16 Mart 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

16 Mart 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

AKŞAM yarıları okuma müte- senelerce kim- eski taş karmıştır. Dostum mütemadiyen seyahat eder. Kâh onun yeni açılan bir Riraun me- sarının içinde tedkikat yapmak üzere Mı- ira gittiğini, kâh eski Mezopotamya millei- deri etrahında araştırmalarda bulunmak için Pirat ve Dicle nehirleri arasında dolaştığını işitirdim. Bu çocuğun garip bir tarafı var- dı. Bir İnsanın âşık olabileceğine inanmaz- da. Aşk denilen şeyi işsiz, tembel kimselerin kendilerini avutmak için ortaya attıkları saçma bir meşguliyet addederdi. Hiç de âşık erkek tiplerinden biri idi. Fakat gelgelelim | onun aşkla, kadın maceraları De hiç bir | ŞA ecel yokta Cal A ap sy AR kadın gibi anlaşılması çok müşkül bir mahlükla uğraşacağıma, okun- mam en güç kitabeler'e meşgul olurum. Be- nim İçin bir eski Ktabeyi bilmece halleder gibi ozuyup anlamak bir aşk macerasında muvaffak olmaktan çok daha kıymetlidir... derdi. Öldükça uzun süren bir seyahatinden Gönüşle Rizx Rifatan çilgin gibi âşık oldu- Çunu işitince tabii ne kadar yaştığımı tah- min edersiniz. Bunun için seyahatten dönüşünde Riza Rifatın evine gittiğim gün İlk işim şu aşk hikâyesini sormak oldu. Yemekten sonra kahvelerimizi balkonda, bahçeye karşı İçer- ken dostum hikâyesine, başladı: — Bundan tiç ay evvel oldukça uzun bir seyahate çıktığımı bilirsin, Bu seyahat es- basında Manisaya uğramış, oradak! eski harabeleri tedkik etmiştim. Bundan sonra gene yoluma devam ettim. Bir akşam Üs- tü küçük bir kâsabaya geldim. Bayulum- da taşıdığım üç dört #iymetli kitaba na- zaran bulunduğum Kasat $efahali ile meş- hur bir eski zaman hükümdarının sarayı- nın harabeleri civarında idi. O gece kaldığım handâ köylülere harabe- nin yerini sordum. Yarın olsun seni oraya iletiveririz... de- diler. Ertesi sabah, şefakin beraber atların sır- tında yola çıktık. Harabeler kasabadan ol- dukça uzakta idi. Gidiyoruz. gidiyoruz, bir türlü yol bitmiyordu, Güneş hararetini »i- yadeleştirmişti. Bozuk yollarda atlarımızın kaldırdığı tatlar Kirpiklerimize kadar her | tarafımızı kaplamıştı. Bir aralık yolumu" | 2un sağına uçsuz bucaksız gibi, görünen bir İ girik çıktı. Çifiğin tam ortasında şata yav- | rüsünü andirat güzel fakat oldukça acaip şekilli bir bina vardı. İkide bir huysuz au- Da bağınp çağıran rehberime , bu çiflikle içindeki binanın Ximin olduğunu sordum, Sanki sahibini taniyacakrışım gi- bi, bu sunlim oldukça mânasırdı. Fakat yol- da tan sıkıntısı yüzünden İnsan bazen de di Harabeler yüksek bir tepede olduğu için ayağımızın altina nihayetsiz bir ova geril- müşti, Güneşin altında ışıl işl parlayan bir dere bü ovanın ortasında kıvrıla kıvrıla akı- Yordu. Lâkin bu güzöl manzaradan ziyade | beni alâkadar eden saray harebesi idi. He- men tedkiklerime başladım. Bu aralık kı- | rümuş, âdeta parça parça olmuş bir taş ki- | tabe gözüme ilişti. Bunu