8 Nisan 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

8 Nisan 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İatayım, Nuriyi yı tanıdıktı bay iel Skzle bellek ana zi Beden «Çapkın Nis pk? Halbuki © derece utangaç, kendi hahinde mahçup adamdı ki, bir kadınla konuşurken | ii, bozarır, kekelerdi, İşinden çıkın- $a doğru evinin yolunu tutardı. Her has inden karımna son derecede sadık bir adam hissini uyandırırdı, Buna rağmen Nuriden herkes: «O mu? Uçarı çapkın- 1.. Ne sarı saman altından su yürüten sinsilerdendir!..> diye bahsediyorlardı. Aramızdaki sohbet günden güne artı- Yordu. Dostluğumuz ilerledikçe onun ga- Tip şöhretini daha ziyade merak ediyor- » Bir gün öğle yemeğini birlikte ye- mek için bir lokantaya girmiştik, Biraz ilerimizdeki masada genç, fakat aşın de- recede boyalı bir kadın oturuyordu, Bo- Yalarla bir kat daha uzattığı kirpiklerini süze süze Nuriye dik dik bakıyordu. Nu- rinin yerinde macera arayan bir erkek olsaydı, genç kadınım bu inadcı bakışla” rından istifade etmesini çok iyi bilirdi. akat Nuri oturduğu yerde renkten ren- E€ giriyor, kızarıyor, bozarıyordu. i nerede ise çocuğun üstüne fenalıklar ge- lecek... Onun bu halinin karşısında gü- lüm, n5 7 Bir de senin adın «Uçarı çapkın» diye çıkmış ha... Garip şey... dedim. Nuri ter içinde: d Aman buradan çıkalım... dedi, ne ak Yapışkan bakışlar... ema dan çıktık. , Tam fırsattı. Yolda Nuriye sordum: — Kuzum Nuri... Neden sana uçan gapkın diyorlar O, gülümsemeğe çalışarak bana cevap verdi: —Bu, oldukça acıklı bir hikâyedi Arıklı olduğu kürde dalak REYAZ Karım Mürüvvetle on sene evvel evlendim. Hayatımızın ilk günleri pürüz- süz bir saadet içinde geçti, Aramızda küçük bir kıskançlık kavgası bile çıkma- miştı. Karımın bana sonsuz bir emniyeti yardı. Doğrusunu istersen ben de bu em- hiyete lâyık bir koca idim, Benim için ka- dın demek, karım demekti. Ondan buş- ka hiç kimseyi gözüm görmüyordu. Yer- Yüzünde bir tek kadın vardı, O da karım- dı. Lâkin aradan birkaç sene geçince biçbir sey yapmadığım halde karım ba- zı hellerimden mânalar çıkarmağa başla» dı. Beni arada sırada kontrol ediyor, kâh ceplerimi karıştırıyor, kâh bana ge- len mektupları okuyordu. Ben de onun bu haline gülüyordum. Birkaç kere kendisine boş yere üzüldü- ğünü anlatmağa kalktım. Lâkin sözlerim pek tesir etmedi. Ben de artık karım wslu durduğuma dair ikna etmek için uğ- raşmağa pek lüzum görmedim. Bundan Üç sene evveldi; bir gün işimden eve döndüm, Âdetimdir, daima yarımda evi- min anahtarını taşınım. Kapıyı çalınam. Anahtarla açarım. Bu, benim tâ bekâr- İığımdan kalma bir huyumdur. O gün de öyle yaptım. Kapıyı anah- tarla açtım. İçeri ilk adımımı atar atmaz duraladım. Bana koridordan birisi ka- $ar gibi geldi. Her zaman karımın otur- duğu küçük salona girdim. Baktım, kim» seler yok... — Mürüvvet o Mürüvvetl (o diye ba- ğırdım. Cevap veren olmadı. Bu sırada karşımdaki aynaya gözüm ilişti, Pence- Telerden birinin perdesinin arkasında birisinin saklandığını aynadan gördüm. Bu karımdı. O zaman anladım ki karım * bana bir şoka yapmak © niyetindedir. im eve girdiğimi duyunca hemen denin arkasına saklandı. Birdenbire şua çıkıp beni