: «— Sizi gördüğüm için pek memnu- num... Güzelsiniz... Sesinizi çok beğeni- yorum... Başımı omuzunuza dayamağı pek isterdim.. Himayeniz altında bu- lunmak... Ne saadet olur. Delikanlı ise, mazarlı öyle diyor: | 4— Ne taze, ne sıhhatlisiniz!.. Bü- | tün hayatımda beklediğim sizdiniz... Elinizi tutmak, avuçlarımda sıkmak is- terdim... İsterdim ki, isterdim ki...» Jale, tam bu sirada: — Allaha ismarladık diyordu. Ve gözlerle muhavere, böylelikli hayete eriyordu. Kalbinde sevinç, gidi- yordu. Hep kasadarı düşünerek... Zihninden şunları geçirirdi: «Ne kudar da mahçup...» İşte bunun içindir ki ilk adımı kendi Li — Şey, efendim... Beni bi nü gezmeğe davet elmez valar öyle güzel ki... Yan tarafta durup bu sözleri işiten bir tezgâhtar kızı «kki» diye güldü. ğünü farketmedi. Sadece sevgilisinin sa- rardığını sezdi. — Belki serbes değilsini Erkek, derhal, heyecanla: dir? — Hayır, hayır... Serbesim... Fakat... Jale, israrla: — Peki, öyleyse a stemiyorsu- nuz? Kasadar, genç kisi gözlerinde öyle merak, öyle niyazkâr bir ifade okudu ki şunları söylemek kuvvetini kendinde Tuzak içinde Tuzak 'Tefrika No, 158 — Pekala... Madem arzu er nuz... Bu pazar, saat ikide... Sizi bekli- yorum... Taksim meydanında, otobls- lerin kalktığı yerde... Jale, elini sevinçle uzatıp: —Pekülâ öyleyse..... Pazara... » de yince, kasadar büsbütün sarardı, Randevu günü, bütün şaşansile, gün“ lük, güneşlik içinde gelip çattı. Kız, öğle vaktini iple çekti, Odasında görülecek pek çok işi de vardı O güm lük hattâ «çiçekleriniz bile ihmal etti, «— Adam sen de... Gezeceğimiz yerlerde dolu çiçek.. Onları kopar rım... Buraya getiririm... Bu akşam odam renklerle, kokularla dolar.» Fakat acaba sevdiği adam, birlikte gezmek mevzuu bahsolunca, niçin o ka- dar soluyor, sararıyordu? Yoksa <baş- ka şeyler» mi düşünüyordu? «Başka şeylerx... Yok yok... Şayet bu akşam gelmek ndan, kuvvetli kolların- dan kendimi sakınmalıyım!? Saat iki, Jale, Taksim meydanında... Birçok çifler, gülüşerek, oynaşarak, otobüslere doluşuyor... Onun sevgilisi ise, geç kalmış... Genç kız, asabileşiyor, sağa sola yürüyor... Gözleri, canlı, hare- ketli bir vücudün kendisine hızla yaklaş» masını bekliyor. Ansızın, kaldırım Üzörinde birini farketti. İki koltuk değneğine abanarak, yavaş yavaş yürüyor. Bu yürütüş tarzı ona, adamın iki bacaktan da mahrum olduğunu anlattı. Zavallıcık... Düşünemiyordu bile... Nefes alamıyordu... Olduğu yerde çivilenip kalmıştı... Bu öğrendiği hakikat öyle beklen- medik, umulmadık bir şeydi ki... Kaçmayı, oradan uzaklaşmayı bir sa- niye bile düşünmedi, hayır... Fakat di- mağından bin bir şekil ve fikir birden geçiyor... Delikanlının niçin teklifi böyle reddettiğini imdi anlıyor. J İşte kasadar“şimdi, karşısında... Sesi titriyerek: — Görüyorsunuz ya, Jale Niçin istemiyordum... Birdenbire, genç kız, kendini topladı. Mukaddes bir yalan dudaklarının ucuna gelive: Bakamıyordu... hanım... in istemiyordunuz? Görüyörsunuz... Saka- —A.. Bilmiyorumuydum sönki?i. Ne zararı var? Kolundan tuttu. Adımlarını kolay at- ması için yardım etti, Kadin: — Gezmeğe gideceğiz... Değil mi?... Bahçelere... Benim — Ah... Gezmek... Bahçeler... Fakat siz benim «bahçeler» dedi- ğimin neresi olduğunu bilmiyorsunuz... Benim bahçem... Saksılar dolu pencere- Öyle