HER AKŞAM BİR HİKÂYE Penceremin önünde oturmuş rk yordum. Bir aralık gözüm dışarıya, bii Komşum Naoinin bahçesine ilşti, Bu bah» genin bakımsız halinde bile bir güzellik vardı. Kamşum Nasi kendi halinde bit adamdı. Epeyce dı. Ciddi, kerli terli Bir adamdı, Kelebek gözlükleri vardı. O günü ben pencerenin kenarında otururken baktım Naci bahçesine çıktı. Dalları iğri büğrü, bodur bir ağacın yanına geldi. Ba- Şanı kaldırıp ağacın tepesine dikkatli dik- Katli baktı. Bundan sonra komşum Ayak- kabilarını, ceketini çıkardı ve o bodur ağa” ça tirmanmağa başladı. Hayretimden oldu- İum yerde donaklmıştım. Bu ciddi, kerli ferli kelebek gözlüklü komşumun, kundu- Falarmı çıkararık bodur ağaca tarmanma- # görülecek şeydi. Hem sanki bu ağaca ni- çin çıkıyordu? Meyva mevsimi değildi. Ağa- «in Üzerinde yapraklardan başka birşey Yoktu. Naci kanter içinde, şişman gövdesi- mi bin bir müşkülâtla bir daldan ötekine ağacın tam tepesine çıktı. Orada İki dalın çetalvari bir tarzda birleştiği nok- tada biraz oturdu. Onun nefes nefese gel- diğini ben uzaktan bile farkediyordum. Her halde pek yorulmuştu... Dinleniyordu. Beş dakika sonra göne bin bir itina ile ağır Ağır ağaçtan indi. Kendisini çimenlerin üze- tTine attı. Pek bitkin bir hali vardı. Ağacın dibinde uzun uzun yattı. Komşumun yap- tıkları ben! pek »iyade meraka düşürmüş- t8- Naci gibi en küçük hafiflikten bile ka- Çnan bu adamın durup dururken kanter İçinde ağaç tepelerine çıkip, inmesi mâna verilecek şeylerden değildi. O yerde yatar- ken gözüm çıplak ayaklarına ilişti. Aman 2 kadar da küçük, etli etli ayakları var- Kelebek gözlüklü ciddi tavırlı bir ada- Han Çıplak ayakları ile jimenlere uzanışi Dek Koğnlkt, Nihayet komşum yorgunluğu- DU âlmiş olmalı ki yerinden kalktı ve be- lan artık son haddine varan hayretli bakış- run karşısında ayni ağaca bir daha tar- imandı. Gene en tepedeki dallara kadar çık- Hi. Otüda bir müddet dinlendi. Sonra aşağı” Ya İndi. Gene bitkin bir vaziyette idi. Bu #efer ağacın altında dakikalarca dinlendi. kalktı, Bir daha ağaca tırmandı. O günü Naci ayni bodur ağaca on sekiz İndi, çıktı, indi, çıktı. Zavallı komşum, acaba deli mi olmuştu?... in ne kadar çeşidi! bir hastalık ol- duğunu Kitaplarda okumuştum, Muhakkak ki, bunda da ağaçlara tırmanma deliliği başlamıştı. Yoksa onun bu hareketi başka türlü nasıl izah edilebilirdi?. Ertesi günü sabahleyin balkonumda kah- vemi içiyordum. Naci tekrar bahçesine çik- ta. Kendi kendime: «Bakalım buğün ne ya- Pücuk?..» diyordum. Naci bir gün evvel on #ekiz kere çıkıp indiği bodur ağacın önün- den geçti. Bu sefer oldukça yüksek kara dut ağacının önünde durdu. Gene dünkü gibi kunduralarını çıkardı. Bu sefer de kara dut ağacına tırmanmağa Lâkin bu iri ve girintisi çıkıntısı az üğaç dünküne benzemiyordu. Buna çikmak © derece kolay değildi. Komşum kara dub Ağacına çıkarken sonsuz müşkülât çekiyor- du. Zavallı onun ıztırabını âdeta ben rahat rahat oturduğum koltuğumda hlasediyorum. Nihayet o bir kaç dalda mola vererek, osu- Fup dinlenerek ağacın tepesine kadar gik- ti. Sonra yavaş yavaş tekrar aşağı indi. Ölü &ibi yerlere serildi. Belki yarım saat kıpır- damadı. Sonra kalktı. Tekrar kara dut ağa” Gina tırmanmağn başladı. O günü öğleye kadar Naci bu büyük ağa- cn tepesine kadar ancak üç kere çıkıp İmebildi. Artık o günden sonra komşum bahçesindeki ağaçlara çıkıp Miyor, çıkıp iniyordu. Yalnız hergün İşl biraz da- a ilerletiyor, tarmanmak üzere kendisine daha yüksek ağaçları seçiyordu. © kadar dalgındı ki, günlerce benim bal- kendisini seyrettiğimin farkına bi- le vürmadı. Nihayet bir gün, hem de ayak- ları çıplak bir ağaca tırmarırken benimle öze geldi O kadar utanmış, o derece Mahcup olmuştu ki, az daha tutunduğu da- bırakacak, metrelerce yüksekten tepesi ma düşecek, bir fuclaya sebebiyet vere- Onu bu kadar mahcup ettiğim için ben de utandım. İşi şakaya vurup, onun mah- cubiyetini gidermek maksadile balkondan seslendim: — Mükemmel bir spor... Bunu çok iyi bul- tırmanmak — Ben bunu spor maksadile yapmıyorum ya... Bahçeye gelin de anlatayım... dedi. Ben de zaten ne #amndanberi onun bu halini merak edip duruyordum. Doğrusu Nacinin bahçesine giderken biraz da kork- muyor değildim... Ya hakiater delirdi 158, Nasi henüz ağaçtan indiği için bir müddet dinlendi. Sonra anlatmağa başladı: — Madem ki, benim bu halimi gördünüz, size herşeyi olduğu gibi anlatayım. Belki de Ağaçların tepelerine tırman- mak arasında ne münasebet var?» diyecek- siniz. Doğru... Fakat bir de gelin de beni dinleyin. Bundan İki ay evvel nişanlan- dım. Hem de deli gibi sevişerek... Benim gi- bi elddi, kerli Yerli bir adamın ağır başlı bir kız sevmesi lâzımdır değil mi?.. Ne gezer?. Sevdiğim ve imi kız eskilerin ta- biri ile tam mânasile bir «deli fişek». Beş dakika bir yörde ne duruyor, ne oturuyor. Küçüktenberi uçsuz bucakmz bir Bahçeli köşkte oturduğu için en büyük zevki ağuç- ların tepesine tırmanmak. Zaten bütün çocukluğu dalların üstünde, Bugün de gene pek büyük bahçeli bir köşkte oturuyor. Evlerine gitliğim zaman tabii hep beraber oturuyoruz, onunla an- cak bahçeye çıktığımız zaman yalnız kal- yoruz. Bahçeye'çıkınca da nişanlım hemen bir ağacın tepesine tırmanıyor, yapraklar arasında bir dalın üstüne oturarak: — Buraya gelsene... Gürsen ne güzel, ne gâlrane yer... diye beni çağırıyor. Doğrusu onun yanına kadar çıkamamak bayağı izzeti nefsime dokunyor, Gcüç, yeni nesil- den, çevik bir nişanlı olduğumu isbat et- mek Istiyorum. İşte bir aydanberi hergün ağaca çikma- in kendi kendime telim ediyorum, Şimdi en yüksek ağaçlara bile çıkmasını öğrendim Hikmet Feridun Ks Abone ücretleri Türkiye o Fenebi 1409 Kuruş 7700 kuruş 750 , 400 » 150 » Posta, ittihadına dahil * olmıyan ecnebi memleketler: SENELİK 8 AYLIK 3 AYLIK 1 AYLIK 1460 » 80 » : Beneliği 3600, altı aylığı 1000, üç ayhığı 1000 kuruştur. Telefonlarımız: Başmraharrir: 20565 — Yarı işleri: 20165 İdare: 20681 — Müdür: 20497 “ © Rebiülevvel 5 — Kasım 158 8. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı E 852 1038 520 912 1200 136 Va. 338 524 1205 1558 1047 2022 İdarehare: Babiâli çivarı Acımusluk sokak No 13 KÜÇÜK İLÂN okuyucularımız arasında EN SERİ, EN EMİN EN UCUZ vasıtadır. Alım satım, kira işlerin- de iş ve işçi bulmak için istifade ediniz! Tuzak içinde Tuzak Tefrika No. 124 — Ne şaşırır, değil mi? —sevinir de.. — Siz tayin ediniz... Nasıl muvafık ürseniz öyle yaparım. Bali yoktu. Bezgindi. Erkeğin şüp- li şüpheli kendine baktığını gördü. — En sevdğim insan, annem Ölü- “ Azraille pençeleşiyor... Bu hak başka şeyleri düşünmem! na- Mİ İstersiniz? Sasun aldatmağa çalıştı, Ve Baha bütün kurnazlığına rağmen aldandı: İkİ annesini aramak için genç ki- Meşgul olmadığına Kannat getirdi. * — İki mühim meseleye dair de "Şey bilmiyor...» diye düşündü. Bu #irada, Süha yanlarına geldi. Kolunu sevgilisinin beline doladı. İki ağaçlıklara doğru yürüdüler. öğre Bahçıvanın karısından herşeyi 'ndim,.. Ümid yok... Bir kaç gün m kalacaksın... > Tg Vah yah... Öyle mütecssi > Ben de öyle... Fakat işte bu 58- Yede seyahate çıkabileceğiz... — Hay hay... — Şimdi artık buradan ayrılmak Nakleden : (Vâ - NüJ, mecburiyetindeyim... Çok işim var... — Ne çabuk... Daha yeni geldiniz. — Öyle icap ediyor. — Nereye gidiyorsun, kuzum? — Tepebaşına. Genç kız, titriyerek: — Ya?... O menhus eve mi?... — Korkma... Kısa bir zaman son | ra bülün bu muhitlerden uzaklaşa- cağız!... Denizler aşırı öteye gidece- ğiz... Fakat o zamana kadar tesviye edilecek ( hesaplarım, başvurulacak tedbirlerim var... Onlarla meşgul olu- yorum... Bana dair her ne öğrenir. sen öğren, bunlar seni üzmesin... Emin ol: Yalnız seninle, yalnız ve yal- nız seninle, istikbalimizle meşgul oluyorum, Birkaç günlük Iş... Üç beş | gün... Sakırk ol. — Bu müddet zarfında seni hiç görmiyecek miyim? ? — Hayır... Belki... Kimbilir... Kız cevap vermedi. Yanyana yürüyorlurdı. Şermin birdenbire: — Ya bir felâket olursa? Erkek hayretle: 38 Ajans ve meteotoloji haberleri, 1850 lirik: Çalanlar, Fahire Forsan, Refik Fer- #an, Basri Üller, Fahri Kopuz, 1— Okuyan: Mustafa Çağlar, 1- Peşter, 2- Dede - Porah- nak şarkı: (Beğendim seni efendim), $- Mustafa İzzet Ef, - Briç şarkı: (Bir sebep- le gücenmişin), 4- Nikoğos ağa - Eriç şarkı: (Bir taflı yosma eda), 5- Halk türküsü: (Şa- Dana gözler), 6 BEM oömll Ez el 2- Şevki bey - Hicaz şarkı: (Severim canı gönülden), $- Şevki bey - Hicaz şarkı: (Zan- nım bu iki cana), 14,20 Müzik: Halk türkü- leri Aziz Şenses ve Sarı Recep, 14,30 Müzik: Riyaseticümhur bandosu (Şef: İhsan Kün- çer), 1- Zati: Kavak (Marş), 2- Waldtenfel: UEstudlantina (vals), 3- Gabrlel Pleme: Framunteho (uvertür), 4- Giuek: Orfeo ope- Fasının balesi, 5- E, Tavan: 1 inci Macar fantezisi, 15,15-15.30 Müzik: Cazband (PL) 18 Program ve memleket saat ayarı, 1805 Müzik: Radyo caz orkestrası, 18,40 Konuş- ma (Yurt bilgisi ve sevgisi) 18,55 Serbes sa- at, 19,10 Memleket sant ayarı, ajans ve me- teoroloji haberleri, 19,50 Müzik; Fasıl he- yeti, 20,10 Konuşma (Günün meseleleri), 20,25 Müzik, Çalanlar: Fahire Fersan, Re- fik Fersan, Basri Üfler, Fahri Kopuz, 1— Okuyan: Necmi Riza Ahiskan, 1- Bestenigâr peğrevi, 2- Haşim bey - Bestenigir şarkı! (Kaçma mecburundan), 3- Dede - Besteni- gâr şarkı: (Ben seni sevdim seveli), 4- Ha- fız Post - Bestenigir şarkı: (Çok sürmedi geçdi), 5- Suphi ziya - Saba şarkı: (Semti dildare), 6- Hacı Arif bey - Muhayyer şar- kı: (Meyhane tarebgâhı mey), 7- Tanbur! Ali Ef. - Muhayeyr şarkı: (Feryada ne ba- cet), 2— Okuyan: Melek Tokgöz, 1- Nefise Celâl - Hicazkâr şarkı: (Severim her güze- 1), 2- Nikoğos ağa - Hicazkâr şarkı: (Ak- şam olur güneş gider), 3- Medeni Aziz Ef, - Hüzzam şarkı: (Değildi böyle evveli, Hayri - Hüzzam şarkı: (Ölürsem yazıktır), 5- Kemeni Sadi - Següh şarkı: (Ruhunda ölen), 2115 Müzik: Küçük orkesira (Şef: Necip Aşkın), 1- Hans Sehneider: Meşhur nekaratlardan (potpuri), 2- Tschalkowsky: Eleji (Hazin parça), 3- Haydn: Yaradılış, 4- Gangiberger: Küçük flüt için konser parçası, 5- Lanner: Romantikler (vals), 6- J. Strauss: Büyük vals, 7- Armandola: İspanyol aşk şarkısı, 22.15 Memleket saa ayarı, Ajans haberleri, ziraat, esham - tah- vilât, kambiyo - nukut borsası (fiat), 2230 Konuşma (Ecnebi dillerde - yalnız kısa dalga postasile), 22,30 Müzik: Cazband (PL) (Saat 23 e kadar yalnız uzun dalga posta- #ile), 23,25-2330 Yarınki program ve kapa» 4 Üsküdar Halkerinden: Evimizin tertip etmiş olduğu 3 cü kir koşusu 14/4/7940 pa- zar günü saat 10 da Üs. Halkevi önünden başlıyarak Üsküdar Halkevi önünde bitmek Üzere yapılacak. $000 metrelik koşuya işti. rak edecek atletlerin o saatte Halkevinde malzemelerile hazır bulunmaları. Hakem heyetin! teşkil aden. Vahdet Pek- el, İhsan Tezel, Ercliment, Ömer Saim Dil- emre, Hüseyin Demiröz. Hikmet Ündeğerin 0 saatte hâzır bulunmaları rica olunur. *X Üsküdar Halkevinden: Edip ve mu- harrir Peyami Safanın 7/4/9040 tarihinde verecekleri (Türk inkılâbınım neticeleri) mevzulu konferansı, rahatsızlığı dolayısile 14/4/940 yazar günü saat 15,30 za bırakıl- mıştır. Konferansa herkes belebilir, KADIKÖY HALKEVİNDEN 14 mart pazar günü (6000) metroluk mü- kâfatlı bir kır koşusu İle (sıklet atma 68) gram) müsabakası yapılacaktır. Birinci, #kinci ve üçüneüye spor eşyası hediye edi- leceklir. İştirak etmek isteyenler mezkür günde sabah saat 9,30 da Fenerbahçe sia- dında hazır bulunmaları, Çocuk Esirgeme kurumu Çocuk Esirgeme kurumu İstanbul merke- zinden: Ç. E, K. İstanbul merkezinin yıllık Kongresi 4/Mayıs/940 cumartesi günü sani M4 de Câğaloğlundaki kurum merkezi bi- bazmda aktedileceği ilân olunur, Tetrika: No, 34 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Şehzade Rükneddin her gittiği yerde kendisinin bir hüküm. dar gibi istikbal edilmesini taleb ediyordu Sultan Mehrmedin gözüne girmek için bur- dün daha kuvvetli bir sebep ve vesile ola- mazxdı. Sultan Mehmedin göğsünde eskiden beri devam eden bir hırutı vardı; hasta- yorum! Bu hizmetini hiç bir saman unut- muyacağım. Diyordu. Sultan Mehmed akşam üstü yas- taktan başını kaldırdı ve göğsündeki inci düğmelerden birini kopararak İşoya uzat- tı: — Bu gömleğimin düğmelerini çok seve- rim, İşo! Bana çok sevdiğim şeylerden bi- rini elimle koparıp veriyorum. Bu inci düğ- meyi, Bağdad dönüşünlün bir hatırası ola- rak sakla! Arap dilberi, hükümdarın yatağına eğil- a1, Dizlerinde öptü: — Cariyenizi bu kadar iltifata lâyık mı görüyorsunuz? Ben vazifemi yapıyorum, sultanım! İşo, sultan Mehmedin yanında kalmağa karar vermişti. O artık, Harzem hükümdarna bir fens- lık yapamazdı. Burada kendisini bekliyen parlak bir i$- tikbal vardı. Oysa ki, sultan Mehmede eli- nl uzatırsa, ölümle karşılaşacaklı. Mehme- di öldürmekle ne kazanacaktı? Belki bu iş- te halife Nâsireddin memnun olacaktı. İş- te o kadar... İşo şimdi derin derin düşün- dükçe, halifenin ne kötü ruhlu ve sultan Mehmedin ne temiz yürekli bir adam oldu- ğunu görüyor ve anlıyordu. Nâsıreddin ken- di mevkiini tahkim etmek sevdasile her fenalığı yapmağa azmetmiş bir hükümdar- dı. Sultan Mehmed ise, Bağdadı, yerlileri zulüm ve işkenceden kurtarmak için feth- edecekti. İşo bunu Mehmedin ağzından da duymuştu. Sultan Mehmed Bağdadı fethet- seydi, şüphe yok ki, Bağdadlılar geniş bir hürriyete kavuşacaklar ve halifenin memur- ların yaplığı sonsuz işkencelerden derhal kurtulacaklardı Sultan Mehmed kendi ülkesinde yaşıyan yabancıları bile bu derece sıkmıyor ve bir memurun haike işkenee yaptığını duyarsa onu en ağır cezalara çarptırmakta gecikmi- yordu. Bağdad, Harsemliler tarafından felhedil- seydi, Bağdadlılar şüphesiz ki, yeni ve mü- retfeh bir devre gireceklerdi. Zira, balife Nüsireddinin otuz yıldanberi idere ettiği Bağdad, tam mânasile bir mihnethaneye dönmüştü. Hapishaneler adam almıyor, muztariplerin feryadı tüyleri ürpertiyordu. Herkes müthiş bir malşet darlığı içinde bunalıp kalmıştı. Refah içinde yaşıyanlar halifenin menzuplarıydı. Halifenin hazine- #inden başka zengin kimse yok gibiydi. Her- kes parasını saklıyor, fakir görünerek me- murların şerrinden kurtulmağa çalışiyor- lardı. İşo bunları düşündükçe, sultan Mehme- din Bağdadı fethetmeden dönüşüne üzülü- yordu. İşo ilk ordugüha birkaç gün önce gelmiş olsaydı, belki de böyle düşünmiye- cekti. Çünkü o zaman -halifeye söz verdi- Ki cinayeti işledikten sonra- kolayca kaça- bilecek bütün yollar kendisine açık bulu- nuyordu Bugün, bu imkânsızlık karşısında daha merhametli görünen İşo, bu neticeye var- dığı için Allaha şükrediyor ve: — Elim! hükümdarın kanile bulasaydım, derbal yakalayıp derimi yüzeceklerdi. İyi ki, ordu hemen hareket etmiş. Ben de bu suretle erllâdın elinde can vermekten kur- tuldum, Diye seviniyordu. Yolda iki ordu birleşiyor Sultan Mehmed iylleşmişti. Yedi gündenberi hergün gidiyorlar, ge- celeri konaklıyorlardı. Bir gün Harzem top- raklarında Rükneddinin ordusile karşılaşan saltan Mehmed, oğluna sordu: — Moğollar hakkında birşeyler duydun mu? Rükneddin yollarda, Moğolların Harzem Mine akın yapacağını duymi Fakst bü haberi birdenbire babasına söylemek İste- medi: — Can sıkacak birşey duymadım, dedi, zaten Moğollar ötedenberi biri «geliyoruz! diye korkutmak isterler, Bu JAflara artık ço- cuklar bile gülüyor. Bicepmeni Mehmed büyük oğluna tehlikeyi Cengizin kuman- galan Harzem ilini istilâya karar vermiş- Bundan sonra Rükneddin de duyduk- larını anlağla. Ve iki ordu birleşerek Semer- kand yolunu tuttu, Sultan Mehmed oğlu ile berâber gelirken, Rükneddinin gittiği yerlerde halk tarafm- dan büyük iltifat gördüğünü duymuştu. Rülneddini çekemiyenlerden biri, sultan Mehmede şunları söyledi: — Şehzade Rükneddin, Harzem tahtına oturmıya çok heveslidir. Her gittiği yerde kendisinin bir hükümdar gibi karşılanma- sını İstiyor. Maiyetindeki Kumandanlara; «Ben, babamdan çok füluhat yapacağım!» diyor. Bultan Mehmed zaten oğlundan şüphele- nlyordu. Bağdad seferine çıkarken, onu Se- merkandda bırakmayışının sebebide bu değil miydi? Mehmed oğluna birşey söylemedi. Semer- kanda varıncaya kadar bu bahsi açmamayı muvafık buldu. Kendisine Rükneddinin bu emelinden bahseden kumandana da; — Dilini tut! Bu meseleden başkasına bahsettiğini duyarsam, dilini keserim! de- di Sultan Mehmed bu haberi aldığı günden- beri Rükneddine fazla Utifat ediyor, ken- disine birşey söylemiyordu. Mehmed bir akşam Semerkanda yakın 309 konak yerinde oğlu le karşı karşıya ye. mek yiyordu. Rükneddin çok neşesizdi. Sultan Mehmed oğluna sordu; — Hasta misin, Rükneddin? Neden ye- mek yemiyorsun? — Hasta değilim, baba! İştiham yok. Yollarda çok yoruldum... Yıprandım.. İsti- rahata muhtacım, — Halbuki sen oğullarımın bünyece en sağlamı idin! Böyle biz seferde yorulursan, yarın ben öldükten sonra tahtıma oturdu- gun zaman ne yapacaksın? Ülkemizi ge- e mecburuz. Daha briçok memle- keler fethetmek ihtiyacı karşısında ne ya pacaksm? Rükneğdin böyle nazik bir mevzu tüze. rinde babasile ilk defa konuşuyordu. — Allah size uzun ömürler versin, babal dedi - Bütün bu fütubatı biz senin sağlıs ğında görmek isteriz. —— İyi amma, ölüm herkes için inukad- derdir. Ben, yüz yıl yaşasam da gene öle- ceğim. Ve tahtıma Sizlerden biri çıkacak, O zaman bu çizdiğim ve yürüdüğüm yoldan yürüyecek değil misiniz? — Bunu tahtınzda götü olan bğullarınız düşünsün, babe! Ben şimdiye kudar böyle birşey aklımdan geçirmedim. Yalnız sizin emriniz alında yaşadım. Git dediğiniz vere gittim. (Öl!) dediğimiz yerde de ölmeğe hazırım. Rükneddin, Harzem tahtında gözü olan bir şehznde gibi konuşmuyordu. Sultan Mehmed oğlunun verdiği cevaplardan mems nun olmuştu. Bundan sonra Moğol tehlikesi etrafında konuşmalar yaptılar. Rükneddin, Moğul tehlikesini uzak görüyordu. Sultan Mehmed: (Arkası var) — Ne felâketi? — Bu zavallı kadının ölümü... Bu cihetleri düşünmemişti. Yüzün- de hazin bir ifade hasıl oldu. — O derece çabuk mu dersin?... Henüz ümid var... Doktorlar bazan aldanır... — Birini gönderirim... Senden ha- ber sorarım... Sen de bana mektup yazar, yahut telgraf çekersin, — Tepebaşına mı? — Evet, Birkaç edim daha yürüdüler. İkisi de kendi âleminde, düşünce- deydi. Birkaç dakika sonra, erkek otomo- biline bindi. Şermin de, ona el sal | lâyıp eve doğru yürürken; «— Bunların ikisi de beni aldatı- yör... Sakladıkları bir şey var... Ne- dir?» diye düşündü. Kolonbeylerin evi ışıklar içindey- di... Bütün odaların pencerelerinden dışarı ziyalar fışkırıyordu... Mühim bir şey olduğu beli... Bütün sokak hususi otomobillerle dolu... Cağaloğlu caddesine kadar her yeri işgal ediyordu. Yoldan geçenler: «— Ne var kuzum?... Ne olmuş?» diye soruyorlardı. Civardaki evlerin pencerelerine, balkonlarına da adamlar çıkmıştı. Mahallenin başlıca hadisesi olan bu merasime bakıyorlardı. — Kolonbeylerin kızı evleniyor... Noterle mukavele yapıyorlar... Oğlan zengin amma, kızın dâha zengin olan ailesi, garp usulle âdeta dirahoma verir gibi, küçük beye sermaye veri- | yorlar... Kaz için şimdiden ayırdıkla- rı hisseyi onun idaresine bırakıyor- — Allah Allah... Yeni yeni usul ler... Kaç paraymış? — Birkaç yüz bin liraymış... Bun- ların vekili küçük bey olacakmış... Bütün ağızlarda Molla beyin ve Kudret beyin ları dolaşıyordu. Zenginin malı züğürdün çeneisni yo- ruyordu, Bu âile civarda her ne ka- dar tanırmışsa dâ, Kudret Kolon bey, kibir ve azametile, herkese yüksek- ten bakmasile âlemin zıddına doku- nuyordu. Bari arada sırada fakir fıkâ- raya yardımda bulunsa... O da yok- tu... Metresinden başka kimseye beş para sızdırdığı yoktu... Bütün işi pa- ranın üstüne para yığmaklı... Müra- bahacılıkta kayın pederine bile taş çıkartmıştı, Hulâsa hasis adamın biriydi... L&- kin öyle bir hasis adam ki nefsi mev- zuu bahsolunca hiç bir şeyi esirgemi- yordu... Onun için dostu yoktu... Her nasılsa bizim kaptanla ahbap ol muştu. Evin bütün salonları çiçeklerle dok muştu. Kibar davetlilerin biri otomo- bilden iniyor, öbürü çıkıyordu. Bü- tün Kolon bey ailesi buradaydı. Mu. kavele imzalandıktan sonra ziyafet başlıyacaktı... Muhteşem salonlarda, karşılıklı aynalar Oiribirine aksedi- yor, evin içinde olduğundan da büyük görünüyordu. Büyük bir büfe hazir- lanmıştı. Şarabından şampanyasına, rakısından viskisine kadar tekmil iç- kiler, balığından tavuğuna, jambo- Dundan av etine kâdar türlü yiyeeck- ler sıralanmıştı. Resmi şahsiyetler, zengin şahsiyet- ler hep buradaydı. Nişanlılara ba kanlar onları çok beğeniyordu ve biribirine yakıştarıyordu. Onları pek çok kıskananlar vardı. Neleri yoktu acaba?... Şişmen Dürrü bey ağzını şapırda- tiyor, yemek zamanının gelmesini bekliyordu. Dürrülerin en küçüğü eridikçe eriyor, hasedinden iğne ipli- ğe dönüyordu. Ferhad gelmemişti. Onun burada bulunmaması aynca dedikoduyu uyandırıyordu. Üç haftadanberi orta- da yoktu, Neredeydi acaba? Galip: — İtikâfa çekilmiş, çile dolduru- yordur... - diye alay ediyordu. - E, ta- bil aşkı inkisara uğradı! (Arkası var)