okumak Için saat- lerce uğraştım. Fakat hava kararıp etrafa ak- Bam kızıllığı çökünceye kadar «hey gafilis di- ye başlıyan bu kitabenin yalnız 'ik ke- limesini okuyabilmiştim. Ertesi günü daha ertesi günü hep harabelere geldim. Lâkin kitabenin önünde saatlerce oturduğum hal- de bir türlü önümdeki eski yazıların esra- rını çözemiyordum. Zannederim harabelere | devsma başladığımın beşinci günü idi. Ge- he kitabenin önüne oturmuş, dalıp gitmiş- m. Bir aralık pek yakınımda bir takım nal sesleri işittim. Harabelere benden başka kim gelebilirdi. Dönüp baktım. İki allı. Lâkin asl hsyretime dokunan ne idi bilir i Tefrika No. 96 İ seray harbesi içinde o gözüme | duğu sırada Tuzak içinde Tuzak atl harabelerin önünde hayvanlarından i.- di, Genç kadın şık bir kilot pantalon giy- başını kırmızı benekli bir eşarple sar- muştı, Yanındaki erkek oldukça yaşlı. Jâ- kin kibar yüzlü bir adamdı, Genç kadın bu adamı «babas dlye çağırıyordu. Onlar da beş ni görünce hayrete düşmüşlerdi. Bana yak- zaman yaşlı adam nasik bir se- lâm verdi, Sonra yanındaki genç kadına dönerek: — İşte kızım, dedi, sana bahseitiğim ha- rabeler... Güzel değil rşi? Genç kadın hayran: — Fevkalâde, fevkalâde... diyordu. İhtiyar adam bana yaklaşarak kendini tanıttı, Yol üstünde gördüğüm Vey ir gir liğin ve şato yavrusu binanın sahibi idi. Yanındaki de kizı imiş Yazı geçirmek için çifliğe gelmiş. Ben de onlara mesleğimi, orada ne İçin bulunduğumu anlattım. Gün- lerdenberi beni son derece meşgul eden ki- tabe İle onlar da alâkadar oldular, Ertesi günü bir de baktım. Genç kadın benden evvel harebelere geliniz... Şaşırmış- tum. Onun önünde bir sehpa vardı. Beni gö- rünce tatlı bir gülümseme ile selâm verdi ve: — Buranın manzarası fevkalâde... Resim İ yapmağa karar verdim. Hergün gelip çalı- ga Bir yandan resim yaparken bir taraftan da tatâ: sesi le bana buranın güzeliklerin- den, çifliklerinden bahsediyordu. Lâkin ben dalgın dalgın gözlerimi kitabeye onun sözlerini işitmiyordum bile... Aklım fikrim, hep bu eski taş üstündeki yanlarda idi, Günler böylece Beçip gidiyordu. Artık onunla iyice arkadaş olmuştuk. Benim ki- tabeyi okumak İususunda gösterdiğim bü- yük sabır ve tahammül bâzen genç kadını güldürüyor: Demek «Ey gafil!» kelimesinden başka birşey okuyamadını»... Bu kitabede kendi. sinden bahsedilen gafil kim seaba?, Fakat günler geçtikçe benim kitabede okuduğum kelimeler de artıyordu. Böylece harabelere iki ay gittim geldim Lâkin genç kadın da Iki ay hergün oraya geldi. Bir gün merak etiim, Bu yaptığı tablo niçin bu ka- dar uzamrştı. Her gün kendi işimle 6 dere. ce meşguldüm ki, yaptığı resme Kadar bakmamıştım bile... O günü ona his- #ettirmeden şöyle bir baktım. Tuhaf şey. Benim resmimi yapıyordu. Tekrar okudu- #um kitabeye dalmak İstedim. Fakat hep onu düşünüyordum. Benim resmimi neden yapıyordu. O günü bir süat sonra kitabede- ki yazıyı okudum. Çok garip birşey yazıyor- du. Kitabe aynen $u idi: «Ey gafi!.. Beni okuyup da eline ne geçecek?. Etrafındaki güzellikleri, aşkın kitabını okusana..» Bevinç içinde idim. Lemanın yanına gel- dim. Ha İsmi Lemandı... Bu dağbaşında, bu büsbütün guzel görünüyordu. Lemana. — Kitabeyi tamamile okudum, Orada »Gafile diye bahsedilen adamı da öğren. dim... — Kimmiş? Gülerek cevap verdim — Ben!.. Senin kadar güzel bir arkadaşın yanında başka şeylerle uğraşan adam gafil deği midir? Bu sözüme © da güldü. İşte maceramız böyle başladı Hikmet Feridun Es Romanyalı gazinocu tedkiklerine başladı Vali B. LâI Kırdar Romanyada bulun- gazino işlerile meş- gul olan Romanyalı B. Yorgi Mişeli şehri- mize davet etmişti Romanyalı gazinocu gehrimize geldiğinden dün Belediye Reis muavini B. Rifat, mimar B. Rükneddin ile Florya ve Taksim gazinolarnı görüp tad kik etmiştir. B. Mişel, bu gazinoların ida- re tarzı hakkında Belediyeye bir rapor erecektir. Nakieden : (Vâ - Nü) Ayn zaman zarfında, küçük bir | Odada, sakallı bir adam, yırtık terlik- lerile dolaşıyordu. O da uyumuğa ha- Zırlanıyordu. Bu, birkaç kere milyoner olan Vi- Yanalı musevi kuyumcu Samuel Rosen'di. Yirmi sene müddetle durmaksızın alışmak suretle milyonlarını topla- MiŞ, ebediyen rahat edebilecek bir hâle gelmişti. Fakat çalışmak itiya- Cından kurtulamıyordu. Meslekdaş- hiç birinin kendi kadar iyi İŞ beceremediğini görüyor; e Mağrur Mn bu gururu yüzünden | Mütemadiyen çalışıyordu. Dünyanın ör) birçok memleketlerini dolaşıyor; tica- ia m Hududda elmaslarını | e için kolaylıkla çıkar- Güyet hasis bir adam olduğu için, sn kasa bile tutmamıştı. Yegâ- garantisi, sırlarını kimseye söyle- Memesiydi. Mücevherleri yanında Bezdirdiğini ancak muteber müşteri. leri biliyor sanıyordu. evin kapıcısı bile, * Bunun altında böyle bir zengin map teri barındırdığının farkında değildi. Sabahleyin sekize doğru pârdesü- sünü giyip sokağa çıktı, Bu elbisenin ve pardesünün rengi, yaz kıs değiş- mezdi, Ceplerinde mücevherler do- Tuydu. Kalabalık sokaklardan ayrık madığı için zerrece korkusu yoktu. Milyonerden ziyâde mağazadan ma- gazaya dolaşan bir simsara, yahut tebdil dolaşan bir hahama benziyor- du. lâkin ihtiyatsız görünen bu İsrail çocuğunun bir orijinalliği vardı. Ya- tağının başı ucunda âdeta mühim- mat deposu gibi silâh bulunduruyor- du. Tabancalar, kılıçlar, hançerler, muştalar. Hatlâ bir de armalık, Bu silâhlar arasında küçükleri, fa- kat çok tekâmül ettirilmişleri vardı. İçinden kılıç çıkan &estonları da var- di ve bunlar hep yatağının civarında asıh, dayalı yahut masanın üstünde Gurmaktaydı. O gece rüyalar görmüştü. Ve hep- sini hayra yormuştu. Deha çok zen- gin olâcağına hükmetti. Bir Amerikalıya bir yüzük sata- caktı, Diğer randevuları dâ defterin- RR mem mmmmmallnmılımınsdikze <ü sline kneğ emerek ini amy gl KÜÇÜK HABERLER: Bivas tapu müdürlüğüne Edime müdürü B. Hüsnü. Edirne tapu müdürlüğüne mü- fetiş B. Salih, Konya tapu müdürlüğüne de Samsun müdürü B. Fund tayin edil- mişlerdir. Aydın