çekleri elimle yetiştirdim... F. karanfiller... Pasta da alırız.. Ben şok iyi çay pişiririm... Gelirsiniz, değil mi odama)... Erkek, cesaretini yeniden topladı, Gözler konuştular... Sesler karıştılar... Ve bu dünyanın felâket ve sefaletlerinin fevkinde olarak, ruhlar sarmaşıp do- laştı... Jale, artık, hayatta yalnızlıktan asla korkmıyacağını düşündü, Nakleden: (Hatice Süreyya) Nakleğen : (Vâ « Nâğ | «— Bu Sühi Elstanbuli velev cani, velev masuin olsun, takip edilmeğe lâyıktır... Aman şunu gözden kaybet- miyeyim!» diye düşünmüştü. Iki otomobil biribirini takip ede- rek Beyoğluna vardı, Komiser, kendi. ninkini münasip bir noktada durdu- rarak, vazifesinde devam etti, Delikanlı otomobilinden indi. Ken- di ikametgâhına mahsus alt kapıyı kapalı buldu. Zili çaldı. İçerden ce- vap veren olmadı. ” Tekrar çaldı. Ayni süküt, Bunun üzerine, cebinden — dalma beraber gezdirdiği — bir maymuncuk çıkardı. Kapıyı açtı. Nikola vesair uşaklar evde değillerdi. Delikanlı, merdivenleri çıktı. Oda- İ sına girdi. Herşey yerli yerindeydi: Elbiseleri, evrakı... "Hocasının odasına da girdi. Bura- da bir kargaşalık dikkate çarpıyordu. | Her halde Baha, aceleyle, hareket et | mek için ortalığı bu hale getirmişti. Bahanın yazı masasını: muâyene | etti, Bütün çekmeceler boşaltılmış... Kıymettar hiç birşey ortada bırakıl | İ sini reddetmesiydi. Acaba bütün bu Süha, yarım saat kadar, düşünce içinde, evde aşağı yukarı gezdi... Zih- ni meşguliyeti onda büyük aksülâmel- ler hasıl ediyordu, Kolu kanadı kırık muşta. Bu ne facialı gündü... Ne meş'um vi böyle... Başına bin bir felâket birden açılmıştı... Şimdi ne yapacaktı? Bütün projeleri altüst olmuştu. Şöyle diyordu: * — Bir kadın beni kurtarabilir!» Fakat acaba o kadını görecek miydi? Ona koşacaktı... Ona... Onunla birlikte herşey mümkündü... Yeniden cesaretini toplamak... Servet... Ta- Mh... Hayat Onsuz İse, yaşamanın hükmü yoktu. Yegâne korkusu, Şerminin kendi- | olup bitenlerin yeis ve inkisarile, genç kız onu katiyen red mi edecekti? Şimd! neredeydi acaba?... Şüphesiz | villâda olacak... Elbette gecesini an- nesinin cesedi yanında geçirecek... Delikanlı bundan emindi... Şermin E5 bir 4 ve yüzüstü bırakıp | Atatürkün annesi namına Hazır 12 İğ 8. İmsak Güneş 28 Öğle İkindi Akşam Yata | böyle bir ki ke ii meşgul | | giderse bulacağından daha emindi... dikilen âbide İzmir (Akşam) — Belediye tarafın- dan Karşıyakada Soğukkuyuda vücu- de getirilen park içinde Ebedi Şef Ata- türkün validesi bayan Zübeyde adına bir abide rekzedildiğini yazmıştık. En büyüğümüzü yetiştiren büyük Türk anasının güzel tarhlar arasında yük- selen abidesi üzerinde şu cümle var- dır: «Atatürkün anası Zübeyde bura- da gömülüdür. Ölümü: 1928» yukarı- da abidenin resmi görünüyor. Bomonti şirketinin İzmirdeki fabrikasının makineleri İstanbula nakledilecek İzmir 16 (A.A.) — İnhisarlar umum müdürlüğünce satın alınan Bomonti şir- ketinin Halkapınar mevkiindeki bira fabrikasında mevcut muhtelif makine ve tesisat sökülerek | İstanbul fabrikasına şönderilecek, orada monte edilecektir. İzmir fabrikasında yakuz imlâ tesisati kalacaktır. İstanbuldan bidon ve variller içinde gönderilecek biralar, buradaki fabrikada imlâ makinelerile şişelere dol- ıkarılacaktır. İnbüsarlar Bayraklı civarında