korkutacak... Tam bu esnada aklıma bir şeytanlık geldi. Kendi- 'Tefrika No, 119 Bunları bana da aşıladı ve telkinleri adam, on beş senedenberi benim üze- kandırmıştır. Tek muvaffak olmak için hırsızlık, katillik her şey muva- fıktır, diyordu. Bunu bana inandır. Kız, dehşet içinde dinliyordu, Erkek yim Yaş tanın safhasınde, çi rak, adi hayatımı ime dum... Gayem kazancımı yüz raya çıkarmaktı... Bu gerçi az bir para, Fakat buna erişirsem her şeyin ta- mam olacağını sanıyordum... İşle se- ni bu sıralarda görmüştüm, Şermin... Yemin ederim ki, o devirde de, on. dan pek sonraları da namuskâr ha- yatı seninle birlikte yaşamağı çok istemiştim... Ah, eğer bu emelimi ta- hakkuk ettirebilseydim... — Sonra fena rüzgürlar esti... Hocam, hâmim, üstadım, hulâ- isimlerle ortalıkta dolaşan bu Zat, Yunanistana ve, Mısıra, gördük; kalktık, Jokanta- İ Tuzak içinde Tuzak vi Erkek basımı önüne aödi, kendime: «Dur dedim, o bana muziplik yapmak istiyor, Ben ona bir azizlik ya- payım ki anlasın.» düşündüğüm şey şu idi. Hemen telefonu açacaktım. Gelişi- güzel numaraları çevirip, sanki karımın yokluğundan istifade ederek sevdiğim bir kadınla konuşur gibi yapacaktım. | Karım pedenin arkasında bunları dinler- ken ne azaplar çekecekti. Sonra ona ha- kikati söyleyecektim, o Telefonu açtım. Numaraları rasgeld çevirdim. Tesadüf bu ya... Biraz sonra telefonda bir kadın sesi: — Ale.. Alel.. başladı. Ben hemen: — Sevğilim.. Sana evimden telefon ediyorum... Nasıl? Buna pek mi hayret sttin?.. Karım duyarsa mı?. Hayır hayır. Korkma... Karım evde yok... Kim bilir nereye & Muhakkak terzisinde gecikmiştir.. Telefonda, kar- sımdaki ses: — kin siz kimsiniz?.. Kimi arıyor- sunuz?,, diyordu. Ben sanki bunların hiç birini işilmiyor- muşum gibi sözüme devam ediyorum: — Güzelim... Senden ayrılalı yarım saat olduğu halde sanki yarım asırdan beri görmemişim gibi özledim... Bilmem ki aşkın bu derecesine ne demeli?... Bunları söylerken gülmemek için ken- dimi güç tutuyordum. Kimbilir karım perdenin arkasında ne hallere giriyordu. Fakat onu fazla üzmek istemedim. Tele- fonu kapatıp karımı saklandığı yerden çıkarmağa karar verdim. Fakat tam bu sırada ensemde müthiş bir tokat şakladı. Karım perdemin o arkasından işittiği sözlere fazla o dayanymamış üzerime sula Elimden telefonu kaptı: — imsiniz?.. diye bağırmağ ii karşısında bir iin bel duyunca artık büsbütün kanı tepesine çıktı. Ona boş yere kendisine şaka yap- tuğımı, daha salona girer girmez ayna- dan kendisini saklandığı yerde gördüğü mü söyledim. Fakat kim inanır)... şaka yüzünden adım «Uçarı çapkın» di- ya Hikmet Feridun Es ,BULMACAMIZ ii A EE ÇA HELE diye bağırmağa 2 — Yüz yıl görmüş. Gültâç hapı - Bir meyva. Tersi mektep talebesinin en lüzumlu eşyasıdır, a — Kuşak - Sonunu «Ke gelirse ezilmiş ur, Su - Tersi nazlı tavırdır - Pislik, 7 — Sonu 8 — Serbes birakmak. 9 — Caddenin başı - Dokunan. 10 — Başına «S, gelirse hudud haricine demektir. Yukardan aşağı: 1 — Zamkı ağızda çiğnenen ağaç. Nakleden : (V& - Nü) Zira oralarda seyahat elmiş, yerleş mişti... Artık önümde yepyeni bir mes- lek açılmıştı... Babalığım meğer hiç ahlâk kaygusu olmayan bir takım insanlarla elbirliği etmiş... Bunlar beynelmilel sahada fenalıklar yapan zengin kimselermiş... Pek zengin in- sanlar... Fakat gözleri daha büyük servetlerde... Esasen ellerindekinj de ayni gayri meşru yolda çalışarak yap- Kız, tahminlerinin yavaş yavaş tâ- hakkuk ettiğini esefle görüyordu. | Gözleri sulanmış, dinliyordu. — Viedansızlıklarına hudut olma- yan bu insanlar, beni ortalarına aldı- lar. Çok ustaydılar, O derece ki, yap- tıkları bunca fenalığa rağmen. Üzer- lerine bir tek leke sıçramamışlı. Ce- miyetin içinde ferih, fahur yaşıyorlar. re MEM beni Misırda fevka- görmem için gönderdi... Babalığım da yanımdaydı... Vazife- | mizi bitirdikten sonra geri döndük... Artık eskisi gibi meteliksiz değildik... | sa ne İstersen öyle de... Baha Bedri, | Tabeka değiştirmiştik... Bambaşka yahut Bahaeddin ve Bedrettin vesair | insanlar olmuştuk. z — Bir cinayet mi? 1843 m. 182 Ke./«, 120 Ew Radyosu T.A. P, 317 m. 9465 Ke/5 10 KW. Pazartesi 8/4/1940 Türkiye saatile 1230: Program ve memleket saat ayarı, 12,59: Ajans ve meteoroloji haberleri, 1250: Müzik: Muhtelif şarkılar (PL), 13,20 - 14: Müzik: Karışık müzik (PL). 18: Program ve memleket saat ayarı, 18,05: Müzik: Radyo Caz Orkestrası, 18,40: Konuşma (Umum! Terbiye ve Beden Ter- biyesi), 18,55: Serbes sant, 19,10: Memle- ket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haber- leri, 1930: Müzik, Çalanlar: Cevdet Çağla, Yahri Kopuz, İzzettin Ökte, Kemal N. Bey- bun. i — Okuyan: Sadi Hoşses, 1 — Ud taksimi, 2 — Lem'i - Hicazkar şarkı: (Son canlandırar.), 3 — Hieazkâr türkü: C irin içinde vurdular beni), 4 — Refik Fersan - Rast şarkı: (Af eyle suçum), 5 — Tatyos - Rast şarkı: (Meyi İainle), Tatyos » Rast saz semaisi, 7 — Okuyan: Be- mahat Özdenses, 1 — Salihaddin Pınar - Eviç şarkı: (Göz yaşlarınız), 2 Bedriye Hoşgör - Eviç şarkı: (Düşünmek isterim), 3 — Rumeli Eviç türkü: (Yürüdükçe ser- vi boylum), 4 — Şevki bey - Hicaz şarkı: (Kış geldi firakı. 3 — Okuyan: Mahmud Karından. | — Salâhaddin Pınar - Beyati şarkı: (Delisin deli gönlüm), 2 — Salâhad- din Pınar - Beyati Araban şarkı (Görünce ben seni), 3 — Salâhaddin Pınar - Kar- cığar şarkı: (Sana gönül verdim), 4 Karcığar Köçek: (Pınarın başında), 20, Konuşma (Fen ve Tablat Bilgileri), 20, Çalanlar, Şerif İçli, Fahire Fersan, Refik Persan. i — Okuyan: Mustafa Çağlar. 1 — Kömürcü Z. Hafız - Hüzzam beste: (Aldım hayali perçemin), 3 — Şevki bey - Hüzzam şarkı: (Gam dideleriz), 3 — Ahmed Ra- sim - Segâh şarkı: (Benim sen nemsin), 4 — Hacı Arif bey - Hüzzam şarln: (Küşa- de talim), 2 — Okuyan; Radife Ertem. 1 — Suphi Ziya - Kürdüli H. şarkı: (Bikdım elinden), 2 — Udi İbrahim - Kürdi H. şarkı; (Sarı bir gül gib). 3 — Hası Arif bey - Kürdili H. şarkı: (Niçin terkeyleyip gittin), 4 — gevki bey - Kürdili H. şarkı: (Saffeti aşkım), 21: Müzik: Saz eserleri, 21,15: Konser takdimi: Halil Bedii Yönet- ken. Müzik: Radyo Orkestrası (Şef: Dr. E. Prattorius, 1 — Richard Wagner; LO- HENORİN Prelüdü, 2 — Richard Wagner: LOHENGRİN operasından KİSA'NIN RÜ- YABI, 3 — Richard Wagner: TANNHAU- SER Prelüdü, 4 — Richard Wagner: 'TANNHAUSER operasından ELISABETH'İN DUASI, $ — Richard Wagner: TRİSTAN VE İSOLDE'den Prelüd ve İsolde'nin AŞK ÖLÜMÜ, ŞAN: SEMİHA BERKSOY, Sopra- Do, 22,15: Memleket sant ayarı, ajans ha- berleri; ziraat, esham - tahvilât, kambiyo - nukud borsası (fiat), 22,30: Müzik: Caz- band (PL), 23,25 - 23,30: Yarmki program ve kapanış. 2 — Sinirleri bozuk. 3 — Madalya - Hortlak, 4 — En büyük harp gemisi 5 — İsim - Sonuna «E. gelirse geri verme demektir - Tersi lisandır, 6 — Sıfat edatı - Kaymaklı, 7 — Tersi bir erkek ismidir - Mazli nakli edatı, 8 — Daha JA - Telkih, 9 — Vezaret mevkiinde ike. 10 — Ansızın zuhur eden vaka - Nefi edatı, Geçen bulmacamızın halli Soldan suğa: Ii — Kabataslak, 2 — Emi, Aloalo, 3 — Fethlokyar, 4 — Al, Efkâr, 5 — Litre, Kira, 8 — Eyar, Kik.7 — Talamut, Ci Stim, , Kasım, Yukarıdan aşağı: 1 — Kefaletsiz, 2 — Ameliyaslı, 3 — Bit, Talib, 4 — Herzaman, $ — Taife, — Sana her hakikati olduğu gibi söylemeğe karar verdim, AR. — İşte sana bütün hayatımı doğru söylüyorum... İsmi ismime benziyen Sühi Elstanbuli ismindeki zatın vü- cudunu dünya yüzünden kâldırdım... Kendim onun yerine geçtim... Benim tarifimdeydi. Saçları, cildi benimkine benziyordu, Esâsen bahsettiğim ca- niler kumpanyası da sırf bu sebeple beni seçmişlerdi... Artık, onun ismine ve servetine biz konmuş bulunuyor- duk... Zaten Avrupa seyahatine çıka- cakmış... Ben çıktım onun yerinel... Şimdi, feddanlarının karşılığını ben alıyorum... Tabit şahsen ben değil... i Bahsettiğim o şirket aslan payını ken- dine ayırıyor. — Sana da artıklarını veriyor, — Evet. Kiz, bir kere daha hazin hazin içi- ni çekti. Erkek: — Atinaya dönünce daha büyük ikballer peşinde koştuk! — dedi. — ! Hele ben, bir aralık Monlekarloya da uğramıştım." Hisseme düşen parayla büyük oyun oynadım ve kaybettim. Servelin de tadını almıştım. Bunun üzerine behemehal yeni bir iş peşinde koşmam icap etli... Ve kararımı da vermiştim: «Yeni bir vurgunda mu- vaffak olduktan sonra bu haydutarın 'Tefrika No. $1 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Arap dilberinin söylediği türkü çok möânalı, şeytan kız âdeta sultani tekrar Bağdada gitmeğe teşvik ediyor — Şüphesiz. Kendini sevdirebilirsen, his | yözdeler (1) mirasına göçer, prensesleği gi- bi, kruliçeler gibi yaşarsın! İmat, Arap dilberile konuşurken kendini güş tutuyordu. İşo o kadar güzel ve sevlmli bir kızdı ki... İmat; — Eğer saraylı elbiselerini giyersen, sa- raydaki cariyelerin hepsinden üstün olur- sun! Demekten kendini alamıyordu. Maamafih İmat, sultanın en sadık zabitlerinden biri 4di. İşodan başlandığı halde, kendisine bir- sezülrmek istemiyordu. da İmattan hoşlanmamış değildi. Hattâ o da: — Her zabit senin gibi sultana sadık mi- sormağa rini saklamağa çalışıyorlar, yollarına de- vam ediyorlardı. İşo, bu uzun yolculuğun daha lik günün- de, sultan Mehmedin canına kıymak fikrin- den vaz geçmiş gibiydi. Harzem Türkleri hiç de halifenin dediği gibi kötü ruhlu insan- lar değillerdi. 5 İlk konak yerine yâklaşmışlardı. Akşam güneşi batayordu. Yüksek Hulvan dağlarına esmer gölge- ler düşmüştü. ei İşo, bir ağacın üstüne konan kırmızı ka- natlı güzel bir kuşu göstererek; — Şimdi bir okum olsaydı, çu hayvanı vururdum. Eti çok tatlı bir kuştur. Diye söylendi. İnat başını salladı: — Ben senin yerinde olsam, onu ökse e tuzağa düşürünp yakalar ve kafeste bes- lerdim, Bu kadar zarif bir mahlükun eti yenir ml hiç?... e Io, İmaf'ı tecrübe ediyordu. Maksadı kuşu vurmak değil, genç zabitin fikir ve düşüncelerini anlamaktı. İmat Arap dilbe- rine bu şekilde cevap verince, İşo güldü: — Sen gerçekten temiz kalbi bir erkek- #in! Bağdadda bir Arap genci, sevgilisinin gözüne girmek için, böyle bir kuşu vur- mak değil, birkaç insanı öldürmekten bile çekinmez. Siz ne kadar asli ruhlu in- sanlarsınız! Dedi. Bu küçük hadise, İşo'nun İmat'ı candan sevmesine sebep olmuştu. İmat cevap vermekle tereddür etil... Yürüdüler. Bağdad dönüşünde (İşo), sultanın koynunda uyurken.. «Küçük Esed. denilen bir dağın yama- cında konaklıyan Harzem ordusunun ilk işi sultan Mehmedin çadırını kurmak ol- amuştu. Sultan Mehmed çok yorgundu. Hemen yemek yiyip çadırına girmişti, Bultan Mehimed yatarken, kumandanla rma Şu emri verdi: «— Yarın buradan öğle üzeri bareket edeceğiz. Zira, ikinci konak yerine altı #nalle varabileceğiz. Erken yola çıkmağa Yüzum yoktur. Asker ona göre hazırlan- sne Herkes hükümdarın hemen yatağa girip yattığını sanıyordu. Oysa ki, Sultan Meh- med (işo) yu çadırına çağırtmış, ona şa- rap İkram ederek, Arap dilberile başbaşa kalmıştı. İmat o akşam yarı geceye kadar çadır önünde nöbetçi idi. Çadır etrafında birçok kargılı nöbetçiler dolaşıyordu. İmat yarı geceden sonra nöbetini başka zabile tes- lim ederek istirahate çekilecekti, (İşo) o gece lik defa hükümdarla büşba- şa kalıyordu. İmat çok heyecanlıydı, .Teessüründen ayakta duramıyor, mütemadiyen çadır önünde dolaşıyordu. Nöbet değiştirme (saati İmat'ın heyecanı artıyordu. Uzaktan ince bir 265 duydu: — İşte, İşo türkü söylüyor... yaklaştıkça elinden yakayı sıyırırım...» Fakât öy- le olamadı... Şimdi şu günde hâlâ sımsıkı onların pençesindeyim, Kız, korku içinde bakarken Süha esefle bâşını salladı; — Şu İstanbul şehrinde o beynel- milel çetenin ajanları gibiyiz... Pat- ronlarımızın arzuları, plânları neyse harfiyen tatbik ediyoruz... Basit âlet- leriyiz... Şimdilik kurtulmamıza da Kız, kalbi çarparak sordu; —« Demek o bahsettiğim sakalı adamı da mahküm etmişlerdi? — Hangi sakallı adam? — Samuel Rosen, — Ay,.. İsminide biliyorsun?... Sen şeytan mısın?... Nereden haber aldın? — Gazetede okudum... Vekayli bir- leştirdim... Delikanlı, kaşlarını çatarak, artık | büsbütün meyüs: — Evet... İyi bildin... Samuel Ro- sen... - deği, — Ne yaptınız o adamı? — Öldürdük. — Sen mi?... Bizzat sen mi?... — Hayır... — Doğru Delikanlı, âdeta haykırırcasına ve Diyerek, çadırın kapısına yaklaştı. İyice kulak verdi. Gerçek, Arap düberinin çok hazin sesi vardı. İşo, şu mealde bir türkü okuyordu: «Bağdadın surları talsımlı derler. Bağdad kapısı düşmana açılmaz. Halifenin askerleri gece sabaha kadar, kem surların üstünde uyumadan dolü- Bağdad kapısı tılsımlı derler. Bana sorarsanız: Bağdadın sürları çok alçaktır. Ve kapı- larını zorlıyan düşman, şehre kolayca gi- rebilir. Bağdadda korkulacak bir ordu vardı; Bihirbazlar ordusu. İşte, halifenin dayandığı kuvvet!» İma bu türküyü dinleyince şaşırdı, Ku- laklarına inanamıyordu. Eğer çadırdaki kı- ni tanımamış olsaydı, sultan Metmede ya- bancı bir casus kadının türkü söylediğine hükmedecekti. O gün akşama kadar yanyana yürüdük- deri Balde İşo neden İmat'a Bağdaddan ve halifenin sihirbaz ordusundan bahsetme- mişti. Acaba halifenin gerçekten böyle bir ordusu var mıydı? Yoksa bu türküyü halifenin düşmanla- rından biri mi dözmüştü? İmat merakından çatlıyordu. Bu sırada nöbet değiştirme saati gel- mişti. İmatın arkadaşı bir diğer zabit İmat'a yaklaştı: — Çadıra bu kadar sokulmak ayıptır. Bahusus ki, bu göce sultanın yanında bir kadın var. Hicap gerek, değil mi? Imat arkadaşının Kolundan çekti ve ya- vaşça kulağına fısıldadı: — Arap dilberinin söylediği türküyü çok mânalı buldum. Şeytan Kiz âdeta sultan Mehmedi tekrar Bağdada gitmeye teşvik ediyor. — Ne diyorsun, tekrar Bafdada gitmek mi” İkisi birden » Konuşmadan - çadırdan akseden muhavereyi dinlemeğe başladılar: — Bağdadı, böyle büyük bir ordu le de- Bi), bir wvuç kanıklı ie fethetmek müm- kündü, sultanım! Neden oraya kadar ge- lip de bunu yapmadan döndüğünüze hay- ret ediyorum, — Hakkın var, İşo! Buna senin gibi herkes hayret ediyor. Bunun sebebini şim- di sana söyliyemem. Semerkandde görüşü. rüz. — Ordunuza ve zahmetinize çok acıyo- rum, sultanım! Esed dağlarına kadar gel- dikten sonra, geri dönmeniz halifeyi şimar- tacak, sihirbazlarını ayn ayrı taltif ede- cek. Halk gene soyulacak. İmat arkadaşına döndü: — Bu, korkulacak bir kadınmış, Sultanı tekrar Bağdad üzerine yürümeğe teşvik edişinin elbette bir sebebi olacak, — Casus mudur dersin ?? — Hiç şöphe ekme. Halife, Eram'ın kesik başını alınca, çok kızmış diyorlardı, Sul- tan Mehmedden öç almak için bu Kızı gün- dermiş olabilir. (Arkası var) (1) «Sultan Alâeddin Mehmedin cariye- lerinden çek sevdiği kadınları (lâs gözde- ler) denirdi. Bunların sayısı daima dördü geçmezdi, İçlerinden biri ölür veya gözden düşerse, yerine bir başkası seçilirdi. (Mâs gözdeler) sultanm yalak odasında nöbetle yatarlardı; sarayda diğer cariyelerden fark- lı hayat yaşarlardı. Birçok imtiyazları var- dı. Meselâ bir (Mâs gözde) azad edildiği ve- ya bir maiyet zabitine çırak olduğu zaman kendisine sultan kızı evleniyormuş gibi, kırı sandık cehiz ve birçok hediyeler verilirdi. Semerkand sarayında her cariyenin emeli sultana (Hâs gözde) yani odalık olmaktı, samimiyetle: — Vallahi hayır... Bak her şeyi söyledim... Bunu da söylerdim... — Kim öldürdü öyleyse? — Tanımadığın biri. Atinadaki kumpanyanın âleti mesabesinde biri... — Paralarını çalmak için? — Evet. — Sen de şeriksin, — Doğru. — Buna mukabil para mı alacak- sın? — Umuyordum... Henüz almadım. Genç kız, düşünür vaziyette, başını göğsüne iğdi, Erkek; — Başka soracağın oyok mu? — dedi. — Evet... öğrenmek İstediklerim bu kadar. — Demek başka soracağın yok? » dedi, ' — Yok. — Öyleyse şimdi ben sorayım... Bu sözleri haşin bir şekilde söylü- yordu. — Artık her şeyi öğrendin... Ku- surlarımın One olduğunu büiyor- sun... Fakat ben de kendimi bir de- reoeye kadar temize çıkarayım... Ben katilim... Fakat cemiyet beni böyle olmağa sevketti... Öldürdüğüm ada- mın hüviyetine bürünerek yaşıyo. rum... (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: