Sedef Genç adam gülümsiyerek arkadaşlarına Sl «Bedef kutunun esrarını bilmezsiniz değil mi?.. O halde anlatayım... Daha he- nüz muharebe başlamamıştı. O zamanki seyyahlar istedikleri denizlerde rahat ra- hat, tahtelbahir, mıknatıslı mayn filân gibi tehlikeleri düşünmeden seyahat edebiliyor. lardı. İşte bu sıralarda ben de uzunca bir deniz yolculuğuna çıkmıştım. İstanbuldan bindi- vapurda birçok güzel kadınlar vardı. Fakat bunlardan bilhâssa biri benim pek zi- dikkatimi. alâkamı çekmişti. Zaten İstanbulda onu &k sık görürdüm. Lâkin ne yazık ki, o zamana kadar kendisile tanışas mamıştım. Yalnız İsminin Neclâ olduğuun biliyordum. Artık bütün ümidim bu uzun deniz yolculuğunda |di. Seyahatimiz meh- bir zamana da raslamıştı. Artık aydın- lık Akdeniz gecelerinde güvertede onunla ahbaplığı ilerletmek için fırsat gözdüyor- dum. Gündüzleri, yemekten sonra herkes öğle uykusuna çeklliyordu. Halbuki onun öğleyin uyumak âdeti yoktu. İşte böyle sâ- manlarda Neclânın etrafında fır dönüyor” dum. Lâkin ne yapsam istediğim kadar onun alâkasını Üstüm; ordum. Bunun du sebebi yok değildi. Yolcular arasında Neclânın İstanbuldan tanıdığı samimi ah- bapları, komşuları vardı, Bunların ârasın- dn genç ve yakışıklı erkekler eksik değildi. Neclâ bunlarla kâh güvertede bir takım oyunlar oynuyor, geceleri vapurun barında saatlere dansediyordu. Yavaş yavaş onunla ahbaplığı ilerletmek» ten ümüdimi kösmiştim. Bir gün sabahleyin geminin salonlarından birinde oturuyor- dum. Geminin © seferinde bir sürü çocuk da vardı. Can sıkıntısından bu yumurcak- larla konuşuyordum. Bir aralık Neclâ şia içeriye girdi. Çocuklardan bir kaçı bana: — Bize bir meraklı hikâye anlatsanıza.- diye tutturmuştu. Zaten birkaç gündenberi ben can sıkın- tasından hikâyeler uydurup onlara anlatı- yordum. Sonunu benim de bilmediğim he- yecunlı, elnayetii e rini yuvarlak yuvarlak açarak büyük bir merak İçinde dinlemeleri çok hoşuma gidi- yordu, Yumurcaki. imi «Masalei am- cas koymuşlardı. O günü Neclâ salona $i- rince ben artık çocukları yanımdan savup onunlü meşgul olmak istedim, Lâkin küçük- taya basarlar mı?.. İlle: steriz. , diye tutturdular. Bu- ülümsedi; Çocuklara anlattığınız hikâyeler bü- tün vapurda meşhur olmuş.. Geçen gün annesile konuşan bir Pek heyecanlı, pek meraklı hikâyeler anla- tyormuşsunuz. Bir tane daha anlatın da hep beraber dinliyel Ben de öyle me- heyecanlı hikâyeleri pek severim, neşgul etmek için herşeye razı «Sedef kutunun esrarle diyo bir hikâye uydurmağa başladım, Aklıma ge- Jen bir takım heyecanlı, korkunç sahneleri, Anlatıyordum, Lâkin bu hikâyenin sonunu Basıl bağlıyacağım), istediğim gibi atıp tut- tuğum vakaları, öldürüp, yaralattığım kah- ramanları nasıl bir hale yola koyacağını bilmiyordum. «Sedef kutunun esrarı» hikâ- yesinin sonunu getiremiyeceğimi düşündük-| çe güleceğim çıkıyordu. Lâkin hakikaten o | kadar korkunç vakaları biribirleri arkasına gpcirleme #ıralıyordum ki etrafımda bir hal- ka olarak oturan çocukların gözleri dehişet- ten fal taşı kadar açılmıştı. En küçük bir gürültü bile yapmaktan, âdeta nefes almak- > korkuyorlarmış gibi beni dinliyor- Jard) Henüz sonunu bilmediğim «Sedef ku- tunun esran, hikâyesinin mevsuunun İlk kısımları bizim seyahat ettiğimiz vapurda geçiyordu. Hikâyenin kahramanları da va- purdaki bir takım komik yüzlü kamarotlar, tayfalar, yolcular, acaip kıyafetli kadınlar- dı. Bu tuhaf tipleri çocuklar çok iyi tani- dıkları işin hikâyede onların başlarına ge- Jen bazı acalp vakalara da kalılırcasına gü“ Yüyorlardı. Meselâ şişman bir yolcuyu ka- tillerin nasıl korkuttuklarını anlatırken ço- tuklar gülmekten âdeta kırıldılar. Zaman zaman gözlerim Neciâya ilişi- yordu. Anlattığım hikâye o derece meraklı çocuktan duydum. | kutunun esrarı 4di ki, oda çocuklar kadar meraka düşmüş- *ü. Yerinden kımıldamıyordu. Hikâyenin arasına soktuğum tuhaflıklar onu da pek güldürüyordu. Çünkü anlattığım bütün tip- leri tanıyordu, Öğle yemeği için kampana» lar çalıncaya kadar anlattım. Vakanın bir türlü sonunu getiremediğim için hikâyeyi uzastıkça uzatıyordum. Yemeğe gitmek üze- re ayağa kalkarken Neclâ; — Aman pek meraklı bir hikâye... dedi. Âdeta vaktin nasıl geçtiğini anlıyamadım... Hikâyenin sonunu mutlaka dinlemek ister- dim. No zaman devam edeceksiniz... Biraz kendimi naza çekmek istedim: — Akşam yemeğinden sonra... Diyecek oldum. Çocuklar hep bir ağızdan: — Olmaz!.. Olmaz!.. O zamana kadar bekliyemeyiz... Öğle yemeğinden sonra ân- Jatın... diye başladılar. Neclâ gülümsedi: — Evele, dedi, çocukların hakkı var. Ben bile © zamana kadar bekliyemem... Öğle yemeğinden sonra «Sedef kutunun esrar» hikâyesine devam ettim. Anlattıkla- nm meraklansın diye hayalimi genişlettik- ge genişletiyordum. İstediğim de oluyordu. Hikâye pek meraklı bir tarsda devsm edi- yordu. Çocuklar kadar Noclâ da «Sedef ku- tunun csrari» ile alâkadar oluyordu. Artık memnundum. Lâkin o gece yatmak zamanı geldiği halde ben «Sedef kutunun esrarı» hi- kâyesinin sonunun getirememiştim. Sedef kutunun esrarını kendim bilmiyordum Kİ, onlara anlatayım, Hikâyenin mabaadını er- tesi günü anlatacağım hikâyenin geri ka- Jan tarafı için gayet heyecanlı parçalar bul- dum. Fukat ertesi günü de hattâ daha er- tesi günü de hikâye bitmedi. Sedef kutu- nan esrarı bir kere Neclâyı sarmıştı. Artık socuklarla beraber o da etrafımda. idi, Va- purdaki o kadar cazip eğlencelere rağmen günde birkaç saatini benim ımda geçi- riyordu. Hiç unutmam seyahatin son gece- «i idi. Henüz bizim hikâye bitmemişti. Ço- cukları anneleri erkenden yatırmıştı. Neclâ İle güvertede bizbize kalmak fırsatını bul- muştum. Mehtap da çok güzeldi. Hikâyeye devam ettim. Saatlerce anlattım, Vaka bizim seya- hat ettiğimiz vapurda seçmiyor miydi? Bu arada yolculardan birinin bir genç kadına deli gibi âşık olduğunu da söyledim. Neclâ bu iki yolcunun kim olduklarını bilmekte gecikmedi. Gülümsedi. Güvertenin ker na dayadığı elini tuttum. Sıktım. Elini çek- medi. Sedef kutunun esrarı sayesinde ne- fis bir gece geçirdim. Bikmet Feridun Es Askere davet Beşiklaş As, Şubesinden; Şimdiye kadar askere çağrılmayan 33534 doğumlu ve bu doğumlularla muameleye ta- bi ve askere çağrıldığı halde herhangi bir sebeple geriye bırakılmış veya şubeye gel- miyerek bakaya kalmış ve askere sevkedi- memiş 316 ilâ 333 doğumlu jandarma sıni- fına mensup eratın sevklerine başianaca- Hından bu sınıfa mensup eratın Ayrica İlân edileck olan günde sevkleri yapılmak va- siyetleri tesbit ettirilmek Üzere derhal şu- beye müracaat etmeleri ilân olunur, Fatih Askerlik şubesinden: 1 — Şimdiye kadar muvazzaflık hizmetini yapmamış 316-335 (dahli) doğumlu cezalı, ce- saz (Jandarma) ve (gümrük) sınıfına men. sup erat askere sevkedileceklerdir. 2 — Şubede toplanma günü 20/Nisan /940 cumartesi sabah saat dokuzdur. 3 — Bu celpte bedel kabul olunmaz. 4 — 'Tayin olunan günde mükelleflerin şu- bede hazır bulunmaları ilân olunur, Eminönü Halkevinden: Cağaloğlunda- ki salonumuzda: 1— 6/4940 cumarlesi akşamı saat (2020) da, Gösterit şubemiz (Hisseli şayia) Piyesini temsil edecektir. Davetiyelerin bürodan alınmasi rica olunur. 2 — 9/4/940 salı günü saat (1730) da | Edebiyat fakütesi doçentlerinden bay Ce- | vit Bayson tarafından (Tanzimat ve Reşit paşa) mevzuunda bir konferans verilecek- | tir. Davetiye yoktur. Tuzak içinde Tuzak "Tefrika No. 117 Baba bildiği ölen balıkçı şu Bürhan kaptandan nasıl coşkunlukla, muhab- betle bahsederdi! Karadeniz havali- #inde Korsanoğullarının medhüsenası «dilirdi. Gayetle zenginmişler. Para- Yarı, malları anlaşılmazmış. Demek bu adamın karısı, kendi an- Mesiydiz Şayed başına şu Süha meselesi açıl- ydı, bir takım çirkeflere bulaş- bü ydı, annesinin kolları arasına ne Yük bir coşkunlukla atılacaktı! Ah, Kasmpaşadaki sd derata karşı isyam kabarı- ui. Kendisini iyice arayıp vakıt X* Zamaniyle bulamıyan annesine de yordu . ; 5 senelereç didindim; temiz ka- alalim; tam kurtuluşum mümkün den düştüm... Bu da baht... Sevgilisini 1d: İki © gündenberi görme. ca karşılaşınca bakalım ne Nakleden : (Vâ - N8) e ek vel rağmen bir daha karşılaşmamağı bile düşünmüştü... İnkisarı öyle büyüktü... Pek fazla ıztırap çekiyordu. “ Saat on bire doğru bir otomobilin sokaklarına saptığını farketti. Kalbi hızlı hızlı çarptı, Yanaklarını aleş bastı, «— O geliyor... O...» Nitekim işte, araba durdu. Sokak- ta ayak sesleri işitildi. Genç kız hemen koşarak bahçenin küçük kapısını açtı, Karanlıklarda bir gölge kımıldadı. Süha... Hemen genç kızı kolları arasına al- dı. Göğsüne bastırdı, — Hele çok şükür... Gene kavuş- tuk. Kız, onun kollarından sıyrıldı. Kapıyı kapattı. Erkeği elinden tuttu. Bahçenin allesinde birlikte yürü- düler. AKŞAM İd Kontrak Briç 4 Ds 42 yi 4 V-1-43 4.32 V -R-V-10-6 4» 5-107 Her iki taraf zonda Kâğıdı veren: Cenup DEKLARASİYON Garp o Şimal Pas ış Pas Pas OYUN Kozcu: Cenup Oyun: 4 Kupa Birçok masalarda garp pika dörtlü Oyunu açtı, Garp ruvayı koydu. Cen ie aldı. Kozcu iki elde muhasım tarafın kozlarını düşürdü. Arkasından sineğin da- muni oyniyarak pas yaptı. Şark rüva ile al- dı ve ortağına pıka çevirdi. Şark dam ile aldı, Yerde pika kalmadığından karo geldi. Şark karodan Iki Jeve kazandı. Neticede oyuncu bir içeriye girdi. KRİTİK Oyunun ilerisini iyi gören bir oyuncu iIk pika levesini almadan evvel şu seri muha“ kemeyi yapmalıdır: Sineğin ruvası fle ka- rTonun ası şark tarafta ise ilk pika Jevesini aldığı takdirde oyununu çıkaramıyacağı aşi kârdır. Garp mertebe itibarile pikasının dördüncü kâğıdını çıkmıştır. Binaenaleyh garpta ya dört veya beş pika vardır. Vazi- yete nazaran garp ve garkta mevcud pika- ların adedi dokuzdur. Şarkın Wk pikaya ru- vayı basması da güsteriyor ki dam garpta» dır. Çünkü ruva ve dam şarkta olsaydı bit- tabi damı oynardı. Bu bale nazaran oyu- hunu garanti etmek için kozcunun yapaca- Bı en doğru hareket birinci pika levesini ba- Bıuşlamaktır. Eğer sinek ruvası garp taraf- ta ise ekstra bir leve daha kazanmış olur, Bu izahata nazaran oyunun şekli şudur: Cenup birine pikaya valesini verir. İkin- ci elde şark bir pika gelir, cenup asla alır, Kozu muhasım tarafın kozlarını düşür- dükten sonra sineğin damını oynar, pas geçmez, Fakat neticede kozcu dörde dört yapar, oyunu kurtarır, Cenup ış 1” Şark Pas Pas Abone ücretleri Türkiye © Ecnebi 140) Kuruş © 7700 kuruş > 140 > 80 » — >» 400 ihadına dahil ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Telefonlarımız: Başmuharrir: 20563 — Yazı işleri: 20763 --| İdare: 20651 — Müdür: 20497 Safer 27 — Kasım 151 8. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı E. 913 1057 539 917 1200 134 Va, 352 506 1216 1535 1839 2012 abıAli civarı Acımusluk sokak No. 13 Önde yürüyor, âdeta erkeği sürük- lüyordü. Kalbini üzen bir muamma» yı bir an evvel halletmek istiyordu. İçeri girdiler. Işıkları yakmadan, tiler, Genç kızın odasına çıktılar. — Ne oluyorsun, Şermin?... nedir bu halin... — Şimdi öğrenirsin, Genç kız, odada pancurları, * releri kapadıktan sonra ışığı yaklı Koridoru dinleyip orada kimsenin olmadığına kanaat getirdikten son- râ — (hoş, kim bulunabilirdi!) — ka- pıyı kapadı ve sürdü. — Oturun... - diye emeretti - Ko. nuşacağız. — Nen var yahu? — Nem mi var?... Hiç bir fevkalâ- delik hissetmiyor musunuz? — Yoo... — Öyleyse ben size söyliyeyim, Kendini zorladı. Asabiyeti son haddindeydi. Karşısındaki erkeği süzüyordu, Bu gece, Süha, aksi gibi, mond erkehle- rinin en şıkı halinde giyinmişti. — Nereden geliyorsunuz?... Ye sofaları geç- ve — Süvare mi vardı? — Birkaç ârkadaşım yemeğe gel- ik e, TTerfika No. 29 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Karlı mevsimde Rükneddin ordusunun Esed Âbâd dağlarından kalkıp Bağdad önlerine gitmesi zordu — O halde bunu bir Hüfat mu, hakaret mi telâkki etmeli? — Yatakta uzandiyse, hakarettir. görünce kalkıp oturdiyse, Utifattır, — Garib şey! 'Ben çadıra girdiğim zaman usanmıştı, Beni görünce doğruldu. yata- Bin içinde oturdu. Fakat, çıkacağım sira» da tekrar bacaklarını uzatıp yattı. Zabit gülerek cevab verdi: — Hem iitifa, hem hakaret. bundan çıkacak mânayı ancak sizin gibi Âlimler anlıyabilir, N Şahabeddin hiddetinden ne söyliyeceğini bilmiyordu. Bağdada varınca Halife ile cenkleşeceğini düşündükçe tüyleri ürperi- yoksa Sizi yor: — Keşke bu İşi Üzerime almasaydım, di- yordu, şimdi Nâsreddine bunları nasil an- Jatacağım. Türk zabiti yolun başına gelince durdu: — Sizi burada bırakıyorum, şeyh! Artık atinıza binip yolunuza emniyetle devam edebilirsiniz, Şeyh Süherverdi atina bindi: — Allahasmarladık. Bağdada gelirseniz, beni aramayı unutmayın! Şeyh Süherverdi, Halife ile başbaşa.. Şehabeddin Süherverdi Bağdada döner dönmez, halifenin sarayına gitti. Nâmred- din, şeyh Büherverdiyi görünce sevindi: — Sultan Mehmed sörle, dinlemiştir! * Dedi, Süherverdi, halifenin yarıbaşına oturdu... Ve başına gelenleri anlatmağa bağ» Tadı: — Sultan Mehmed çok mağrur bir hü- kümdar. Bağdada gelir gelmez. yerinize başka bir halife tayin edecekmiş. Bir sat karşısında nutuk irad ederek, Abbasileri methettim de bana otur bile demedi. — Vay küstah ray. Sizin gibi fazıl ve ke- mal sahibi bir zata hürmetsizlik gösteren bu adama herbalde haddmı bildirmeliyim.. Diyerek yumruklarını s#ikan halife Nâ- sreddin. Süherverdiyi dinledikten sonr — Demek ki ordusile Bağdadı fethetme- de azmetmiş. O halde hemen gelsin de Bağ- dad sürları önünde görüşelim, dedi, Nâsıreddin, Süherverdi dönünceye kadar Buğdadda yeni tedbirler almıştı. O güne kadar surların üstünde nöbetçi kuleleri yoktu, Halife surlara gözcü kuleleri yaptırdı ve surların mazgallarını genişlete- rek buraları bir yerine birkaç müdafiin s1- Binabileceği hale getirdi. Şehir kapılarını $amir ettirdi. Ustalar geceli gündüzlü çalı- şıyor, müdafilerin sayısı gün geçtikçe arti- yordu. Nâsıreddin, şeyh Süherverdiyi dinledik- ten sonra ayağa kalktı: — Gel, Seninle surları gezelim. Düşman ordularının bu sürları aşıp aşamıyacağını sen daha iyi takdir edersin! Sürlara gittiler. Şeyh yeni yapılan ku- Jeleri, mazgalları gördü. Surları halifenin askerleri sarmıştı. Kalabalık eskisinin dört beş misli fazla görünüyordu. Buna rağmen şeyh Şehabeddin halifeye şunları söylemek- ten kendini menedemedi: — Bullan Mehmedin ordusu o kadar bü- yük ve o kadar kalabalık ki, on tane Bağda- dı bir günde zaptetmeğe yeter. Bence bun- larla uğraşacağınıa, yeni bir anlaşma tek- ME ederek Türkleri buradan uzaklaştırma- Bun yolunu arasanız çok İyi olur! Halife Nâsıreddin, şeyhin bu sözlerinden şüpheye düşerek: — Sultan Mehmed seni de mi tehdid etti? Onun askerlerini görünce senin de mpi gö- gün yıldı? Artık sana da itimadım kalmadı. Büherverdi! Haydi, zaviyene git... Bir da- ha gözüme görünme. Ben Bağdadı tek başı- ma müdafaa etmesini de biliri: — Yeşilköy güzel mi? — Fena değil... Basit bir muhit, — Sizin ötele benzemiyor demek? Delikanlı: — Bunlar ne biçim sözler, ku- zum?... - dedi. - Daldan dala af- yarak konuşuyorsun. — Hiç... Fakat bütün bunlar bü- yük bir servete delâlet eder: Beyoğ- lunun göbeğinde malikâne gibi bir apartıman katı... Yeşilköyde sayfi- ye... Metresin için villâ... Otomobili... Kat kat elbizeler... Bana ettiğin mas- raflar da cabası, Erkek, gülümsiyerek: — 'Tabil artık bu kadarcınığı yâr pacağız! - dedi, - Fakat bütün bu sözlerin neticesi neye varacak diye meraktayım. — Şuna varacak; Sen pek zenginsin. — E, elhamdüllllh... Şöyle böyle. — Lâkin servetinizin membaı hak- kında malümat vermediniz. — Ne merak bu yâhu?... Bu sual Jeri birdenbire böyle gece yarısı sor- mak nereden âklına geldi? Hile ile kaçırılan bir ordu.. Sultan Mehmedin ikinci ordusu (Esed Âbâd) dağlarında yağan karlar arasında kalmış, bir hayli telefa, vermişti, At ve insanca zaylatları gittikçe artan ordunun başında Rükneddin vardı. Bu sirada (Esed Âbâd) (1) civarına hü- cum eden Kürgler de Rükneddini tesyike başlamışlardı. Havaların müsaadesizliğine Kürdlerin bu mevsimsiz hücumları da inzi- irki. Rükneddin babasına vaziyeti irdi, Karlı mevsinide ordunun (Esed Âbhd) dağlarından Kalkıp Bağdad önlerine #i kolay değildi. Sultan Mehmed bu alınca, Rükneddin. «Sen Kürdlerin hesabını görmeğe bak, Aradaki yol uzundur. Boş yere telefat ver- mekte mâna yoktur. Benim yanımdaki as- ker birkaç Bağdad zapletmeğe yeteri» Diye cevap yazdı. Sultan Mehmed kendi kuvvetine güveniyordu. Düşünmüyordu ki, halife Nâsireddin, Bağdadı müdafaa etmek için her hileye baş vururken, Cengiz hana müracaat etmeyi de ihmal etmemişti Nâsireddinin Karakuruma gönderdiği he- yet tam vaktinde dönüyordu. Cengiz han, halifenin yardım teklifini kabul etmemekle beraber: «— Benim de Hârzemlilerle görülecek he- sabım var, Onlar Bağdadı kolay kolay ala- mazlar, Elçilerimin başlarını vurduran ve dudaklarını kesen sultan Mefmede dü: nın kaç bucak olduğunu çok yakında Jatacağım. Halife tahtında emniyet ve iti madia otursun.» “Tarzında cevap vermişt!. Halife Nâsir bu cevabı alınca Derhal sultan Mehmede şöyle gönderdi: «Cengiz harila anlaştım. Bağdadı Harzem Türklerine değil, Moğol ordularına teslim edeceğim, Cengiz ördusile Karakurumdan hareket etmiştir.» Sultan Mehmed bu habere inanmak İste- medi, Fakat, halife o kadar güzel propa- Banda yapıyor, bu haberi her tarafa öyle muntazam bir şekilde yayıyordu ki... Niha- yet: - Cengiz geliyormuş!- sözüne o da Inan» mağa ve yeni tedbirler düşünmeğe mecbur oldu, İlk yapılacak iş derhal geri dönmek- W. Ordusu Bağdada yaklaştıkça, sultan Mehmed tehlikeye yaklaşıyor demekti, Har- emliler günün birinde Cengizle karşılaş- mayı hiç de arzu etmezlerdi. Sultan Mehmed bir gün kumandanlarını topladı. Bağdad seferinden geri dönüp dön- memek keyfiyeti uzun uzadıya konuşuldu. Ve nihayet Cengizin ordusile yola çıktığına #nanan Harzem kumandanları geri dönme» Be karar verdiler. Sultan Mehmed istemi- yerek, ordusuna ricat emr! verdi, Kuman- danlar: — Hiç olmazsa (Esed Âbâd) yolile gidelim de, prens Rükneddine yardım edelim. Kürd- lere haddını bildirelim. Dediler. Sultan Mehmed akıncılarını tat- min etmek istiyordu. Kuman lann bu teklifini makul gördü. Bağdad önlerine ka- dar yaklaşan Harzem ordusu geri dönüyor- du. rahladı, ir haber (Arkası var) (1) İranın Irak hattasında ve Hemeda- Bun 45 kilometre garbıcenubisinde Esed Âbar dağları eteğinde bir de Esed kasabası var- dır, Bu kasaba islâmiyetin İrana İntişarın- dan sonra (Esed Hamiri) tarafından tesis olunmuştur. Kasabadan birçok tanınmış ulema yetişmiştir, Rükneddin, meşhur bir kumandanını bu dağ eteğinde gömdüğü için, Harsemliler inkıraz buluncaya kadar bu dağlar hakkında birçok destanlar yazmışlar ve hatıralarını unutmamıştardır. pebaşındaki dairenize gelmek felâke. tine maruz kalmıştım da... — Niçin felâket olsun? — Durun... Sabredin öm... Hani siz, hayat; olduğunu söylemiştiniz. — İhtimal. — Bu sırı bana fâş etmeği de vadetimiştiniz. — Evet... Hatırlıyorum. — Bahsettiğiniz sir neyse öğrenmek istiyorum. Erkek, kaşlarını çatarak: — Ya... dedi, - Sebep? — Süha bey... Yahut Sühi bey... Sevdiğim ve kendimi verdiğim erke. ğin kim olduğunu bilmek bhâkkını dahi haiz değil miyim, kuzum?... Bizzat yaşadığım şu paranın mem- ba: nedir?... Siz bena mukaddera- tımızın beraber olduğunu kaç kere- dir söylemiyor musunuz? Erkek, düşünceli düşüncöli; — Evet... Muküdderstımız ebedi. yen biribirine bağlı kalacaktır. Ebe- diyen... Yeni ölüme kadar,.. Ben ha. yattayken sen kimsenin olmıyacak- — Bu söyledikleriniz hep lâf... Da- ha elddi konuşalım... Şu Sühi El tanbuli ismini nerede buldunuz?