yarım milyon lira sarfiyle inşa edilecele fabrikayı da inşa etmiyecek, Halkapı- nardaki bira fabrikası, büyük şarap fab- rikası haline ifrağ olunacaktır. Posta ftiihadına dahli olmıyan ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. EB. 715 920 440 846 1200 15i Va. 236 441 1210 1647 1921 2117 İdarehare: Babıâli civarı Acımusluk sokak No. 19 olamazdı. Gündüz gitmekten çekindi. Gece Her ihtimale karşı, ihlimamla dol durduktan sonra cebine ruvelverini yerleştirdi. Sonra aşağı indi. Otomo- biline binip, azacık dolaşmak, fikir. lerini tasnif etmek İçin gezmeğe çıktı. İnsanın, süratli bir vasıta içinde daha takibe girişti. Saat yedide, delikanlı şoförü savdı ve bir lokantaya girdi. Komlserin otomobili ise, lokantanın karşısındaki sokakta münasib bir noktada beklemeğe başladı. ... Kolonbeylerin evinde, Bürhan kap- tan, Şermini bileğinden tutup anne- sinin yanına getirmişti. Hidayet ha- nım, kollarını açtı. Bunca zamandan- | beri hasretini çektiği bu sevgili vücu- du bağrına bastı ve Şerminin kendini toparlamasına vakit bırakmadan onu arabasına sürükledi. Bunca araştırmalar ve müşkülât neticesinde ele geçirebildiği Şermini, sevkili yavrusunu, bir daha kâybet- mekten korkuyordu. Gözlerini ondan ayırmıyordu. Yok, hayır, hayır!... Hidayet hanı- mın Kolonbeyler âllesini kasıp kavu- ran İclâketle alâkadar nie sün Tefrika No, 68 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Çocuğuma iyi bak! anne, ben belki yarın öbürgün ordu ile Moğolları kovalamağa gideceğim Üç zevcesile ve bir kaç küçlük çocuğile ay- vakkat bir zaman için, geceleri yalnız yat Sultan Mehmed (İşo)yu en sadık adam» ları vasmtasile tarassud ettiriyordu. İşo iyi- ce göz hapsine alınmıştı. Türkân hatun bunu duyunca sevindi: — Artık İşonun İmada çırak edilme 7a- manı gelmiştir. Dedi ve oğlunu sakin bulduğu bir gün, kendisine İşodan bahsetti: — Bu kdaın, na de olsa, Araptır. Artık Araplarla dost olamayız. Halife Nâsır Bağ- dadda en büyük düşmanımız olan Cengizle birleşmiş, kuyumuzu kazmak'a, meşguldür. İşonun halifeye mensubiyetini iddia eden- ler var. Böyle bir iddin karşısında, bu kadar şüpheli bir kadına hâlâ zevcelerinin arasın- da mevki vermen doğru değildir. Onu terk- edip maliyet zabitlerinden birine verirsen, cunını kurtarmış olursun! Ben senin ana- nım... Senin fenalığını değil, iyiliğini iste- rim... Gel, beni kırma, oğlum! Bu kadını koynundun uzaklaştır. — Onu bırakmam, anne! Ondan doğan çocuğun bana ne kadar çok benzediğini sen de görüyorsun! İşoyu terketsem bile, evlâ- dımı inkâr edebilir miyim? — İyi amma, bu çocuk, sana benzediği ka- dar İmada da benziyor. Ben dikkat ettim: Çocuğun boynunda bir siyah beni var... Eğer sen de dikkat edersen, İmadın boynunda ve ayni yerde bu benin eşini göreceksin! Sultan Mehmed anasını dinlemiyondu. — Gözleri, bakışları bana benziyor, annef Onu bana çeken, bana ısındıran bir kan var, Bu kan, benim kanımdır, Yabancı ka- nı değil, Eğer o çocuğun hakiki babası İmad olsaydı — Çünkü ben İmadı affettim — ayaklarıma kapanır ve: «Çocuğumu bana bağışlayın!» diyo yalvarırdı. Otrardan dön- dükten sonra bile bundan bana bahsetme- di. Hattâ, yaptığı son Yararlıklara karşı, kendisine: «Bir dileğin var mı?. diye sor- duğum zaman, benden sadece bir at hedi- ye istedi. Çünkü, kendi atı yolda hastalanıp ölmüştü. Böyle bir arsusu olsaydı, benden at yreine çocuğunu isterdi. Türkün hatun o gün de oğlunu kandıra- madan dalresine dönmüştü, ... Evlât sevgisi, her sevgiden üstün mü? İmad bir gece rüyasında çocuğunu gör- dü. Ertesi gün saraya koştu, Türkân hatu- ha yalvardı: . — Buna İşoyu veremed Bari çocuğu mu olsun veriniz. Bu, sizin elinizdedir. Bir pirifani bu gece rüyamda bana «Senin gibi cesur bir erkek, çocuğunu neden başkaları- nın elinde bırakıyor... Alamıyorsun? Bu, âciz- lerin, miskinlerin işidir.» dedi. Şimdi ben de inandım ki, İşonun doğurduğu çocuk, benim çocuğumdur. Imadın ağlayışını gören vâlde sultan: — Merak etme, İmad! Bunu ben de dü- şünüyordum, dedi, Hüsrevi sana vereceğim. Fakat, onu nerede ve nasil sakbıyacaksın? Ona nasil bakacaksın? İmad, valide sultanın ellerine sarıldı; — Yavrumu bakmağa ve saklamağa her zaman muktedir olduğumu #İz pekâlâ bilir- #iniz. İhtiyar bir annem var... Bir do hiz- metçim var, İki kişi bir küçük çocuğa ba- kamazlar mı? — iyi amma, sultan Mehmed çocuğu ara- tırsa, Ilk önce senden şüphe edip evini arar- lar. Ben annemi başka bir eve götürürüm. Kendi evimize gelecek arayıcılar birşey bul- madan dönerler. Türkân hatun, küçük Hüsrevi saraydan ağa karar vermişti. O, İmada karşı bu fedakârlığı da yapmıy: olursa, İma- yoktan. Zihni kendi işile öyle meşgul- dü Kİ. muhitinde cereyan edenleri fark bile etmiyordu. Otelde, düğün esnasında patlak veren rezaleti göre- memişti, Sırf yavrusile uğraşıyordu. Avukat Ramiz Rıfkının yazıhanesin- de ele geçirmişken kaybettiği o se- Şimdi, kocası, işte gene onu ge- tirmişti: — Alınız kızınızı... Buldum, getir- dim, elhamdülilân... Fakat burada fazla kalmayınız... Çâbuk, çabuk uzaklaşınız! - demişti... Evet, bu kızıydı... Bunca zamandır ağladığı, hasretini çektiği yavruca- ğı... Etile, kanile, bunun böyle oldu- gunu hissediyordu. Başkasının ha- ber vermesine, isbat vesika gösterme- sine hacet yoktu... Ezeldenberi yanın- da imiş gibi hissediyordu. Şimdi Şerminle yalnız kalmak isti. yordu, Onu buselere boğmak, öpmek, öpmek... Onunla könuşmaki... Halide Vildan hanımefendi de dü- gündeki davetliler arasında olduğu için, salonda: — Görüyorsun ya, kınm... Kavuş- tun işte... Şimdi mesud musun?.. Dememiş miydim: «Herşey yoluna girer!» diye... Girdi işte... - diyordu. Şimdi artık Şermin, mukavemet et miyordu. Edemiyordu. Akıntıya ka. İşoya da bir oda verdi ve mu- dın yararlıklarından istifade edemiyeceği- ni biliyordu. Vaziyet gittikçe tehlikeli bir gekle giriyor, ortalık karıştıkça karışıyordu. Türkün sultanın, İmad gibi bir kahramana her zaman ihtiyacı olacaktı. O gün saraydan dönerken yüzü gü- lüyordu. Çünkü, valide sultan ons: — Yalnız çocuğunu değil, belki sevgilini de kurtaracağım. Yakında ona da kavuşa- | | | cağını umuyorum!, Demişti, İmad, sevgilisine kavuşacağından emin değildi. Bunu aklı almıyordu. Sultan Mehmedin, İşoyu hâlâ delice sevdiğini bill- yordu. Hükümdar, İşodan nasi ayrnlabi- 1rdi? İmad yolda giderken, iki çocuğun bir ks- narda oynadığını gördü. Bunlardan biri kız, diğeri erkekli... İkisi de yedi sekiz yaşların da İdi. İmad bunları görünce, yolun üstü de durdu. Çocukların — Etraflarına bakın- müdan — kuş gib cırıldaşarak oynayışları- »ı seyretti: , — Allahım, sen bana da bu saadeti göste- recek misin? Diye söylendi, gözleri yaşardı. Çocukların yanına sokuldu. Kız çocuk birdenbire duva“ #ımı bükerek ağlımağa başladı. İmad hay- retle sordu: — Neden ağlıyorsun, yavrum? — İşmizi bozdun... Yuvamızı bozdun. Kuzularımızı çiğnedin. Sen ns canavar adamsın! İmad şaşırdı... Küçük kızcağız bu #özleri o kadar elddi ve samimi bir tavırla söylüyor- du ki.. Fakat, ortada ne yıkılan yuva var- dı; ne de çiğnenen kuzular... Imad cebinden birkaç para verdi ve ağ- layan kızın saçlarını okşadı. Bu sırada erkek çocuk, yerdeki toprağın üstüne çizilmiş bir takım çizgiler göstere- rek; — Kör müsün be adam? dedi - İşte, çiğne- diğin yuvamız. İşte üzerinden yürüyüp geç- ğin kusucuklarımız, İmad başını yere eğdi ve toprağın üstün- de çocukça çizilmiş #v ve kuzu resimleri gö- rünçe gülmeğe başladı. — Hakkınız var, çocuklar! Ben, tahmini- nizden fazla kör bir insanim. Bunları gö- remedim. Haydi, beni affediniz.. Dedi. Çocukları tekrar okşadı. Fakat, ço- cuklar parayı alınca sokakta durmadılar ve gülerek çarşıya doğru koşuştular. İmad bunların arkasından. İlk defa, ba ba şefkatile bakarak, içini çekti: — Evlâd sevgisi, her sevgiden üstün olsa gerek. Bu çocukları görünce içime bir ateş düşü. Hüsrevime mutlaka kavuşmalıyım. (İşo) nun oğluma nasıl kaçırdılar! Türkün hatun, eski ve sadık kölesi olan veziri çağırdı; 2 — Nüsır! dedi - Senden mütum birşey i5- tiyeceğim. Reddetmiyeceksin! Çünkü, bu- nu ancak sen yapabilirsin: Senden, İmadın çocuğunu istiyorum! 7 Vezir Nüsır hayretle gözlerini açtı: — Ne diyorsunuz, sultanım? İmadın ço- cuğunu mu? Hangi çocuktan bahısediyorsu- nuz? — Küçük Hüsrevden... Vezir Nüsır kulaklarına İnanamıyordu. İmadla İşonun, karı koca gibi, biribirlerile bir dakika olsun temas etmediklerinden o ka- dar emindi ki.. İşonun, İmaddan gebe kal- dığına inanmak için ya çocuk, yahud bu- dala olması lazımdı. Benimle alay mi ediyorsunuz, sulta- nım? Işoya, İmadın eli bile değmemiştir. Nerde kaldı ki, çocuğu olsun?! Dedi ve devam eden hayretini gizlemek için önüne baktı Türkün hatun, mühim ve gizli kalmış ha- kiatleri birdenbire ortaya atan dessas bir kadın tavrile, eski kölesine döndü: (Arkası var) pılmış bir zavallı yaprağa bensiyor- du. Cereyanlar onu nereye sürüklersö oraya gidiyordu. Başından geçen | müthiş maceralarla âsabi bir ipek yığınına dönmüştü. Bu kadar büyük * hâdiseler ortasında baş rolü oynama ğa alışık değildi ki... İşte, bütün irar de kuvvetini bir anda sarfetmiş; şim di kolu kanadı kırılmıştı. Bunca sarsıntıdan sonra, annesi“ nin yanında bülünmek... Onun şef tini hissetmek... Tıpkı karlı dağ baş" larında tehlikelere maruz dolaştıkta8 ve donduktan sonra, ılık ve şirin bif odanın mahfuz duvarları arasına gif” mek gibi birşeydi bu .. Otomobildeydiler, Yanyana oturmuşlardı. Şermin, bedbaht başını yumuşağ yastıklara dayadı. Hidayet onur elini tutmuş, oks” yör ve şöyle mırıldanıyordu. — Artık hayatta hiç birşeyden “a kun olmasın,yavrum! Biribirimi ayrılmıyacağız... Hiç, hiç ayıya İ ni | ve bu annelik ihtiyacını hissettiği ops Hidayetin sadık hizmetçisi ve er maceralarının şahidi hizmetçi X© man, hanımını heyecanla bekl Şişlideki, Bulgar çarşısındaki evin kapısından içeri girerlerken, Lem: Yüzünde sonsuz bir sevinç göründü: sks var