tapu #icil muhafızlığına İzmir sicli muhafızlığından B. Teyfik, Is- mir sicil muhafızlığına Bursa #icil muha- fıslığından B. Yaşar, Balıkesir sicil mu- hafızlığına da kontrolör B. Lütf tayin edilmişlerdir. P40 vilâyet ve Belediye bütçesi hazr- win nisan toplantısında müzakere edile. cektir. . X Eminönü meydanının tansimi hasi- rana kadar tümamlerincsktır Tramvay Yönresi de şimdiki hattın sökülerek mey- danin yeni şekline güre yeniden döşen- mesi İşini yakında bir müteahhide ihale edecektir. # İstanbul gümrükler baş müdürü B. Methi Ankaraya gitmişti, Baş müdür, bütçe mevzuu etrafında Vekâletle yaptığı temaslarını bitirerek o şehrimize dönmüş- tür. 4 Galatada bir yağ fabrikasında çalı- şan Refik bir elini makineye yaralandığından hastaneye yatırılmıştır. sulh ceza mahkemesinde muhakeme edi- miştir. Mustafanın daha evvel de bu kah- veden kâğıd çaldığı anlaşılmış, yirmi gün hapse mahküm edilmiştir. # Bir müddettenberi hasta olan Hay- riye Emine adında bir kadın evvelki gece ilâç içmek isterken, haricen kullanılacak süblimeli bir ilâcı yanlışlıkla İçmiş ve 2€- hirlenmiştir. Kadın derhni hastaneye kal- dırılmışsa da biraz sonra ölmüştür. k Denizyollarında üç aydanberi devam eden gaz kursları dün bitmiştir. Bu kurs- dara Denizyolları ve Limanlar umum mü- dürlükleri memurları ile liman refsliği mensubini İştirak ettiğinden gaz kursları partilere ayrılmışlar. Bir çok memurlar, kursiardan bröve almışlardır. Dün geri kalan sonuncu parti de son dersi almış ve kurslara nihayet veritmiştir. 4 Feriköyde oturan iki yaşlarında Hü- #eyin isminde bir çocuğun, anası evde yokken mangaldan etekleri tutuşmuş, vü cudünün muhtelif yerlerinden yanmıştır, Çocuk polis tarafından Kifal hastanesine kaldırılmıştır. Ukokul yoksu! göcüklar yardım cemiyeti birliği idare heyeti ile mintaka reisleri toplanmışlar, ilkmekteb çocukları içinde henüz daha himayeve mazhar olmıyan çocukların da Jaşelerinin oLemin edilme- vermişierdir. arkadaşlarından o ayrlmamaları için pansiyon usulünün tatbiki düşünül mektedir. Bu usule göre himaye haricin de kalan çocuklardan her gün için muay- yen bir ücret alınacak ve bu ücretle pişi- rilecek yemekten bütün mektebin talebesi müştereken İstifade edeceklerdir. Bu usul, bazı mekteplerimizde esasen tatbik edil- mektedir. Maarif müdürü, bu husustaki tedkiklerini Ikmal ederek neticeyi cemiye- te bildirecektir. Tiftik ve e yapağı standardizasyonu Ticaret Vekâleti standardizasyon müdü- rü B. Faruk bugün şehrimize gelecektir. Standardizasyon müdürü, şehrimizde bil. bassa tiftik ve yapağı standardizasyonu- na ald sarfedilen messiyi gözden kek cektir. B. Faruk, Liftik ve yapağı ihracat müdürlüğü mensupları ile de temaslarda bulunarak ihraç fiatlerinin besbiti ciheği- me gidecektir. de dikkatli şekilde yazılıydı. Sabahleyin saat sekizde sokağa çı- karken ceplerini yoklamışlı. Her şe. yin yerli yerinde olduğunu farket- mişti, Hattâ cebinde bir de yassı, kü- çük, muntazam tabanca vardı. Saat tam dokuzda Tepebaşına gel di. Merdivenlerden çıktı. Kimseye raslamamıştı. Bizim sahte Mısırlla-. rın olurdukları kala geldi. Zile bastı. Bir uşak kanadı açtı. — Süh! bey buradalar mı? Uşak; — Burada... Buyurunuz efen dim... - cevabım verdi. Sühi Elstanbuli'nin hizmetkârları çok değildi. Olanlar da hıristiyandı- Jar. Burlett ve Templeton'uün itina ile seçtiği adamlardı. Bu işe epeyce sermaye yalırmış olan şirket, bütün muamelelerin emin ellerde cereyan etmesini istiyordu. Ona göre tedbir almıştı. Otelken geniş bir aparlıman katı- na tahvil edilmiş dairede şirket üç hizmetci bulunduruyordu. Bunlardan biri, bildiğimiz Nikola, öbürü, Con isimli şoför, üçüncüsü de Jak isimli ahçıydı. Nikola, Cor, Jak, bir elin parmak- ları gibi biribirlerile anlaşılıyordu. Talimli araba hayvanları gibiydiler. Kuyumcuya kapıyı Nikola açmıştı. 'Tefrika No. 8 TÜRKÂN HÂTUN Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Vezir Nasır, hükümdarı iğfal ile arzula- rını tahakkuk ettirmeğe karer vermişti Gıyaseddin, Azrâyı nasıl elde edeceğini düşünürken, şimdi de bir taht meselesi çık- mıştı, Gıyaseddin, denebilir ki saltanat ih- trasım © gün ik defa duymuştu. O güne kadar bunu düşünmeyen ve şehzadenin bütün alt eden bu melün kurdu, şeytan vezir, Pine kafasına boş yere sokımamışlı, Gıyaseddin ayni zamanda çok mütevehhim ve ilerisini Şimdi ne yapacaktı? Bu sirri kime açabi- Nrdi? ... . . ia Vezir Nâsır, hükümdarı nasıl iğfal etti? Vezir Nâsır bir gün sultan Mehmedin huzuruna girdi. Hükümdarı sakin bulunca: — Velinimetim; dedi, Aldığın haberle- re göre Bağdadda büyük hazırlıklar yapı- yormuş. Bu yılın sonbaharında halifenin orduları Harzem topraklarını çiğniyerek tahtınzı devirmeğe geleceklermiş. Halife Nasreddin, cengâver ve cesur kumandanla- rından «Selâmeeyi bu işe memur etmiş. Bi- zim ondan önce Bağdada bir ordu gönder- birmize imkân yok mudur? Sultan Mehmed birdenbire şaşırdı: — Ben, halifenin Bağdadda rahat dur- ei biliyordum amasm, bu yıl sonba- Belimeyi üzerimize göndereceğini — Irakdan gelen bütün yolenlar bu ha- beri veriyorlar. Doğru olduğundan rae yoktur. Bügün sizi ikaza geldim.. emrini 72 amadeyim. Sultan Mehmed o gün valide sultarla gö- rTüşmek üzere vezirini savmışta. Hükümdar, annesile görüştü. Türkün hatun da oğlu- na ayni sözleri söylemiş ve tehlikenin bü- yük olduğunu da ilâve etmişti, Sultan Mehmed anesile görüştükten ve Irak üzerine gönderilmesini zaten tasavvur ettiği orduyu biran evvel hamrlatap yola çi- büşku bil karmaktan irşey olmadığı- ni anladıktan sorra, lekrar vezirile görüş- tü: — Annem de Iraka bir ordu gönderilme sine taraftardır. Yarından itibaren ordu- mun basırlanmasını emredi; şünmek Bu husustaki fikir ve kararımı da yarın sa- na söylerim. Vezir Nâsır, hükümdarı o gün İğfal et- meğe ve kendi arzularını sultan Mehmed vü; ataslle tahakkuk ettirmeğe karar vermiş- ti — Kulunuzun da bu mesele etrafındaki düşüncelerimi dinlemenizi dilerim - diye- rek söze başladı- ordunun hazırlanması işi çok çabuk biter. Zaten halkımız da öte- denberi Irak üzerine yürümek arzusu var- çok daha atılgan, ayni zamanda da hep- sinden fazla cesur ve akıllıdır. Giyaseddini, Iraka gidecek orduya kumandan yapma- nızı tavsiye ederim. «- Ben Irak ordusunu hazırlarken, bu va- sifeye büyük oğ'um Rükneddini tayin etmiş ve bunu kendisine de söylemiştim. Giyased: din Buğdad Üzerine yürüyecek kadar tee- rübeli değildir. — Köleniz, şehzade Giyasedâinin zekâ ve dirayetini diğerlerinden üstün görüyorum. Bu kadar ateşli bir gencin uzun müddet Semerkandda başıboş bırakılmasının da sizin içim tehlikeli olacağını arretmeme müsaade ediniz! Sultan Mehmed hayretle veğirinin yü“ züne baktı: — Sözlerinden birşey anlıyamıyorum. Nâs sir! Ne demek istediğini açıkça söyle, #mi- Rösen'i gayet ihtiyatla içeri al mâk mecburiyetinde oldukları gâ- yet iyi hissetmişlerdi. Uşak şu cümleleri de Mâve etti: —- Yabanci değilsiniz efendim... Buraya daha evvelce de teşrif buyur- muştunuz. Yol göstermeğe hacet yok... Buyurun Sühi beyefendi. sizi salonda bekliyor. Samuel Rosen koridorda yürüdü. İhtiyatkârlığı bir an bile elden br- rTakmıyordu. Sağa sola baktı. Hiç bir gayritabillik gözüne çarp- madı. Girdiği sofa, tavandaki camekân- dan işık alıyordu. Salonun kapısı ar. | dına kadar açıktı. | Rosen burada bol aydınık olduğunu görerek ilerledi. Kuyumcu, epice bir hızla yürüyor- du. Eşiği geçerken, orada , iriyarı bir uşağın durduğunu göremedi. Garsan- lar gibi smokin giymiş olan bu uşak, yatak odalarının bulunduğu tarafta biraz siper almış gibi duruyordu. 'Bu, mâhud Tom'du. Dikkatle bakıyordu. Öldürmesi mev- Zuubahis yahudinin ne kıratta bir Adam olduğunu tetkik ediyordu. Sahte hoca Baha, yerinde oturuyor du. Geniş bir yazı masusının başında bir takım gâğıdlar karıştınıyordu. him ki, sen, anneme olan sadakatını bana da göstermek İstersin! Nâsır, hükümdarı yumuşak bulunca, me- lünane tasavvurlarmı meydana vurmaktan çekinmedi; — Şehzade Gıyaseddin son günlerde Har- zem tahtına sevdasına düşmüştür, uzaklaşlrısanız, hattâ hayatınız tehlikeye düşmemiş olut! Sultan Mehmed birdenbire sendelemeğe başlamıştı. En çok sevdiği oğlunun bu iş- dere teşebbüs edebileceğini © güne kadar aklından bile geçirmemişti, — Ne diyorsun, Nâsır? dedi - Son ümidim olan Gıyas da ilk fırsatta beni vurmak üw istiyor? # — Kulunuz bu tehlikeyi sezell bir ay ol- du, sultanım! Fakat, size açmak için fır- sa* kolluyardum. Tehlikenin büyüdüğünü görünce, bugün efendimize anlatmağa mrc- bur oldum. Eğer onu Bağdada gönderece- Einiz ordu ile buradan uzaklaştırırsanız teh Mkeyi tamamile öğlemiş olursunuz! — Pekl amma, tahtını yıkmak isteyen bir kimseye böyle bir ordu nasıl teslim eği- lir? — Bunun için hiç merak etmeyiniz, sul- tanım! Göndereceğimiz ordudaki zabitlerin hepsi size candan bağlı kimselerdir. Ben hepsine birer'birer talimat veririm. eğer Gi“ yaseddin orduyu sizin üyerinze çevirmek İs- terse, derhal yakalayıp kollarını bağlarlar ve buraya gönderirler. Ordumuzun içinde ondan sonra gelen kumandanlar da onun kadar, hattâ ondan çuk yüksek meziyet ve cesaret sahibi kahramanlardır Vezir Nüsr, hükümdar tam münasile &)- 'datmış ve korkutmuştu. Sultan Mehmed, gözbebeği gibi sevdiği Gıyaseddinin şimdi yüzünü be görmek istemiyordu. Bir ata- lik vesire sordu: — Rükneddin sızlanacak olursa, ona ne cevap vereceğiz? — Şehzade Rükneddin san günlerde diz- ağrıları kırkına da gelse, eski huyundan vaz geçe- mez. Gene bir kadına tutulmuş olsa po- rek... »— Bu ihtimal da hakikatten uzak değii- dir sultanım! Kendisini mazur görünür... Bevmek ve sevilmek insanın kendi elinde değildir. — Ben onun bir gün de sevildiğini duy- madım. Her zaman Rükneddin sever, Ve sevdiği kadını e'de etmek için, harpte ka- deler fethine gittiği saman kullandığı tedbirleri tatbike XKalkişir. Halbuki, kadın kalbi silâhla değil, vatalıkla fethedilir, de. gü mi? — Doğru amma, sultanım bu hakikati ona kim söyliyebilir?! Şehzade Rükneddin kendince hem filosof, hem tabip. hem de iyi bir kumandandır. Bilirim, bilirim, ikaha lüzum yok. O, kendini çok beğenir. Madeniki onun gilme- ge niyeti yok, Kâtibime söyle... Ordunun hazırlık fermanını yazsın. Bu ferman ya- rın büyük meydanda okunsun. Hazırlıklar tamamlanınca, Gıyaseddin de ordunun başi- na geçer.. yola çıkarlar. Sultan Mehmed, vezirinin arkasindan seslendi; — Bu konuşmalarıınızdan bir başkası ba“ berdar olursa, buşını vurdururum, anliyor musun? — Merak etmeyin, sultanım! Kulunuz ser veririm. sır vermem... * Vezir Nâsır, hükümdarla o yünkü gibi dostça konuşmamış ve hiç bir meseleyi ba kadar çabuk ve kolay halletmemişti. Nâsır, hükümdarın, yanından çıkar çık- maz Türkân hatuna Koştu: — Sultan Mehmedi kandırdım, dedi, Gi- yaseddini bir ordu İle Iraka gönderiyor. (Arkaşı var) Zihni meşguliyeti içinde kaybolmuş gibiydi, Delikanlı ise, dostundan hayli uzaktaydı. Dudaklarının ucuna bir si. gara sıkıştırmış, alçak bir koltuğa yan gelmiş, bacak becak üstüne atıp gazete okuyordu. Koltuğun arkası pencereye dön- müştü. Bu vaziyette, yahudi kuyum- cunun suratı ışığa müteveccih bulus nuyordu. Hava geyet güzeldi. Lâtif bir ziya, camlara çarpıyordu. Samuel Rosen, kendini dalma em- niyetsizlik içinde görür, dalma ihtiyat üzerinde bulunurdu. Şimdi bile 0 te- tikte halini bırakmamıştı. Mücevherlerini küçük bir masanın üzerine koydu. Bunlardan pek uzak- Jaşmadı. Kutuları birer birer açmağa koyuldu. Bir yandan da ceplerini bos şaltıyordu. Ahbapça kanuşmağa başladı: — İşte efendim, her kadını çıldırta- cak pırlantalar, inciler, yakutlar.. Ah bu İstanbulun kadınları... Erkek- leri baştan çıkarır, sonra masrafa 50- karlar... Fakat efendim, bana da kit- çük hanımefendinin sarışın mi, esmer mi olduğunu söylemediniz... Kimine zümrüt, kimine inci yakışır... Hsh heh heh... (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: